HOCA-ZÂDE AHMED KÂMİL EFENDİ VE DİVANI Mesut Bayram DÜZENLİ ÖZET Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi 19. yy. mutasavvıf şairlerindendir. Kendisi bir Nakşi postnişinidir ve şeyhi Kütahyalı Evliyâ-zâde İsmâîl Hakkı Efendi adına Şeyh Türlü ismi de verilen bir tekke yaptırmış ve burada uzun zaman irşat vazifesini sürdürmüştür. Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi’nin, araştırmalarımız sonucu tespit edebildiğimiz tek eseri Divan’ınıdır. Divan, 1289 ve 1325 tarihlerinde iki kez basılmıştır. İkinci baskıya, şairin ilk baskıda olmayan şiirleri de ilave edilmiştir. Divan’ın yazma bir nüshası da bir şiir mecmuasının içinde yer almakla birlikte, bu nüshada eserin bir kısmı yoktur. Diğer mutasavvıf şairlerde olduğu gibi, Hoca-zâde de şiiri, tasavvufi düşüncelerini dile getirmede bir araç olan görür. Bu sebeple, aruz vezniyle yazılmış manzumelerinde ilahi aşk, mürşit-mürit münasebeti, nefis terbiyesi, zikir ve önemi, dünyanın fani oluşu, ehl-i hal-ehl-i kâl vb. konuları işler ve bunları ilahi aşkın verdiği cezbe ve heyecanla samimi bir üslupla dile getirir. Şairin, dini-tasavvufi edebiyatın son temsilcilerinden olması, onun şiirlerini ayrıca önemli kılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi, divan, dini-tasavvufi şiir HOCA-ZADE AHMED KAMIL EFENDI AND HIS DIVAN ABSTRACT Hoca-zade Ahmed Kamil Efendi is 19th century mystic poet. He is a Naqshbandi “postnişin” and he has built a shrine in memory of his sheikh Evliya-zâde İsmail Hakkı Efendi from Kütahya which called also as Şeyh Türlü and he has continued his irshad mission here for a long time. Hoca-zade Ahmed Kamil Efendi’s only work we could determine is his Divan. The Divan has printed twice in 1289 and 1325. Poet’s poems which not included in the first edition were added to the second edition. Although Divan’s one manuscript copy exist in poetry magazine, it doesn’t have some part of work. As other mystic poets, Hoca-zade Ahmed Kamil Efendi too sees poetry as medium to express his mystical thought. For this reason, he thematises subjects such as divine love, murshid - murid relationship, self-personality breeding, Dhikr and its importance, world’s ephemerality, ehli hal and ehli kal in his poems which written by the Arud and he expresses these in a style with which divine love gave them genuine excitement.. The fact of being the last representative of the religious-mystical literature makes poet’s poems also important. Keywords: Hoca-zade Ahmed Kamil Efendi, divan, religious-mystical poetry Asoscongress I. Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu, 13-15 Ekim 2016, Elazığ. Yrd. Doç. Dr., Siirt Ü. Öğretim Üyesi, [email protected] 1 GİRİŞ XIX. yy., Divan şiirinin hazan mevsimidir. Şeyh Gâlib ve Nedîm gibi son büyük şairler, bir önceki yüzyılda şiir sahnesinden çekilmişler; Leyla Hanım, Enderunlu Vâsıf, Hersekli Ârif Hikmet, Yenişehirli Avnî ve İzzet Molla gibi sanatçılar da Divan şiirinin gücünün kaybolmasına engel olamamışlardır. Aslında Divan şiiri adına söylenmesi gerekenler de zaten çoktan söylenmiş gibidir. Üstelik Divan Edebiyatının bu son yüzyılı, Nedîm’in şiirlerinde görülen mücessem sevgilinin, aynada artık kendi benliğini gören bir âşığa ilk kez tesadüf ettiği bir dönemdir. Bütün bunlara rağmen, bu yüzyıldaki divan sahibi şair sayısı, hiç de azımsanacak miktarda değildir. Tespitlerimize göre 280 civarında olan divan sahibi şairlere, yapılacak bilimsel çalışmalarla yenilerinin eklenmesi kuvvetle muhtemeldir. XIX. yy. şairlerinden biri de, bu çalışmamızın konusu oluşturan Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi’dir. I. BÖLÜM: HOCA-ZÂDE AHMED KÂMİL EFENDİ A) HAYATI Hoca-zâde Ahmed Kâmil’in hayatı hakkında ulaşabildiğimiz bilgiler maalesef son derece sınırlıdır. Şairden, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri’nde ve bu eserden iktibasla Nail Tuman’ın Tuhfe-i Nâilî adlı eserinde kısaca söz edilmekte; dönemin bazı tekke ve nüfus vukuat defterlerinde şair ve tekkesi hakkında muhtasar bilgiler yer almaktadır. Fatin Davud tezkiresinde ve Mehmed Süreyya’nın Sicill-i Osmânî’sinde de şairle ilgili bazı bilgiler yer almaktadır ki bunlar da ayrıca değerlendirilecektir. İstanbul Tekkeleri Nüfus Vukuatı Defteri’ne göre Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi, H 1250 (M 1834/35) yılında dünyaya gelmiştir.1 Babası Silivri Müftüsü Ahıskalı Gürcü Osman Efendi’dir. Ahmed Kâmil Efendi, babasından tahsil gördükten sonra, onun vefatını müteakip Silivri’deki mal ve mülklerini satarak İstanbul’a gelmiştir. Burada Nakş-bendî tarikatı şeyhlerinden Miftâhü’t-Tefâsîr müellifi Kütahyalı Evliyâ-zâde İsmâil Hakkı Efendi’nin namına Edirne Kapısı dâhilinde Keçeci Pîrî Mahallesinde Tekke Sokağı’nda bir tekke yaptırmış ve orada şeyh olarak irşat vazifesini sürdürmüştür. 12 Safer 1312 (15 Ağustos 1894)’de vefat etmiş ve tekkesine defnolunmuştur.” 2 Divan’ın H 1289 (M 1872) tarihli ilk baskısının zahriyesinde Hoca-zâde’nin vefatına dair herhangi bir ifade bulunmazken, H 1325 (M 1907/08) tarihli ikinci baskısında -ilk baskıdaki ifadelere ilave olarak- kendisinden “Edirne Kapusu civârında Sarmaşık Mahallesinde kâin Nakşî dergâhı post-nişîni iken vâsıl-ı kurb-ı ilâhî olarak dergâh-ı mezkûr derûnunda defîn-i hâk-ı ıtırnâk olan Şeyh Ahmed Kâmil Efendi” şeklinde söz edilmektedir. Ahmed Münîb Efendi de, Mecmûa- ı Tekâyâ isimli H 1307 (M 1889/90) yılında basılmış eserinde Hoca-zâde’nin hâlihazırda tekkede şeyhlik yaptığı bilgisini aktarmaktadır.3 Bu bilgiler de, Son Asır Türk Şairleri ve İstanbul Tekkeleri Nüfus Vukuatı Defteri’nde anlatılanları destekler niteliktedir. Ahmed Muhyiddin 1 Ahmed Nezih Galitekin, Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003, s.387. 2 İbnü'l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, MEB, İstanbul, 1969, C 2, s.801. Bu bilgiler, Tuhfe-i Nâilî’de, Son Asır Türk Şairleri adlı eseri kaynak gösterilerek aynen tekrar edilmiştir. Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî (haz. KURNAZ Cemal, TATÇI Mustafa) Bizim Büro, İstanbul, 2001, C 2, s.841. Ahmed Muhyiddin Efendi, Tomâr-ı Tekâyâ, İsmâil Rûmî Efendi Dergâhı Özel Kitaplığı, vr. 99a. 3 Bandırmalı-zâde es-Seyyid Ahmed Münîb Üsküdârî, Mecmûa-ı Tekâyâ, Âlem Matbaası, İstanbul, 1307, s.8. 2 Efendi, Tomâr-ı Tekâyâ isimli eserinde, müellifin babasından, şeyhinden, şeyhi adına bir tekke yaptırdığından söz ettikten başka, şeyhinin vefatından sonra kendisine hilafet verildiğini ifade eder. Yine aynı kaynağa göre Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi, Defter-i Hâkânî’de (Osmanlı Devleti’ndeki tapu idaresi) memurluk yapmış; sonrasında ise bir müddet postanede 800 kuruş aylıkla memur olarak çalışmıştır.4 Hoca-zâde ile ilgili bilgi veren bir diğer kaynak Fatin Davud’un tezkiresidir. Fatin Davud, Hâtimetü’l-Eş’âr’ında bir gazelini örnek olarak vererek (çalışmamızdaki 104. manzume) Ahmed Kâmil Efendi’den şöyle bahseder: “Nâzım-ı mûmâ-ileyh Ahmed Kâmil Efendi sâlifü’t-terceme Silivrili İsmâîl Hakkı Efendinin birâder-i kihteri olup pederleri Ahıshalı Osmân Efendiden5 bir mikdâr ulûm-ı Arabiyye ve Hâce Kerîmî Efendiden bir nebze fünûn-ı Fârisiyye tahsîl ederek mukaddemâ Rûmeli cânibine şeref-vukû olan seyâhat-ı mealî menkabet-i cenâb-ı şehr-yârî esnâsında bir kıt‘a müderrislik rüûs- ı hümâyûnuna nâil olmuşdur.” Buna göre, Ahmed Kâmil Efendi, Silivrili İsmâil Hakkı Efendi’nin küçük kardeşidir.6 Babası Ahıskalı Osman Efendi’den bir miktar Arapça ilim ve Hoca Kerîmî Efendi’den de bir miktar Farsça fen ilimleri tahsil ettikten sonra padişahın Rumeli civarına bir seyahati esnasında, kendisine müderrislik rüûsu verilmiştir. Fatin Efendi, şairin doğum-ölüm ve müderrisliğine dair herhangi bir tarihten söz etmemiştir. Fatin Efendi’nin tezkiresinde bir gazelini iktibasla sözünü ettiği Ahmed Kâmil Efendi hakkında Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî adlı eserinde (Kâmil Ahmed Efendi kaydıyla) “Silivrilidir. İsmâîl Hakkı Efendi’nin kardeşi olup H 1262 (M 1857/58)’de müderris oldu. Sultan Abdülmecid devri (1839-1861) sonlarında vefat etti. Şairdir.” şeklinde bilgi verir. 7 Ancak, Mehmed Süreyya’nın şairin gerek müderrisliği ve gerekse vefatı ile ilgili verdiği bu tarihler hatalıdır.8 Hoca-zâde’nin eserindeki tarih kıt’alarından, ailesine dair başka bilgilere ulaşabiliyoruz. Bu tarih kıt’alarından ilki, oğlu Fuad’ın doğumu münasebetiyle yazılmıştır. Şairin cevher tarihle yazmış olduğu mısra, ebcet hesabıyla H 1223 (M 1808/09) yılını vermektedir.9 Şair, bu manzumesinde oğlu Fuad’ın ceddinin Osman Efendi olduğunu söylemektedir (34. manzume). Kaynaklarda Mehmed Fuad Efendi olarak geçen şairin oğlu10, babasının vefatından sonra 21 Rebiül-âhir 1312’de (2 Eylül 1894) tarihinde meşihat makamına geçer. Fuad Efendi, önce Bâb-ı Ser-askerî’de, sonrasında ise Defter-i Hâkânî ketebesinde memur olarak vazife yapar. Bir hayli 4 Ahmed Muhyiddin Efendi, vr. 99a. 5 İbnü’l-Emin, Silivri’de Piri Mehmed Paşa Camii haziresinde medfun olduğunu söyler. Son Asır Türk Şairleri, C 2, s.801. 6 Aynı kaynak, İsmâil Hakkı Efendi’nin H 1235’te (M 1819/20) dünyaya geldiğini; babası Osman Efendi’den Arapça ilimleri tahsil ettikten sonra naip olduğunu; Karadeniz Ereğli’sinde bu vazifede iken H 1261 (M 1845) senesinde vefat ettiğini bildirmektedir. İsmâil Hakkı Efendi’nin bir de gazeli, mezkûr kaynakta yer almaktadır. Hâtimetü’l-Eş’âr, s.64. Sicill-i Osmânî’de kendisi hakkında “Nâib Ahıskalı Osman Efendi’nin oğludur. Müderris olup Ereğli nâibi iken H 1261’de vefat etti. Şairdir.” bilgisi verilmektedir. Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996, C 2, s.562. 7 Mehmed Süreyya, age., C 3, s.860. 8 Ahmed Kâmil Efendi’nin müderris olduğunu haber veren Fatin Davud Efendi’nin Hâtimetü’l-Eş’âr isimli tezkiresinin basılış tarihi M 1854/55’tir. Oysa, Sicill-i Osmânî’de mezkur kişinin müderrislik tarihi M 1857/58 olarak verilmiştir. Ayrıca diğer kaynaklarda şairin vefat tarihi 12 Safer 1312 (15 Ağustos 1894)’dir. 9 Şeyh Ahmed Kâmil Efendi’nin doğum tarihi (H 1250 M 1834/35) göz önüne alındığında, noktalı harflerin hesabıyla oluşturulmuş cevher tarihinin daha geç bir dönemi vermesi gerekmektedir. 10 Esin Demirel İşli, “Şeyh Türlü Tekkesi”, DBİA, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul, 1994, C 7, s.172. 3 müddet hastalıkla mücadeleden sonra, nihayet 13 Şaban 1319 ( 22 Kasım 1901) Pazartesi gecesi vefat eder. Babasının yanına defnolunur.11 Şairin bir diğer oğlu da Muhyiddin’dir. Yine bir tarih kıt’asında, Muhyiddin’in doğum tarihi H 1283 (M 1866/67) olarak verilir. (154. manzume) Ancak Muhyiddin çok fazla yaşamamıştır. Hoca-zâde’nin, oğlunun vefatına dair yazdığı başka bir tarih kıt’asından, Muhyiddin’in henüz üç yaşında iken havuza düşerek hayatını kaybettiğini öğreniyoruz. Bu manzumede ebcetle düşürülen tarih mısraı H 1286 (M 1869/70)’yı göstermektedir (143. manzume). Hoca-zâde, 1894 yılında vefat ettikten sonra tekkenin haziresine gömülmüştür. Burada kendisinden başka, eşi Revnak Hanım, oğlu Mehmed Fuad Efendi, kardeşi Ahmed Şevki Efendi ve onun oğlu Hüseyin Sabri Bey de medfundur. Hoca-zâde’nin, mürşidi İsmâil Hakkı Efendi adına yaptırdığı tekke, “Şeyh Türlü Tekkesi” olarak da bilinmektedir. Tekkenin on satırlık kitabesinde yapılış tarihi olarak H 1294 (M 1877/78) tarihi yer almaktadır.12 Tomâr-ı Tekâyâ’da, Hoca-zâde’nin tekkeyi postanede memur iken yaptırdığını; tekyenin nizam ve intizamı, etrafa gösterdiği şa’şaası ile herkesi kendisine hayran bırakan bir yapı olduğunu bilgisi yer alır. Tekke, 21 Rebiü’s-sânî 1297 (2 Nisan 1880) tarihinde Mahmûd Paşa vakfiyesine kaydedilmiştir. 13 Sultan II. Abdülhamid’in 25. cülus yıldönümü vesilesiyle hazırlanmış 110 sayfalık bir eser olan Tebrik-nâme-i Millî’ye göre tekke, yapımından yaklaşık yirmi yıl sonra H 1314 (M 1896)’te bir yangın geçirmiş ve aynı yıl (Tekkedeki kitabede Receb 1314 yazmaktadır.) yeniden inşa edilerek hizmete açılmıştır. II. Abdülhamid tarafından tekkenin bazı birimlerinin tamiri, inşası ve tefşiri yapılmış ve bütün bunlar için 32.507 kuruş harcanmıştır.14 Tekkedeki zikir merasimi Pazar15; mukabeleler ise cuma günleri icra edilmektedir.16 Ayrıca, dönemin nüfus kayıtlarında, tekkede beş kişinin ismi geçmektedir.17 Bazı zikirler cemaatla yapılmakta; ayda iki defa Kur’an-ı Kerim hatmedilmektedir. 18 Hoca-zâde’nin ve oğlu Fuad Efendi’nin vefatından sonra, Ahmed Şevki Efendi (öl.1910) isimli kardeşi ve onun oğlu olan Osman Fâzıl Efendi (öl.1954), kendisinden sonra tekkede şeyhlik vazifesini devam ettirmişlerdir.19 11 Ahmed Muhyiddin Efendi, age., vr. 99a. 12 Tekke hâlihazırda İstanbul’da Fatih Semti Karagümrük Mahallesi Niyazı Mısri Sokak’tadır ve Eram Vakfı’na hizmet amaçlı devredilmiştir. Tekkenin mimari yapısı için bk. İşli, agm., s.172-173. 13 Ahmed Muhyiddin Efendi, age., vr. 99a. 14 Nurcan Yazıcı, “Tebrîk-nâme-i Millî’ye Göre II. Abdülhamid’in İstanbul’daki İmar Faaliyetleri II: Tekkeler”, XIII. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, 14-16 Ekim 2009, Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Yayınları No.1, 2011, İstanbul, s.709. 15 Bandırmalı-zâde es-Seyyid Ahmed Münîb Üsküdârî, age.,s.8; Reşat Ekrem Koçu, “Dergâh”, İstanbul Ansiklopedisi, Koçu Yayınları, İstanbul, 1966, C 8, s.4481. 16 Hacı İsmâil Beğ-zâde Osman Beğ, Mecmûa-ı Cevâmi’, Kasbar Matbaası, İstanbul, 1304, s.22. Tomâr-ı Tekâyâ’da pazartesi ve cuma geceleri usûl-i Nakşiyye icrası yapıldığı bilgisi yer alır. Ahmed Muhyiddin Efendi, age., vr. 99a. 17 Ahmed Kâmil Efendi dışındaki diğer dört kişinin isimleri şöyledir: Derviş Seyyid Süleyman Sa’deddin b. Seyyid Ali (Asitaneli, doğ. 1268); Derviş Mehmed Hamdi b. Hüsni (Asitaneli, doğ.1277); Derviş Hacı Şükri b. Abdullah (Çerkes, doğ.1269); Derviş Salih b. İbrahim (Çerkes, doğ.1267). Ahmed Nezih Galitekin, age., s.387. Bir başka araştırmada ise tekkede, dördü erkek ve ikisi kadın olmak üzere toplam altı kişinin bulunduğu bilgisi yer almaktadır. Cahit Telci, “İstanbul Tekkeleri Hakkında 1885 Tarihli Bir İstatistik”, 3 Mayıs 1944 50. Yıl Türkçülük Armağanı, Akademi Kitabevi, İzmir, 1994, s.206. 18 Ahmed Muhyiddin Efendi, age., vr. 99a. 19 İşli, agm., s.172. 4 B) TARİKATI Hoca-zâde, Nakşî tarikatı müntesibi bir şeyhtir. Divan’ının pek çok yerinde, Nakşî tarikatına bağlı olduğunu gerek doğrudan, gerekse bu tarikatın adap ve erkânına dair ıstılahlarla dolaylı olarak söz eder. Aşağıdaki iki beyitte şairin Nakşî müntesibi olduğunu ifade ettiğini görmekteyiz: Münâfık münkirin ta’nına incinme sakın aslâ Tarîk-ı şâh-ı Nakşîye benim teslîmgehim vardır (37/3) On iki pîrân bâbında fakîr ü kemterem Hazret-i Şâh-ı tarîk-ı Nakş-benddir menba’ım (137/2) Aşağıdaki gazelde şair, Nakşî tarikatına bağlı olduğunu zikretmekle birlikte, Kâdirî, Halvetî, Celvetî, Mevlevî, Sünbülî, Bekrî, Rûşenî ve Bedevî tarikatlarından da olduğunu söyler. Bu ifadeler, yolları farklı olsa da, tasavvufun hedefinin aynı olduğuna işaret etse gerektir: Mâil-i yâr olduğum günden berü derdli menem Cismimi mahv eyleyip şâm u seher Nakşî menem Eyledim gûş fe’zkurû emrin hele rûz-ı elest Hüccetim var dilde yâ hû dâimâ Kâdir menem Halvetîyem Celvetîyem Mevlevîyem Sünbülî Hem tarîk-ı nâzenînde mest olup Bekrî menem Gülşenî vü Rûşenîyem hem dahi Bayrâmiyem Darb urup oldum Rufâî her vakit Sa’dî menem Dâm-ı tevhîd içre ba’zan olurum ben Bedevî Kâmilâ uşşâk içinde mahrem-i râzî menem (142/1-5) Hoca-zâde, eserinde Nakş-bendîlik tarikatının usul ve erkânına dair ıstılahlara da yer verir. “Hatm-i hâcegân” ve “nefy ü isbât” zikirleri bunlardan bazılarıdır. Şeyh veya halifesi tarafından yönetilen hatm-i hâcegân zikri, Mevlevîlerde sema veya mukabele, Kâdirîlerde devran, Rufâîler ve Sa’dîlerde zikr-i kıyam, Celvetîlerde nıfs-kıyam, Halvetîlerde darb-ı esma, Şâzelîlerde hadra adını almaktadır.20 Adına ilk defa XVI. yüzyılda bazı Nakş-bendî metinlerinde rastlanan hatm-i hâcegân zikrinin ne zaman başladığı bilinmemektedir. Anlaşıldığı kadarıyla, önceleri istenen bir işin gerçekleşmesi veya bir musibetin giderilmesi amacıyla ihtiyaç duyulduğunda yapılan bu ayin, XVIII. yüzyıldan itibaren periyodik hale getirilmiş; haftada bir ya da iki defa icra edilmeye başlanmış ve farklı şekillerde uygulanmıştır. Meşhur hatm-i hâcegân usulü şudur: Yedi Fatiha suresi, yüz salavat, yetmiş dokuz İnşirah suresi, bin bir İhlas suresi, yedi Fatiha, yüz salavat. Bunlar zikre katılan kişilere belli miktarlarda taksim edilir ve alçak sesle okunduktan sonra dua yapılır.21 Hoca-zâde, bir beytinde bu zikrin ölü bedeni dirilttiğini şöyle ifade eder: Nakşî isen Kâmilâ sen hatm-i hâce eyleyip Mürde cismin hayy eder himmetle her ân Nakş-bend (33/5) Eserde söz edilen zikir türlerinden biri de “nefy ü isbât” zikridir. Bu zikir “Allah” isminin mürşidin tavsiyesine göre günde bin veya birkaç bin defa tekrarlandığı “ism-i zât” zikrinden sonra yapılır. Nefy ü isbât zikrinde kelime-i tevhit, nefes tutularak ve genelde üç aşamada okunur. “Lâ” derken tutulan nefes göbek altından başa çekilir, “ilâhe” derken sağ omuza indirilir, “illallah” 20 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, s.55. 21 Necdet Tosun, “Nakşibendiyye- Âdâb ve Erkân”, DİA, TDV, İstanbul, 2006, C 32, s.343. 5 derken göğsün solunda bulunan kalbe vurulur. Nefy ü isbât zikrinin gayesi, nefsin kötü arzularını yok etmek ve “letâif-i fenâ” hâline ulaştırmaktır.22 Hoca-zâde, bir manzumesinde, kelime-i tevhit ile nefy ü isbât zikrinden şöyle söz eder: Nûr-ı tevhîd ile mahv olsun vücûdun Kâmilâ Âşikâr olsun vücûdda nefy ü isbâtdan garaz (81/7) Bu iki zikir dışında şairin, “zikr-i tevhîd” ifadesini eserinde sıkça kullandığını; hatta bir manzumesini müstakil olarak bu zikre tahsis ettiğini görüyoruz. (bk. 107. manzume) Ahmed Kâmil Efendi, kendisi adına, “Şeyh Türlü” tekkesi olarak da bilinen dergâhı yaptırmış olduğu Kütahyalı Evliya-zâde İsmâil Hakkı Efendi’nin mürididir. Nitekim eserinin pek çok yerinde kendisinden söz eder. “Mürşidim” redifli manzumesinde, şeyhinin kişiyi şirkten ve inkârdan kurtarıp insan ettiğini; lütuf sahibi bir mürebbi olduğunu söyler: Şirk [ü] münkirlikden âzâde edip insân eder Hem mürebbî Hakk-ı ekremdir efendim mürşidim (126/3) Başka bir manzumesinde de aşk şarabını mürşidinin elinden içtiğini ifade etmektedir: Câm-ı aşkı eyledim nûş dest-i Hakkîden şükür Anın içün olmuşam mest ta’yîb etme hâlimi (221/1) Hoca-zâde’nin İsmâil Hakkı Efendi’nin ismini yazdığı bir muvaşşah gazelde de ifade eder (148. manzume). Ahmed Kâmil Efendi’nin, eserinde kendisinden “Mürşidim” dediği ve bir gazelini de tahmis ettiği (141. manzume) bir diğer kişi “Fehmî”dir. “Kâle-i ülfeti biz hazret-i şeyhden aldık / Zevk-i hub lezzetini cân u gönülden tatdık” beytiyle başlayan bir manzumesinde, Fehmî isimli bu kişiden “mürşid-i dânâ” olarak söz eder. Manzumenin maktasında ise şeyhinin ismini vererek kendisine bende olduğunu ifade eder: O kerem-kânım efendim işte ismi Fehmî Kâmilâ bende olup bendeliğine çatdık (92/5) Bir başka manzumesi, tamamen Fehmî’nin övgüsüne ayrılmış beş bendlik bir müseddestir. Burada da şair, Fehmî’den “meşîhân-ı kirâmın ekremi, imâmu’l-âşıkânın efhamı, kutb-ı âlemin ekberi, cihanda benzerinin olmadığı, cisminin bedrü’d-dücâ (karanlığı gideren ay) olduğu vb.” vasıflarla söz eder ve onu, ne söylerse söylesin tavsif edemeyeceğini ifade eder (117. manzume). Kaynaklarda Hoca-zâdenin hayatına dair çok fazla bir bilgiye ulaşamadığımız için, Fehmî isimli kişi ve şairle olan münasebeti hakkında bir şey söyleyemiyoruz. Ancak eserde geçen bir beyitte şair, İstanbul Unkapanı Köprüsü’nde (Cisr-i Kapân-ı Dakîk) Fehmî ile vedalaştığını, bundan büyük bir üzüntü duyduğunu, dostlarıyla yetim insanlar gibi kaldıklarını anlatmıştır. Fakat bu ayrılığın ebedi mi yoksa muvakkat bir ayrılık mı olduğunu, manzumeden çıkartmak pek mümkün görünmemektedir. Zira bir beyitte yetim kaldıklarından söz eden şair, diğer bir beytinde de Yakup-Yusuf Peygamberlerin ayrılığını örnek olarak vermiştir. (bk. 3. manzume) C) ESERLERİ Şairin tespit edebildiğimiz tek eseri Divan’dır. Divan’ın şekil ve muhtevası hakkında, çalışmamızın ileriki bölümünde ayrıntılı bilgi verilecektir. 22 Tosun, agm., s.342. 6 D) ŞAİRLİĞİ Şiirlerinde “Kâmil” mahlasını kullanan Hoca-zâde Ahmed Kâmil Efendi, her şeyden önce bir Nakş-bendî şeyhidir, bir mutasavvıftır. Bütün diğer mutasavvıf şairler gibi, o da şiiri tasavvufi düşüncelerini yaymak, bunları etkili bir biçimde anlatmak için bir vasıta olarak görmüş ve kullanmıştır. Mutasavvıf şairlerin asıl amaçları, sanat yapmaktan çok meramlarını ifade etmek olduğundandır ki, tasavvufi şiir, kapılarını teknik ve retorik değerlendirmelerden ziyade tematik ve terminolojik yaklaşımlara açar. Bu bakımdan, mutasavvıf şairler, teknik bakımdan belli kurallara katı bir şekilde uymaktan ziyade, samimiyetin peşin olmuşlardır. Cezbe hâlinde söylenilmiş ruhani bir hava taşıyan bu şiirlerde hece eksiklikleri, vezin aksaklıkları, kelime tekrarları vb. teknik kusurlara rastlanılmasına rağmen, nasıl söylendiği değil ne söylendiği ve niçin söylendiği önemsendiğinden bu tür manzumeler, halk arasında kabul görmüştür.23 Nitekim Ahmed Kâmil Efendi’nin, düşüncelerini aruzun kalıplarına sıkıştırmak zorunda kaldığında, meramını ifade etme hususunda zaman zaman sıkıntılar yaşadığını görüyoruz. Fakat az önce bahsettiğimiz gibi, İlahi aşkın heyecan ve coşkunluğundan kaynaklanan samimiyet, şiirlerindeki ifade kusurlarını veya zayıflığını örterek şairin pek çok şiirinin başarılı olmasına vesile olmuştur. Kaldı ki XIX. yy., Dini-tasavvufi şiirin artık sona erdiği bir dönemdir ve Hoca-zâde’nin, tasavvufi şiirin zirve şahsiyetlerinden olan Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî gibi şairlerle veya Divan şiirinin başarılı kalemleriyle mukayese edilmesi, bu bakımdan doğru olmayacaktır. Şairin, manzumelerindeki samimiyeti, tasavvuf terbiyesi ile yoğurarak nasıl kuvvetli bir söyleyişe ulaştığına aşağıdaki beyitleri örnek olarak verebiliriz: Hâl-i fakrın etme i’lân Hâlıkın bilmez mi hîç Cümleye in’âm edip de ya sana vermez mi hîç Gice gündüz nâr-ı firkatla yanıp ağlar iken Rahm edip eşk ü sirişkin giceler silmez mi hîç Sıdk ile teslîm olup sen kesme ümmîd-i visâl Râh-ı aşkda bulunanlar âkıbet gülmez mi hîç Mekteb-i irfân içinde men arefden ders alan Mûtu kable en-temûtû sırrına ermez mi hîç (22/1-4) Aşağıdaki musammat gazelde, masivaya zerre değer vermediğini ifade eden rint tabiatlı şair, karşısına zahit ve sufiyi almıştır. Dolayısıyla manzumede, bu iki zıt kavramın ilgili olduğu kelimeler de karşımıza çıkmaktadır. “Aşk-riyâ, vîrân/fakr-kasr-ı mülûk” bu tür zıtlıklardandır. Bu zıtlıkların ortaya çıkış sebebi, bir tarafın aşkı bilmesi diğer tarafın ise bundan gafil olmasıdır. Şair, bu tür gazellerinde samimi duygularını güçlü bir ahenkle dile getirmiştir: Mecnûn gibi subh u mesâ artmakdadır efgânımız Aşk âteşiyle yanmada sûfî bütün ebdânımız Zâhid riyâyı işlemem hâşâ kelâmın dinlemem Kasr-ı mülûku istemem yeter bize vîrânımız Biz fakru fahrî geymişiz himmet yerinden almışız Her bir tarafdan dalmışız illâ olur ihsânımız (73/1,2,6) 23 Ömür Ceylan, Böyle Buyurdu Sûfî, Kapı Yayınları, İstanbul, 2005, s.43-44. 7 Manzumelerinde “Kâmil” mahlasını kullanan Hoca-zâde Ahmed Kâmil’in, şiirine dair bazı görüşlerine de rastlamak mümkündür. Sözlüklerde “düzgün akıcı ibare, anlatış”24 anlamlarına gelen “selis” kelimesini şair, aşağıdaki beytinde manzumelerinin özelliğini belirtmek için kullanır. Ahmed Kâmil Efendi kendine seslenirken, “Senin bu selis manzumelerin bakılmaya, görülmeye değer oldu ki, bu sayede şöhret bulacaksın.” der: Manzûra sezâ oldu bu manzûm-ı selîsin Kâmil yine etrâfa hemân nâmım açılsın (165/5) Başka bir beytinde de şair, kendini, sözün sahibi, fasih konuşan bir bülbül olarak vasıflandırır. Bununla birlikte hatırı kırıldığı için dilinin asla söylemediğini ifade eder: Benem ol bülbül-i efsah benem sâhib-suhan ammâ Şikeste-hâtır olmuşdur zebânım söylemez aslâ (2/11) Şair, başka bir beytinde de şiirini yine “selis, fasih” görür. Söylediği gazel, şimdiye kadar söylenmemiş manaları ve ifade şeklini içeren bir “nev-gazel”dir. Hamdu-li’llâh şâirâne söyledim bir nev-gazel Kâmilâ nazm-ı selîsin pek fesâhat gösterir (59/5) Tasavvufi şiirlerin hedefi halktır. Dolayısıyla bu tür şiirlerin dili sadedir. Hoca-zâde Divanı’nda da şairin dilin son derece sade olduğunu görürüz. Kullanılan kelimeler, genellikle konuşma dilinden alınmıştır. Bununla birlikte, tasavvufi bazı ıstılahlara; ayet, hadis ve kelam-ı kibar iktibaslarına ve telmihlerine sıklıkla başvurduğunu söyleyebiliriz. İkili tamlamalar, şairin gazellerinde çok sık görülmez. Üçlü tamlamalar ise belirli sayıdadır. (ma’den-i bâğ-ı nübüvvet, Cisr-i Kapân-ı Dakîk, kudret-i sun’-ı ilâh, mübtelâ-yı derd-i aşk... gibi.) Şairin zaman zaman atasözlerine de şiirlerinde yer verdiğini görüyoruz. “Son pişmanlık fayda vermez (150/6), bir çiçekle yaz olmaz (41/2)” bunlardan bazılarıdır. Şairin manzumelerinde, Fuzûlî ve Yunus Emre gibi şahsiyetlerin etkilerini görmek mümkündür. Bir gazelinde Fuzuli’nin, Öyle ser-mestim ki idrâk etmezem dünyâ nedür Men kimüm sâkî olan kimdür mey-i sahbâ nedür beytinin benzerini şöyle ifade eder: Öyle ser-mest olmuşam fark etmezem âlem nedir Zâhidâ sanma benim ser-keşliğim dem-hâneden” (167/2) Şairin bazı manzumeleri ise Yunus’un şiirlerini hatırlatmaktadır. Divan’da “İlâhî” başlığını taşıyan muhammesin 5. bendi, Yunus Emre’nin “Aşkın aldı benden beni” mısraıyla başlayan meşhur ilahisine benzemektedir: Sûfîlere cennet gerek Âşıklara vuslat gerek Fâsıklara şiddet gerek Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ Senden kerem senden atâ (9/5) 24 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, 1993, s.933. 8 II. BÖLÜM: DİVANI A) DİVANIN NÜSHALARININ TAVSİFİ Hoca-zâde Ahmed Kâmil Divanı’nın iki defa taşbaskısı yapılmıştır. Bunlardan ilki H 1289 (M 1872-73), diğeri ise H 1325 (1907-08) tarihlidir. İkinci baskı, ilki esas alınarak yapılmıştır. Ayrıca bu baskıda, şairin ilk baskıda olmayan şiirleri de ilave edilmiştir. İlk baskı 64 sayfa, ikinci baskı ise 80 sayfadır. Eserin ikinci baskısına, şairin sonraki dönemde yazmış olduğu şiirler bu baskıya ilave edilmiştir. Ancak, ilk baskıda maalesef çok sayıda istinsah hatası yapılmıştır. İkinci baskı için hazırlanan nüshada bu hatalar tekrar edilmiş; üstelik hatalar çoğaltılmıştır. Bilhassa, ilk baskıda yer almayan ilave şiirlerin yazılmasında bu tür hataların çok daha fazla yapıldığı göze çarpmaktadır. Bu bakımdan, sonraki dönemde yazılmış olan yazma nüsha, daha sağlam görünmektedir. Kanaatimizce bu nüsha, başka bir nüshadan -muhtemelen müellif hattından- kopya edilmiş olmalıdır. Bu baskıların dışında eserin, H 1315 (M 1897-98 ) yılında Giresunlu Mes’ud Efendi tarafından Medine’de yazılmış bir yazma nüshası daha bulunmaktadır. Bu nüsha, Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 7296/3 arşiv numarasıyla kayıtlı; 210x135 mm ebatlarında kırmızı meşin sırtlı eski bir cilt içinde olup cedid renkli kâğıda talik hatla yazılmış bir şiir mecmuasının 26b-42b yaprakları arasında yer almaktadır. Nüshanın satır sayısı farklıdır. Divan’ın başlangıcının bulunduğu yaprakta (26b),“Bendegân-ı İsmâîl Hakkı Dîvân-ı Kâmilden ba’zı intihâb-ı evzân nutukları işbu mahalle tahrîr olunmuşdur” ifadesi vardır. Dolayısıyla bu nüshada eserin tamamı değil, seçilmiş bazı manzumeler yer almaktadır. Divan’ın birinci baskısında 188; ikinci baskısında 222 manzume bulunmaktadır. Yazma nüshada bulunan manzume sayısı ise 121’dir. B) DİVANIN ŞEKİL ÖZELLİKLERİ 1) NAZIM ŞEKİLLERİ Hoca-zâde Ahmed Kâmil Divanı’nda 168 gazel, 2 müstezat, 35 kıt’a, 3 murabba, 3 muhammes, 8 tahmis ve 3 müseddes; toplamda ise 222 manzume yer almaktadır. Manzumeler, nüshalarda kafiye esasına göre sıralanmıştır. Eserde, her harften bir manzume bulunmaktadır. Ayrıca, Divan şiirinde alışık olmadığımız lâm-elif harfi ile de yazılmış gazel tarzında 5 beyitlik bir manzume bulunmaktadır (199. manzume). Mutasavvıf şairlerin pek çoğunda olduğu gibi, Hoca-zâde de kaside nazım şeklinde manzume yazmamıştır. Gazellerin beyit sayıları 4-25 arası değişmektedir. Buna göre, 136 gazel 5 beyit; 21 gazel 7 beyit; 5 gazel 9 beyit; 2 gazel 11 beyit; 2 gazel 15 beyit; 1 gazel 25 beyit ve 1 gazel de 4 beyittir. Şairin bu yönüyle 5 ve 7 beyitten oluşan gazellere öncelik verdiğini söylememiz mümkündür. Ayrıca gazellerden 1 tanesi, Türkçe-Arapça mülemma türünde kaleme alınmıştır (172. manzume). Divan’da, 2 adet müstezat bulunmaktadır. Müstezatlar, sade türdendir. Bu müstezatlardan bir tanesi (13. manzume), kafiye bakımından birbirinden bağımsız mısralara ziyade mısralar ilave edilmesiyle suretiyle oluşturulmuştur. Manzume bu yönüyle, değişik bir müstezat örneği oluşturmaktadır. Diğer müstezat ise (213. manzume), gazel nazım şekline ziyade mısralar ilave edilmek suretiyle oluşturulmuştur. Hoca-zâde Ahmed Kâmil Divanı’nda bulunan 35 kıt’anın beyit sayıları 3-13 arası 9 değişmektedir. Bunlardan 28 kıt’a 5 beyit; 5 kıt’a 7 beyit; 1 kıt’a 13 ve 1 kıt’a da 3 beyittir. Bu kıt’alardan bazıları doğum ve ölüm münasebetiyle yazılmış tarih kıt’aları olup bunları şöyle tasnif etmemiz mümkündür: 1. Kıt’a (34. manzume): Şairin oğlu Fuad’ın doğumu münasebetiyle söylenmiş olup H 1223 / M 1808-09 yılını vermektedir. 2. Kıt’a (88. manzume): Abdurrahman isimli bir kişinin vefatına dair yazılmıştır ve ebcet hesabıyla H 1308 / M 1890-91 yılı tarih olarak düşülmüştür. 3. Kıt’a ( 134. manzume): Sâlim Efendi’nin kızı Zekiye Hanım’ın doğumu münasebetiyle yazılmıştır. Manzumenin sonunda H 22 Şaban 1262 / M 15 Ağustos 1846 tarihi ebcet olarak verilmiştir. 4. Kıt’a (143. manzume): Şairin oğlu Abdurrahman’ın havuza düşüp vefat etmesi münasebetiyle yazılmış olup H 1286 / M 1869-70 yılını vermektedir. 5. Kıt’a (154. manzume) Şairin oğlu Muhyiddin’in doğumunu anlatmaktadır ve H 1283 / M 1866-67 yılı ebcet hesabıyla verilmiştir. 6. Kıt’a (157. manzume): Şairin “karındaşım” dediği Sırrî Efendi’nin oğlu Muhammed Celâleddin’in doğumu münasebetiyle yazılmış olup tarih beyti, ebcet hesabıyla H 1290 / M 1873- 74 yılını vermektedir. 7. Kıt’a (158. manzume): Şerif Efendi’nin oğlu İsmâil’in doğumuna dair yazılmış olup H 1285 /M 1868-69 yılını göstermektedir. Ayrıca, 147. manzume, nüshalarda “Mersiyye” başlığını taşımaktadır ve Muharrem ayının gelmesi münasebetiyle yazılmıştır. Şair, bu manzumesinde, Kerbela’ da hadisesini ve Hz. Hüseyin’in Kerbela ’da şehit edilmesinden duyduğu acıyı dile getirmiştir. Yukarıdaki manzumelerin dışında kalan kıt’alarda ise, genel olarak tasavvufi konular ele alınmıştır. Hoca-zâde Ahmed Kâmil Divanı’nda 3 murabba bulunmakta olup bunlardan 1 tanesi 3 bend ve 2 tanesi ise 5 bendden oluşmaktadır. 5 bendlik murabbalardan ilki (76. manzume), Üveys El-Karânî vasfında yazılmış bir methiyedir. Diğer 5 bendlik murabba, nüshalarda “İlâhî” başlığını taşımakta olup aruzun kısa kalıbıyla yazılmıştır. Manzume, 8’li hece ölçüsüne de uymaktadır. Divan’da, 3 muhammes bulunmaktadır. Bunlardan 2 tanesi 5 bend, 1 tanesi ise 7 benddir. Ahmed Kâmil Efendi’nin, çeşitli şairlerin gazel nazım şekliyle yazılmış manzumelerine üçer mısra ilave ederek oluşturduğu tahmisleri de bulunmaktadır. Bu tahmisler, Rüşdî (6 bend); Veysî (5 bend); İbrâhîm (Kuşadalı İbrâhîm Halvetî, 7 bend); Rahmî (5 bend); Ârif (5 bend); Fehmî (5 bend); Sa’dî (7 bend) ve Râsim (5 bend) mahlaslı şairlerin gazellerine mısra ilavesiyle oluşturulmuştur. Divan’da, 3 tane de müseddes bulunmaktadır. Müseddeslerden 1 tanesi 2 bend ( 19. manzume); diğerleri ise 5 benddir (103. ve 117. manzumeler). 2 bendlik müseddeste mahlas bulunmamaktadır. Gerek bend sayısı gerekse mahlasın yer aldığı bendin olmaması, şiirin nüshaya noksan alındığını, devamının bulunduğunu akla getirmektedir. Şairin çeşitli şiir mecmualarında ve başka müelliflerin eserlerinde de şiirlerine 10
Description: