Drizzt Do'urden'in Maceraları Cilt 4 Şafağa Geçit R. A. Salvatore Şimdi hırlama sırası ondaydı. Bu yabani, ilkel bir ses değildi. Aklın ve ahlakın, eskiden olduğu kişiden geriye kalan o küçücük kıvılcımın bir ürünüydü. Dilberin elini kavradı ve onu büküp çevirerek kendisinden uzaklaştırdı. Dilberin karşı koyarken gösterdiği güç adamın bütün hafızasını canlandırdı. Zira bu doğa üstü bir şeydi, kadının küçük vücuduyla başarabileceğinin çok ötesindeydi. Yine de o daha güçlüydü. Böylece kadının elini zorla uzaklaştırıp öbür tarafa çevirmeyi başardı ve bakışlarını ona kenetledi. Kadının gür saçları biraz değişmiş, beyaz ve küçük boynuzlarından birisi saçların arasından dışarı çıkmıştı. "Yapma bunu, aşkım," diye işveyle mırıldandı. Kadının yalvarışının ağırlığı neredeyse direnişini kıracaktı. Tıpkı fiziksel gücü gibi, kadının sesi de doğaüstüydü. Sesi cazibenin, hilekârlığın, bütün bu mekânın aslen kendisi olan o koca yalanın bir simgesiydi. Adamın dudaklarından bir feryat sızıverdi ve kadını bütün gücüyle geri doğru çekip çıkıntının kenarından aşağı fırlattı İri, yarasamsı kanatlar açıldı ve succubus* ona gülerek havada süzüldü. Açılan ağzı, eğer yenilseydi boynunu ısırıp delecek olan feci dişlerini gözler önüne serdi. Dişi iblis ona gülüyordu ve adam, direnmiş olmasına rağmen galip gelmediğini, asla galip gelemeyeceğini biliyordu. * Ç.N. succubus; kurbanına cazibesiyle işkence eden bir tanar'ri türü Bu sefer neredeyse iradesini kırmayı başarmış, onu alt etmeye bir öncekinden daha çok yaklaşmıştı ve bir sonrakinde daha da yaklaşacaktı. İşte bu yüzden ona gülüyor, onunla alay ediyordu. Hep alay ediyordu! Bunun bir sınav olduğunu fark etti, her zaman bir sınav olurdu. Bunu kimin tasarladığını biliyordu ve bir kamçı sırtını yarıp onu yere devirdiğinde hiç şaşırmadı. Büzüşüp kendisini korumaya çahşti, etrafında yükselen yoğun ısıyı hissetti, ama hiçbir kaçış olmadığını biliyordu. İkinci bir kırbaç darbesi, adamın uçurum kenarına doğru sürünmeye başlamasına sebep oldu. Sonra üçüncü darbe geldi ve adam çıkıntının kenannı kavradı, haykırdı ve kendisini çekerek aşağı fırlattı. Uçurumdan aşağı çakılmak ve vücudunu kayalara çarpıp parçalanmak istiyordu. Çaresizce ölümü arzuluyordu. Üzerinden dumanlar tüten koyu kırmızı pulları ve şişkin kaslarıyla, yaklaşık beş metre boyundaki büyük balor Errtu, kayıtsızca uçurum kenarına yürüdü aşağıya baktı. Zamanın şafağından beri Cehennem'in sislerinin ardını gören gözlerle Errtu, düşen şekli buldu ve ona doğru uzandı. Adamın düşüşü yavaşladı, sonra tamamen kesiliverdi. Efendisi tarafından yukarı çekilen telekinetik ağa yakalanmış bir halde yükselmeye başladı. Kamçı onu bekliyordu ve bir sonraki darbe —şükür ki— adamın kendisinden geçip bayılmasına sebep oldu. Errtu kamçımn kayışlarını geri çekmedi. Balor, aynı telekinetik enerjiyi kullanarak kayışları kurbanının etrafına doladı ve onu sıkıca sarmaladı. Errtu isterik bir şekilde gülen succubusa baktı ve başıyla takdir etti. Bugün iyi iş çıkartmıştı. Bayılan adamın görüntüsü karşısında dişi iblisin alt dudağından salyalar süzülüyordu. Kendisine ziyafet çekmek istiyordu. Onun gözünden bakılırsa, yemek sofrası hazırlanmıştı ve kendisim bekliyordu. Kanatlarını tek bir çırpışı, dişi iblisi çıkıntının üzerine geri indirdi ve succubus ihtiyatla, balorun savunmasını aşmanın bir yolunu arayarak yaklaştı. Errtu onun yaklaşmasına, daha da yaklaşmasına izin verdikten sonra kamçısına hafifçe asıldı. Kurbanı garip bir şekilde hopladı ve balorun ebedi alevlerinin dışına çıktı. Errtu yana doğru bir adım attı ve iri vücudunu kurban ile succubusun arasına yerleştirdi. "Yapmalıyım," diye cıyakladı dişi iblis yan yürüyüp yarı uçarak biraz daha yaklaşmaya cüret etti. Aldatıcı bir şekilde zarif olan elleri ileri uzandı ve dumanlı havayı kavrayarak kapandı. Dişi iblis titriyor ve sık nefes alıyordu. Errtu yana adım attı ve dişi iblis daha da yaklaştı. Balorun kendisiyle alay ettiğini biliyordu, ama buna arkasını dönüp gidemezdi, karşısında çaresizce yatan bu adamın sergilediği manzarayı görmezden gelemezdi. Cezalandınlacağım bildiği için bir kez daha cıyakladı, ama duramazdı. Hafifçe dolambaçlı bir yol takip eden dişi iblis, balorun yanından geçti. Tekrar cıyakladı ve hızla ileri koşup Errtu onu defetmeden önce en azından kurbanın şöyle bir tadına bakabilmek için ayaklarım sıkıca yere sabitledi, Errtu'nun kolu ileri doğru savruldu, elinde şimşekten oluşmuş bir kılıç vardı. Kılıcı havaya kaldırıp bir emir sözü söyledi ve çarpan yıldırımın gücüyle birlikte zemin sarsıldı. Succubus bekledi ve ileri sıçradı. Çıkıntıya doğru koşturdu ve cıyaklamaya devam ederek uçurumun kenanndan aşağı atladı. Errtu'nun şimşeği dişi iblisin sıranda patladı ve döne döne düşmesine neden oldu. Succubus kendisine gelemeden önce çıkıntının çok aşağısına düşmüştü bile. Çıkıntının tepesindeki Errtu, dişi iblisi bir daha düşünmedi. Balor esirini düşünüyordu, her zaman esirini düşünürdü. Bu sefil şeye işkence etmeye bayılıyordu, ama sürekli olarak hayvani güdülerini dizginlemek durumundaydı. Bunu yok edemez, çok fazla hırpalayamazdı, aksi takdirde kurbanın balor için hiçbir değeri kalmazdı. Bu sadece tek bir canlıydı ve Ana Madde Düzlem'de tekrar serbestçe yürüme vaadine kıyasla pek büyük bir bedel gibi görünmüyordu. O özgürlüğü, sadece Entu'yu yüz yıllığına Cehenneme sürgün etmiş olan hain kara elf Drizzt DoUrden bahsedebilirdi. Errtu, bu sefil yaratığın karşılığında drowun bunu yapacağına inanıyordu. Errtu boynuzlu, gorilimsi kafasını çevirip iri omzunun üzerinden baktı. Balom kuşatan alevler şimdi azalmıştı ve Errtu'nun hiddeti gibi için için yanıyordu. 'Sabır,' diye kendisine hatırlattı balor. Bu sefil yaratık değerliydi ve korunması gerekiyordu. Errtu zamanın yaklaştığının farkındaydı. Madde Düzlem'de bir yıl daha geçmeden önce Drizzt Do'Urden ile konuşacaktı. Errtu, cadıyla irtibat kurmuştu ve o da iblisin mesajını drowa iletecekti. Aşağı düzlemlerin en büyük yaratıklarından, gerçek tanafrilerden birisi olan balor serbest kalacaktı. Errtu işte ondan sonra bu sefil şeyi, Drizzt Do'Urden'i ve hain drowu seven her canlıyı yok edebilirdi. KISIM 1 RÜZGAR VE SERPİNTİLER Altı yıl. Bir drovmn hayatında pek uzun bir süre değil. Ama yine de, geçip giden ayları, haftaları, günleri ve saatleri düşününce bana bundan yüz kat daha fazla bir süre boyunca Mührü Salonu'ndan uzak kalmışım gibi geliyor. Orası uzaktı, başka bir zamandı, başka bir yaşam biçimiydi ve sadece bir basamak taşıydı... Peki ne için? Neresi için? Mührü Salonu hakkında hafızamdaki en canlı hatıra, yanımda Cattibrie ile birlikte oradan ayrılırken arkamı dönüp baktığımda gördüğüm, Konaktaşı