İHYÂ-İ ULÛMİ'D-DÎN İmâm-ı Gazâlî Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed Gazâlî Tûsî Şâfiî Rahmetüllahi aleyh (ö. 505/1111) Tahrîc Abdurrahîm b. Huseyn Hâfîz Irâkî Şâfiî Rahmetüllahi aleyh (ö. 805/1402) Mukaddime Önce Allahü teâlâ'ya sonsuz hamd ve senalar olsun! Başta Beşerin Efendisi olmak üzere bütün peygamberlere salât ve selâm eder ve dinî ilimleri ihya etmek gayesiyle bir kitap yazmak için coşmuş bulunan azmimin bana müsbet neticeler kazandırmasını Allahü teâlâ'dan niyaz ve tazarrû ederim. Ey inkârcılar zümresi arasında aşırı bir şekilde ayıplayan! Ey inkârcı gâfillerin arasında en şiddetli saldıran müfrit! Senin gururunu ve büyüklüğünü yerle bir etmek için muâraza ve mücadeleye hazırlanmış bulunuyorum. Apaçık olan hakkı görmeyip, bâtıla yardım etmen, cehaleti güzel görmen, halkın merasiminden yüz çeviren, kalbin ıslahı ve nefsinin tezkiyesi için Allah'ın kendisine yüklediği kulluk şerefine nâil olmak gayesinde bulunan; ilmin gerektirdiği tarzda, şekilcilikten vazgeçip hakikî amele yönelen, boşuna sarfedilen hayatının zararlarından bir kısmını telâfi etmek isteyen kimselere haksız yere saldırman, konuşmayı boynuma borç yaptı. Senin nifaktaki şirretliğin benim dilimi çözdü! Buna rağmen, geçmişteki kusurlarımı affettirecek kadar sâlim bir eser yazıp yazamayacağımdan endişe duymaktayım. Hazret-i Peygamberin haklarında şöyle buyurduğu kimselerin (itikâdî ve amelî) sapıklığından uzaklaşmak için yazıyorum: Kıyâmette insanların azap yönünden en şiddetlisi o âlimdir ki, bildiği ilminden Allah onu faydalandırmamışdır. Yemin ederim ki, inkâr ve gururda gösterdiğin inatçılık ancak bu işin zirvesini düşünmekten aciz, sonucun feci ve korkunç oluşundan habersiz, tehlikenin büyüklüğünü idrâk etmemek, dünyanın her an akıp giderek yerine âhiretin geldiğini görmemek; ecelin her an yakında oluşunu, seferin çok uzun ve korkunç olduğunu, elindeki azığın ise çok az olduğunu, buna karşılık tehlike çeşitlerinin bir hayli kabarık olduğunu, yolun tıkalı olduğunu görmemekten ileri geliyor. Allah rızası için istenmeyen ilmin ve o ilimle yapılan amelin hakikî âlimler tarafından hoş karşılanmadığını; delil ve arkadaş olmadan; uzun âhiret yolunun çok yorucu olacağını bilmeyen cemaatları yakalayan bu hastalık, her kötülüğün geliş kaynağıdır. Kılavuzu olmayan insan, çok büyük zorluklarla karşılaşır! Bu yolun kılavuzları ise, peygamberlerin varisleri olan ve ilmi ile amel eden âlimlerdir. Bu âlimler ise, yeryüzünde hemen hemen hiç kalmamıştır! Ancak ortalığı âlim kisvesine bürünmüş birçok insan kaplamıştır. Bunların çoğu da, şeytana mağlûp olup tuğyana, gaflete ve bâtıla dalmıştır. Onların herbiri geçici dünya malını toplamakla meşguldür. Onun içindir ki Allah'ın iyi dediğini kötü, kötü dediğini iyi görürler. Neredeyse din ilimleri ortadan kalkacak duruma gelmiştir. Yeryüzünden âdeta hidâyet alâmetleri silinmiştir. İçinde yaşadığımız şu dönemde halka sadece kadılarca bilinmesi gereken cidal ilmi verilmeye çalışılmaktadır. Mücadele edenlerin hasımlarını susturmak, için kullandıkları cedel ilmi veya halkın tesir altına alınması için va'z kürsülerinde vaizlerin kullandıkları kafiye ilimleri sadece ilim sayılmaktadır. Çünkü bu ilimlerden başkasıyla halkın malını haram yoldan almanın imkânı yoktur! Dünyalık kazandıran başka bir ilim mecut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de rüşd, hidâyet, nur, ziya, ilim, hikmet ve fıkıh diye adlandırılan ve selef-i saîihînin âhiret yolunda kılavuz olarak kullandıkları ilme gelince, o ilim günümüzde halkın arasından çekilip gitmiş, âdeta bir daha hatırlanmamak üzere zihinlerden silinmiştir. Âhiret yolunda yürümeyi kolaylaştıran bu ilimlerin unutulması, dinde açılan en büyük yara ve uçurumdur. Onun için bu kitabı yazmayı bir zaruret olarak görmekteyim. Elinizdeki bu kitabı, dinî ilimlerin ihyası, geçmiş imamların yolunun gösterilmesi, peygamberlerin ve onlara tâbi olanların faydalı buldukları ve fayda gördükleri ilimlerin mahiyetini izah etmek için kaleme alıyorum. Elinizdeki bu kitabı dört temel üzerine bina ettim: I. İbâdât II. Âdât III. Mühlikât IV. Münciyât Kitabın başına İlim bölümünü koydum; zira ilim insan için en önemli meseledir. Allahü teâlâ'ınn, Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) lisanıyla herkesten istediği ilmi izah etmek için İlim bölümünü kitabın başına aldım! Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: İlim öğrenmek (kadın-erkek) her müslümana farzdır. 2 İlim bölümünü kitabın başına almamın sebeplerinden biri de, insana fayda temin eden ilimle, zarar veren ilmi ayırdetmek istememdir; zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırız. 3 Devrimde yaşayanların doğruluktan ayrıldıklarını, hayalî şeylerin arkasından koştuklarını, hakikatın özüyle meşgul olmayıp, herşeyin kabuğu ile uğraştıklarım ispat etmek de, bu bölümü başa almamın nedenlerinden biridir. İbâdât (İbâdetler) kısmı (1. cilt) on bölümden ibarettir. 1. Kitab'ul-îlim 2. İnanç Esasları 3. Temizliğin Sırları 4. Namazın Sırları 5. Zekâtın Sırları 6. Orucun Sırları 7. Haccm Sırları 8. Kur'ân Okumanın Adabı 9. Zikirler ve Dualar 10. Virdlerin Tertibi Âdât (Âdetler) kısmı (2. cilt) on bölümden ibarettir 1. Yemek Adabı 2. Nikâh Adabı 3. Çalışma Hükümleri 4. Helâller ve Haramlar 5. Sohbet ve Muaşeret Adabı 6. Uzlet 7. Yolculuk Adabı 8. Semâ Adabı 9. İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak 10. Geçim Adabı ve Nübüvvet Ahlâkı Mühlikat (Helâk Edici Hususlar) kısmı da (3. cilt) on bölümden ibarettir. 1. Kalbin Acaib Hâlleri 2. Nefsi Terbiye Etmenin Yolları 3. Mideye ve Cinsî Münasebete Düşkünlüğün Mahzurları 4. Dilin Âfetleri 5. Hased, Kin ve Gazabın Âfetleri 6. Dünyanın Kötülüğü 7. Mala Düşkünlüğün ye Cimriliğin Kötülüğü 8. Dünyevî Mertebelere Düşkünlüğün ve Riyakârlığın Kötülüğü 9. Kibir ve Ucb'un (Kendini Beğenmişliğin) Kötülüğü 10. Gururun Kötülüğü Münciyât (Helakten Kurtarıcı Hususlar) kısmı da (4. cilt) on bölümden ibarettir. 1. Tevbe 2. Sabır ve Şükür 3. Korku ve Ümid 4. Fakr ve Zühd 5. Tevhîd ve Tevekkül 6. Muhabbet, Şevk, Ünsiyet ve Rıza 7. Niyet, Sıdk ve İhlâs 8. Murakabe ve Muhasebe 9. Tefekkür 10. Ölümü Hatırlamak İbâdetler bölümünde ilmi ile amel eden âlimlerin; muhtaç olduğu mânâ ve sırların hikmetlerini, sünnetin inceliklerini ve ibâdetin gizli mânâlarını anlatacağım; zirâ, bu anlatacağım incelikleri bilmeyen âlim, âhiret âlimi olamaz! Zikredeceğim hususların çoğu fıkıh ilminde ihmal edilen noktalardır. Âdetler bölümünde halk arasında yürürlükte olan muamelelerin sırlarını, derinliklerini, sünnetlerin inceliklerini, dindar bir insanın o muameleleri yaptığı zaman muhtaç olduğu gizli yolları açıklayacağız! Mühlikât bölümünde Kur'ân-ı Kerîm'de; silinmesi, nefsin ve kalbin kendisinden temizlenmesi emredilen kötü hâlleri teker teker beyan edeceğiz! Bu bölümde, her kötü ahlâkı açıklayacak, bunların herbirinin ayrı ayrı tarifini yapıp, hakikî mahiyetlerini belirteceğiz. Kötü ahlâkları doğuran sebepleri, o sebeplerin de sebeplerini, âfetlerini ve onların çirkinliğini gösteren alâmetleri, bu kötü ahlâklardan kurtulmanın yollarını, ayet-i celîle, hadîs-i şerif ve selef-i sâlihînden gelen rivâyetlerle açık bir şekilde ortaya koyacağız. Münciyât bölümünde ise; güzel ahlâkı, kulu Allah'a yaklaştırcı sıddîklarm, mukarriblerin rağbet edilen haslet ve sıfatlarından herbirini açık bir şekilde ortaya koyacağız! Her hasletin tarifini ve hakikatini, elde etmek için gereken vesileleri, neticesini, bilinmesine yardımcı olan alâmetleri, geçerli olmasına vesile olan faziletini şer'î ve aklî delillerle açık bir şekilde ortaya koyacağız. Daha önce bazı müellifler bu hususları beyan eden bazı kitaplar yazmışlar ise de, elinizdeki bu kitap, kendinden önceki kitaplardan beş hususta ayrılmaktadır: 1. Onların muğlak bıraktığı her meseleye açıklık kazandırır, kısa olarak aldığı her meseleyi ise çok geniş bir şekilde izaha kavuşturur. 2. Onların dağınık olarak ele aldığı meseleleri bir tasnife tâbi tutarak tedkik eder. 3. Onların uzattığı bazı kısımları ise kısaltır, zabt u rabt altına alır. 4. Tekrar tekrar ele aldıklarını atar, delili olmayan iddiaları delile bağlar. 5. Hiçbir kitapta halline imkân bulunmayan, zihinlere anlaşılması zor gelen meseleleri tedkik edip açığa kavuşturur, anlaşılır hâle sokar. Gerçi her âlim aynı şeyleri yapmaya çalışmıştır, fakat her sâlikin kendisine hoş gelen meseleyi ele alması ve arkadaşlarının o meseleden habersiz olması; veya o meselelerden habersiz değil de kitaplarına o meseleyi yazmayı unutması veya unutmamış olsa bile, o meseleden perdeyi kaldırmak için başka engeller bulunması, ihtimâl dahilinde olan keyfiyetler arasındadır. Zâhir ve bâtın ilimlerinin tümünü birden ihâta eden elinizdeki kitabın özellikleri işte bunlardır. Beni, bu kitabı dört ana bölüme ayırmaya zorlayan başlıca iki sebep vardır: 1. Böyle bir tertip âdeta zarurîdir; zira âhiret âlemine yarayan ilim, muamele ve mükâşefe diye iki kısma ayrılır. Mükâşefe ilmi derken demek istediğim şey, sadece bilinmesi gereken şeylerin bilinmesini temin eden ilimdir. Muamele ilmi derken anlatmak istediğim şey, bilinmesiyle birlikte, amel edilmesi için de aranan ilimdir. Bu kitapta kasdolunan mânâ sadece muamele ilmi'dir. Kitaplara yazılması yasak olan mükâşefe ilmi ise, her ne kadar taliplerin aradığı gaye, sıddîkların hedefi ise de; bu kitapta anlatılacak olan, o olmadığı için zikredilmemiştir. Muamele ilmi, Mükâşefe ilmine giden ilimdir; mükâşefe ilmine muamele ilminden geçilir. Peygamberler (aleyhimü's-selâm) halka ancak yol gösterdiler, irşad ettiler; mükâşefe ilmînden ise sadece remiz yoluyla bahsettiler. Teşbihlerle anlatmaya çalıştılar, daima kısa icmaller yaptılar. Onun için, onların yolundan giden âlimler de aynen onları taklid ederek bu ilim hakkında fazla teferruata dalmazlar, hatta mümkünse hiç bahsetmezler. Arasıra temsil ve teşbih getirerek bahsetmeye ise ruhsat vardır. Muamele ilmi, zâhir ve bâtın olarak ikiye ayrılır: a. Zâhir ilminden maksat, azalarımızın hareketlerini bildiren ilimdir. Azaların hareketleri de ya ibadettir veya âdettir. b. Bâtın ilimden maksat ise, kalplerin nasıl olması gerektiğini bildiren ilimdir. Hislerin perdesi mesabesinde olan kalplere, melekût âleminden gelenler de ya güzel ya da çirkindir. Bu nedenle ilmin bâtın ve zâhir olarak ikiye ayrılması bir zarurettir. Azalarla ilgili ilim de yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ibâdât ve âdât olarak ikiye ayrılır. Nefsin durumu, kalbin hâlleri ile ilgili ilimler de iyi ve kötü diye iki kısma ayrılır. Bunun tamamı birden dört bölüm olur ki, muamele ilmine çevrilen nazar bu dört bölümden başkasını görmez. 2. Bu kitabı bu tertip üzere meydana getirmemin ikinci sebebi ise şudur: Gördüm ki ilme talip olanların, Allah'tan korkmayanların iyice bildiği, böbürlenmeye vesile ettiği, birbirlerine duydukları hasedden dolayı yaptıkları mücadelede yerlerini korumak ve itibarlarım devam ettirmek için hep fıkha rağbet etmektedirler. Bu ilim im dört bölümdür; İbâdât, Muamelât, Münakehâi ve Ukubât. 'Sevgilinin kisvesine bürünen, onun rengiyle boyanan, onunla süslenen sevgilinin kendisidir' denilmiştir, Bu bakımdan kitabımın bir fıkıh kitabına benzemesinin büyük faydalar temin edeceğinden eminim; zira böylelikle kalpleri İslâm'a daha çok ısındıracağını ümit ediyorum. Nitekim bazı kimselerin kalbini tip ilmine ısındırmak isteyen bazı tabipler tabâbet üzerindeki bilgilerini yıldız takvimine çevirmişler ve cetvellere ve rakamlara bölerek adını 'Sıhhat Takvimi' koymuşlardır. Halkın takvimleri okumak suretiyle tabâbet ilmini anlatan kitaplara yönelmeleri için bu külfete katlanmışlardır. Beden sağlığına faydası dokunan tip ilmine böyle ince bir hile ile kalpleri çekmekten daha yararlı olanı, kalpleri ebedî hayatta faydalı olan ilme çekmektir. Ebedî hayatta faydalı olan ilmin semeresi; kalpleri ve ruhları tedavi edip sağlamlaştırmak ve bu sayede ebedî hayata kavuşturmaktır. Zarurî olarak çok yakında ölüme mahkûm olan bedenlerin tedavisinde kullanılan tip ilmi nerede, ebedî hayatı düzenleyen dinî ilimler nerede? Ortağı bulunmayan Allahü teâlâ'dan bizleri doğruya ulaştırmasını dileriz. Hiç kuşkusuz O, kulunun isteğini daha istemeden bilir. O kerîm ve cömert olandır! 1) Taberânî, Mu'cenı'us-Sağir; Beyhakî, Şuab'ul-Îmân, (Ebû Hüreyre'den) 2) İbn Mâce, (Câbir den) 3) ibn Mâce, (Enes'den) . İmâm-ı Ahmed, Beyhakî ve bazı muhaddisler bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. 1 - İLİM İlmin, İlim Öğretme'nin ve İlim Öğrenme'nin Fazileti ve Bunlara Dair Aklî ve Naklî Deliller 1-1 İlmin Faziletine Dair Âyet-i Kerîmeler Allah kendisinden başka ilâh olmadığına delillerle açıkladı. Melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilâh olmadığına şehadet ettiler1 (Âl-i İmrân/18) Dikkat edildiğinde görülecektir ki, bu ayette Allahü teâlâ önce zât-ı ulûhiyetinden başlayarak birliğine şehadet etmekte, ikinci olarak melekleri, üçüncü olarak da âlimleri bu gerçeğe şahid göstermektedir. Bu ise, ilmin ve âlimin yüceliğini gösteren çok büyük bir delildir. Bu şeref âlimlerin faziletini anlatmak husu sunda yeterli ise de, biz delil getirmeye devam edeceğiz. Allah da sizden inananları kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. (Mücadele/11) Âlimlerle cahiller hiç bir olur mu? Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünürler. (Zümer/9) Allah'tan tam mânâsıyla ancak âlimler korkar. (Fâtır/28) De ki: 'Benimle sizin aranızda Allahü teâlâ'nın ve Kitab'ın ilmine sahip olanların şahidlik etmesi yeter'. (Ra'd/43) Kitab'dan bir ilme mazhar olan zat 'Sen gözünü kapayıp açmcaya kadar ben sana onu (Belkıs'ın tahtını) getiririm' dedi. (Neml/40) Kitab'dan bir ilme mazhar olan zat, ilmin nelere kâdir olduğunu göstermek için Hazret-i Süleymân'a böyle hitap etmiştir. İlim ve irfana mazhar olanlar ise şöyle dediler: 'Yazıklar olsun sizlere! Îman edip, salih ameller işleyen kimseler için Allah'ın sevap ve mükâfatı daha hayırlıdır'. (Kasas/80) Allahü teâlâ bu ayette âhiretin kıymetinin ancak ilimle bili neceğini anlatmaktadır. Biz bu misalleri insanlara beyan ve îrad ediyoruz. Bunları hakkıyla ancak ilim ve iz'an sahipleri idrâk ederler. 2 (Ankebût/43) Eğer aldıkları malûmatı peygambere, emir sahiplerine (âlimlere) bildirseydiler, onlar vâkıaları tedkik ve tahkik ederek, bunların açıklamaya veya gizlemeye layık olup ol madıklarını bilirlerdi. (Nisâ/81) Allahü teâlâ bu ayette olayların yorumunu âlimlerin istihrac ve istinbatına bırakmakta ve böylece onların mertebelerinin ne denli büyük olduğunu ve bu mertebenin peygamberler mertebesine nasıl ilhak olunduğunu bildirmektedir. Ey Âdem oğulları! Sizler için avret yerlerinizi örtecek elbise ve ziynet eşyası varettik. Ancak takvâ elbisesi daha hayırlıdır. (A'raf/27) Bazı âlimler bu ayette geçen avret yerini örten elbise ile ilmin, ziynet ile yakîn mertebesinin, takvâ elbisesi ile de hayat mertebe sinin kastedildiğini söylemişlerdir. Onlara ilim üzere tafsil ettiğimiz bir kitab getirdik. (A'raf/52) Elbette herşeyi bilerek onlara nakledip haber vereceğiz! (A'raf/7) Hayır! O (Kur'ân) , kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde bulunan açık açık ayetlerdir. (Ankebût/49) Rahman olan Allah, Kur'ân'ı öğretti, insanı yarattı, ona be yanı öğretti. (Rahman/1-4) Allahü teâlâ bu hakikati insana minnet etmek kabilinden böy lece ifade buyurmuştur. Hadîsler Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: Allah bir kulu için hayrı murad ettiğinde, onu dinde Allah'tan korkan bir âlim yapar. Ona kendisini doğru yola götürecek akıl ve idrâk verir. 3 Âlimler peygamberlerin varisleridir. 4 Peygamberlik derecesinden daha üstün bir mertebenin bu lunmadığı herkesin malûmudur. Demek ki bu mertebeye vâris olmak, şereflerin en büyüğüdür. Yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkat, âlim bir kimsenin affedilmesi için Allah'a yalvarırlar. 5 Yerlerde ve göklerdeki tüm mahlûkatın kendisi için Allah'tan af dilediği bir kimsenin mertebesini bir düşünün! Bundan daha büyük bir mertebeye ulaşması mümkün mü insanoğlunun? Alim kendi işleriyle meşgul olduğu halde, yerlerin ve göklerin sâkinleri de onun affı için istiğfar etmekle meşgul olmaktadırlar. Bir insan için bundan daha büyük bir şeref düşünülebilir mi? Hikmet (ilim) , şerefli bir insanın şerefine öyle büyük bir paye ilâve eder ki köleleri, sultanların seviyesine çıkarıncaya değin yükseltir. 6 Hazret-i Peygamberin 'Köleleri sultanların seviyesine çıkarır' bu yurmakla ilme nasıl bir paye verdiğini görüyorsunuz! İlmin bu dünyada vereceği neticeler bile bu kadar değerlidir. Dünyada ka zandırdıkları âhiret hayatına nisbetle bir hiçtir. Çünkü âhiret hem dünyadan sayısız derecelerle daha üstündür, hem de ebedîdir. İki iyi haslet vardır ki, bu hasletler hiçbir münafıkta bu lunmaz: Birincisi güzel ahlâk, ikincisi dinde derin bilgi (fıkıh) sahibi olmak. 7 Günümüzün bazı fakihlerinin münafıklığı, sizleri bu hadîs hakkında şüpheye düşürmemelidir; zira Hazret-i Peygamber, günü müzdeki anlamıyla fıkıhtan söz ediyor değildir. Onun fıkıh ile kas tettiği anlam, günümüzdeki anlamından çok uzaktır. Nitekim ki tabımızın ilerideki bölümlerinde bu anlam ortaya konacaktır. Fıkh'ın en küçük derecesi, âhiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu bilip, bu gerçeğe göre hareket etmektir. Fakih olan kim sede bu türden bir vasıf olduğu takdirde; bilgileri doğru olur, üze rinden her türlü riya hâli kalkar ve nifak tehlikesinden kurtulur. İnsanların en faziletlisi o Mü'min âlimdir ki, kendisine ih tiyaç olduğunda yardım eder. Halk kendisinden kaçtığında ilmiyle yetinerek vakarlı davranır. 8 Îman çıplaktır; onun örtüsü takva, süsü hayâ ve meyvesi ilim'dir. 9 İnsanlar arasında nübüvvet makamına en yakın kimseler, ilim ve cihad ehli olan kimselerdir. İlim ehli olanlar, halkı peygamberlerin getirdiği ilahî nizâma yönelttiler. Cihad ehli olanlar ise, peygamberlerin getirdiği bu ilahî nizâmı kılıçlarıyla korumak için cihad ettiler. 10 Bir kabilenin ölümü, bir âlimin ölümünden ehvendir. 11 İnsanlar, altın ve gümüş gibi farklı değerler taşıyan madenlere benzerler. Dinde derin ilim (fıkıh) sahibi olmak şartıyla; cahiliye döneminde hayırlı olanları, İslâm'a girdikten sonra da (insanların) hayırlılarıdır. 12 Kıyâmet gününde âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanıyla tartılır. 