ebook img

Hindistan'a Bir Geçit - E. M. Forster PDF

468 Pages·2013·1.54 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Hindistan'a Bir Geçit - E. M. Forster

HİNDİSTAN'A BİR GEÇİT E. M. Forster (1924) BİRİNCİ BÖLÜM CAMİ I Marabar Mağaraları da olmasa — onlar da otuz kilometre ötededir — Çandapur kentinin olağanüstü bir yanı yoktur. Ganj Irmağı kentin içinden değil de, sanki yanından geçer. Kent, ırmak yatağı boyunca birkaç kilometre uzar gider, suyun bol bol biriktirdiği süprüntü ve pislikten farksız gibidir. Suya girmek için basamaklar yoktur, Ganj burada kutsal sayılmaz; ırmak önü denilebilecek bir yeri de yoktur; suyun sürüp giden görünümünü çarşı pazar kapatır. Sokaklar biçimsiz, sıkıntılı, tapınaklar gösterişsiz, siliktir. Gerçi birkaç güzel ev yok değildir ama, bunlar da bahçelerde, patikaların ardında gizlidir; çeri çöpü, çağrılı konuklar dışında, herkesi ürkütür, geri çevirir. Çandapur ne büyük, ne de güzel bir kent olmuştur, ama iki yüzyıl önce, o zamanlar başat olan yukarı Hindistan ile deniz arasındaki yol üzerindeydi, şimdiki güzel evler de o dönemden kalmadır. Süsleme özeni, on sekizinci yüzyılda sona ermiştir; gerçi bu özen hiçbir zaman demokratik bir yaygınlığa ulaşamamıştı. Pazarlarda resim yoktur, oyma işlerine de tek tük rastlanır. Tahtalar sanki çamurdan yapılmış gibidir; halk yürüyen çamurları andırır. Gözün görebildiği her şey öylesine alçalmış, öylesine tekdüzedir ki, Ganj akıp geçerken, bir kabuk gibi, pisliği, artıkları süpürüp toprağa sindirecek sanılır. Evler çöker, insanlar boğulur, çürür, ama kentin ana çizgileri hep yerli yerindedir, orada burada yükselir, alçalır. alçalmış, ama bir türlü yok edilmeyen bir yaşam biçimini andırır. İçerilerde durum biraz değişiktir. Yumurta biçiminde bir alan, bir de uzun, soluk bir hastane vardır. Avrupalı ve Hintli karması melezlerin evleri tren istasyonu yakınındaki yüksekçe yerdedir. Irmağa koşut uzanan tren yolunun ötesinde toprak alçalır, sonra gene oldukça dik, yükselir. İkinci tepeye küçük yönetim merkezi kurulmuştur, buradan bakınca Çandapur’un bambaşka bir görünümü vardır. Bağlık, bahçelik bir kenttir. Kent de değildir, içine tek tük kulübe serpişmiş bir ormandır. Soylu bir ırmağın yıkayıp arındırdığı bir şenlik ve eğlence yeridir. Pazar yerinin ardında gizlenen palmiyeler, margosa ağaçlan. ekmek ağaçlan ve pepul burada ortaya çıkmıştır; bu kez onlar çarşıyı arkalarında gizlerler. Eski sarnıçlarla beslendiklerinden, bahçelerde serpilmişler, boğucu kenar mahallelerden ve gözden düşmüş tapınaklardan fırlayıvermişlerdir. Işık ve havaya kavuşmak için alt katmanlardan yükselir, dallarıyla, dost yapraklarıyla selamlaşır, kuşlara koskoca bir kent kurarlar. Özellikle yağmurlardan sonra, aşağılarda olup bitenlerin üstünü bir perde gibi örterler ama gene de her zaman, kupkuru ve yapraksız kalınca da. tepede oturan İngilizler için kente onur katarlar; yeni gelenler bu kentin söylendiği kadar cılız ve verimsiz olduğuna bir türlü inanamazlar, aşağılara inip görmek isterler, o zaman da düş kırıldığına uğrarlar. Yönetim merkezine gelince, burası insanda hiçbir duygu uyandırmaz. Göze ne hoş görünür, ne de çirkin. Akıllıca planlanmıştır. Ucunda, kırmızı tuğladan bir kulüp binası vardır, daha gerilerde bir bakkal, bir de mezarlık. Ufacık evler, birbirini dikine kesen yollara dizilmiştir. Göze batan bir biçimsizliği yoktur, güzel olan tek şey de, doğanın görünümüdür. Bu yörenin kentle tek ortak yanı, tümünün üstünü örten koca gökyüzüdür. Gökyüzünde de farklılık vardır, ama yeşillik ve ırmakta olduğu kadar göze batmaz. Kimi zaman göğü bulutlar biçimlendirir; bu daha çok, renk karışımından bir kubbedir; temel renk mavidir. Gündüzleri, mavi solar, solar, toprağın akına değdiği yerlerde ağarır, günbatımından sonra yepyeni bir çehre edinir, turuncudur, sonra erir, erir, morların en tatlısına karışır; ama asıl çekirdeği maviliktir, gece bile. Geceleri, yıldızlar uçsuz bucaksız bir kubbeden sallanan lambalar gibi asılıdırlar. Bu kubbeyle aralarındaki uzaklık, ta gerilerdeki dünyayla aralarındaki uzaklığın yanında kalmıştır, artık mavilikten kurtulmuştur. Her şeyi gök kararlaştırır —yalnız iklim ve mevsimleri değil, yeryüzünün ne zaman güzelleşeceğini kararlaştırır. Toprak tek başına pek bir şey yapamaz— çok çok, üç beş çiçek çıkarır. Oysa göğün canı diledi mi, Çandapur çarşılarına görkem yağar, ya da çevrenden çevrene bir ongunluk yayılır. Gök böylesine güçlü, böylesine görkemli olduğu için bunu yapabilir. Gücünü, Tanrının günü göğün içinde doğan güneşten, büyüklüğünü yerlere kapanmış topraktan alır. Bu kubbeyi çevreleyen, oyalayan dağlar yoktur. Toprak göz alabildiğine uzanır, biraz kabarır, sonra gene düzlenir. Yalnız güneyde, birkaç yumruk, birkaç parmağın topraktan fırladığı yerde, bu sonsuz uzanış bölünür. Bu yumrular, parmacıklar Marabar Tepeleri'dir, o eşsiz mağaralar da, işte buradadır. II Genç adam, uşağın yakalamasına vakit kalmadan, düşen bisikletini bırakıp, ön balkona fırladı. Kabına sığamıyordu. «Hamdullah. Hamdullah; geç mi kaldım?» diye seslendi. Ev sahibi, «Özür dileme,» dedi. «Sen hep gecikirsin.» «Ne olur, sorumu yanıtla. Geç mi kaldım? Mahmut Ali yemekleri yiyip bitirdi mi? öyleyse, başka yere giderim. Bay Mahmut Ali, nasılsınız?» «İyiyim, teşekkür ederim Dr. Aziz, ölmek üzereyim.» «Yemekten önce ölmek ha? Vah zavallı Mahmut Ali.» «Hamdullah çoktan öldü. Sen bisikletinle gelirken, ruhunu teslim etti.» Mahmut Ali, «Doğru,» dedi. «Düşün bak, ikimiz de sana, başka ve daha mutlu bir dünyadan sesleniyoruz.» «Sizin o başka ve mutlu dünyanızda nargile var mı?» «Aziz, gevezeliği bırak, biz çok hazin bir söyleşi sürdürüyoruz.» Nargile bu dost evinde her zamanki gibi sımsıkı hazırlanmıştı, hırçın hırçın fokurduyordu. Aziz, tütünü biraz kurcaladı, sonunda tütün gevşeyince, dumanı ciğerlerine, burun deliklerine doldu, pazardan geçerken genzine sinen yanmış tezek dumanını temizledi. Nefisti. Sanki kendini kaybetmiş, esrimişti, duygu dünyasındaydı, ama sağlıklıydı, bu dünyada, iki adamın söyleşisi hiç hazin gelmiyordu. —Bir Ingiliz'le dost olunup olunamayacağını konuşuyorlardı. Mahmut Ali olanaksızlığını savunuyordu. Hamdullah karşı görüşteydi, ama öylesine kesinlikten uzak, ve çekingenlikle tartışıyorlardı ki aralarında çekişme yoktu. Bir yanda uşaklar yemek hazırlarken, ay tam önünde doğarken, dertsiz, tasasız, koca balkonda uzanıp yatmak gerçekten güzeldi. «Bu sabah benim başıma gelene bir bak.» Hamdullah, «Hiç olmazsa Ingiltere'de olası» ya demekle yetindi. Hamdullah dokuz yüz on iki akınından önce İngiltere’ye gitmiş ve Cambridge’de candan karşılanmıştı. «Burada olanaksız. Aziz! Şu havuç burunlu oğlan mahkemede gene beni aşağıladı. Ayıplamam doğrusu. Beni aşağılaması için uyarılmıştır. Yakın zamana kadar çok efendi bir çocuktu ama öbürleri ona da diş geçirdiler.» «Evet, burada başka çıkar yol yok, bana sorarsan böyle. Efendice davranmak isteğiyle buraya geliyorlar, sonra bunun sökmeyeceği söyleniyor onlara Lesley’i al örneğin, Blakiston’u ele al, şimdi de sıra senin havuç burunlu çocukta. Çok geçmez Fielding’e de sıra gelir. Ya da, şu Turton’un ilk geldiği günleri anımsarım da... Eyaletin başka bir yanındaydı. Şimdi inanmayacaksınız bana ama ben Turtonla birlikte kendi arabasında gezmiştim... Turton’la! Evet, pek dosttuk. Bana pul koleksiyonunu göstermişti.» «Şimdi pul koleksiyonunu aşırırsın diye düşünür! Ama şu havuç burunlu çocuk Turton’a da taş çıkartacak!» «Sanmam, tümü bir örnek olurlar, ne daha fena, ne de daha iyi. Ben her İngiliz’e iki yıl süre tanırım. İster Turton olsun, ister Burton, ancak bir harftir aradaki fark, kadınlarına da altı ay. Tümü bir örnektir. Sen aynı görüşte değil misin?» Mahmut Ali, «Değilim,» dedi. Bu hazin alaya o da katılmıştı, ağızdan çıkan her sözcükle hem içi sızlıyor, hem de eğleniyordu. «Bana sorarsan efendilerimizin herbirinin arasında büyük farklar vardır. Havuç-burun kekeler, Turton çok açık seçik konuşur, Mrs. Turton rüşvet alır, Mts Havuç-burun diye biri yoktur.» «Rüşvet mİ?» «Bilmiyor musunuz, bir Kanal Projesi için Orta Hindistan’a geçici olarak gittiklerinde, bir Raca ya da başka biri, su kendi toprağından geçsin diye Mrs. Turton'a som altından bir dikiş makinesi varmış»

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.