ebook img

Ece Arar - Ecenin Hamilelik Günlüğü www.CepSitesi.Net PDF

91 Pages·2015·1.41 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Ece Arar - Ecenin Hamilelik Günlüğü www.CepSitesi.Net

Ece Arar Ecenin Hamilelik Günlüğü - www.CepSitesi.Net Yazar Hakkında Ece Arar Emener 1971 yılında Bursada doğdu. Marmara Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü bitirdi. İngilterede Leeds Üniversitesinde iletişim bilimleri üzerine yüksek lisans yaptı. Bir süre bir anaokulunda psikolojik danışman olarak çalıştıktan sonra 1994 yılında Bursa Olay Gazetesine muhabir olarak girdi. Burada özel haberler ve çeviriler de yaptıktan sonra 1996 yılında gazetenin magazin ekinde köşe yazıları yazmaya başladı. Aynı zamanda Olay FMin kuruluşunda bulundu. Halen köşe yazılarını sürdürmekte ve Olay FMin genel yayın yönetmenliğini yürütmektedir. 1996 yılında Abdi İpekçi Mektup Yarışmasında mansiyon, 1997 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödüllerinde dikkate değer öykücü ödülü kazandı. Yeni Biçem, Düşlem, Milliyet Sanat ve Varlık dergilerinde öykü ve edebiyat eleştirileri yayımlanan Emenerin Düş Acıları isminde yayımlanmamış bir romanı, Cam Öyküler isminde yayımlanmamış bir öykü kitabı vardır. Evli ve Elvinin annesidir. Önsöz - Tuba Akıncılar Onmuş Yüksek Sesle Hamilelik Tuba Akıncılar Onmuş Hamilelik bir başka alem. Bu alemde her şey bildiğimizden farklı. Örneğin dili başka. Hamile kadın daha önce bilmediği bir sürü sözcük öğreniyor ve o tuhaf sözcüklerle konuşmaya başlıyor. Hamile bir kadına sucuklu yumurta yer misin diyorsunuz. Yok, diyor malum, toksoplazmam negatif çıktı. Ya da sinemaya gidelim mi diyorsunuz. Gelemem diyor üçlü tarama testinin sonuçlarını almam lazım. Veya ne düşünüyorsun kara kara diyorsunuz, acaba benimkinin lanugo tüyleri az mı olacak çok mu diyor. Ve zaman başka türlü işliyor. Artık günlerle, aylarla değil, ille de haftalarla ölçülüyor. Ve her hafta bir zafer hissiyle bitiriliyor. Hiçbir hafta bir öncekine benzemiyor ve sanki o 7 güne olağandan daha büyük değişiklikler sığıyor. Hamilelerin dünyasında yer çekimi de elbet başka. Bir defa zamanla giderek artıyor, göbek deliği uzay içinde öne doğru yol aldıkça ve kadının uzay içinde kapladığı alan arttıkça, yerçekimi acımasızlaşıyor. Ama bir yandan da algılar değişiyor ve yerçekimindeki bu artışı telafi ediyor. Örneğin dış görünüş önemsizleşiyor. Ve yiyecekler de nedense bir başka görünüyor. Sanki elmalar daha kırmızı, ve muzlu süt daha lezzetli, ve balık daha bir fena kokuyor. Önsöz - Tuba Akıncılar Onmuş Hamilelik dünyası bir yandan da bir çeşit zamanda yolculuk. Bir yandan geçmişe, kendi çocukluğuna dönüş, bebe bisküisinin tadına, anneyle sarmaş dolaş öğle uykularına... Bir yandan da geleceğe yolculuk, karnının yüzeyinden fırlayan dirseği okşarken deliler gibi yüzünün, ellerinin hele de kokusunun nasıl olacağının hayal edildiği, ve sevdiği erkeğin nasıl bir baba olacağının... Bu alemde bütün görüntüler doğacak olanın filtresinden geçiyor. Arkadaşlar bir kere de anneliğin, babalığın meydan okumalarına nasıl karşılık verdikleriyle, anneler, babalar nasıl büyükanne büyükbaba olacaklarıyla, evler, bahçeler, meslekler çocuklu hayata uygunluklarıyla değerlendiriliyorlar. Ecenin Hamilelik Günlüğü işte bütün bunları anlatıyor. Hamilelik sanki haddinden fazla uzun süren bir geçiş, bir ara. Bir öncekinin bittiği ama bir sonrakinin henüz başlamadığı, giderek ağırlaşan bedenlerle, giderek tuhaflaşan rüyalarla dakika dakika tüketilen, anneyi çocuğuna götüren dokuz buçuk ay. Ve biz hamileliğin pek yüksek sesle söylenmemesi gerektiğine inanılan bir toplumda yaşıyoruz. Ece Arar Emener otuzlu yaşlarında bir gazeteci. Bir bebeği olmasını artık istediğine karar verdiği, dünyayı o mercekten görmeye başladığı andan itibaren gördüklerini, yaşadıklarını bizimle paylaşıyor. Çocuksuz bir kadından, önce çocuk isteyen bir kadına ve sonra çocuk bekleyen bir kadına nasıl dönüştüğünü yazıyor. Hamilelik alemini bazen bizi güldürerek, kimi zaman endişelendirerek, ama en önemlisi yüksek sesle anlatıyor. Bilinmeyenle karşılaştığında benzerlerine sığınmak isteyenlere kendini açıyor. Bunun için Türkiyede yaşayan bir buçuk milyon hamile kadın ona minnetar. Çünkü kaydetmek, kaydedilenleri paylaşmak görünür olmanın en önemli silahı. Biz de ona, görünmeyi seçtiği için, her türlü kadınlık durumunun görünür olacağı günler adına bize umut verdiği için minnettarız. 1. Bölüm Hamileliğe Hazırlık 1 Mart - 11 Eylül 2001 1 Mart 2001 Karar verdik, bir bebeğimiz olacak, adı da belli Elvin. Kız da olsa erkek de olsa Elvin. Bebek adlarıyla ilgili bir site var, harflerin bir araya gelişlerinden kişilik analizleri yapıyorlar, benim adım beni anlatıyor, kocamınki tıpkı o, yıllardır düşlediğim Elfe isimli çocuk ise o siteye rastladığım andan beri yok Çünkü Elfe o kadar zıt, ters, hayattan kopuk bir karaktermiş ki, Kış İkindisinin Evindeyi yazan Kürşat Başarı tebrik etmek lazım. Oradaki Elfe çok kırılgan bir kişilikti, koşarak gidip sarılıp Geçecek bütün bunlar diye avutmak istediğim bir çocuktu. Elfe bu dünyadan olmayan yetenekli yaratık demek, Alfin hem Türkçe, hem de kızlara uyarlanmış hali yani... Neyse, vazgeçtik biz de, sorunlu bir evlat istemiyoruz çünkü. Elvine de önce bir magazin ekinde rastladım. Akıllı, güzel, ne yaptığını bilen genç bir kız kariyer.net diye bir sitede editörlük yapıyordu, gülümsemesine bakılırsa hayatla barışık. Durur muyum, internetten hemen meşhur olmuş diğer Elvinleri buldum profesörler, yazarlar, kadınlar, erkekler, bir de çoğunluğu müzisyen olan ve bluesa merak salmış Alvin isimli adamlar, aya ilk çıkan astronotlardan biri ve de Cosby ailesinde Bili Cosbynin şirin damadı. İsimden karakter analizi yapan sitede de pek ılımlı, barışçıl, başarılı bir isim olarak yer alıyor Elvin. Kimileri biliyorum ki çocuk doğduktan sonra bile kararsızlar, ya da hiç öyle ciddi boyutlarda önemsememişler isim işini. Ben ve kocam mı abartıyoruz bilemem. Şimdilerde Elvin aşağı, Elvin yukarı, evin içinde doğmamış, hatta şimdilik var olmayan çocuğumuzla ilgili bin türlü konuşma... Romantik olmayabilir belki ama Elvinin ne zaman doğacağını kararlaştırdık, güzeller güzeli bir ay olan mayısta dünyaya gelmesini istiyoruz. Kışın doğup da üşümesin ve ben de güzel bir yaz geçirdikten sonra hamileliğin zorluklarıyla tanışayım diye. Gerçi hiç problemsiz hamileler de gördüm, hamile olduklarını yalnızca birileri ona sen hamilesin dedikleri için bilenler, hadi doğuruyorsun artık dediklerinde hastaneye gidenler.. Kimse nasıl bir hamilelik geçireceğini kestiremiyor, belki annenizin size hamileykenki durumunu öğrenip bir iki varsayımda bulunabilirsiniz ama o kadar. Bu durumda, yolda giderken yanından geçtiği dükkanlardan gelen tüm kokularda midesi bulanıp kusan ve yedi aylıkken beni doğuran annemi düşününce biraz karamsar olmam lazım, ama ne gezer. Herhalde annelik içgüdüsü beni artık geri dönülemez bir şekilde yakaladı ki, çok sevimli bir masala başlıyormuş gibi hissediyorum yalnızca. Evleneli henüz bir iki ay olmasına karşın bütün akrabalar sizi yakalayıp kısık sesle sorarlar, Ne zaman hamile kalacaksın?... Ben herkese Durun bir bakalım, daha bir yıl bile olmadı evleneli deyip tüm soruları geçiştiriyorum. Nasıl bir hazdır evet, hamileyim yanıtını duymak bilemem, şimdiye kadar kimseye gizli gizli böyle bir soru sormuşluğum yok. Bir de doğrudan konuya girip E hadi artık diyerek sizi hafif yollu azarlayanlar da var, o konuya hiç girmeyelim. Şimdilerde, ekonomik kriz yüzünden bu devirde çocuk mu yapılır demeler daha da gündemde ama ne zaman sokağa çıksam bebek arabalarıyla dolu bir dünya var dışarıda. Bora, Ata, Emir benim bildiğim en yeni çocuklar... Belki de algıda seçicilik: neyle ilgiliyseniz onu görürsünüz, benim de bebek arabaları ya da kucaklarda rastladığım çocuklar bundan. Doktorum haziranda bir kontrol daha yaparız, tüm testlerin şimdiki gibi çıkarsa temmuzda hamile kalırsın, mayısta da dilediğin gibi çocuğunu doğurursun diyor. İşte en önemli noktalardan birine geldik, doktor seçimi: size şefkatle yaklaşıp, en önemli sorunu bile hiçbir şey yokmuş gibi algılamanıza yol açmaları çok önemli. Benimki en doğru tespit ile tam bir Noel Baba, hem fiziki hem de ruhsal yapısı öyle. Biraz daha uzun konuşabilsek Ho Ho Ho da diyeceğinden ya da ameliyathaneden kırmızı bir torbayla çıkıp içinden Elvini çıkaracağından eminim. Olmayan birinden söz etmek, Elvini anlatmak tuhaf. Anlatmaya değer bulmaksa heyecan verici. Şimdiden bekliyoruz, keyifle, heyecanla. 10 Nisan 2001 Hamile kalmayı planladıysam, kendimi buna hazır hissediyorsam zamanın ne önemi var? Şimdi kafamızı kurcalayan sorun bu: neyi, niye bekliyoruz? Şimdi aklıma babam geliyor beni deliler gibi şımartan, size aldığım balonların parasıyla küçük bir yatırım mutlaka yapabilirdik diyen babam. Bir gün hastalanmıştım, yüzümde kırmızı benekler vardı, evde oturmuş babamın bana o akşam ne armağan getireceğini düşünüyordum. Her zamanki gibi, kapı çalınca aynı koltuğun arkasına saklandım. Babam her zamanki gibi aaa benim kızım nerede oyununu oynadı, beni bulunduğum yerden çıkardı ve kocaman mavi bir bavulu salonun ortasına koydu. Bu ne? dedim içinin oyuncakla dolu olduğunu, içlerinden birini seçebileceğimi söyledi. Daha önce böylesi bir durumla karşı karşıya kalmamıştım. Oyuncak ya alınır ya da alınmazdı, asla onlarcası arasından seçim yapılmazdı. O günkü kararım hayatımın sanırım ilk önemli kararı, ilk dersiydi. Bavulu açtım, içinden sahip olmak isteğim onlarca bebek, tren, lego çıktı. Karar veremiyor, hepsini istiyordum. Babam kararlıydı, bir şeyi seçmek ve ötekilere elveda demek zorundaydım. Zorlukla bir bebekte karar kaldım, şimdi nasıl bir şey olduğunu hiç anımsayamadığım. Sonra kendimi kıpkırmızı kızamık şekerlerine vurdum. İşte ben biraz da bana neler olduğunu anımsayabilmek için istiyorum çocuk sahibi olmayı. Babamın neler yaptığını, bir çocukla neler konuştuğunu, paylaştığını yeniden görmek için. Bütün hamilelik boyunca günlük tutmayı kararlaştırmıştım, hatta öncesini de yazayım demiştim çünkü anımsadığım kadarıyla bunu yapan kimse olmamıştı. İlk sayfaları yazdıktan sonra beş buçuk aylık hamile Ayça Şen ile yapılmış bir röportaja rastladım, hamilelik dönemini sonradan yazacak mısın diye soruyorlardı. Ayça hayır ama birinin bu dönemleri yazmış olmasına ihtiyaç duydum, kim neyi nasıl yaşamış, benim hissettiklerimi hissetmiş mi bilmek istedim diyordu. Hah, dedim okuyunca, galiba doğru yoldayım. Doğru yolun belki de yanlış bir sapağındayım. Çünkü kimin bunları okumak isteyeceğini henüz bilmiyorum. Başka insanlar gibi aslında hiçbir şeyi tam olarak bilmiyorum, şimdilerde bu kadar kararsızsam hamileyken nasıl olacağımı ise hiç kestiremiyorum. Tuhaf bir şekilde neye yarayacağını bilmediğim hesaplamalarım var. İki regl dönemi kaldı gibi. Bu bilgiye niye böyle tutunduğumu bilmiyorum, belki de işin ciddiyetini anlamaya, silkinip kendime gelmeye çalışıyorumdur. Her zaman konuşulan yeni düzenlemeler var, erkeklere de doğum izni verilmesi örneğin. Çok yerinde bir karar. Ben çocuğum doğduğunda yalnız başıma olmak istemiyorum, kocam aklı yeni doğmuş bebeğindeyken işe gitmek istemiyor. Çünkü bebekler asla bebek kalmıyor, hemen yürüyor, hemen konuşuyor, sonra koşmaya başlıyorlar. Kim bütün bunları bile bile kaçırmak ister ki? Bizim hayalimiz bu gri kentten uzaklaşmak. Güneyde, ülkenin o başka ucunda portakal kokuları arasında hamaklara yatıp kitaplar okuyacağız. Pembe yanaklı, köyün okuluna giden mutlu bir çocuk istiyoruz. Okuldan gelince olduğu yere çöküp ders çalışmayı sürdüren bir çocuk yerine çantasını atıp dünyayı avucuna almaya çalışan, denize giren, güneşle ısınan, kendi bahçesinden domatesler koparıp yiyen bir çocuk. Mutluluk nedir ki? Bütün bu okulları bitirişimiz, bir iş bulup kendimizi sonu gelmeyecek gibi görünen bir karmaşanın içine atışımız sırf bu yüzden değil mi? Sonunda elde etmeyi planladığımız şey hep bu değil miydi? Para biriktirmek, genç yaşta emekli olmak, denizin kıyısına, doğanın davetkar kucağına kendimizi atmak ve yaşama yeniden başlamak... Bütün bunları istiyoruz ama gerçekleştirmemiz hangi zamanı bulacak bilmiyorum. Bana kalsa bütün eşyalarımı toplar ve yola çıkarım. Hayatımızın geri kalanında, tüm zamanımı yazarak geçireceğimi söyleyen bir eşim var. O da insanın ömrüne ömür kattığı söylenen bahçe işleriyle ilgilenecek, balık tutacak. Bütün bunları yapmak için hazırda bir paramız bulunması gerektiğini biliyoruz ki, henüz bu sorunla ilgili bir ilerleme kaydedebilmiş değiliz. Gözlerinizi kapadığınızda görmek isteyeceğiniz türden bir düş bu: sağlıklı, mutlu çocuklar bahçede koşturuyorlar. Verandada elinizde buzlu içeceğiniz kısık sesli bir müziğe eşlik ediyorsunuz. Kocanız çocuklarla yerlerde yuvarlanıyor, güneş hiç olmadığı kadar güzel batıyor. Tüketim çılgınlığına son, gereksinim duyulmayan hiçbir şey satın almıyorsunuz, o yazın modası terlikler artık çok uzak bir dünyaya ait bir görüntü. Herkesten aynı performansı bekleyemezsiniz tabi. Böylesi bir hayattan bahsedildiğinde irkilen ve ben asla büyük kentlerden, karmaşadan kopamam diyen insanlarda var. Eh, onların bileceği iş. Eskiden her şeyi bırakıp tümüyle yazı yazmaya başlayacağım yaşı otuz beş olarak belirlemiştim. Otuz beşte her şey düzene girmiş olacaktı, her gün erken kalkmak zorunda kalmayacak, gecenin içinde yalnız, sessiz kalabilecektim. Şimdi otuz beş çok yakın görünüyor gözüme. Peki yıllar sonra, her şey için geç mi olacak? 11 Nisan 2001 Kadınlarda en çok görülen kanser türleri göğüs ve rahim kanserleriymiş, kadınlar mutlaka ve mutlaka smear testi yaptırmalı, mamografi çektirmeliymiş. Smear testi hiç ihmal etmediğim bir şey ama mamografiyi henüz bir kez bile yaptırmamış olmam kafamı kurcalamaya başladı. Arkadaşlarımdan biri, benimkiler küçük olduğundan, dokundum mu ne var ne yok kendim test edebiliyorum diyor. Reyhan da hamile olmadan önce bir check-up yaptırsan diyor, anlaşılan bugünkü konumuz sağlık. Reyhan yedi yıl önce çocuğu doğar doğmaz taktırdığı spiralini hala çıkarttırmadığı için ona kızıp duruyoruz, her günün vazgeçilmez konularından biri bu Reyhanın spirali... Diyor ki param yok. Biz o zaman daha çok kızıyoruz, yanlış anımsamıyorsam hafta sonu Assosa kaçan sen değildin galiba diyor içimizden biri... Korktuğunu söylüyor, her şey için ya çok geçse? Ya rahim ağzında bir sorun varsa, ya şöyleyse ya böyleyse... Bugün dayanamayıp onun adına Aile Planlamayı aradık. Ülkemizde iyi şeylerin de olduğunun kanıtı Aile Planlama: sembolik bir ücret karşılığında spirali çıkartıp yenisini takıyorlarmış. Reyhan adına randevu aldık, iki gün sonra gidecek. Bu girişimle birlikte gelecek haftadan itibaren başka bir konu konuşuyor olacağız... Nasıl çıkardılar, nasıl taktılar, acıdı mı, ne dediler, sana kızdılar mı, ne kadar kalacakmış yeni spiral falan filan. Yirmi yıllık arkadaşım İdil geçtiğimiz hafta bugün Borayı doğurdu. Onu aradığımda öğleden sonraydı. Narkozun etkisiyle tane tane konuşuyordu. Zaman bizi ayrı yerlere sürüklediğinden aramızda saçma bir diyalog gelişti. Nasılsın, iyiyim. Boranın sağlığı nasıl, çok iyi. Hakan nasıl, heyecanlı. İdilin gözleri masmavi olduğundan biraz daha kişisel bir soru, gözleri ne renk? Bilmem, daha açmadı. Umarım seninkiler gibi olur. Bilmem doğduklarında hepsinin gözleri renkli oluyor biliyorsun, sonradan ne olacağını kimse bilemez. Haklısın, ne derler, sağlıklı, mutlu bir hayatı olsun Boranın. Teşekkür ederim. Ne zaman eve gideceksin, cumartesi. İyi, ben seni pazar günü evden ararım. Tamam. Hoşça kal. Hoşça kal. Bunları konuşurken pazarın içinde kocamla yürüyor, arpacık soğanlara, seri domateslere bakıyoruz, ben elimle işaret ediyorum, kocam bu mu şu mu diye gösteriyor. Sonradan düşünüldüğünde acıklı bir hal. Ne de olsa İdile rüyalarımızı paylaşmıştık. Büyüyecek, hep birbirimize yakın kalacaktık. Aynı sıralarda otururken nice platonik aşklar yaşamış, nice ağlamaklı ya da neşeli anlar geçirmiştik. Aynı sınıfta, aynı sıralarda oturur yine de birbirimize yazılar yazardık, İdil bütün mektuplarının sonunu ben yine destan yazdım galiba diye bitirirdi. Sonra aynı şehrin ayrı üniversitelerini kazandık. Birlikte dört koca yıl aynı evi paylaştık. Onca yıl her şeyi paylaşırken şimdi insan hayatının en önemli anlarından birinde arpacık soğanlarını işaret ederek kısa tümcelerle bu anı geçiştirmek, sözcükleri seçememek, ne diyeceğini bilememek biraz tuhaf. Ah, bir de Aydanın oğlu Atanın mevlidi. Oraya geçen hafta işten çıkar çıkmaz gittim. Elli altmış kişi vardı içeride. Ayda benim en eski arkadaşlarımdan bir tanesi. Orada başını örtmek üzere örtüsü olmayan ve evden kendi terliklerini getirmemiş ve ortalıkta çoraplarıyla dolaşan tek kişi bendim. Ayda yatak odasında beyaz saten gecelikler içinde bir kraliçe gibi yatıyordu. Ata uyukluyor, Ayda kıpkırmızı ojeler sürdüğü tırnaklarıyla bir piyesin en heyecanlı bölümünü oynayan bir oyuncu gibi gelenlere gülümsüyor, herkese laf yetiştirmeye çalışıyordu. Yatağın kenarındaki sandalyelerden birine iliştim. Dua sesleri içerden yükseldiğinde yatak odasındakilerle birlikte avuçlarımı açtım, onları izleyerek sabırla oturdum. Aydanın tam ayak ucunda saten, şeker biçiminde bir yastık vardı. Yaşlı bir teyze yaklaşarak onu tebrik etti, demek kırk gün olmuştu Ata doğalı... Ayda yeni adetten söz etti. Artık kırk gün beklemek gerekmiyordu mevlit yapmak için, yirmi gece ve yirmi günü gören bir bebek için en uygun cuma gününün seçilmesi yeterliydi. Tesadüf o ki, o gün yağmurda yağıyordu, bu da iyiye işaretti. Yaşlı kadın ve ben böylelikle Atanın nasıl olup da göz açıp kapayıncaya kadar kırk günlük olduğuna şaşırmayı bıraktık. Mevlide giderken iştekiler örtün var mı, ne aldın, gidince tavuklu pilav olur, burada bir şey yeme öğlen, yemek iyi değil demişlerdi. Bütün bu bilgileri merakla dinlediysem de hiçbir anlam verememiştim. Tavuklu pilav olacağını nereden biliyorlardı, daha önce bir iki kere katıldığım mevlitlerde örtü ev sahibi tarafından verilmişti ve evet bir armağan almıştım. Üzerinde bir bebek resmi olan manyetik bir fotoğraf albümü. Aydaya uygun bir zamanda armağanı uzattım. Altınlara yüz vermemişti ama heyecanla kırmızı kaplı pakete sarıldı, ne aldın? Açınca da çok sevindi, bu hep lazım olan bir şey dedi. İçimden eh dedim, en azından bir şeyi doğru yapmayı başarmıştım. Etli bir pilav geldi, bütün kadınlar koşturup duruyor, mutfaktan evin içine karınca gibi dağılan diğerlerine tabak yetiştirmeye çalışıyorlardı. Siz aldınız mı, siz görümcesi misiniz, ayran vereyim mi, bittiyse mutfağa götüreyim, size zahmet olmasın, sigara içebileceğimiz bir yer var mı, telefonunuz çalıyor galiba, Ata sizce kime benziyor, resim kursuna mı gidiyorsunuz, neredekine, jimnastik mi, aylık ücreti ne kadar, hayır ben tenis oynuyorum yıllardır, formumu böyle koruyorum, jimnastik salonuna gitmeyi hiç düşünmüyorum. Sonra şerbetler, sonra tatlılar. Birden evin içi havasızlaştığındaysa gitme vakti. Yeni moda, çocuğun cinsiyetine göre seçilmiş olan çikolatalar tepsiyle o anda evde bulunan en küçük çocuk tarafından ikram ediliyor. Mavi bir jelatinin üstünde küçük bir erkek çocuk figürü. Ayda yattığı yerden öpücük yolluyor, eve ulaşmam bir dakikayı alacak... 13 Nisan 2001 Reyhan spiralini çıkarttırmak ve yenisini taktırmak için sabah erken saatlerde Aile Planlamanın yolunu tutmuş. Bana hiç benzemeyen kadınlarla doluydu içerisi diyor. Doğum yapacaklar, muayene olacaklar, falan filan... Yaklaşık bir saat sonra onu içeri almışlar, Hanım, üstündekileri çıkar ve şunu giy demişler. Reyhan, Birincisi, bana hanım demeyi bırakın, ikincisi yüzlerce kişinin giydiği o şeyi giymem demiş. Biz burada herkese hanım diye hitap ederiz... Olsun, bana ya Reyhan deyin ya da hanımefendi. Hanım hanım, derhal o üstündekileri çıkar ve şunu giy... Reyhanın sinirleri bozulmuş, kusmak üzereymiş, şekerli bir su içirmişler. Rahimi dışarı çekerek, acılı bir yolla içinden spirali çıkarmışlar önce. Sonra rahim dışarıda dururken arkalarını dönüp kendi aralarında sohbete başlamışlar. Reyhan acıyla kıvranırken tepesi attığından, Derhal aranızdaki sohbeti kesin ve yeni spirali takın diye hemşirelere bağırmaya başlamış. Hemşireler ona biraz beklemesini söyleyip tekrar arkalarını dönünce, bizimki sesini biraz daha yükseltmiş, Eğer şu anda dönüp o spirali takmazsanız, hepinizi doktorlara şikayet edeceğim... Şimdi ağrılı sızılı dinleniyor, uyukluyor. Neyse diyor, en azından rahmim bu dünyayı gördü. Dışarı çıkmış bir rahmi düşünmek bile istemiyorum. 17 Nisan 2001 O kadar çok uykum var ki şimdi küçük bir bebeğim olsa ve ona bakmak zorunda olsam neler olurdu hayal bile edemiyorum. Parmaklarımı bile kıpırdatacak durumda değilim. İşteyim, eve gitmek için henüz çok erken ve eğer gidecek bile olsam arabanın kontağını çevirmeye bile gücüm yok. Sanırım hasta oluyorum ya da hastayım. Gözlerimi kapamak ve saatlerce yataktan çıkmadan uykulara dalmak, uyanmak ve tekrar uyumak istiyorum. Çalar saatsiz bir dünyaya gereksinimim var. Bu sabah Güneri Civaoğlunu dinliyordum radyoda. Hafta sonu Paristeymiş ve televizyon izlemiş. Tanrım, televizyon izlemek için Parise, hem de sırf hafta sonu için giden adamlar var... Neyse. Bir programa denk gelmiş, yaşlıca bir kadın hayatı boyunca yaşadığı tüm seks deneyimlerini bir bir, isimler de kullanarak anlattığı kitabıyla Fransada gündemdeymiş. Çocuklarınız ne diyecek sorusuna, nasıl olsa onlar da ileride buna benzer deneyimler yaşayacaklar demiş. Ya kocanız diye sorulduğundaysa o kendini kitaptan ayrı bir yerde tutuyor, bana saygı duyuyor demiş. Biran düşündüm. Ben ne yapıyorum, buna benzer bir şey mi, çok özel şeyler mi anlatıyorum, yalnızca bende saklı kalması mı gerekiyor yazdıklarımın? Etik nedir, nerede başlar, nerede biter... Güneri Civaoğlu bu küçük hikayeyi nasıl bitirdi anımsamıyorum. Ben zaten yorum yapmak üzere konuşanların anlattıklarını nasıl toparladıklarını hiçbir zaman anımsamıyorum. 25 Nisan 2001 Dervişin fikri neyse zikri de odur ya, bebeklerle dolu rüyalarımın start alması bundan olmalı. Uykumda kenti tepeden gören bir kafeteryadaydım, dolambaçlı, dar yollardan arabayla geçerek oraya ulaşıyor, neden daha önce oraya hiç gitmediğime de hayıflanıyorum. Mavi halıfleks döşeli sıradan bir okul kafeteryası ama manzara harika Bir odada genç hemşireler çocuk bakımını öğretiyorlar. Merak edip giriyorum. Hemen bir çocuk doğuruyorum öğrenebilmek için. Kopkoyu tenli, lacivert gözlü, ufacık bir kız bebek Kucağıma alıyorum, onu çirkin buluyorum ama hemşirelerin her dediğini uyguluyorum, şöyle tut, şöyle meme ver falan...Tam öğrenemediğime kanaat getirip yeni bir tane daha doğuruyorum, bir öncekine çok benzer bir çocuk. Aynı şeyleri tekrar yapıyorum. Hemşireler ip atlıyorlar boşluklarda. Kendi kendime annem, babam, kocam bundan hiç hoşlanmayacaklar, çok tuhaf bir yer burası diyorum. Sonra herhalde cesaretimi toplamış ve her şeyi öğrendiğime inanmış olacağım ki son ve gerçek çocuğumu doğuruyorum. Yine küçük ve koyu tenli bir çocuk, bir kız çocuğu, diğer doğurduklarımdan daha güzel, sanki deneye deneye en güzelini bulmuş gibiyim. İçimde bir rahatlama, doğurmuş olmanın keyfiyle oradan ayrılıyorum. Ağabeyim çocuğun adını ne koyduğumu soruyor, Banu Bora diyorum, kızıyor. Öyle bir isim koymuşsun ki tam geleceğin ciks çocuklarından biri, karaktersizin teki olacak diyor, üzülüyorum. 27 Nisan 2001 Yazın yaklaşması komik diyaloglara neden oluyor, hep birlikte son beş altı yılı birlikte geçirdiğim iş arkadaşlarımdan biri Yaza hazır mısınız? diye başlayan reklamı her duyduğunda Hayır diye bağırıyor, şişmanım ve mayom yok.... Bir diğeri hep birlikte havuza gitme fikri ortaya atıldığında aynı tepkiyi veriyor, gidemeyiz, çünkü hepimiz çok şişmanız Bu diyaloglar bu işyerinde bundan birkaç yıl önce yapılmıyordu, hepimiz gerçekten de daha zayıftık. Şimdilerde otuzlu yıllarımızın başında, eskisine oranla daha kilolu bedenlerin içindeyiz. Gazetede okuduğuma göre Türkiye dünyanın en şişman altıncı ülkesiymiş. 29 Nisan 2001 Hafta sonu Aydaya gittim, televizyonun karşısındaydı, maymunlu bir diziye anlamsızca baktık birlikte. Artık evin içinde sigara içilmiyor dedi. Güzel bir cappucino eşliğinde balkonda birer sigara içip Atanın yanına döndük. Ata görmeyeli büyümüş, kaşlarını çatıyor sürekli, bir de küçük eldivenlerin kapattığı ellerini karate yaparmış gibi sağa sola savuruyor, işte iki aylık bir çocuğun halleri. Ayda bir sessizlik anında kitap gibi çocuk dedi Ata için, niye diye sordum. 52 santim ve 3 kilo 150 gram doğmuş, bu da tam standartlarda bir durummuş. Eskiden olsa hiçbir anneye sormayacağım sorular sordum Aydaya, kaç kilo aldı, geceleri çok mu uyanıyor, çok ağlıyor mu, sen kendini nasıl hissediyorsun, hiç dışarı çıkıyor musun, işe ne zaman gideceksin... Günde otuz gram alması gerekiyormuş bebeklerin, altı saatlik kesintisiz bir uykuya gereksinimi varmış Aydanın, eski uzun uykular artık bir hayalmiş, ama yine de pişman değilmiş, yalnızca altı saatlik bir uyku uyuyabilmek istiyormuş, dışarı haftanın üç günü yalnızca birer saatliğine, cimnastik yapmak ve eski formuna dönmek için çıkıyormuş, bir de Atayı doktora götürmek için. İşe uzun bir süre gitmeyi düşünmüyormuş. Hep evde olmak insanı tuhaf yapıyor, kendine yabancılaşıyorsun diyor Ayda, sürekli televizyon izliyor ve meme veriyorum. Göğüsler de artık eski anlamını yitirdi. Eskiden olsa herkesin ortasında böyle bir eylem yapman mümkün değilken şimdi orada burada şak diye bir göğsünü açı veriyorsun, göğüslerin artık başka bir fonksiyonu var... Sonra birlikte Atanın nüfus cüzdanına baktık, yepyeni, gıcır gıcır, hiç kullanılmamış. Ayda böyle betimlenmesi tuhaf diyor, hastaneden verilen kağıtta .... tarihinde canlı olarak doğan....... yazıyormuş. Canlı ve ölü bebekler.. 30 Nisan 2001 Bugün dokunmamam tembihlenmiş bir eşyayı yitirmiş ve günün kalan kısmında bu pişmanlıkla, canı oyun oynamak bile istemeyecek bir çocuk gibiyim, işe giriş kartım kayıp. Nerede, nasıl bir bilsem, geriye dönebilsem, onu anahtarlığımdan çıkarır cüzdanımın en harikulade köşesine yerleştirirdim. Ağladım, ağlayacağım, güneşli bir güne yakışmayacak kadar abartılı bir hüzünlü ruh halindeyim. Şimdi tıpkı bir çocuk gibi kime gidip İstemeden oldu, istemeden oldu, istemeden oldu diyebilirim? 1 Mayıs 2001 Gazetelerde bebeklerle ilgili küçük haberler. Okuyorum ama henüz bir anne ya da anne adayı olmadığımdan ne okuduklarımı iyi anlayabiliyorum ne de aklımda tutabiliyorum. Bugün baktım ki kendi kendime bu soruna bir çare üretmişim. Farkında olmadan küçük bir kupürü kesip masama koymuşum... Şöyle ki bebekler artık neredeyse emeklemeden yürüme dönemine geçiyorlarmış. Yüz üstü yatan bebekler çevrelerini görmek amacıyla ellerini ve kollarını hareket ettirmeleri yüzünden daha sonra emekliyorlarmış. Sırt üstü yatan bebekler ise çevrelerini rahatlıkla gördüklerinden emekleme zahmetine girmiyor ve yürüme dönemi olan 11 ve 12. aylar geldiğinde direkt yürümeye başlıyorlarmış, bu yüzden de bebeklerimizi mümkün olduğunca sırt üstü yatırmamız gerekiyormuş.... Dün de birfilmde izledim bebekler yukarıdan aşağıya doğru usul usul sallanmayı severlermiş, yana doğru sallayarak uyutmak onları sadece sinirlendirirmiş. 2 Mayıs 2001 Ünlü hamile kadınların hepsinde bir Demi Moore pozu: hamileyim, kocaman bir göbeğim var ama hala güzelim ve kendimi böyle de seviyorum hali. Bugün Merve İldenizin de böyle bir fotoğrafı var gazetede. Pek narin bir yapısı olduğundan ve hamile kalışının üstünden yalnızca üç buçuk ay geçtiğinden biraz fazla yemiş de karnı şişmiş gibi duran İldenizin kendisi de eminim bu fotoğrafları saçma bulmuştur. Ama nasıl güzel ve dobra dobra anlatmış hamile kalış öyküsünü Bodrumda bir arsa satın almıştık, onu kutluyorduk. Kutlamayı biraz fazla kaçırmışız... Herkesin bir öyküsü olmalı. 3 Mayıs 2001 Dün babamla konuşuyorduk, Hadi dedim, check-up yaptıralım. O yıllardır hiç aksatmadan kontrolden geçer, Tabi dedi, ama nereden çıktı birden bire sende bu fikir?.. Haziranın on beşinde doktor kontrolümün olduğunu ve onun ertesinde de hamile kalmayı planladığımı söyledim. Eh, geç bile kaldın dedi, şaşırdım, babama göre haziranın on beşine kadar çok zaman var, bazen düşünüyorum o mu yedi aylık doğmuş ben mi? Zamanın böylesine akıp geçmesi, sürekli balon ya da çikolata almasını istediğiniz babanıza günün birinde gidip hamile kalmak istediğinizi söylemeniz tuhaf. İnternette aradım taradım, hamile kadınlar pek günlük tutmamışlar bir kadının her aya bir paragraf ayırdığı bir günlükle, bebeği doğduktan sonra bir süreliğine yazmış olan iki kadına rastladım. Bunun yanında eğer hamile ve günlük sözcüklerini birlikte ararsanız suni yoldan döllenen ineklerle ilgili birçok metin bulabiliyorsunuz. Yine de, her ne olursa olsun internet harika bir bilgi kaynağı olmayı sürdürüyor. Bir sürü hamilelik ve bebek sitesine rastladım, son adet tarihinizin ilk gününe bakarak size bebeğinizin ne zaman doğacağını hesaplayabiliyorlar. Benim tahmini hamile kalışıma göre bebeğimizin doğum tarihi 26 mart 2001den sonraki herhangi bir gün olabilir. İşte günün küçük haberi meme emerken aşı yapılan bebeklerin acıyı hissetmedikleri belirlenmiş Baltimoredaki Maryland Hastanesi anne ve bebek sağlığı uzmanları meme emerken enjeksiyonla ilaç verilen bebekleri incelemiş. Bebekler bu durumda annelerine daha fazla sarılıyorlarmış ancak acı çektiklerini gösteren hiçbir işaret veya tepki vermiyorlarmış. Bu durumda bebeğimi aşıya götürdüğümde canı nasıl da acıyor kim bilir diye endişelenmeyeceğim, bir saniye bekler misiniz diyerek, bu yararlı bilginin kanatları altına sığınacağım... 7 Mayıs 2001 Hafta sonumu internet başında, hamile günlükleri arayarak geçirdim. Türkçe böyle bir kitap yok, İngilizce ise topu topu on beş kitap. Genellikle genç yaşta hamile kalmış kadınların günlükleri yayınlanmış -ki bu gençleri bilinçlendirmek için özel bir tercih-. Erken yaşta hamilelik bazı ülkelerde, bildiğim kadarıyla da en çok İngilterede rastlanan bir olgu. İngiltere uzun süredir bu soruna bir çare arıyor, yol gösterici olması açısından da on dört on beş yaşlarındaki hamile kızlarının günlüklerini yayınlanmışlar. Bir kaç tane kişisel web sitesi de var, Emmanın Günlüğü, Alicein dokuz ayı... Çoğunluğu haftalık değerlendirmelerin ardından, bebeğin ilk fotoğraflarıyla son buluyor. Türkçe internet sitelerinde ise bırakın hamile kadınların günlüğünü, normal günlüklere bile az rastlanıyor. Cahide isimli bir kadının çocuğu doğduktan sonra bebişle bugün halasına gittik tarzındaki ve de bir tüp bebek olan Canerin isimli, ailesinin Türk internet sitelerinde hiç rastlamadık ları için bir ihtiyaç olarak kaleme aldıkları, çeşitli ödüller kazanan siteleri dışında pek bir şey yok. Benim en çok ilgimi çeken Martha Brockenbrough isimli İngiliz bir kadının her hafta yazdığı hamilelik günlüğü oldu. editörü olan Martha otuz yaşında ve gazeteci. Hem mesleklerimizin, hem de yaşımızın aynılığının yanında, sevinçleri, endişeleri de hayli benim hissettiklerime benzer, her hafta günlüğünü okuyucularla paylaşan Martha bebeğine isim bulma krizi yaşıyor, annesine kendi doğumunu defalarca anlattırıyor, bebeği doğduğunda işini nasıl yürüteceğini düşünüyor, sabah kusmalarından, alınan kilolardan, giyemediği giysilerden esprili bir dille söz ediyor. Bütün hamilelik kitaplarında babalara ayrılan kısımların bir bölümden ibaret olmasını eleştiren kocası Adamın da bir yazısı var ki, duyarlı baba adaylarının nasıl olduğu konusunda iyi bir fikir vermesi açısından mutlaka okunmayı hak ediyor. Ben de henüz eşimden kayda değer bir şekilde söz edebilmiş değilim oysa o hayatımın en önemli parçalarından ve hamile kalmak, çocuğu doğurmak, geceleri kalkıp ona meme vermek gibi bütün zor görevlerin kadınlarda olmasının hiç de adil olmadığını söyleyecek kadar düşünceli. Daha şimdiden elimden gelse seni geceleri hiç uyandırmadan bebeğimizin ihtiyaçlarını karşılarım diyor, uykuyu ne kadar çok sevdiğim malum... Marthanın kocası Adam ile Galipin benzer yanları var. Adam, Martha hamile kaldığında aldıkları tüm bebek bakımı kitaplarında babalara şu türde öğütler verildiğini görmüş eşiniz hamileyken ona yardımcı olun, örneğin bir kez olsun evi siz süpürebilirsiniz Maça gitmek yerine bir süreliğine eşinizle zaman geçirin, onun ihtiyaçlarını dinleyin ve karşılamaya çalışın Adam okuduklarına hayli şaşırmış. Diyor ki, demek ki erkekler eşlerini hiç dinlemiyor ve hep maça gidiyorlar. Ben Martha hamile olmadan önce de bütün bunları yapıyordum, hem de içimden gelerek... Evi de süpürüyordum, ona susadığında soda da getiriyordum. Hamile kalışıyla birlikte belki biraz daha dikkatli davranıyorum o kadar, örneğin gecenin ikisinde soda istediğinde artık hangi markayı istediğini de soruyorum diyor. Galip de Adama benziyor. İçim rahat. O dünyanın en iyi babalarından biri olacak. 9 Mayıs 2001 Annem anlatmıştı, o daha çocukken anneannemin bir komşusu varmış, kendini sürekli hamile sanırmış. Anneannemi ziyarete geldiğinde her defasında ona dar gelen eteklerden birini giyer, Bakın Nurhayat Hanımcığım, nasıl da kilo alıyorum, hamilelik işte... dermiş. Bu teyze bu duyguyla yaşayıp giderken hep canının çok çektiği yemeklerden ve de midesini bulandıran ve onu kusturan şeylerden söz edermiş. Sürekli doğuma şu kadar kaldı, bu kadar zaman var daha dermiş. Sonra, günün birinde yine çıkagelir, çok üzgün olduğunu çünkü bebeğini düşürdüğünü söylermiş. Hiç çocuğu olmayan bu teyze hep bu oyunu oynarmış, hamileyim yaşasın, çocuğum düştü üzgünüm... Dün ben de kendimi gün boyu hamile gibi hissettim. Diş hekimine gitmek için işten erken çıkmıştım, sonra kendime ayıracak bolca zamanım oldu. Elektronik postalarımı kontrol edeyim derken yine saatler boyu internete ve hamilelikle ilgili sitelere takıldım. dünyadaki 300 bin ismi sitelerinde barındırdıklarını söylüyorlar hemen Elvine baktım, ilginçtir ki dünyanın 300 bin ismi arasında güzelim Elvin yok. Sonra isimli sitede Elvini buldum. Bu siteyi bebeklerine isim arayanlara kesinlikle öneriyorum. Şöyle bir taktik uygulanabiliyor, bebeğinizin isminin hangi harfle başlamasını, kaç sesli harfi içermesini istediğinizi, eğer istiyorsanız dini tercihinizi ve de soyadınızı giriyorsunuz. Benim dini tercihsiz, iki sesli harfli, e harfi ile başlayan ve soyadımıza uygun olarak seçenekleri işaretlediğim formuma 134 uygun isim seçeneği sunuldu. Edenden Edithe, Elvarhden Edaya 134 isim. Ne yazık ki içlerinde Elvin yoktu. Ama bu sitenin güzel bir yanı isimlerin anlamlarını da öğrenebilmeniz. Nihayet Elvinimizin ne demek olduğunu ve orijinini öğrendim. Anglo-Sakson kökenli bu isim bilge arkadaş anlamına geliyormuş, ne hoş İnternette oyalanmam isimlere bakmakla kalmadı, Marthanın diğer günlüklerini de okudum. Lucyyi doğuran Martha artık bebekli günlerden söz ediyor. Buket Uzunerin bana söylediği şeyi Martha da yazmış bebek doğduktan sonra yazmaya pek fırsat bulunamıyor. Eski bir maraton koşucusu olan Martha Şimdi ben de anneyim ve annemin hangi konularda yalan söylediğini artık biliyorum diyor, doğurmak bir maraton koşmaktan çok daha kolay falan değilmiş... Marthanın günlükleri, derken kendimi smear testi yaptırmanın faydalarını ya da hamilelikte folik asit alımının önemini okurken buldum. Saatlerdir internet basındaydım ve öyle çok hamilelikle ilgili yazı okumuştum ki, kendimi

Description:
CepSitesi.Net. Yazar Hakkında. Ece Arar Emener 1971 yılında Bursada .. Elli altmış kişi vardı içeride. Ayda benim en eski arkadaşlarımdan bir tanesi
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.