13 Ümmetime ulaştırmak üzere kırk hadis ezberleyen kimseye kıyâmet gününde hem şefaatçı, hem de şahid olurum. 14 Allahü teâlâ, dininde bilgi sahibi olan kimseyi korur ve um madığı yerden ona rızık verir. 15 Allahü teâlâ Hazret-i İbrahim'e şöyle vahyetti: Ey İbrahim! Ben alimim ve alîm olan her kulumu severim. 16 Âlim kimse, Allahü teâlâ'nın yeryüzündeki emin kuludur. 17 Ümmetimden iki sınıf ıslah olursa herkes ıslah olur, onlar fesada düşerlerse onlarla birlikte herkes fesada düşer. Bunlar yöneticiler ile âlimlerdir. 18 Beni Allah'ın rahmetine yaklaştıracak bir ilim (ve amel) sahibi olmamı temin etmeyen bir günün üzerime doğmasında benim için bir hayır yoktur. 19 Âlimin âbide üstünlüğü, benim, ashâbımın en düşük dere celisine olan üstünlüğüm gibidir. 20 Bakınız ki. Hazret-i Peygamber ilim mertebesini, nasıl da nübüvvet mertebesine eşit tutmakta ve ilimsiz amelin derecesi ne kadar düşük olmaktadır. Şayet âbid, eda ettiği ibadetin ilminden mahrumsa, onun ibade tinin hiçbir anlamı olmadığı gibi, böyle bir amelin kişiye hiçbir ya rarı da dokunmaz. Âlim'in âbide üstünlüğü, ondördünde bulunan ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. 21 Kıyâmet gününde üç sınıf insan şefaat edebilecektir: Peygamberler, âlimler, şehidler. 22 Nübüvvet makamının hemen ardından gelen ve şehidlik mer tebesinden bile üstün olan ilmin mertebesi ne büyük bir nimettir! Allahü teâlâ'ya din hususunda ilim sahibi olmaktan daha üstün bir şeyle ibadet olunmuş değildir. Şeytan için bir tek fakih (i aldatmak) bin âbid (i aldatmak) tan daha zordur. Herşeyin bir temeli vardır. Bu dinin temeli ise ilimdir. 23 Dininizin en hayırlı tarafı en kolay olanıdır. İbadetlerin en hayırlısı ise ilimdir. 24 Âlim olan Mü'min, âbid olan Mü'minden yetmiş derece daha faziletlidir. 25 Ey ashâbım! Sizler fakihleri çok, kurrâsı (Kur'ân hafızları) ve hatipleri az, (ilim) isteyenleri seyrek, fakat (ilim) verenleri çok olan bir zamanda bulunuyorsunuz. Bu zamanda salih amel işlemek, ilim yapmaktan daha hayırlıdır. Fakat insanların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, fakihleri az, ha tipleri çok, (ilim) verenleri seyrek, (ilim) isteyenleri ise çok olacaktır. İşte böyle bir zamanda ilim (sahibi olmaya çalışmak) her ibadetten daha hayırlıdır. 26 Alim ile âbid arasında yüz derece fark vardır. Bu dereceler den her biri arasında iyi beslenmiş bir koşu atının hızıyla yetmiş yıllık bir mesafe vardır. 27 Hazret-i Peygamber'e amellerin hangisinin daha üstün ve efdal olduğu sorulduğunda, şöyle cevap verdi: 'Allah'ı bilmek'. Ne tür bir bilgiyi kastettiği sorulduğunda, yine 'Allah'ı bilmek' diye cevap verdi. Ashâb 'Biz amelden soruyoruz, siz ise ilimden haber veriyorsunuz' diye itiraz edince, Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi: 'Allah'ı bilerek yapılan amel ne kadar az olursa olsun insana fayda verir. Allah'ı bilmeksizin yapılan ameller ise, insana bir fayda sağlamaz'. 28 Kıyâmet gününde Allahü teâlâ bütün kullarını diriltip mahşere getirdikten sonra, âlimleri de diriltip getirir ve onlara hitaben şöyle buyurur: 'Ey âlimler zümresi! Sizi iyi bildiğim için size ilim sıfatımı emanet ettim. Size ilmimi sizleri azaba uğratmak için vermedim. O halde nimetlere koşun; zira hepinizi affettim'. 29 Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri Hazret-i Ali, talebesi Kumeyle30 şöyle demiştir: 'Ey Kumeyl! İlim maldan daha hayırlıdır. Çünkü ilim seni, sen ise malı korursun. İlim hâkim, mal ise mahkûmdur. İnfak malı azaltır, ilim ise artırır'. Yine Hazret-i Ali şöyle buyurmuştur: Âlim bir kimse, gündüzleri sürekli oruç tutan, geceleri ise ibadet edip, tüm zamanını cihada sarfeden bir kimseden daha üstündür. Alim bir kimsenin ölü müyle açılmış gediği, yine aynı büyüklükte bir başka âlim doldura bilir'. Hazret-i Ali bir manzumesinde şöyle demektedir: İnsanlar bedenleri itibarıyla birbirlerine eşittir. Babaları Adem, anaları ise Havva'dır. Eğer soylarında soplarında bir iftihar vesilesi arıyorlarsa, bilsinler ki asılları çamur ve sudan ibarettir. İlim er babı, hidayet arayanlara hidayet vesilesi olur. Her insanın kıymeti bilgisiyle ölçülür. Cahiller ise, ilim erbabının en amansız düşmanlarıdır. İlmi elde etmeye çalış ve ilmin nerelerde kul lanılacağını mutlaka bil! Bütün insanlar ölürler, ancak ilim ehli olanlar yaşarlar'. Ebû Esved ed-Düelî31 söyle demiştir: 'Dünyada ilimden daha üstün ve daha aziz hiçbir şey yoktur. Çünkü sultanlar halka hük mederlerken, âlimler de sultanlara hükmederler'. İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hazret-i Süleymân'a ilim, mal ve saltanat arasında istediğini seçmek hakkı verildiğinde, o bu üç nimet arasından ilmi seçti. Onun için Allahü teâlâ kendisine malı da, saltanatı da verdi'. İbn-i Mübârek'e kâmil insanların kim oldukları sorulduğu zaman, âlimler diye cevap vermiş, gerçek sultanların kimler oldukları sorulduğunda, zâhidler demiş ve en aşağılık insanların kimler oldukları sorulduğunda ise dünyaları için dinlerini satan kim seler cevabını vermiştir. Dikkat edilecek olursa İbn-i Mübârek, âlimler dışındakileri kâmil insan mertebesine koymamaktadır. Çünkü, insanı hayvandan ayıran özellik sadece ilmidir. İnsan, kendisine şeref kazandıran vasfıyla ancak insan sayılabilir. İnsanın şerefi, kuvvetinden gelmez. Öyle olsaydı develerin daha üstün olması lâzım gelirdi; zira develer insandan daha güç lüdürler. Cüssesinin büyüklüğünden de değildir; zira filler insanlardan daha cüsselidir. Şerefi cesur oluşundan da kaynaklanmaz; zira ormanlardaki yırtıcı hayvanlar insandan çok daha cesaretlidirler. Fazla yemek yemesinden de ileri gelmez. Öyle olsaydı öküzlerin daha şerefli olmaları gerekirdi; zira midesi çok büyük olan canlılardan biri de öküzdür. Fazla cinsî münasebette bulun masından da değildir; zira küçücük kuş bile cinsî kudret husu sunda insanoğlundan daha güçlüdür. Kısaca bunların hiçbiri in sana şeref vermez. İnsana şeref veren şey sadece ilimdir! Bazıları şöyle demişlerdir: 'İlmi elinden kaçıranın ne ka zandığını bir bilseydim ve ilmi elde edenin de ne kaçıracağını bir bilseydim'. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Description: