Eşeklerin Bilgeliği Andy Merrifield Özgün Künye The Wisdom of Donkeys Copyright © 2008, Andy Merrifield AYLAK KİTAP © Her hakkı mahfuzdur. Çeviri: Akın Terzi Görsel Yönetmen: Berat Pekmezci Grafik Tasarım: Aylak Kitap 1. Baskı, Şubat 2014 Aylak Kitap: 39 ISBN: 978-605-5691-94-3 AYLAK KİTAP Caferağa Mh. Nailbey Sk. Umut İşhanı No: 15 Daire: 8 Kadıköy / İstanbul Tel: 0 216 345 40 69 (pbx) Faks: 0 216 345 40 68 Baskı Deniz Ofset: Gümüşsuyu Cad. Odin İş Merkezi B Blok/403 Topkapı-İstanbul Tel: 0212 613 30 06 Sertifika No: 29652 www.aylakkitap.com [email protected] EŞEKLERİN BİLGELİĞİ Kaotik Bir Dünyada Sükunet Arayışı Andy merrifıeld Çeviren: Akın Terzi Corinna için I Schubert’i düşünmekten kendimi alamıyorum. 20 numaralı piyano sonatını. Ben gökyüzüne doğru pedal çevirirken, hüzünlü melodisi zihnimde dönüp duruyor. Schubert’in yavaş, net, aralıklı akorları, benim aheste pedal çevirişimle, derin derin nefes alıp verişimle uyum içinde. Yeşilin müziğini dinliyorum, radyoya ne hacet. Öğle sonrasının güneşi altında, bu kasvetli melodiler öyle sevinç veriyor ki şaşırıyor insan. Fransa’nın Auvergne bölgesindeki evimin oralarda, yüksek bir dağ geçidinde bisiklet sürüyorum. Havalar çok soğumadan, kar yüzünü göstermeden bisikletimle yollardayım. Şu dar yol; taş evlerle, metruk ahırlarla, tehditkâr köpeklerle ve gıdaklayan tavuklarla dolu küçük köylerin, Le Chambon’un, Le Bancillon’un ve Channat’nın yanından geçerek tepelere tırmanıyor. Gerçek yerler bunlar, en azından bana öyle görünüyorlar; burada zaman ortaçağda durmuş sanki. Dağa tırmanmak zor iş, zira inek pislikleri saçılmış kuru çakıl zeminde dengesini kolayca yitirebilir insan. Zirveye vardığımda mükafatım engin bir vadi manzarası; aşağıda Allier Nehri var. Tepeler kesif sisin içinde inip çıkıyor, iç içe geçiyor, havada yüzüyor adeta. Hava dingin, huzur dolu, sessizlikse tatlı bir müzik gibi. Kırlar doğal bir oditoryum sanki; akustiği keskin mi keskin. Dönemeci geçiyorum. Bir çayırlık açılıyor önümde. İçimde bir sonat çalıyor, dışarıdaki manzaradaysa senfoni. Schubert, gencecik bir delikanlıyken şaheserler yaratan Franz Schubert burası için bire bir. Öyle genç bir yaşta ölmüştü ki; otuz bir yaşında, yani benden neredeyse on beş yaş gençken. Duruyor, bisikletten iniyor ve bir ağaca, ama belli bir ağaca, dönemecin oradaki ağaca yaslanıyorum. Bu noktada saatlerce durmuşumdur vaktiyle; etrafa bakarak, vadiyi seyrederek, Dünya’yı temaşa etmişimdir. Eğim dik, neredeyse 45 derece; ayaklarımın altındaki çimler ezilmiş; yabani otlar, eğreltiotları var her yanda. Yılın yarısı boyunca, boz renkli on kadar eşeğin yuvası buralar. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde eşeklerin otlayışını seyretmek büyüleyici bir şey. Bir nevi terapi, hatta meditasyon. Aklınız başınıza gelebilir de gidebilir de. Avustralyalıların bir sözü vardır, “Kırlarda eşekleri seyrederken, iskemlenizi unutmayın” derler. Saatlerce seyredebilirsiniz onları; hipnotize eder, bağımlı yaparlar insanı. Gönlünüzü kaptırdınız mı onlara, kendinizi kurtaramazsınız bir daha. Eşeklerin otlar arasında ayaklarını sürüye sürüye giderken ve kafalarını toprağa gömüp otlanırken çıkardıkları belli belirsiz hışırtıları duyarsınız sadece. Bu hışırtı tamamen eşeklere özgü bir şey, hususi bir dil oyunudur; bir koyun ya da keçi sürüsünün sesinden çok farklıdır, keza kırlardaki atlar ya da ineklerin sesinden de. Eşekler hem otlanır hem aranırlar: Dişleri ve dudakları yere yakın gezerek otlanır, yiyecek bulmak için toprağı yakından tararlar. Dar ve uzun burunları sayesinde müthiş bir hassasiyetle aranır, sırf nicelik değil, niteliği de ararlar. Eşeklerin bacakları aldatır insanı: Dizleri, baldırları, topukları, incik kemikleri ve topuk eklemleri fevkalade latif, zarif ve incedir. Onlarınkine kıyasla atların bacakları biçimsiz görünür. Bu sıska bacakların nasıl olup da onca yükü taşıyabildiğini havsalası almaz insanın. Dar bir dağ geçidini, sırtında eşeğin taşıdığı yük, hiçbir at arşınlayamaz, en azından onun kadar kendinden emin, güvenilir ya da sabırlı bir biçimde yük taşıyamaz. Atlar hızlıdır hızlı olmasına, ama eşekler kadar dayanıklı değildir, hele hele onlar kadar çevik hiç değildir. Ayrıca güç bir durum karşısında da geriliverirler. Eşeklerin hiç kıpırdamadan kaldığı durumda tabanları yağlarlar. Tedirgin bir atı kandırıp, kendi zararına iş gördürebilirsiniz çoğu kez; korkutup tehlikeli, netameli yollara sokabilirsiniz. Ama eşeklere bunu yapamazsınız; onların hayli sağlam bir kendini koruma güdüleri vardır. Eşeğin malum inatçılığı da işte bundan kaynaklanır. Eşeğin alametifarikalarından biri de anırmasıdır. Bu ses kimi zaman ta üç-dört kilometre uzaktan bile duyulabilir. Bütün güçleriyle anırdıklarında sesleri havada yankılanır; masallardaki eşek mırıltılarından tutun da en yüksek perdeden anırmaya kadar yedi farklı tonda anırırlar. Eşekler hem nefes alırken hem verirken ses çıkarabilir ve bunu yaparken de müthiş enerji harcarlar. Kırlarda, vadilerde bir eşek anırdı mı komşu köyler sallanır adeta. Eşekler mutluyken, mutsuzken, diğer eşeklerle sohbet ederken, kendilerini yalnız hissediyorken ya da yakınlarda bir yerde yiyecek olduğunu seziyorken anırırlar. Ara sıra öylesine anırdıkları da olur; adeta avazları çıktığı kadar anırırlar bir süre, sırf gırgır olsun diye. Sonra hep beraber sırtlarını toprağa vurup tepişir, Tabiat Ana’nın kucağında toprak banyosu yaparlar. Girgin hayvanlardır, yarenliği severler. Ne ki benim gibi garip bir davetsiz misafire, bir şeyler öğrenmek için dağları aşıp gelen şu küçük kulaklı ziyaretçiye hiç aldırış etmezler. Eşekler en başta pek umursamadılar beni, ara sıra benden yana kayıtsız bakışlar fırlattılar sadece, zira zihinleri yedikleriyle ve sessiz düşünceleriyle meşguldu. Aynı yere haftalarca tekrar tekrar geldikten sonradır ki kimisi bayırı tırmanmaya gönül indirdi. Dimdik, meraklı kulaklarıyla, ilgili, talepkâr gözleriyle bana mahzun mahzun baktılar. Öyle sakin, öyle nazik görünüyorlardı ki. Lüle lüle tüylerle kaplı yüzlerinin, sırrına erilmez bakışlarının, önyargısız koyu gözlerinin ardında, hem derin felsefi düşünceler olduğunu hem de zımni bir kardeşlik duygusunu, bir yaz günü öğleden sonrasındaki bir rastlaşmanın verdiği bir kardeşlik duygusunu, gayri meşru bir şekilde buluşan iki fani mahlukun aczini sezdim. * * * Eşekler arasındayken zaman yavaşlar. Onların yanında, her şey sessiz sakin ve bir düzen içinde vuku bulur. O masumane bakışlar hiç aklından çıkmaz insanın. Huzur telkin eden bir huzurdur o bakışlar. Zihniniz gezintiye çıkar, düşlere dalar, bambaşka âlemlere gidersiniz, ama gene de yerli yerinizdesinizdir. Yavaşlık adlı romanında Milan Kundera, hızın, şu hız denen iblisin çoğu zaman unutmayla, pısmayla, yavaşlığınsa hafıza ve yüzleşmeyle ilişkili olduğunu söyler. Kendimize, başkalarına ve çevremizdeki dünyaya kulak vermek istediğimizde hareketlerimiz yavaşlar. Keza kendimizle yüzleşmek istediğimizde de. Hepimiz yavaşlayabilseydik keşke! Çağdaş yaşamın keşmekeşi, dikkat kesilme, duyma, bir an soluklanıp hayret etme ve derin düşüncelere dalma yeteneğimizi alıp götürüyor. Yaşadığımız toplumlar, diyor Kundera, hafızamızda yanan en ufak alevi bile hemen söndürmek istiyor. Kuşlar dem çekiyor hâlâ, güneşse tepelerin üzerinden kaybolmak üzere. Uzaklarda, yığın yığın saman balyalarıyla
Description: