ebook img

Fedailerin Kalesi Alamut - Vladimir Bartol PDF

677 Pages·2014·2.26 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Fedailerin Kalesi Alamut - Vladimir Bartol

KORİDOR YAYINCILIK - 183 ISBN: 978-605-4188-97-0 Alamut – Vladimir Bartol © 2011 North Atlantic Books. Afterword © 2004 Michael Biggins. © Bu kitabın Türkiye’deki yayın hakları Koridor Yayıncılık’a aittir. Yayıncının izni olmaksızın çoğaltılamaz, kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Yayın yönetmeni: Erdem Boz Editör: Zübeyde Abat Çeviren: Ender Nail Kapak tasarımı: Tuğçe Ekmekçi Sayfa tasarımı: Ayşe Çalışkan Baskı ve cilt: Oktay Matbaacılık, İstanbul 1. baskı: Koridor Yayıncılık, İstanbul 2012 KORİDOR YAYINCILIK Maltepe Mah. Davutpaşa Cad. MB İş Merkezi No: 14 Kat: 1 D: 1 Zeytinburnu / İstanbul Tel.: 0212 - 544 41 41 / 544 66 68 / 544 66 69 Faks.: 0212-544 66 70 E-posta: [email protected] www.koridoryayincilik.com.tr Genel Dağıtım: YELPAZE DAĞITIM Tel.: 0212 544 46 46 / 544 32 02 - 03 Faks: 0212 544 87 86 E-posta: [email protected]. tr VLADIMIR BARTOL FEDAİLERİN KALESİ ALAMUT Çeviren: Ender Nail 1 1092 ilkbaharının ortalarında oldukça büyük bir kervan Semerkant ve Buhara’dan geçip kuzey Horasan’a doğru uzanan, ardından da Elbruz Dağları’nın eteklerine dek kıvrıla kıvrıla giden eski askeri yolda ilerliyordu. Karların erimeye başladığı sıralarda Buhara’dan yola çıkan kervan haftalardır yollardaydı. Arabacılar kırbaçlarını savurup, yorgunluktan tükenme arifesindeki arabalara koşulu hayvanlara çatlak sesleriyle bağırıyorlardı. Birbirlerinin peşi sıra uzayıp giden tek hörgüçlü Arabistan Hecin develeri, katırlar ve çift hörgüçlü Türkistan develeri büyük bir uysallıkla yüklerini taşıyorlardı. Uzun tüylü, kısa boylu atlarındaki silahlı muhafızlar ufukta belirmeye başlayan uzun dağ sıralarına eşit derecede hissettikleri hasret ve bıkkınlık duygularıyla bakıyorlardı. Yavaş ilerlemekten bitkin düşmüşlerdi. Bir an evvel hedefe ulaşmaya can atıyorlardı. Zirvesi karlarla kaplı Demavend Dağı’na, takip ettikleri yol dağın eteklerine uzanıncaya dek yaklaştılar. Esmeye başlayan temiz dağ havası gündüz hem insanları hem de hayvanları zindeleştiriyordu. Ama geceler dondurucuydu. Karanlıkta muhafızlar ve arabacılar kamp ateşleri etrafında toplanıp, ellerini ovuşturup, sızlanarak ısınmaya çalışıyorlardı. Develerden birinin iki hörgücü arasına kafese benzer küçük bir bölme yerleştirilmişti. Zaman zaman küçük bir el bölmenin penceresindeki perdeyi kenara çekiyor hemen ardından da gencecik bir kızın korkulu yüzü görünüyordu. Kızcağız iri, ağlamaktan kızarmış gözleriyle etrafını kuşatan yabancılara yolculuğun başından beri içini kemiren soruya cevap bulmaya çabalıyormuşçasına bakıyordu. Kereye götürülüyordu ve ona ne yapmayı planlıyorlardı? Ama elli yaşlarındaki, haşin tavırlı, bol şalvarlı, heybetli sarıklı, kızın yüzünü her görüşünde büyük bir hoşnutsuzluğa bürünen kervanbaşı dışında kimsenin dikkatini çekemiyordu. O anlarda kız hemen perdeyi çekip, içeri kaçardı. Buhara’daki sahibinden satın alındığından beri iç içe geçen ölümcül korkuyla kendisini bekleyen kadere ilişkin karşı konulmaz merak duygulan arasında gidip geliyordu. Bir gün, yolculuklarının sonuna yaklaştıkları esnada, sağ taraflarındaki tepelerden inen bir grup atlı yollarım kesti. Kervanın baş tarafındaki hayvanlar kendiliğinden durdular. Kervanbaşıyla muhafızlar eğri kılıçlarını çekip savunma düzeni aldılar. Gelenlerin arasından kısa boylu al atındaki bir adam öne doğru çıkıp, kervana sesini duyuracak kadar yaklaştı. Yüksek sesle parolayı söyledi. Kervanbaşı da hemen onu cevapladı. İki adam birbirlerine doğru yaklaşıp, hürmet dolu tavırlarla selamlaştılar. Sonrasındaysa yeni grup liderliği ele aldı. Kervan yoldan ayrılıp, karanlığa dek ilerleyecekleri fundalığa yöneldi. Sonunda çok uzaklardaki bir dağ deresinin şırıltılarının işitilebildiği küçük bir vadide kamp kurdular. Ateş yakıp, apar topar bir şeyler yiyip, ölü gibi uyudular. Güneş doğduğunda ayaklanmışlardı. Kervanbaşı arabacıların gece devenin sırtından indirip bir kenara yerleştirdikleri bölmeye doğru yöneldi. Perdeyi kenara çekip, aksi bir ses tonuyla seslendi. “Halime!” Pencerede korku dolu küçük bir surat belirdi. Ardından alçak, dar kapı aralandı. Kervanbaşı güçlü eliyle kızı bileğinden yakalayıp hızla dışarı çekti. Halime tir tir titriyordu. Şimdi işim bitti diye düşündü. Önceki gün kervana katılan, yabancıların komutanının elinde siyah bir bez parçası vardı. Kervanbaşının işaretiyle adam fazla bir çaba harcamadan ufakça bir bezle kızın gözlerini sımsıkı bağladı. Sonra atma yerleşip, kızı arkasına oturttu. Ardından geniş pelerinini kızın üzerine örttü. Kervanbaşı ile birkaç kelime konuştu. Sonra da dörtnala yola koyuldu. Arkasındaki Halime korkudan büzüldükçe büzülmüş, dehşet içinde ona tutunmaya çalışıyordu. Nehrin sesi giderek yaklaşıyordu. Bir ara durdular. Adam kısa bir süreliğine biriyle konuştu. Sonra yeniden yola koyuldular. Ama artık daha yavaş ve dikkatli ilerliyorlardı. Halime nehrin sağ tarafında, son derece dar olması gerektiğini düşündüğü bir yolda ilerlediklerini tahmin etti. Aşağıdan esen serin hava bir kez daha dehşetle kasılmasına neden oldu. Yine durdular. Halime bağrışmalar ve şakırtılar işitti. Sonra yine dörtnala ilerlediler. Nalların sesleri burada bir hayli boğuklaşmıştı. Nehrin üzerindeki köprüden geçiyorlardı. Bundan sonrasıysa adeta bir kâbus gibiydi. Bağırışlar çağırışlar işitiyordu. Sanki cenkteki bir ordunun ortasına düşmüşlerdi. Adam onu pelerinin altından çıkmasına izin vermeden attan indirdi! Kızı çekiştire çekiştire önce düz bir zeminde yürütüp ardından da birkaç basamak indirdi. Oldukça karanlık bir yerde gibiydiler. Birden pelerini çekip aldı. Halime üzerinde başka birinin elini hissetti. Dehşet içinde, ölmek üzereymişçesine titriyordu. Onu kendisini buraya getiren atlıdan alan adam kahkahayla güldü ve bir koridora yöneltti. İçini sanki bir mahzene girmişlercesine tuhaf bir ürperti kapladı. Hiç bir şey düşünmemeye çalışıyor ama başarılı olamıyordu. Her geçen dakika yaşamının en korkunç anma yaklaştığına daha bir inanıyordu. Onu tutan adam diğer eliyle duvarı yoklamaya koyulmuştu. Sonunda bulduğu bir cismi sertçe itti. İçeride gürültülü bir çan sesi yankılandı. Halime bağırıp adamın elinden kurtulmaya çalıştı. Adamsa sadece gülüp neredeyse şefkatli olarak tanımlanabilecek bir ses tonuyla, “Çırpınmayı kes, küçük tavus kuşu. Sana kimse dokunmayacak,” dedi. Demir zincirler şakırdarken Halime gözlerindeki bağın arasından belli belirsiz bir ışık seçer gibi oldu. Beni zindana atıyorlar diye düşündü. Aşağıdan gürültüyle akan nehrin sesi işitiliyordu. Halime nefesini tutmuştu. Çıplak ayak sesleri işitildi. Biri yaklaşıyordu. Kolunu tutan adam onu yeni gelene devretti. “İşte geldi, Adi,” dedi. Şimdi kollarını kavrayan kollar aslan pençeleri kadar güçlüydü. Ve de çıplaktı. Adamın göğsü de çıplak olmalıydı. Bunu adam kendisini kucaklarken hissetmişti. Bir devin kucağında olmalıydı. Halime kaderine teslim olmuştu. O andan itibaren olup bitenleri büyük bir dikkatle takip ediyor olsa da artık karşı koymak için en ufak bir çaba bile harcamıyordu. Onu taşıyan adam, ağırlıkları yüzünden rahatsız edici bir biçimde sallanan bir asma köprüden geçti. Daha sonra zemin sanki küçük çakıl taşlarıyla kaplıymışçasına gıcırdamaya başladı. Yavaş yavaş güneşin hoş sıcaklığını hissediyor, gözbağının arasından belli belirsiz de olsa güneş ışığı sızıyordu. Sonra birdenbire, her taraf sanki o anda var olmuşçasına hoş taze çimen ve çiçek kokularıyla doldu. Adam hızla atlayınca kayık oldukça sert bir biçimde yalpalandı. Halime çığlığı basıp iri adama sımsıkı sarıldı. Adam bir hayli tiz, neredeyse küçük bir çocuğu andıran bir sesle gülüp şefkatle, “Korkma küçük ceylan,” dedi. “Kayıkla seni karşı kıyıya götürüyorum. Karşı kıyıya ulaştığımızda eve varmış olacaksın. Otur buraya.” Halime’yi rahatça bir yere oturtup küreklere asıldı. Halime uzaklardan gülme sesleri duyar gibi oldu. Şen şakrak genç kızların kahkahaları. Biraz daha kulak kabarttı. Hayır, yanılmıyordu. Neredeyse farklı kahkahaları dahi ayırt edebiliyordu artık. Bir anda yüreğine çöken devasa bir ağırlığın kalktığını hisseder gibi oldu. Onu insanların bu derece mutlu oldukları bir yerde kötü şeyler bekliyor olamazdı. Kayık kıyıya ulaştı. Adam onu kolları arasına alıp karaya çıkardı. Sonra birkaç basamak çıkartıp ardından ayakları üzerine bıraktı. Çevrelerinde heyecanlı bir koşturmaca başlarken Halime kendisine doğru yaklaşan sandalet seslerini işitti, iri adam bir kez daha kahkahayı basıp seslendi. “İşte geldi.” Ardından kayığa binip geldiği yöne doğru gitmek üzere küreklere asıldı. Kızlardan biri gözbağını çıkartmak için Halime’nin yanına geldiğinde diğerleri de kendi aralarında konuşuyorlardı. “Ne kadar da ufak tefekmiş,” dedi biri. Bir başkası, “Ne kadar da genç! Daha çocuk,” diye ekledi. “Baksanıza ne kadar da zayıf,” diye fikrini söyledi üçüncüsü. “Yolculuk onu bir hayli yıpratmış olmalı.” “Servi gibi uzun ve ince.” Halime’nin gözbağı çıkartılmıştı. Hayretle çevresine bakındı. İlkbahar tomurcuklarıyla bezeli bahçeler göz alabildiğince uzanıyordu çevresinde. Etrafındaki kızlarsa hurilerden bile daha güzellerdi. İçlerinden en güzeli de az önce gözlerindeki bağı çözen kızdı. “Neredeyim ben?” diye sordu mahcup bir ses tonuyla. Kızlar adeta mahcubiyetiyle alay ediyorlarmış gibi bir tavırla kahkahayı basınca Halime kıpkırmızı kesildi. Ama gözbağını çıkartan güzel kız şefkatle beline sarılıp, “Endişelenmene gerek yok küçüğüm,” dedi. “İyi insanlar arasındasın.” Sıcacık, güven verici bir ses tonu vardı. Halime kendisini bırakıp ona doğru iyice yaklaşırken aklından geçen aptalca düşüncelere de mani olamıyordu. Belki de bir prensin sarayına getirildim diye düşündü bir an için. , Onu beyaz, yuvarlak çakıl taşlarıyla bezeli bir yola götürdüler. Her iki yanda uzanan birbirine benzer çiçek tarhları renk renk lale ve sümbülle doluydu. Lalelerin bazıları sapsarı, bazıları parlak kırmızı veya mor renklerdeydi. Bazıları ise alacalı bulacalıydı. Sümbüller beyaz ve uçuk pembe, açık ve koyu mavi, soluk mor ve açık sarı renklerdeydi. Hatta bazıları adeta camdan yapılmışçasına narin ve şeffaftılar. Çiçek tarhının kenarlarınıysa menekşelerle çuha çiçekleri süslüyordu. Bir başka tarafta yaban süsenleriyle nergisler açmıştı. Orada burada ilk tomurcuklarını vermiş muhteşem beyaz zambaklar da göz alıcıydı. Tüm bu çiçeklerden insanı kendinden geçirecek derecede hoş bir koku yayılıyordu. Halime adeta büyülenmiş gibiydi. Gül bahçelerinin önünden geçtiler. Muntazam budanmış çalılar arasında iri tomurcuklar peyda olmuştu. Hatta bazıları kırmızı, beyaz ve san tomurcuklarını açmışlardı bile. Yol kıpkırmızı çiçeklerle, sık nar ağaçlarıyla çevrelenmiş uzayıp gidiyordu. Sonra limon ve şeftali ağaçlarının yanından geçtiler. Derken badem, ayva, elma ve armut bahçelerine ulaştılar. Halime’nin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Adın ne senin, ufaklık?” diye sordu kızlardan biri. “Halime,” diye cevap verdi neredeyse duyulamayacak derecede kısık bir sesle. O kadar çok gülmüşlerdi ki Halime neredeyse gözyaşlarına boğulacaktı. “Kesin gülmeyi, edepsiz maymunlar,” diye azarladı onları Halime’yi koruyan kız. “Onu rahat bırakın. İzin verin de biraz soluklansın. Yorgun olduğunun ve kafasının bir hayli karıştığının farkında değil misiniz?”

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.