ebook img

dünkü ve bugünkü alevilik PDF

22 Pages·2010·0.6 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview dünkü ve bugünkü alevilik

DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK Hüseyin DEDEKARGINOĞLU1 ÖZET Alevilik sözlük anlamı olarak da ifade edildiği gibi Ali’nin yanında olmak ya da onun yolun- da yürümek demektir. Yaklaşık bin dört yüz yıldır bu şekilde algılanan Aleviliğin tarihinde belli zamanlarda kırılma noktaları olmuştur. Anadolu’daki Aleviliğin son kırılma noktası ola- rak kabul ettiğimiz 1826’da Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla başlayan süreçte bile Alevilik anlayışı bakımından büyük farklılaşmalara pek rastlanmadı. Alevi toplumu ocak sistemini, dedelik kurumunu, musahiplik, görgü ve düşkünlük anlayışını hep canlı tuttu. Dedelerin ise toplum içindeki misyonları devam etti. İbadet anlayışlarını ve cemlerini gizli saklı yollardan da olsa devam ettirdiler. 1960–1980 yılları arasında Alevi toplumuna mensup genç kuşağın bir kısmı inanç ve ideolojiyi birbirine karıştırdı, yüzyıllardır süregelen inanç değerlerinden uzaklaşmaya başladılar. 1980’den sonra Dünya konjonktüründeki değişiklikler, Avrupa Birli- ği sürecinde yaşanan olaylar, ülkede iletişim araçları ve medyanın gelişmiş olması kendilerini boşlukta hisseden bu genç Alevileri inançları hakkında kendi özüne dönmeye yöneltti. Bu yazımızda Aleviliğin son elli yıla kadar nasıl uygulandığı, günümüzdeki uygulamalarda yapı- lan doğrular, yanlışlar ve eksikliklerin altını çizmeye çalıştım. Anahtar Kelimeler: Alevilik, Cem, Dede Ocağı, Dedelik Kurumu, Musahip, Görgü IN THE PAST AND TODAY ELWİSM ABSTRACT Alevism means to take Ali’s side and to follow in his tracks, as the denotation of Alevism indi- cates. There have periodically been breaking points in the history of Alevism, which has been perceived in this way during 1400 years. Even in the period of the abolition of Janissary Guild in 1826, which is accepted as the last breaking point of Alevism in Anatolia, there were no big differentation in understanding of Alevism. The society of Alevism always kept association system, the dedelik institution, muhahipship (companionship), good manners and devotion alive. The missions of the dedes in a society continued. They kept their understanding of worship and cems even in a secret way. The some youth generation of Alevi society betwe- en 1960-1980 mixed the faith and ideology, and started to alienate themselves from their 1 Dede Kargın Ocağı Dedesi - Yazar TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 327 Hüseyin DEDEKARGINOĞLU longstanding faiths. After 1980, changes in the conjuncture of world, the events happened in the period of EU, the means of communication and the development of communication made these young Alevis who felt empty return to self. In this article, I tried to emphasize how Alevism was applied until the last 50 years and the truth, mistakes and deficiencies in the practices today. Key Words: Alevism, Cem, Dede Association, Dedelik institution, Musahip, Good manners 1-Giriş: Aleviliğin sözlük anlamı kelimenin kendisinden de anlaşılacağı üzere Ali’nin yanında olmak, Ali taraftarı olmak ya da onun yolunda yürümek demektir. Bu sözlük anlamına bağlı olarak genel bir tanımla Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hz. Ali’nin halife olmasını isteyen, onu imam kabul eden, daha sonra ise Şii-Batini inançlara bağlananların tümüne Alevî denil- miştir. Bilindiği gibi Hz. Ali, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in amcasının oğlu, damadı ve İslam’ın dördüncü halifesidir. İslamiyet içinde önemli bir yeri olan kimsedir. Peygamberin 632’deki ölümünden sonra yerine kimin geçeceği sorusu Müslümanları ikiye böler. Başta Peygamberin soyu Haşimoğulları olmak üzere bir grup, Peygamberin soyundan geldiği, onun damadı olduğu için Ali’nin halife olması gerektiğini öne sürerler. Diğer bir grup ise Ebubekir’in halife olmasını istemektedir. Ömer de Ebubekir’i desteklemektedir. Ali’yi destekleyenler Peygamberin son hac dönüşünde Gadir-i Hum’da bir süre dinlenerek binlerce kişinin önünde “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Ona dost olana dost, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu horlayanı horla, nerede olursa olsun gerçeği onunla beraber kıl ve benden sonra sizin imamınız Ali’dir.” der. Peygamber öldüğünde Ali ve yakınları cenaze töreni ile uğraşırken, Peygamberin bazı yakın- ları Ebubekir’in halifeliğini ilan ederler. Hayber’in fethinden sonra Hz. Muhammed’in mül- kiyetine geçen Fedek hurmalığının geliri hep yoksullar için harcanmıştır. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra kızı Fatima’ya kalan bu hurmalık Ebubekir’in ”Peygamberlerin mirası olmaz.” gerekçesiyle Fatima’nın elinden alındı. Ali, Ebubekir’in halifeliğini karısı Fatima’nın ölümüne kadar kabul etmedi. Fakat İslam içerisinde karışıklığa yol açmamak için daha sonra Ebubekir’in halifeliğini kabul etti. Hz. Muhammed’in vasiyetine karşı çıkarak Ebubekir’i halife seçtiren Ömer, Osman’ı da kul- lanarak Ebubekir’in ölümü üzerine kendisini halife seçtirdi. Ali, İslamiyet’in selameti için Ebubekir’e biat etmekte kalmadı; halk arasındaki hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmak için Ömer’e yakınlık gösterdi ve yardımcı oldu. İslam imparatorluğu Ömer zamanında kuruldu. Muaviye onun zamanında Şam valisi oldu, onun desteği ile büyüdü ve güçlendi. Ömer’in halifeliği 10 yıl kadar sürdü. 644 yılında camide namaz kılarken hançerlenerek öldürüldü. Ömer, kendisinden sonra halife seçilmek üzere altı kişinin ismini vererek tavsiye etti. Fakat 328 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK bunlardan dördü kendi istekleriyle seçimden çekildiler, geriye kalan Haşimoğullarından Ali ve Ümeyye oğullarından (Emeviler) Osman’dı. İslam tarihinde ayrılıkların en fazla derinleş- tiği dönem Osman dönemidir. Ömer zamanında valilik görevlerine getirilen bazı sahabeyi görevlerinden alarak yerlerine Müslümanların nefretini kazanmış olanları tayin etmesi örnek olarak gösterilebilir. Halifeliği döneminde Emevileri koruyup kollayan Osman, Hz. Muham- med zamanında Taif’e sürgün edilen Mervan ve babasını yanına aldı. Hazineden kendisine lüks saraylar yaptırarak bir safahat ve israf dönemi başlattı. Bu hoşnutsuzlukların sürmesi so- nucunda olaylar büyüdü ve Osman’a karşı olan Mısırlılar, Küfeliler, Basralılar harekete geçe- rek Osman’ı halifelikten indirmek üzere Medine’ye doğru yola çıktılar. Ali, Osman’ın isteği üzerine isyancıları vazgeçirmek için gayret sarf etse de, Ebubekir’in oğlu Mehmet ve arkadaş- ları evin damından içeri girerek Osman’ı öldürdüler. Osman’ın ölümü üzerine halife olan Ali’nin ilk işi, Osman’ın katillerini aramak olur. Ali’nin yapmak istediği işlerden bir tanesi de, Hükümet merkezini Küfe’ye taşımak istiyordu. Hilafe- tin Haşimilere geçmesi Emevileri rahatsız ediyordu. Ali’nin halife olmasına karşı olanların ba- şında olan Hz. Muhammed’in son eşi Ebubekir’in kızı Ayşe, Talha ve Zübeyir ile ortak hareket ediyordu. Şam valisi Muaviye ise Ali’nin halifeliğine karşı çıkıyordu. Cemel harbinde Ayşe ve yandaşlarını yenerek Basra ve Küfe’ye ilerleyen Ali, Muaviye’nin kendisine biat etmesini istedi; fakat Muaviye oyalama taktiği güdünce İslam tarihine Sıffın Savaşı diye geçen savaş başladı. Ali savaşı tam kazanmak üzereyken, Muaviye Kur’an sayfalarını askerlerin mızrakları ucuna taktırdı. Bunu gören askerlerin “Biz Kuran’a kılıç çekmeyiz.” deyip saldırıdan vazgeçmesi üze- rine anlaşmazlığın hakem tarafından çözülmesine çalışıldı. Ali ve Muaviye arasındaki hilafet meselesi, savaştan sonra tarihte “Hakem Olayı” olarak bilinen yöntemle çözülmeye çalışıldı. Muaviye’nin hakemi Amr İbnül As, Ali’nin hakemi Abu Musa El Eşari dir. Muaviye’nin hake- mi, Ali’nin hakemini hile ile aldatarak Muaviye’yi halife tayin ettiğini açıkladı. Hz. Ali’nin halifeliği bir hileye kurban giderken, Ali’nin bu kararı tanıması mümkün değildi. Ama Muaviye’nin Şam dışında halifeliği kabul edilmese de kaybetmekte olduğu bir savaştan yine de kazançlı çıkmıştı. Bu olay İslam tarihinde, günümüze kadar sürecek olan bir kavganın başlangıcı idi. Hakem olayından sonra Muaviye ve Ali taraftarları dışında üçüncü bir grup oluştu, buna da Hariciler dendi. Bu grup İslamiyet’teki ikiliğin ortadan kaldırılması için buna sebep olan üç kişiyi (Ali, Muaviye ve As oğlu Amr) öldürmeye karar verdiler. Hz. Ali’nin 63 yaşında sabah namazı sırasında İbni Mülcem adlı harici tarafından öldürülmesiyle dört halife devri de sona ermiş oldu. Hz. Ali’nin ölümü üzerine Küfe halkı, Hz. Ali’nin büyük oğlu Hasan’ı hilafet makamına seç- tiler; ama Şam’da oturan Muaviye, Hasan’ın halifeliğine karşı çıktı ve üzerine bir ordu gön- dererek Hasan’ın kendisine biat etmesini sağladı. Yapılan antlaşmaya göre Hilafet ölünceye kadar Muaviye’de kalacak, öldükten sonra Hasan’a geçecekti. Camilerde Hz. Ali’ye sövmek- ten vazgeçilecekti. Ama Muaviye sözünde durmadı. İktidarı için büyük bir tehlike olarak gör- düğü Hasan’ı zehirleterek ortadan kaldırdıktan sonra kendisi için Hasan’dan daha tehlikeli gördüğü Hz. Ali’nin oğlu İmam Hüseyin’i de yok etme planları yapıyordu. İmam Hüseyin, TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 329 Hüseyin DEDEKARGINOĞLU Muaviye’ye biat etmemekte kararlıydı. Zaten kardeşi Hasan’ın Muaviye’ye biatına baştan beri karşı çıkıyordu. Muaviye’nin ölümü üzerine yerine oğlu Yezit geçti. Yezit’e biatı kabul etme- yen Hüseyin babasının hilafet adına hançerlendiğini, ağabeyinin hilafet adına zehirlendiğini söyleyerek Küfe’ye doğru yola çıktı. Yolda, Küfe Valisi İbni Ziyad’ın ordusu ve komutanı Hür İbni Riyad karşıladı, kendisinden Yezit’e biat etmesini istedi ve emirin böyle olduğunu bildi- rince, İmam Hüseyin buna “Sen binlerce mazlumun kanını üstüne sıçratmış bir katilin söyle- diklerini emir mi sayıyorsun?” diye cevap verdi. Hüseyin’in karşısında güçlü bir ordu, yanın- da ise kendisiyle yola çıkan 70 kişi kadar çoluk çocuk vardı. Kerbela denen bu çölde aç susuz kalmış bir avuç insanın bu ordu ile baş etmesi mümkün değildi. Ya savaş ya da biat etmesi gerekiyordu. Hüseyin yanındakilere dönerek şöyle dedi: “Ben Yezit’e biat etmem. Ama benim yüzümden size zarar gelmesini istemem. Beni yalnız bırakın, ama Yezit’in benim başımı kopardı- ğını duyarsanız, bilin ki o baş biatsızdır.“ Bu konuşmaya rağmen yanındakiler İmam Hüseyin’i yalnız bırakmadılar. Tarihe “Kerbela Vakası” olarak geçen bu olayda Hz. Muhammed’in soyu, ehlibeyti Yezit tarafından yok edildi. Hüseyin’in başı kesilerek Yezit’e götürüldü. Başta da belirtildiği gibi Ali’ye bağlı olan ya da onun tarafını tutan anlamına gelen Alevi kav- ramı, bu bağlılığın niteliğine göre değişik kimseler ve topluluklar için değişik anlamlarda kul- lanılmıştır. Ali’nin halife olmasını isteyenlere Şia-Şii denilmiştir. Şiilik İslam içerisinde Sünni mezhepler olarak adlandırılan Hanefi, Hambeli, Maliki ve Şafi mezhebi dışında bir mezhep- tir. Sünni, Arapçada Hz. Peygamberin davranış biçimi ve uygulamaları (Sünnet) anlamına gelmektedir. Daha sonra mezheplerin ortaya çıkmasıyla Şiilik İslam içerisinde Hz. Ali, On iki İmam, Ehlibeyt sevgisi ile beslenen bir mezhep olmuştur. Kelime anlamı olarak Şiilik ve Alevilik aynı anlamı ifade etse de; burada Şiilik derken tarihsel gelişimi içinde İran’ın resmi din anlayışını, Alevilik derken de Anadolu’daki Aleviliği ve bunun uzantısı olan Bektaşiliği kastetmek gerekir. İran’da Humeyni rejimi ortaya çıkıncaya kadar Türkiye’deki insanların bü- yük bir bölümü Alevilerin İran yanlısı olduğunu, İran şahına sevgi ve muhabbet duyduklarını zanneder. İslam’ı anlayışta ve yorumlamada farklı düşünüldüğünü söylerlerdi. Ama daha son- ra görüldü ki İran’a sempati duyan Aleviler değil, bir kısım Sünni gruplardı. Alevilerin On İki İmam, Ehlibeyt ve Hz. Ali sevgisi dışında İran ile hiçbir ortak yanı yoktur. Asıl farklılık, Anadolu’daki Aleviliğin tanrı ve ibadet anlayışındadır. Aleviler tasavvuftan dev- raldığı vahdeti vücut anlayışla, tanrıyı evrenin her yerinde gören bir inanca sahiptir. Malaz- girt savaşı sonrası Anadolu kapıları Türklere açılınca, göçebe bir toplum olan Türkmenler eski din ve inançlarını da koruyarak beraber getirmişlerdir. Arap ve İran kültüründen uzak kalmayı sağlamışlardır. Eski töre ve geleneklere bağlı kalmışlardır. Örneğin, Alevi cemlerin- deki “Delil(Çerağ)”ı Sünni İslam içerisinde görmek mümkün değil. İslam’ı kabul ettiklerin- de, İslam’a mal edilen Arap milliyetçiliğini ve İslam şovenizmini temel alan yaklaşımlara yer vermeyerek kendi kültürleri ile uyumlu hale getirmeye çalıştılar. İslam’ın bazı özelliklerini kabul edip bazılarını etmediler. Sonuç olarak, Alevilik bir din değildir; ama İslam içerisindedir. Bir mezhep değildir. Mez- hepler ve tarikatlar üstü bir inanış biçimidir. Bu inanış biçimi sadece dinsel yaşamı değil, 330 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK aynı zamanda toplumsal yaşamı da belirlemekte sosyal hayatı düzenleyen bir inanç sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Alevilik daha çok Anadolu’ya özgüdür. Burada kastettiğimiz, Anadolu’yu bugünkü coğrafi sınırlarımız ve bu sınırların etrafından yaklaşık yüz kilometre daha dışa taşan bir hale şeklindeki alan olarak düşünebiliriz. Çünkü XVI. yüzyılda Vilayet-i Diyarbekir (Diyarbekir Vilayeti) dendiğinde Harput, Ruha (Urfa), Musul ve Rakka bu vila- yet sınırları içindeydi. Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Halep, aynı vilayet (Vilayet-i Halep) sınırları içindeydi. Eskiden Anadolu denince, Fırat’ın batı kesiminde kalan coğrafya anlaşırdı. Fırat’ın doğusuna ise Mezopotamya, bazen de Şam denirdi. Aleviler, tasavvufi düşünceden etkilenmiş ve Bâtıni inançları benimsemişlerdir. Alevi felsefe- sinin güzel bir örneği olan Hünkâr Hacı Bektaş Veli’ye ait şiir şöyledir: Hararet nardadır sacda değildir Dervişlik hırkada taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te Mekke’de Hacda değildir Yunus Emre ise bir şiirinde; Bir kez gönül yıktın ise O kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yummaz değil Diyerek Alevilerin ibadet anlayışındaki farklılığı çok güzel yansıtmaktadır. Alevilerin tasav- vuftan devraldığı vahdeti vücut anlayışıyla, tanrıyı evrenin her yerinde gören bir tanrı ve iba- det anlayışı vardır. 2-Alevilik, Türklere has tek bir inanç ve etnik yapı mıdır? Son çeyrek yüzyılda Aleviliğin yükselen bir değer olarak algılanmasıyla birlikte Aleviliği do- ğal mecrasından çıkarıp farklı farklı yerlere çekmeye çalışan ve erken kalkıp eline kalemi alan kişilerle karşılaşmaktayız. Bunların bir kısmı iyi niyetli, bir kısmı ise planlı ve projeli bir ope- rasyondur, diye düşünüyorum. Şöyle ki; Cumhuriyet ile beraber başlayan hatta daha gerilere gidecek olur isek, İttihat ve Terakki ile başlayan bu süreçte gerek Aleviler gerekse Anadolu’da- ki bütün halklar tek din, tek ırk olarak lanse edilmeye başlandı. Bu teze göre, Anadolu’daki halkların hepsi etnisite olarak Orta Asya’dan kalkıp Anadolu’ya gelmiştir. Oysa biliyoruz ki; Anadolu coğrafyası büyük çoğunluğu Türkmenler olmak üzere Kürtler, Araplar, Farslar, Ar- navutlar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler, vs. olmak üzere birçok etnisiteyi kapsayan farklı kültürlerden oluşmaktadır. Diğer taraftan aynı teze göre inanç bağlamında baktığımız zaman, Anadolu’daki halkların hepsi inanç olarak İslam dinine inanırlar, yani tamamı Müslüman’dır. Mezhep olarak da Sün- TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 331 Hüseyin DEDEKARGINOĞLU ni mezhep grubundan olan Hanefi’dir. Bu mezhebin kurucusu olarak lanse edilen Ebu Hanefi de, 6’ncı imam olan İmam Cafer’in öğrencisidir. (Bugünkü Hanefi anlayışı Ebu Hanefi’nin görüşlerini değil, onun öğrencisi olan Ebu Yusuf’un görüşlerini yansıtır.) Bu yaklaşımı biraz daha ileri giderek ifade edecek olursak; tarikat olarak da Nakşibendî’dir. Günümüzde nüfus cüzdanlarında din hanesine kişinin dininin yazılıp yazılmayacağı ve din hanesinin kaldırılma- sı tartışılırken, 1960’lara kadar nüfus cüzdanlarının mezhebi bölümünde “Hanefi” yazardı. Sen gerçekten ne olursan ol; Alevi misin, Bektaşi misin? Fark etmez ben seni Hanefi ola- rak kabul ediyorum. Sen de edeceksin diyen bir devlet anlayışı hâkimdi. Hâlbuki Anadolu coğrafyası çok inançlı, çok kültürlü farklı grupların bir arada yaşadığı bir bölgeydi. Neyse ki, 1972’de çıkarılan nüfus kanunu ile mezhep hanesi çıkarıldı. Alevilik, Türklerden başka Kürt, Arap, Fars, Arnavut ve Rom (Çingene) gibi çeşitli etnik grupların da içinde bulunduğu bir inanç sistemidir, bir yoldur. Bunun en güzel ifadesi de Alevilikteki “Yetmiş iki millete bir nazarda bakmak” anlayışıdır. Aleviliğin bir yol olduğunu Pir Sultan Abdal bir deyişinde şöyle ifade ediyor: Kadılar müftüler fetva yazarsa İşte kement, işte boynum asarsa İşte hançer, işte kellem keserse Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan Aleviler bu anlayışın bir sonucu olarak hiç kimseyi din, dil, ırk, renk, cinsiyet ve bölge olarak birbirinden ayırtmamıştır. Baskıcı yönetimlerle olan ilişkilerini mesafeli tutmuş, meydana gelen sosyal sorunlarını kendi içinde görgü-sorgu anlayışıyla cemlerde ve dedelerin hakem- liğinde, Hak meydanında çözmüştür. Osmanlı’nın ya da başka bir devletin mahkemesine de, kadısına da mihnet etmemiştir. Alevilik dendiği zaman, bununla ilgili bazı kavram ve terimleri iyi anlayıp irdeledikten sonra bu kavramlar üzerinde yorum yapmak gerekir. Bu kavramları asıl anlamları ve bugünkü anla- şılan biçimleriyle aşağıda incelemeye çalışalım: a. Dede Ocağı b. Dedelik kurumu c. Âşıklık kurumu d. Cem ibadeti ve cemevi e. Musahiplik anlayışı f. Görgü, sorgu ve düşkünlük 332 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK 3-Dede ocağı nedir? Aleviliğin temel kurumu dede ocağıdır. Dede ocaklarının ne zaman kurulduğu konusunda çok farklı görüşler ortaya atılmaktadır. Bunlardan birisi, dede ocaklarının Hacı Bektaş zama- nında ortaya çıktığı; bir diğeri, Hacı Bektaş döneminden önce de var olduğudur. Üçüncü gö- rüş ise, ocaklar Safeviler döneminde Şah İsmail tarafından oluşturulmuştur, denilerek Safevi Hükümdarı Şah İsmail ile Osmanlı Padişahı I.Selim (Yavuz)2 arasında gelişen siyasal çekiş- melere bağlamaktadır. Tarihi olaylar ve belgeler bu dede ocaklarının Safeviler döneminden yaklaşık üç yüz yıl kadar önce de var olduğunu göstermektedir: Hacı Bektaş Velâyetnamesi’ndeki “Hazret-i Hünkâr Velâyet kohusı gösterüp İbrahim Hacı’ya Nazar İtdügidür.”3 başlığı altındaki Dede Garkınlılar ve Şeyh İbrahim evlatları arasında yaşanan geyik derisi taç olayı ve 1240 yı- lındaki Babailer hareketini başlatan Dede Garkın’ın her biri keramet sahibi 400 halifesini top- layarak Dede Garkın sahrasında kırk gün cem yaptıklarını, Elvan Çelebi Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l-Ünsiyye4 adlı eserinde açıkça belirtmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, Dede Ocaklarının XIII. yüzyıldan önce de vardır. “Ocak” kavramını, dedeler ve araştırmacılar arasında net biçimde, ortak bir görüş çerçeve- sinde tanımlamak çok zor gözükmektedir. Dedelerin büyük bir bölümü Seyyid olduklarını belirterek, ataerkil bir yaklaşımla soylarını babadan sürerek Ehlibeyt’e dayandırmaktadır. Dedeler biyolojik olarak ne denli Ehlibeyt’e mensuptur, onu bilemeyiz. Ama aidiyet olarak bütün ocakzade dedelerin Ehlibeyt soyundan geldiği dedeler ve talip toplulukları tarafından kabul edilirler. Alevi topluluklar, dede ocaklarına bağlıdır. Son yıllarda dede ocakları ile ilgili yapılan yorum- larda ise, aşiret ve boyların beyleri ya da çocuklarının, Emevî ve Abbasî zulmünden kaçan Ehlibeyt soyundan olan seyyid ve seyyideler ile evlendikleri görüşü dile getirilmektedir. Bu aşiret ve boy beyleriyle evlenen Ehlibeyt soyundan gelen ailelerin oluşturduğu çevresel inanç merkezine ve ekolüne “Ocak”, bu ocaklara mensup olan kimselere de “Ocakzade” diyoruz. İşte bu ocakzade olan ve cem erkânının uygulanmasını sağlayan kişilere de “Dede” ya da“Pir” denir. Ocakzade olanlar, hangi aşiret ve boya mensup ise bunların talip toplulukları da aynı aşiret ve boydan olur, diye bir şart yoktur. Herhangi bir dede ocağındaki talipler, dedelerin bağlı olduğu boydan olabileceği gibi başka boylardan da olabilir. Örn: Dede Garkın ocağının talip toplulukları başta Kargınlar olmak üzere, Çepni, Bayat, Salur, Demirci, Dedesli, Salman- lı, Geygel ve Afşarlardan oluşmaktadır. Afşarlar ve Çepnilerin bir kısmı aynı zamanda Hacı Bektaş Ocağı’nın talipleridir. Dede ocakları, mürşit ve pir ocakları olmak üzere iki gruba ayrılır:. Bir dede ocağı, ya pir 2 Yavuz sözcük anlamı olarak “kötü, fena” demektir. Fakat kişiye takılan bu lakap onun ünlü olması dolaysıyla, sonraki yüzyıllarda Yavuz sözcüğüne “güçlü, çetin” anlamı yüklemiştir. 3 Hamiye Duran. Velâyetnâme Hacı Bektâş-ı Veli, s.186-193 4 İsmail Erünsal – A. Yaşar Ocak. Menâkıbü’l Kudsiyye Fî Menasıbi’l Ünsiyye, s.12-17 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 333 Hüseyin DEDEKARGINOĞLU ocağı, ya da mürşit ocağıdır. Mürşit, irşat eden, kılavuz, uyarıcı, müritlerine kurtuluş yolu- nu gösterici, dervişleri yöneten ve yönlendiren, sözü yasa niteliği taşıyan kimsedir. Mürşit, hem taliplerin hem de pirin üst makamıdır. Kendi sorumluluğunda olan piri, rehberi ve talipleri dinsel eğitim ve öğretim, yargılama ve karar verme yönünden denetler. Bu nedenle mürşidin dinsel, toplumsal ve ahlaksal yönden geniş bilgiye sahip olması gerekir. Tarikatın geleceğini mürşidin eğitimi belirleyeceği için önemi çok büyüktür. Mürşit kavramı da âşıkların dilinde ve telinde alabildiğince yer almış en önemli kavramlardandır. Her pir ocağı bir mürşit ocağı- na bağlıdır. Her dede ocağının bir talip topluluğu vardır. Mürşit ocağının talibi, bir pir ocağı olabileceği gibi doğrudan mürşit ocağına bağlı talip de olabilir. Bu talip topluluğu kendisini tanımlarken hangi ocağın talibiyse, o şekilde “Falan ocağın talibiyim.” veya “Bizim pirimiz fi- lanca ocağın mensuplarıdır.” gibi ifadelerle tanımlar. Bir ocağın dedesi, talibinin piridir. Ocak mürşit ocağı değil, bir pir ocağıysa, bu ocağın da bağlı olduğu bir piri (dedesi) vardır. Bu durumda o pir ocağının bağlı olduğu ocak, mürşit ocağıdır. Pir ocağı, bağlı olduğu mürşit ocağının talibidir. Yani hem pirdir, hem taliptir; kendi talibinin piridir, kendi pirinin talibidir. Kendi pir ise talibinin mürşididir. Mürşit dahi taliptir. O da yolun talibidir. Çünkü Alevilik- te Yol Cümleden (Her Şeyden) Uludur. Hatır gönül saymak uğruna yol çiğnenmez. Şah Hatayi’nin dediği gibi; Gel gönül incinme bizden Kalsın gönül yol kalmasın Evvel ahir yol kadimdir Kalsın gönül yol kalmasın Başındadır altın tacı Budur erenler miracı Keskindir yolun kılıcı Kalsın gönül yol kalmasın Günümüz araştırmacılarından bazıları, Anadolu’daki dede ocağı sayısını günden güne artır- maktadır. Alan araştırması yapan akademisyenler gittikleri yerlerde: “Siz hangi ocağın men- subusunuz?” diye soruyorlar. Uzmanlar da aldıkları cevabı notlarına ekliyorlar. Çoğunlukla araştırmacılara verilen cevaplar yalan değil, ama eksik oluyor. Bu eksiklik bazen araştırma yapan kişinin altyapısının yetersiz oluşundan, bazen de soruyu cevaplandıran ocak mensu- bunun bilgisizliğinden veya kendilerini belli bir aileye, soya ya da ünlü bir kişiye bağlama gayretinden kaynaklanıyor. Sonuçta, Alevi ocakları sayısal olarak günden güne fazlalaşıyor. İşte bu nedenlerden dolayı dede ocağı sayısı günden güne artmaktadır. Yaklaşık 4–5 yüzyıldır var olan ve bugün de varlığını sürdüren bir ocak olan Pir Sultan ocağını örnek olarak alırsak:; Pir Sultan 16. yüzyılda yaşadığına göre Pir Sultan’ın babası, amcası veya dedesi, Alevi değil miydi? Pir Sultan Abdal musahibi olan Ali Baba ile birlikte hangi ocağın dedesi olan pirinin huzurunda dâra durmuş, önünde diz çöküp ikrar vermişti? Pir Sultan’dan sonra yaşamış olan Kul Himmet adına kurulan Kul Himmet ocağı için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. 334 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK Anadolu’daki ocak sayısı için hep 40 veya 42 telaffuz edilir. Bunlara mürşit ocaklarını da ilave edersek 48–50 arasında bir ocak sayısı çıkar ki, bizce de olması gereken budur. Bu ocakların 5–6 tanesi mürşit ocağı, diğerleri ise bu mürşit ocaklarına bağlı pir ocaklardır. Ocak sayı- sının çoğaltılması yanında, yapılan bir diğer yanlışlık ise, “El ele, el Hakk’a bağlı” anlayışı çerçevesinde bütün ocakların birbirine bağlı olarak gösterilmesidir. Gerek Hacı Bektaş, ge- rekse adıyla anılan Hacı Bektaş tekkesi, tarihimizde önemli roller üstlenmiştir. Bizlerin, yani her Alevinin yüreğinde onlara karşı sevgi ve saygı ile gönül bağı olduğu bir gerçektir. Fakat Anadolu’daki bütün ocakların bağlı olduğu tek merkez değildir. Bütün ocaklar adeta birer tespih şeklinde birleştirilmekte, bu ocakların başına da sanki tespihin imamesi gibi Hacı Bek- taş ocağı oturtulmaktadır. Bu görüş, Alevileri tek merkezden idare edebilmek için, Osman- lının olmasını istediği; ama hiçbir zaman gerçekleştiremediği bir görüştür. 1826 yılında II. Mahmut zamanında Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla birlikte devleti yönetenler tarafından Anadolu’daki Aleviliğin ve ocakların köreltilmesi amacıyla tüm ocakların Hacı Bektaş tekke- sine bağlanması için çaba harcandı. Kısmen de olsa başarılı oldular. Ama bu uygulama talip toplulukları tarafından hiçbir zaman benimsenmedi. Bir ocağın talibi iken bağlı bulunduğu ocağı bırakıp, başka bir ocağa bağlanan, özellikle de Hacı Bektaş Ocağı’na bağlanan talip top- lulukları halk arasında, biraz da küçümser bir ifadeyle “Dönük” diye tanımlanmaktadır. Özelikle 1980’lerden sonra oluşan bazı dernek ve sivil toplum kurumlarının yöneticileri ocak anlayışını reddederek, bunun yerine kendi kurmuş oldukları dernek ve vakıfları yerleştirdi- ler. Bir kısım Aleviler ise ocak anlayışını reddetmemekle birlikte, kendilerinin bağlı olduğu ocak ile bağlarını koparmak, kabul etmedikleri dedelik ve ocak kurumunu pasivize etmek için bir çeşit kendi kurdukları ocağa tekkenin adını vererek, kendilerince yola hizmet ettiklerini zannettiler. İşte bu ve buna benzer yaklaşımlar sonuçta, bazı Aleviler için belki başarı sayıldı. Ama Alevilik adına önemli bir hata idi. Son bir iki yıl içinde gerek yurt dışında, gerekse yurt içindeki bu tip sözcülerin Aleviliğin temel kurumlarından olan ocak kurumunu dışlamanın bir hata olduğunu görmelerini “Hatadan dönmek erdemdir” diye yorumlamak istiyorum. Ale- vileri köklerinden koparıp başkalaştırmak isteyenlerin bunu başarması mümkün değildir. Bir diğer yanlışlık ise tekkelerin, türbelerin ve ziyaret yerlerinin ocak gibi algılanmasıdır. Örnek olarak, Abdal Musa tekkesini verebiliriz. Abdal Musa bir erendir. Anadolu’nun ünlü erenle- rinden ve ermişlerinden olan Abdal Musa, aynı zamanda ünlü bir ozan ve düşünürdür. Aslen Horasan’lıdır. Azerbaycan’ın Hoy kasabasına gelmiş ve bir süre orada yaşamış olduğundan, “Hoylu’’ olarak tanınmıştır. Hacı Bektaş’ın amcası Haydar Ata’nın oğlu, Hasan Gazi’nin oğlu- dur. 14. yüzyılda yaşadığı ve Osmanlıların Bursa’yı fethi yıllarında Orhan Bey’in askerleriyle savaşlara katıldığı ve büyük yararlılıklar gösterdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır. Hacı Bektaş’ın önde gelen dervişlerindendir. Antalya’nın Elmalı ilçesine bağlı Tekke köyündeki dergâhı Alevi ve Bektaşilerce ziyaret edilmektedir. Ama Abdal Musa, bir ocak değildir. Abdal Musa, Hacı Bektaş ocağından bir dededir. Ocak olabilmesi için kendisine bağlı talip topluluklarının ol- ması gerekir. Son 20–25 yıla kadar “Biz Abdal Musa talibiyiz.” diyen kimse yoktu. Yine aynı yanlışlıklar Ahmet Yesevi Ocağı tanımlaması kullanılarak yapılmaktadır. Ahmet Yesevi Ocağı adında bir ocak yoktur. Hatta Ahmet Yesevi; Alevi midir, Sünni midir? Bu bile tartışmalıdır. TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56 335 Hüseyin DEDEKARGINOĞLU Ocak kavramını yukarıda anlattıktan sonra günümüze geldiğimizde, talip topluluklarının büyük çoğunluğunun hangi ocağın mensubu olduğuna dair bir bilgi sahibi olmadığı ya da ocağın adını söylemekle birlikte ocak hakkında detaya giremediğini görmekteyiz. Oysa, bir talip bağlı olduğu ocağı yani pirini ve pirin bağlı olduğu ocağı yani mürşidini bilmelidir. Eğer pir kendisi görülüp sorulmadan cemde posta oturuyorsa, talip pirine de bazı soruları sorar: “Pirim sen görgüden geçmedin; ama bizleri görgüye çağırıyorsun: Önce senin görülmen ge- rek.” diyebilir. İşte piri görecek olan da mürşittir. Mürşit ocağı olarak hep yedi ocaktan bahsedilir ama üzerinde görüş birliği sağlanan ilk dört ocak olarak: Hacı Bektaş, Dede Garkın, Ağuçen ve Baba Mansur ocağını bir de bugünkü İran coğrafyasındaki Sultan Sahak ocağı’nı sayabiliriz. Bunların dışında bir iki tane de ko- numları netlik kazanmamış ocaklar vardır. 4-Dedelik nedir ? Dedelik, Aleviliğin biçimlenmesi ve sistemleşmesinde en etkin öğedir. Aleviliğin toplumsal ve inançsal oluşumunda dedelik temel rol oynar. Bugüne kadar yaşanan bütün olumsuzluk- lara karşın en az bin yılı aşkın bir süredir bu inancı ve kültürü bu güne kadar iki kurum üst- lenerek getirmiştir. Bunların hakkını teslim etmek gerekir: Bu kurumların birincisi Dedelik, diğeri ise Âşıklık (Zâkirlik) Kurumu olmak üzere esas pay dedelik kurumuna aittir. Alevili- ğin biçimlenmesi ve sistemleşmesindeki en önemli etken olan dedelik kurumunu göz ardı etmek ve dedelerin sistem içindeki yerini görmezlikten gelmek tümüyle yanlış olur. Çünkü Alevilikte dinsel hiyerarşinin başında dede vardır. Dede dinsel yapının direğidir. Dede talip topluluklarının üzerinde; hem toplumsal önder, hem dinsel önder, hem de bilge- liği kişiliğinde toplayan çok yönlü, yol gösterici, karizmatik bir kişiliktir. Özellikle son 500 yılda yani 16.yüzyıldan sonra devletin bunca baskı, yıldırma ve yok etme hareketlerine karşı, yazılı kaynaklardan çok sözlü kültüre dayanan; dilden dile aktarılarak bugünlere kadar getiri- len Alevi inancı ve bu inanç sistemi içerisindeki ritueller; Dedeler tarafından “Dilden dile”, aşıklar tarafından “Telden tele” aktarılarak yüzyıllardan günümüze taşınmıştır. Dede ocakları ve buradaki dedeler aynı zamanda her türlü baskıya karşı Aleviliği gizli saklı yollarla yaşatan, eğiten, birer üniversite olmuştur. Esasında dedelik kurumu ve ocak anlayışını bir bütün olarak ele almak gerekir. Çünkü dede- ler mensup olduğu dede ocakları ile tanınır ve anılırlar. Alevilikte dedenin; Küskünlerin ba- rıştırılmasında, çözülemeyen davaların hallinde etkisi büyüktür. Kötü huylar edinmiş talip- lerin bu huylarından vazgeçmesinde dedenin telkin ve tavsiyelerinin önemli ölçüde ağırlığı vardır. Dedeler insanları ayrıştıran değil birleştiren bir düşünce yapısına sahip olmalı ve alçak gönüllü olmalıdır. Alevilerin büyük aşıklarından olan Hatayi’nin bir deyişinde belirttiği gibi: Hatayi’m hal çağında Hak gönül alçağında Bin hactan yeğrektir Bir gönül al çağında 336 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 56

Description:
DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ ALEVİLİK. Hüseyin DEDEKARGINOĞLU1. ÖZET. Alevilik sözlük anlamı olarak da ifade edildiği gibi Ali'nin yanında olmak ya
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.