kasabasından Dördüncü Zirve adındaki dağa doğru yükselen duman bulutlarının manzarası, Mührü Salonu Bruenor'un krallığı, Bruenor'un yuvasıydı. Bruenor ise benim en yakın dostlarımdan birisiydi. Ama orası benim yuvam değildi ve asla olmamıştı. Bunu o zaman açıklayamıyordum ve hâlâ açıklayamıyorum, istilacı drow ordusu mağlup edildikten sonra orada her şeyin yolunda olması gerekirdi. Mührü Salonu refah ve dostluğunu etrafındaki bütün yerleşim birimleriyle paylaşıyordu. Sınırlarını koruyup fakirlerini besleyebilecek kadar güçlü olan krallıklardan oluşan bir ittifakın üyesiydi. Bunların hepsi tamamdı, ama yine de Mührü Salonu benim için ve Cattibrie için bir yuva değildi. İşte bu yüzden batıya, sahile, Derinsu'ya doğru yola koyulmuştuk. Cattibrie'ın Mührü Salonu'nu terk etme kararına asla karşı çıkmadım ki o kesinlikle benim bunu yapacağımı sanmıştı. Biz kafa dengiyiz. Oraya gerçek anlamda bir türlü ısınamamıştık Hep çok meşgul olmuştuk; oraya hakim olan düşmanları yenmekle, cüce madenlerini tekrar açmakla ve Mührü Salonu'na gelen kara elflerle savaşmakla uğraşmıştık hep. Bunların hepsi tamamlandığında, artık şöyle adamakıllı yerleşip dinlenmenin ve maceralarımız hakkında hikâyeler anlatmanın zamanı gelmiş gibi görünüyordu. Eğer savaşlardan önce Mührü Salonu bizim yuvamız olsaydı, orada kalırdık. Savaşlardan, kayıplardan sonra... hem Drizzt Do'Urden, hem de Cattibrie için artık çok geçti. Mührü Salonu Bruenor'un mekânıydı, bizim değil. Kara ırkımın mirasıyla yeniden yüzleşmek zorunda kaldığım, savaş yaraları almış bir yerdi orası. Beni Menzoberranzan'a geri götüren yolun başlangıcı orasıydı. Wulfgar'ın öldüğü yer de orasıydı. Cattibrie ve ben, günün birinde oraya döneceğimize yemin etmiştik ve dönecektik de. Çünkü Bruenor ve Regis oradaydı. Ama Cattibrie işin aslını görmüştü. Kan kokusunu asla taşların üzerinden silip atamazsınız. Eğer kan döküldüğünde orada bulunmuşsanız, asılı kalan koku, yanında yaşayamayacağınız kadar acı verici görüntüler canlandırır hafızanızda. Altıyılın ardından Bruenor'u, Regis'i, StumpetRakingclaw'u ve hatta Konaktaşı'nı yöneten Cesur Berkthgar'ı dahi özledim. Muhteşem Gümüşay'a yaptığım yolculukları ve Dördüncü Zirve'nin kayalıklı yükseltilerinden şafağı seyretmeyi özledim. Şimdi Kılıç Sahili'nde dalgaları sürüyorum, yüzümde rüzgâr ve su serpintileriyle. Tavanım hızla uçup geçen bulutlardan ve yıldızlardan oluşan çardak; zeminim ise hızlı, bakımlı bir geminin gıcırdayan tahtaları; onun ötesinde düz ve durgun, yükselen ve coşan, yağmurda tıslayan ve yukarı sıçramış bir balinanın düşüşüyle patlayıp havaya saçılan masmavi bir yorgan. Peki burası benim yuvam mı? Bilmiyorum. Başka bir basamak taşı olduğunu tahmin ediyorum, ama beni yuvam diyebileceğim bir yere götürecek bir yolun gerçekte var olup olmadığını bilmiyorum. Ve bu konuyu pek sık düşünmüyorum, çünkü bunu umursamadığımı fark ettim. Eğer bu yol, sürüp giden bu basamak taşları hiçbir yere çıkmıyorsa, o zaman öyle olsun. O yollarda dostlarımla birlikte yürüyorum, öyleyse yuvam dayanımda. —Drizzt Do'Urden BÖLÜM 1 SU PERİSİ Drizzt Do'Urden geminin en ucunda duruyordu, gidebileceği kadar ileri gitmiş ve dalgalanan flok yelkeninin yön tayin halatını bir eliyle sıkıca kavramıştı. Bu hafif bir hız gemisiydi, dengesiyle ağırlığı mükemmeldi ve mürettebatı da
Description: