T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı Ve Sinir Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi 4. Psikiyatri Klinik Şefliği Baştabip, Doç. Dr. Medaim YANIK Klinik Şefi, Doç. Dr. M. Emin CEYLAN ŞİZOFRENİ VE BİPOLAR BOZUKLUĞU OLAN HASTALARIN ÇOCUKLARININ KONTROL GRUBU AİLELERİN ÇOCUKLARI İLE NÖROKOGNİTİF İŞLEVLER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Uzmanlık Tezi Dr. Jülide GÜLER KENAR İstanbul 2006 TEŞEKKÜR Asistanlık sürecim boyunca, bilgi, deneyim ve klinik yaklaşımlarından yararlandığım klinik şefim, hocam ve tez danışmanım Sayın Doç. Dr. M. Emin CEYLAN’a, sağladığı huzurlu çalışma ortamı nedeniyle başhekimimiz Sayın Doç. Dr. Medaim YANIK’a, rotasyon eğitimini yanlarında tamamladığım klinik şeflerim Doç. Dr. Niyazi UYGUR’a, Doç. Dr. Fulya MANER’e, Doç. Dr. Duran ÇAKMAK’a, Doç. Dr. Sevim BAYBAŞ’a, Prof. Dr. Ümran TÜZÜN’e, tezime katkılarından dolayı Psk. Cahit KESKİNKILIÇ’a, Dr. Serhat ÇITAK’a, Doç. Dr. Ahmet TÜRKCAN’a, Dr. Can GER’e, asistanlık sürem boyunca birlikte çalıştığım servis uzmanlarım, asistan arkadaşlarım, hemşire ve yardımcı sağlık personeline, kendilerinden çok şey öğrendiğim hastalarıma ve bana tezimi hazırladığım süre boyunca desteğini esirgemeyen eşime ve birlikte geçireceğimiz değerli zamandan ödün veren kızım Yağmur Bilge KENAR’a teşekkür ederim. 2 İÇİNDEKİLER Giriş ve Amaç ............................................s. 3 Genel Bilgiler ..............................................s. 7 Yöntem ve Gereçler ......................................s. 61 Bulgular .........................................................s. 70 Tartışma ve Sonuç..........................................s. 81 Özet ................................................................s. 90 Summery .........................................................s. 91 Kaynaklar .........................................................s. 92 3 GİRİŞ VE AMAÇ Son dönemlerde pek çok araştırmacı tarafından şizofreninin bir nörogelişimsel defekt olduğu düşüncesi ileri sürülmeye başlanmıştır. Bu görüşe göre, henüz klinik semptomlar kendini göstermeden önce, hatta beyin gelişimi sırasında, birincil beyin hasarı, nörogenezde aksama, nöronal migrasyonda bozulma, hücresel farklılaşmada yetersizlik ve sinaptik budanmada bozulma gibi nedenlerle şizofreni gelişmeye başlamaktadır. Şizofren hastaların çoğu premorbid nörogelişimsel anormallikler (asosyallik, nörolojik belirtiler, minör fiziksel anormallikler, azalmış bil,işsel ve nöromotor fonksiyon gibi) gösterebilirler. Şizofren hastalarda gözlenen yapısal anormalliklerin pek çoğu hastalığın başlangıcında ortaya çıkar, hatta hastalıktan önce bile olabilir (Ceylan, 1993). Şizofreninin “nörogelişimsel bir bozukluk olduğu” hipotezi bazı bulgular tarafından desteklenmektedir (Weinberger, 1995). Beyin gelişimi ve matürasyonundaki anomaliler, prenatal dönemde başlıyor gibi görünmekle birlikte çocukluk dönemi boyunca da devam ediyor olabilir (Woods, 1998). Baş, saç göz, ağız, el ve ayaklardaki küçük anatomik defektler olarak görülen ve ilk veya ikinci trimesterdeki bazı etkilenmelere bağlı olduğu düşünülen, minör fiziksel anomaliler şizofreni hastalarında etkilenmemiş kardeşleri ve genel popülasyona göre daha fazla görülmektedir (Murphy ve Owen, 1996; Ismail ve ark., 1998). Obstetrik komplikasyonlar, özellikle hipoksik-iskemi ile ilişkili komplikasyonlar, daha sonraki şizofreni gelişme riskini arttırmaktadır (Zornberg ve ark., 2000; Geddes ve Lawrie, 1995, Cannon ve ark., 2002). Nöropatolojik bulgular şizofreni hastalarının beyin gelişimlerinde anomaliler olduğunu göstermekte; gliozis yokluğu, her ne kadar bunu kanıtlamasa da, bunun fetal orijinli olduğunu göstermektedir (Heckers, 1997; Dwork, 1997). Gebelik sırasındaki enfeksiyon ve malnütrisyon da şizofreni gelişme riskini arttırabilir (Susser ve ark., 1996; Mednick ve ark., 1988; Barr ve ark., 1990; Brown ve ark., 2000). Eğer şizofreni anormal nörogelişimin bir sonucuysa, gelişimdeki anomalilerin çocukluk çağı boyunca kendini herhangi bir şekilde göstereceği varsayılabilir. Yapılan çalışmalar erişkin dönemde başlayan şizofreniyi, çocukluk veya ergenlikte emosyonel, bilişsel, motor ve/veya sosyal gelişimde gecikme veya anomaliler ile ilişkili bulmuştur. Bu erken çocukluk motor gelişim aşamalarına erişmede gecikmeyi ( Jones ve ark., 1994), motor koordinasyon problemlerini (Crow ve ark., 1995; Rosso ve ark., 2000) ve de nöromotor gelişimdeki diğer problemleri (Fish ve ark., 1992; Walker ve ark., 1999; Cannon ve ark., 1999; Rosso ve ark., 2000), kontrol çocuk grubuna göre daha düşük IQ ve kognitif testlerde daha kötü performansı 4 ( Crow ve ark., 1995; David ve ark., 1997; Kremen ve ark., 1998; Davidson ve ark., 1999; Cannon ve ark., 2000), konuşma problemlerini (DeLisi ve ark., 1991; Jones ve ark., 1994; Bearden ve ark., 2000) ve sosyal uyumda zorluklarını (Walker ve ark., 1993; Crow ve ark., 1995; Malmberg ve ark., 1998; Davidson ve ark., 1999; Bearden ve ark., 2000) kapsamaktadır. Yüksek- Risk (YR) çalışması, hastalığı geliştirmek açısından artmış risk taşıyan kişilerin incelenmesi ile, hastalığın etyolojisi konusunda çalışmayı ifade etmektedir (Cornblatt ve Obuchowski, 1997). Şizofreni için en önemli risk faktörü genetiktir: En son ikiz çalışmalarından elde edilen kalıtsal risk % 83‘tür ( Cannon ve ark., 1998; Cardno ve ark., 1999). Herhangi bir özel çevresel faktörün şizofreni için kesin risk oluşturmaması nedeniyle sadece çevresel faktörlere maruz kalma ile şizofreni için risk taşıyan çocukları tanımlamak mümkün değildir. Bu çocukları tespit etmenin tek yolu, şizofreni açısından pozitif aile hikayesi olanların değerlendirilmesidir. Şizofreni YR çalışmalarında hasta ebeveynlerin çocukları izlenmektedir, çünkü bu kişilerde şizofreni gelişme riski %10’dur ve her iki ebeveyn hastaysa bu oran hemen hemen %50’ye kadar artmaktadır; oysa genel popülasyonda bu risk %1’dir (Gottesmann, 1994). Şizofreni YR çalışmaları 1920’lerde psikiyatrik olarak hasta annnelerin çocukları ile yapılmış küçük çalışmalar ile başlamıştır. 1952’de başlayan “The New York Infant Study”, çalışma desenine uzunlamasına takip (longitudinal follow-up) ekleyen ilk çalışmadır (Fish ve ark., 1992). Şizofreni YR çalışmaları çevresel ve genetik faktörleri ve onların şizofreni etyolojisindeki etkileşimini araştırmayı ve şizofreni için erken öngörü unsuru tanımlamayı amaçlamaktadır. Basitleştirilecek olursa, genetik riskin yaklaşık katkısı YR çocukları kontrollerle karşılaştırarak, çevresel faktörlerin yaklaşık katkısı ise şizofreni gelişen YR çocukları hastalıktan etkilenmemiş olanlarla karşılaştırarak değerlendirilebilir. Şizofreninin erken öngörü unsurları, çocukluk çağı ve ergenlik dönemi boyunca tekrarlayıcı değerlendirmeler , daha sonra da erişkinlik döneminde şizofreni geliştiren ve geliştirmeyenler karşılaştırılarak belirlenebilir. Psikotik bozuklukların çocukluk çağı prekürsörlerinin araştırılması, etyolojik mekanizmalarının anlaşılmasını ve bozukluğun erken saptanması ve tedavisini sağlayabilir (McDonald ve ark. 2004). Şizofreninin öncü belirtilerini araştıran ve onların erken öngörü unsuru olarak kullanımını amaçlayan çalışmalar şu stratejileri kullanmaktadır: yüksek risk çalışmaları, doğum kohort çalışmaları veya retrospektif (retrospective and follow-back) çalışmalardır. Bu stratejilerin herbirinin güçlükleri ve kaçınılmaz sınırlılıkları vardır (Dawidson ve Weiser, 2000). Yüksek 5 risk ve doğum kohort çalışmalarının avantajları epidemiyolojik popülasyondan alındıkları için şizofreni hastalarını temsil etmeleri ve önyargılı hatırlama eğiliminden etkilenmemeleridir. Doğum kohort çalışmalarının dezavantajı normal gelişim ve sık görülen hastalıkların risk faktörlerini değerlendirmek için tasarlanmış olmalarıdır. Premorbid değerlendirmeler şizofreni ile ilişkili olduğu düşünülen davranış ve semptomları hedeflemediğinden premorbid belirti ve bulguları gözden kaçırabilirler. Retrospektif ve geriyedönük takip (follow-back) çalışmalar, şizofreni hastalarının premorbid öykülerini değerlendirmektedir. Bu çalışmalar hem hastaların ve yakın akrabalarının hatırladıklarına hem de arşiv verilerine ( eğitim ve askeri otoriteler tarafından uygulanan rutin psikometrik testleri, okul ve kişisel kayıtlar) dayanmaktadır. Bu stratejinin avantajı geniş, kolay eldeedilebilir veriler sağlaması ve böylece bazı hipotezlerin yüksek istatistiksel güçle test edilmesini sağlamasıdır. Dezavantajı ise, doğum kohort çalışmalarında olduğu gibi, şizofreni ile ilişkili anomalileri hedeflememesidir. Ek olarak bu stratejinin premorbid anomaliler ile şizofreni arasındaki ilişkinin öngörü unsuru olarak değerini olduğundan fazla değerlendirme potansiyeli vardır. Bu prediktif model şizofreninin genel toplumdaki düşük insidansını yeterince dikkate almazsa oluşabilir. Bazı geriyedönük takip çalışmaları (follow-back studies) (David ve ark., 1998; Malmberg ve ark., 1998), gelecekte şizofreni geliştiren kişilerde bilişsel ve davranışsal bozuklukların kantitatif ve kalitatif değerini doğrulayarak, doğum kohort çalışmalarına çok benzer sonuçlar elde etmiştir. Şizofren hastaların çocuklarında, normal aileler tarafından evlat edinilmiş olsalar bile, şizofren olma olasılığı, genel popülasyona göre 10-15 kez fazladır. Dolayısıyla şizofren hastaların çocuklarında yapılan araştırmalar en azından iki nedenden dolayı önemlidir; bunların ilki, şizofreninin genellikle geç ergenlik ve erken yetişkinlik çağında başlayan bir hastalıklar grubu olması ve bazı premorbid özelliklerin tanınmasının birtakım koruyucu önlemlerin alınmasına yardımcı olabilmesidir. İkincisi ise şizofreni için çocukluk çağı işaretlerinin tanınması hastalığın doğal seyrinin açıklanmasına yardımcı olabilmesidir (Demir Ç., 2002). Bu çalışmada, şizofreni ve davranış problemler ile dikkat, bellek, yürütücü işlevler gibi nörokognitif işlevler arasındaki ilişki; şizofreni ile ilgili yüksek risk ve ultra-yüksek risk konusunda günümüze kadar ortaya konmuş literatür bilgileri gözden geçirilmiş ve davranış ve nörokognitif bozuklukların aile içi benzerlik gösterebileceği bilgisine dayanarak, bu belirtilerin şizofren ebeveyne sahip çocuklardaki varlığının araştırılması ve ileri dönem takiplerle şizofreninin bir erken öngörü unsuru olarak anlamlarının değerlendirilmesine yol açılması hedeflendi. 6 GENEL BİLGİLER Şizofreni sözcüğü psikiyatri dışı alanlarda çalışmakta olan birçok hekime, işitsel ve görsel varsanıları, bizar hezeyanları ve saldırganlığı çağrıştırmaktadır. Bu çağrışımın en önemli nedeni bu belirtilerin hastanın çevresi ile olan uyumunu ileri derecede bozmasıdır. Gerçekte bu çağrışım önemli ölçüde yanlıştır. Hastaların uzun süreli izlendiği çalışmalarda şizofreni hastalarının zaman içinde pozitif belirtilerinde azalma izlenirken, negatif belirtilerinde ise artma olduğu tespit edilmiştir. Son 20 yıl içinde negatif belirtilerin daha iyi anlaşılması yönünde çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda şizofreninin temelinde negatif belirtiler olduğu kadar bilişsel işlevlerin kaybının önemli bir yer tuttuğu anlaşılmıştır. Bilişsel işlev terimi dikkat, bellek, algılama, sıralama, planlama, bilgi işleme ve problem çözme gibi birçok zihinsel işlevi kapsamaktadır. Şizofrenide bilişsel işlevlerle ilgili çalışmalar 1993’te bilimsel yayınların çok az bir kısmını (%7) oluştururken, 1997’ye gelindiğinde neredeyse dörtte birini (%24) kapsamaktadır (Green MF, 1999). Modern psikiyatri topluluğu bilişsel işlevlerde kaybın önemini, kanıtları ile ortaya çıkarmadan çok önce Kraepelin ve Bleuler, gözlemlerinde şizofreni hastalarındaki bilişsel kayıplara dikkat çekmişlerdir. Kraepelin (Kraepelin E, 1971), şizofreni hastalarında iki farklı dikkat alanında sorun olduğunu gözlemiştir. Bunlardan ilki “aktif dikkat” (aufmerksamkeit) olarak isimlendirdiği, kişinin kendi inisiyatifi ile dikkatini uzun süreli odaklaması ile ilgili süreçtir. Diğeri ise, çevreden gelen uyaranlardan yoğun olarak etkilenen “pasif dikkat”tir (auffassaung). Kraepelin bu iki dikkat alanından pasif dikkat ile ilgili sorunların hastalığın akut olarak alevlendiği dönemler ile hastalığın kronikleştikten sonraki dönemlerinde belirgin olduğunu fark etmiştir. “Aktif dikkat” ile ilgili sorunlar hastalığın bütün evrelerinde izlenmektedir. Bu tanımlamalar bugün kullandığımız “sürekli-sustained- dikkat” ve “seçici- selective-dikkat” tanımlamalarına uymaktadır. Kraepelin’in 100 sene önce tespit ettiği şizofreni hastalarındaki dikkat sorunları modern testlerde aynı şekilde gösterilmiştir (Ceylan, 2005). Eugen Bleuler (Bleuler E, 1950) şizofreni hastalarındaki bilişsel kayıplara farklı bir açıdan değinmiştir. Bleuler, şizofreni hastalarındaki belirtileri “temel” ve “yardımcı” belirtiler olarak ikiye ayırmıştır. Temel belirtiler basit ve karmaşık olmak üzere iki alt tipten oluşur. Basit olanlar çağrışım ve duygulanımda (affect) bozulma ve ambivalanstır. Bunların bir araya gelmesi ile ortaya otizm gibi karmaşık belirtiler çıkar. Otizmde pasif dikkat önem kazanmaktadır. Bleuler, otistik durumun çevreye dikkatin verilememesi sonucu olabileceğine dikkat çekmektedir. Bleuler temel belirtilerin hastalık boyunca devam ettiği üzerinde durmuş 7 ve yardımcı belirtiler olan varsanılar, hezeyanlar, davranış ve konuşma anormalliklerinin sadece hastalığın alevlendiği dönemlerde belirgin hale geldiğini belirtmiştir (Ceylan, 2005). ŞİZOFRENİ Risk Faktörleri Şizofreninin en önemli araştırma konularından biri olan risk faktörleri toplumsal, gelişimsel, biyolojik, genetik gibi çok çeşitlidir. Bunlar şizofreniyi açıklamaya yönelik kuramlar için çıkış noktası olmuştur. Şizofreni başlangıç yaşı konusunda da çalışmalar net olarak bir rakam vermemekte, ancak 45 yaşın altında ve daha sık olarak 15-25 yaş aralığında olduğu kabul edilmektedir. Şizofreni kadın ve erkeklerde eşit oranda görülür. Ancak erkeklerdeki başlangıç yaşı kadınlara göre daha düşüktür. Kadınlarda şizofreni başlama yaşı erkeklere göre 5-10 yaş daha geçtir. Erkeklerde ortalama 18-19, kadınlarda ortalama 28-29 yaşlarında başladığı ve 25-30 yaşları arasında ilk kez hospitalize edilen şizofren hastaların çoğunluğunun erkek olduğu bilinmektedir (Ceylan, 1993; Kültür, 1997). Şizofreninin risk faktörleri çok çeşitlidir ve bunlardan önemli bir etken genetik faktörlerdir. Şizofrenlerin birinci dereceden akrabalarında şizofreni gelişme olasılığının normal kişilerin akrabalarına göre en az beş kat daha yüksek olduğu, buna karşılık hem anne hem de babanın şizofren olduğu durumda çocuklarının şizofreni gelişme olasılığının %40 olduğu bildirilmiştir. Yapılan ikiz çalışmalarında monozigot ikizlerde hastalık konkordansı % 33-78 arasında bulunurken, aynı oran dizigot ikizlerde %8-28 arasında bulunmuştur. Evlat edinme çalışmaları da bu yöndeki hipotezi desteklemektedir. Genetik duyarlılık, ailesel şizofrenlerin normal akrabalarında, ailesel olmayan şizofrenlerin normal akrabalarına göre daha yüksektir. Bu model daha önce ortaya atılmış bulunan şizofrenide “nöroentegrasyon defekti” teorisiyle uyuşmaktadır. Bu teoride konjenital olarak gelen bir nöroentegrasyon defekti, adolesan dönemde hastalığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu defekt ne kadar şiddetli olursa ortaya çıkan şizofreni kliniği de o ölçüde şiddetli olmaktadır (Marcus, 1985; Işık, 1997; Ceylan, 1993). 8 NÖROGELİŞİMSEL HİPOTEZ Şizofrenide nörogelişimsel anormalliğin ne zaman başladığı sorusu halen araştırılmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak pek çok nörogelişimsel model ileri sürülmüştür: 1) Erken nörogelişimsel modeller, erken yaşlardaki varolan lezyonların hayatın daha ileri dönemlerinde ortaya çıkan normal nörogelişimsel olaylarla etkileşime girdiğini ileri sürmektedir. 2) Geç nörogelişimsel model olarak isimlendirilen alternatif bir model, Feinberg tarafından ileri sürülmüştür. Bu model şizofreninin, postnatal gelişim boyunca ortaya çıkan serebral korteksteki normal matürasyon sürecindeki bir sapmadan kaynaklandığını varsaymaktadır. Bu süreçte, hayatın ilk yıllarında aşırı sinaptik üretimi takiben bilişsel gelişim için gerekli beyin bölgelerindeki nöronların sinaptik eliminasyonu (budanma) takip eder. Feinberg, şizofreninin sinaptik budanmadaki bir anormallik sonucu oluştuğunu ileri sürmektedir. Feinberg’e göre “Bu süreçteki anormalliklerin bir sonucu olarak çok fazla, çok az ya da yanlış sinapslar elimine edilmektedir.” (Ceylan, 2001) Şizofreninin nörogelişimsel bir defektin sonucu olduğunu ileri süren hipotezin araştırılmasındaki popüler bir yaklaşım da beynin yapısal simetrisi üzerinde çalışmaktır. Beynin yapısal hacmindeki asimetriler sıktır ve limbik sistem yapıları solda sağa göre daha küçüktür. Çünkü sol hemisfer sağ hemisferden daha uzun bir zaman periyodunda gelişir. Olumsuz çevresel faktörler gelişimi sekteye uğratabilir. Bazı BT ve MRI çalışmaları, şizofrenide sol taraf anormalliklerinin sağ taraftan daha fazla olduğunu desteklemektedir. Shenton ve ark. (1992), hipokampus hacmindeki küçülmenin sadece sol tarafta olduğunu ve bir sol-sağ asimetrisinin sadece şizofreni hastalarında olduğunu bulmuşlardır. Buna karşılık Bartley ve ark. (1993), yaptıkları karşılaştırmalı bir ikiz çalışmasında, ileri sürülen sağ-sol farklılığını gözlemlememişlerdir. Beyin yapılarının biçimlerindeki düzensizliklerin bir nörogelişimsel bozukluğa eşlik etmesi beklenen bir durumdur. Postmortem çalışmalarda görülen hipokampustaki gri cevher deformasyonları, temporal lobun lateral yüzündeki gri cevher düzensizlikleri bu düşünceyi desteklemektedir. Gelişen teknoloji sayesinde elde edilen yapısal bulgular, şizofreninin tek bir hastalık olmadığını; sendromun karakteristikleri olan varsanılar, sanrılar, bozulmuş düşünce sürecinin altında farklı etyolojilerin olduğunu düşündürmektedir (Ceylan, 2001). Şizofreninin neo-Bleulerian modeline göre nörogelişimsel anomaliler nöral devrelerdeki yanlış bağlantılardan (misconnections of neural circuits) kaynaklanır, ki bu da şizofreninin tüm alt tiplerinde görülen, zihinsel aktivitenin akışkan koordinasyonunda bozulmaya (bilişsel 9 dismetri olarak adlandırılır) neden olur (Andreasen ve ark., 1999). Negatif, pozitif ve dezorganize semptomlar gibi şizofreni ile ilişkili fenomenler kognitif dismetriye bağlı olarak gelişir. Kognitif dismetride çeşitli bölgelerdeki nöronal devrelerde yıkım (disruption) sonucunda motor, bilişsel ve affektif semptomlar ortaya çıkar (Middleton ve Strick, 2000). İnsanda postnatal matürasyonel değişikliklerin çocukluktan puberteye kadar ortaya çıktığı gözlemi, şizofreni ve manik-depresif bozukluk gibi adolesan döneminde başlayan psikiyatrik hastalıkların patofizyolojisinin temelinde bu “geç” matürasyonel süreçteki hataların olması gerektiği düşüncesi ile tutarlılık göstermektedir (Feinberg ve ark. 1990). Fakat şizofreni başlangıcını tespit etmek zordur. Dikkat yetersizliği gibi negatif semptomlar puberteden önce başlayabilir (Mukherjee ve ark. 1991). Bu nedenle matürasyonel olaylar pozitif psikotik semptomlar gibi tipik olarak adolesan dönemde ortaya çıkan semptomları daha iyi açıklayabilir. Endofenotipler, şizogen, şizotipi, şizotaksi kavramları Şizofreninin çok boyutlu bulgu ve belirtilerinin tanımlanması, şizofreninin, şizofreni veya şizofreni spektrumunu oluşturan daha ılımlı durumlarının (ör.: şizotipal kişilik boz.) geçerli tanısı için gerekli DSM tanı kriterlerinden daha geniş, daha kapsamlı bir bozukluk olduğunu göstermiştir. Bu “alternatif fenotipler” veya “endofenotipler” tanıyı oluşturan klinik semptomlardan daha fazla hastalığın etyolojik faktörlerinin görünümlerini yansıtabileceğinden önemlidir (William ve ark., 2005). Genetik yüksek risk çalışmaları adolesan veya genç erişkinlik dönemine odaklanmıştır, çünkü şizofreni gelişme riski bu dönemde en yüksek seviyeye ulaşmaktadır (Gottesman, 1991). Artmış klinik semptom düzeyi genetik yüksek risk çalışmalarına dahil edilmek için gerekli değildir, oysa klinik yüksek risk çalışmalarında kişilerde prodromal semptomlar gibi klinik problemler veya anomaliler vardır (Seidman ve ark., 2003). Kısmi olarak Rado’nun “şizotipler” ve “şizotipal davranışlar”ın şizofreniye genetik eğilimden kaynaklandığı görüşüne (Rado, 1953; Rado, 1960) dayanarak Meehl (1962, 1989) “şizogen”in “şizotaksi” olarak isimlendirilen “nöral entegratif defekt” oluşturduğu şeklinde bir model geliştirmiştir. Altta yatan nöral defekt “şizotipi” olarak isimlendirilen fenotipe yol açmaktadır, ki bu da sosyal öğrenme gibi çevresel değişkenlerle ve diğer poligenik faktörlerle (ör. düşük veya yüksek anksiyeteye yatkınlık) etkileşime giren kişilik organizasyonu tipidir. Çalışmaların çoğu göstermiştir ki şizotaksi şizofreni hastalarının nonşizotipal ve nonpsikotik akrabalarında beyin yapısı ve işlevi, bilişsel işlevler, affekt ve sosyal işlevsellikte anomaliler 10
Description: