DİN FELSEFESİ Prof. Dr. Mehmet S. AYDIN ON İKİNCİ BASKI İzmir 2010 Akdeniz Üniversitesi Merkez Kütüphanesi 0 6 0 0 6 5 255.07.02.01.06.00/11/0060065 0060065 DİN FELSEFESİ Mehmet TÜRKERİ - Mehmet AYDIN BASIM YERİ ve YILI Gaziemir / İZMİR - Ekim 2010 ISBN 975-95466-4-7 İZMİR İLAHİYAT VAKFI [email protected] İnönü Caddesi 108/2 Sokak No: 17-17B Hatay/İZMİR Tel: 0232 285 53 42/ 224 53 31 Faks: 285 53 42 ÖNSÖZ Din Felsefesi başlığını taşıyan bu küçük eserimiz, belli bir okuyucu topluluğu dikkate alınarak hazırlanmış olan bir "ders kitabımdır. Din Felsefesi dersinin modern ilahiyat eğitiminde kısa bir geçmişi vardır. Söz konusu ders, ilk defa 1976 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin programında yer aldı ve dersin okutulması görevi de bu satırların yazarına verildi. Daha sonra Yüksek İslâm Enstitüleri, İlahiyat Fakültesi hüviyetine girince çok az bir öğrenci grubunun gördüğü bu ders, her yıl daha fazla sayıda öğrencinin almakla yükümlü olduğu bir ders haline geldi. Genel felsefe alanında öğrencilerimizin başvurabilecekleri bazı tercüme ve telif kaynaklar bulunmakla birlikte din felsefesiyle ilgili hiçbir çalışmanın bulunmayışı, özellikle söz konusu dersi okutmak durumunda olan genç meslektaşlarımın işlerini biraz zorlaştırıyordu. Elimizdeki bu eserin gün ışığına çıkmasında onların ısrarlı teşviklerinin birinci derecede rol oynadığını belirtmek isteriz. Bilindiği gibi, bir ders kitabının ana özelliklerinin başında, yayıncılıkta sık kullanılan bir ifadeyle, onun "hedef- kitle” sinin belli olması gelir. Ders kitabı, eğitim-öğretim evveliyatı, bilgi birikimi, fikir düzeyi az-çok tahmin edilen bir okuyucu ve öğrenci kitlesi düşünülerek kaleme alınır. "Din felsefesi" dersi, İlahiyat Fakültesi programında sekizinci sömestrde okutulan bir derstir. Başka bir deyişle, söz konusu dersi alan öğrenci, hazırlık sınıfını da katarsak, dört yıldan daha uzun bir süreyi içine alan eğitim ve öğretim dönemini geride bırakmış oluyor. O, daha birçok dersin yanısıra Kelâm, Tasavvuf, İslâm Felsefesi, Felsefe Tarihi ve Mantık gibi Din felsefesiyle doğrudan doğruya ilgili olan dersleri okumuş olmaktadır. İşte Din felsefesi kitabımız, bu husus dikkate alınarak hazırlanmıştır. Dolayısıyla o, kendi kendisini yetiştirmiş meraklı kişiler hariç, genel okuyucuya hitap etmemektedir. Kitabın ana gayesi, felsefe tarihinde sürekli tartışılagelen dinle ilgili problemleri daha derin ve ayrıntılı olarak ele almak, öğrencinin yukarıda sözü edilen alanlarda elde ettiği bilgileri daha geniş bir perspektifte tartışmak, onları temellendirmeye gayret etmektir. "Felsefî bakış tarzı" diye adlandırdığımız bu geniş perspektifin neleri ihtiva ettiğini eserin birinci bölümünde ele alacağız. Burada hemen belirtmek isteriz ki, felsefenin ruhu tartışmadır; akla gelen bütün alternatifleri dikkate alarak, tahlil ve tenkidi ön planda tutan bir sorgulama faaliyetidir. Dolayısıyla, bir din felsefesi kitabı, dinî bir eser değildir. Onun gayesi, ne öğrencinin daha dindar olmasına yardımcı olmak, ne de onun şüpheye düşmesine yahut inancının sarsılmasına yol açmaktır. Asıl gaye, onun bir problemi etraflıca düşünmesine, tartışmasına, tahlil etmesine, düşünerek ve tartışarak bir takım sonuçlara kendi başına ulaşabilmesine yardımcı olmaktır. Din felsefesinin konuları oldukça çeşitlidir. Her konunun kendine has bir takım özellikleri vardır. Sözgelişi, tahlil ve tenkide son derece elverişli konuların yanı sıra, geniş ölçüde tasvir etmekle yetinmek durumunda olduğumuz konular da vardır. Bir örnek verelim: Teizmin tutarlılığı veya ateizmin akla yatkın olup olmadığı konusu, ciddi düşünce "kavgalarına sebep olagelmiştir; ama din-sanat ilişkisi konusunda durum, hiç de öyle olmamıştır. Elimizdeki bu eserin muhtelif bölümlerini okurken temas ettiğimiz bu durumu gayet açık bir şekilde göreceğiz. Biraz önce bu eserin din felsefesi sahasında dilimizde yazılan ilk deneme olduğuna işaret ettik. Bunun hem avantajları, hem de dezavantajları vardır. Sözgelişi, eğer bugün öğrencilerimizin elinde bulunan tercüme yahut telif felsefe tarihlerine benzer bir din felsefesi tarihi kitabı bulunsaydı, kendi eserimizde tarihî bilgilere çok daha az yer ayırır, onu daha problem ağırlıklı kılmaya çalışırdık. Bu mümkün olmadı. Biz, eserimizde sadece, meselâ, kozmolojik delili tartışmakla yetinmedik, onun belli başlı savunucularının, tenkitçilerinin kimler olduğunu, kaynaklarını da göstermek suretiyle, anlatmak durumunda kaldık. Başka bir deyişle, konunun tarihçesini ve sistematiğini birarada vermeye çalıştık. Özellikle tarihî bilgiler verirken de kendi düşünce tarihimizi ön planda tuttuk. Batılı bir felsefeci din konusunda eser yazarken örneklerini haklı -hatta kaçınılmaz- olarak kendi fikir tarihinden seçmektedir. Ontolojik delil derken Aziz Anselm'i ve Kant'ı, kozmolojik yahut gaye delili derken Aziz Thomas'ı ve David Hume'u düşünmektedir. Aynı şeyi biz de yapabilirdik, çünkü bilginin, tefekkürün milliyeti olmaz. Fakat bir an içinde durup düşünmemiz gerekir: Batılı meslektaşımız Anselm'i, Thomas'ı daha yakından bildiği, tanıdığı için öncelikle ele almaktadır. O, bunları ele aldıkça da, bu büyük insanlar daha çok tanınmakta ve bilinmektedir. İnsanlığın genel fikir tarihi açısından bakıldığında, bu durum, memnuniyet vericidir. Ne var ki, madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Teknik anlamda din felsefesinin en büyük sistemcileri Farabî ve İbn Sînâ gibi İslâm filozoflarıdır. Bu insanlar, Aziz Thomas, Duns Scotus gibi Hıristiyan filozoflarının gerçek anlamda üstadlarıdır. Din alanındaki filozofça bakış tarzının imkân ve sınırlarının gösterilmesinde Gazâlî, Hume ve Kant'tan daha geride değildir. Bazı dinlerin ilahiyatı, bizim klasik kelâmın bir bölümü mesabesindedir. Dünya dinlerinin birçoğunda bugün bile derin mistik hayatı anlatacak ifade zenginliği yokken terminolojisi, metodu v.s. siyle insanı hayrete düşüren bir tasavvuf vardır. İslâmın "felsefesi", "kelâmı" ve "tasavvufu" da insanlık tarihinin yüz akı bir başarısıdır ve bu başarıyı "oralarda felsefe yoktur" diyerek görmezlikten gelmenin, artık cahillik, bağnazlık ve peşin hükümlülük olduğunu anlamamız gerekir. Bir felsefe öğrencisi için önemli olan isimler değil, fikirlerdir. Eğer ortada rasyonel, tutarlı, şümullü ve "süzme" bir fikir varsa, onu bir Müslüman'ın yahut bir Hıristiyan veya Yahudi'nin ortaya atmış olması hiçbir şeyi değiştirmez. Ticarî sahada kullanılan bir deyimle, önemli olan "pazardaki malın kalitelisini seçmektir". Eğer Gazâlî'nin "fyudûs delili" daha iyi düşünülmüş- tartışılmış bir fikir ürünü ise -ve biz de onun öyle olduğunu biliyorsak- başvurulacak kaynak bellidir. Eğer yeni felsefî ve ilmî gelişmelerin ışığında teleolojik delili bir İngiliz düşünürü - diyelim ki Tenant- yeniden mâkul bir çerçeve içine oturtmuşsa, referansımız burada da bellidir. İşte bu ölçü, elimizdeki bu eserde daima göz önünde bulundurulmaya çalışılmıştır. Sözgelişi, dinî inancın bilim faaliyetine etkisini -olumlu etkisini diyelim- anlatırken örneğimizi İslâm klasik döneminden seçtik. Öte yandan, modern bilimin, dinin anlaşılması ve yorumlanması üzerindeki etkilerini anlatırken de çağdaş batıyı örnek olarak seçtik; çünkü söz konusu etkinin çok ciddi ve problem olma durumunu en iyi orada görmekteyiz. Din Felsefesi kitabımız, bazı bakımlardan, alışılagelmiş ders kitaplarından farklıdır. Ders kitaplarında genellikle fazla kaynak gösterilmez, dipnotların sayısı mümkün olduğu ölçüde az olur. Oysa, biz doğrudan doğruya yararlanmadığımız bazı kaynaklara bile, eğer işlenen konu ile ilgili ise, işaret ettik. Gayemiz, daha fazla okumak ve öğrenmek isteyen öğrenciye neyi nerede bulabileceğini hatırlatmaktır. Aslında, üniversite öğretiminde ders kitabının görmek istediği ilk iş, ait olduğu saha hakkında öğrenciye temel bilgiler vermekten ibarettir. Öğretim üyesi, hiçbir zaman ders kitabı veya ders notları seviyesinde ortaya konan bilgilerle yetinemez. Öğretim üyeleri olarak bizler, genellikle öğrencilerimizi derse konu olan sahanın ana kaynaklarına götürmek isteriz. Felsefede bu işin ne kadar zor olduğunu da biliyoruz; çünkü o kaynaklardan sadece birkaç tanesi dilimize çevrilmiştir. Öğrencilerimizin yabancı dil konusundaki sıkıntıları ve imkânsızlıkları ise ortadadır. Bütün bunlara rağmen, yine de mevcut kaynaklardan azamî ölçüde yararlanma yolunu tutmak zorundayız. Descartes'in eserlerinin çoğu, D. Hume, Kant, Farabî, İbn Sînâ, Gazâlî, İbn Rüşd gibi filozofların eserlerinden bazıları dilimize çevrilmiştir. Sözgelişi, ontolojik delil işlenirken doğrudan doğruya Descartes'in Düşünceler'ine veya teleolojik delilin tenkidi yapılırken D. Hume'un Din Üstüne adlı eserine başvurmak ve bizzat filozofun kendisini "iş başında" görmek lâzımdır. Felsefe "yapma"yı öğrenmenin akla gelen ilk yolu, bu işi en iyi şekilde yapan biriyle tanışmaktır. Bizim bu kitapta bolca kaynak zikretmemizin sebeplerinden biri de felsefe metinlerinin seçilmesi hususunda yardımcı olmaya çalışmaktır. Sözgelişi, ilerideki sayfalarda "bu konu Spinoza'nın Ahlâk'ının ilk kısmında işlenmiştir" yahut "geniş bilgi için Tehafütü'l-Felâsife'nin IX, X ve XI. mes'elelerine bakınız" gibi ifadelere yer verilmesinin sebebi budur. Burada ele aldığımız konular, alanının başlıca konularından sadece bir kaçıdır. Sözgelişi, dinî sembolizm konusunda burada çok az şey söyledik. Yaratma, mucize, vahiy ve genelde dinî epistemoloji üzerinde çok daha ayrıntılı bir şekilde durulması gerekir. Bir noktaya daha işaret ederek "Önsöz"ümüzü bağlamak istiyoruz. Bu kitapta üzerinde durduğumuz konuların bir kısmı hakkında daha önce bazı çalışmalarımız, yayınlarımız oldu. O yazılarımızı gözden geçirme imkânı bulanlar, onların izlerini bu kitapta da göreceklerdir. Ve sıra geldi bir duygunun dile getirilmesine. Eğer bazı arkadaşlarımın, özellikle de Din Felsefesi ve Mantık Anabilim Dalı mensubu genç meslektaşlarım Öğr.Gör. İbrahim Emiroğlu, Arş.Gör. Osman Bilen ve Arş.Gör. Veli Urhan beylerin yazıların daktilo edilmesi, bibliyografya ve indeksin hazırlanması gibi hususlarda yardımları olmasaydı, bu kitabın planlanmış olan süre içinde bitmesi çok zor olurdu. Mesailerinden dolayı kendilerine burada teşekkür etmek isterim. İzmir, 21 Eylül 1987 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ I İÇİNDEKİLER VII KISALTMALAR XI BİRİNCİ BÖLÜM: DİN FELSEFESİ VE İLGİLİ ALANLAR 1. Terim Olarak "Din Felsefesi" 1 2. Din Felsefesinin Problemleri 11 3. Din Felsefesi, Kelam ve Din Bilimleri 14 İKİNCİ BÖLÜM: TANRI’NIN VARLIĞI İLE İLGİLİ DELİLLER 1. 'Defflfcrtlaia^ 17 2. Ontolojik Delil 27 3. Kozmolojik Delil 39 4. Nizam ve Gaye Delili 60 5. Dinî Tecrübe Delili 82 6. Ahlak Delili 93 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TANRI’NIN SIFATLARI 1. Sıfatlar Problemine Genel Bir Bakış... 113 2. Tanrı Hakkında Konuşmak 115 3. Tanrı, Tek, Ezeli-Ebedi, Mutlak ve İyidir 135 4. Tanrı Bilendir 142 5. Tanrı Kadir'dir ve Murid'dir 146 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: SIFATLAR, KÖTÜLÜK PROBLEMİ ve İNSAN HÜRRİYETİ 1. Kötülük Problemi 151 2. İnsanın Hürriyeti ve Determinizm 158 BEŞİNCİ BÖLÜM: SIFATLAR VE TANRI-ÂLEM İLİŞKİSİ 1. Çeşitli Tanrı Tasavvurlarına Genel Bir Bakış 175 2. Deizm 178 3. Panteizm 183 4. Pan-Enteizm veya Çift-Kutuplu_Ulûhiyet Anlayışı 195 ALTINCI BÖLÜM: ATEİZM 1. Ateizm Probleminin Mahiyeti 205 2. "Kötülük Problemi" ve Ateizm 213 3. Maddenin Ezeliliği ve Kozmolojik Delile Yöneltilen Eleştiriler: 215 4. Ateizmin Dayandığı Bazı Sosyolojik ve Psikolojik Teoriler: 218 5. Tanrı'nın Hissî ve Ahlâkî_Gerekçelerden Dolayı Reddedilmesi: 223 6. Tanrı Kavramının "Anlamsızlığı" İddiası 227 YEDİNCİ BÖLÜM: ÖLÜM ve SONRASI 1. Ölüm 235 2. Ölümsüzlük Probleminin Mahiyeti 238 3. Ölümsüzlük İnancının Dayandığı Temeller 242 4. Beden ve Ölümsüzlük 259 5. Genel Eleştiriler ve "Yeni" Bir Ölümsüzlük Anlayışı.... 264 SEKİZİNCİ BÖLÜM: DİN ve BİLİM 1. Bilimin Bazı Özellikleri 269 2. Din ile Bilim Arasında Doğan ve Giderilmeye Çalışılan Gerginlik 272 3. Bazı Bilim Adamları ve Din 279 4. İslam ve Bilim 288 DOKUZUNCU BÖLÜM: DİN, SANAT ve AHLAK 1. Dinî Hayatın Estetik Boyutu 295 2. Dinin San'ata Etkisi 302 3. Din ve Ahlak 305 BİBLİYOGRAFYA 331 İNDEKS 344 KISALTMALAR a.g.e. = adı geçen eser a .e. = aynı eser C.C.R.P.R. = Classical and Contemporary Readings in the Fhilosophy of Religion C.J. = Critique of Judgment C.P.R. = Critique of Pure Reason İhya = İhyâ-u Ulûmi'd-Din Medine = el-Medinet'ul-Fâdıla R. = Reconstruction of Religious Thought in islam Siyâse = es-Siyâset'ul-Medeniyye DİN FELSEFESİ ve İLGİLİ ALANLARI 1. TERİM OLARAK "DİN FELSEFESİ" "Din felsefesi" sözünün felsefe literatürüne girişi oldukça yakın bir tarihte olmuştur. Tabirin filozoflar arasında sık kullanılır bir terim olmasına Hegel'in Din Felsefesi Üstüne Konferanslar (1832) başlıklı eseri sebep olmuştur. Fakat bu, dinin felsefî açıdan ele alınması demek olan din felsefesinin, konusu itibariyle, Hegel ile veya Hegel'den sonra ortaya çıktığı anlamına gelmez. Konu, felsefe tarihi kadar eskidir. Din varolduğundan beri din üzerinde düşünme ve tartışma da varolagelmiştir. Gerçi bir şey üzerinde düşünme, tartışma teknik anlamda 'felsefe yapma' olmayabilir. Bu bakımdan, din hakkında söylenmiş birçok hikmetli sözleri felsefeye dahil etmeyebiliriz. Din felsefesinin mevcudiyeti için dînî düşüncenin de, felsefî çabaların da belli bir seviyeye ulaşmış olması gerekir. Sözgelişi, eski Yunan'da felsefî düşünce, dikkate değer bir seviyeye ulaşmış olmasına rağmen dinle ilgili düşünme ve tartışmalarda daha sonraki yüzyıllarda ortaya konan tefekkür seviyesiyle karşılaştırıldığında aynı ilerleme gösterilememiştir. Bunun sebebi açıktır: Eski Yunan'da İslâm veya Hıristiyanlık gibi bir din yoktu. Platon'un, meselâ, bazan 'Tanrı', bazan 'tanrılar' kelimesini kullanması, Aristoteles'in Tanrıyla birlikte maddenin de ezelî olduğunu öne sürmesi, ciddi problemler ortaya çıkarmıyordu. Hâlbuki din-felsefe ilişkisi açısından bakıldığında, bir Farabî'nin, bir Aquino'lu Aziz Thomas'ın durumu hiç de öyle değildi. Burada kısaca şunu söylemekle yetinelim: "Din" adı altına giren her görüş veya uygulama, felsefî açıdan bir inceleme veya araştırma konusu hâline gelmeyebilir. Yukarıdaki satırlarda "din felsefesinin çok geniş -böyle olduğu için de pek fazla işe yaramayan- bir tarifine temas ettik: "Din felsefesi, dinin felsefî açıdan ele alınması, başka bir deyişle din hakkında bir düşünme ve tartışmadır" dedik. Bu tarifin işe yarar hale gelebilmesi için "felsefe"nin ve "din"in nelerden ibaret olduğunu açıklamak gerekir. Bu ise, yapılması gereken işlerin en zorudur. Din ve felsefe etiketleri altında toplanan o kadar çok şey var ki, bunları bir noktada toplayıp tarif ve tasnif etmek imkânsız görünmektedir. Felsefenin ve dinin ne olduğuna ilişkin sorulara doyurucu cevaplar bulamayınca, bir ilişkinin hikâyesi demek olan din felsefesi tarihi hakkında çoğunluğun kabul edeceği tarif ve tasvirler öne sürmek elbette kolay olmayacaktır. Her felsefe sisteminin, hatta bir tek sistem içinde ele aldığımız her filozofun farklı bir felsefe anlayışı vardır. Hegel'e göre felsefenin ne olduğunu düşünelim ve bulacağımız cevabı bir mantıkçı pozitivistin felsefe anlayışı ile karşılaştıralım. İki ayrı dünyanın varlığını gecikmeden fark ederiz. Her filozof, din konusunu kendi genel felsefî anlayışı içinde ele alır. İdealist felsefe geleneğine bağlı filozofların çoğu, genelde dine, özellikle de teizme felsefî bir temel bulmaya çalışmıştır. Bu anlamda felsefe, yüksek seviyede bir teoloji olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa sözgelişi, analitik felsefe geleneğine bağlı bir düşünür için filozofun işi, dinin temel iddialarını özellikle dil ve mantık açısından tahlil ve tenkit etmektir. Ona göre, din felsefesi yapmak, dinî bir felsefe geliştirmek demek değildir. Hatta o, bu ikinci türden faaliyeti, bir felsefe faaliyeti olarak bile görmek istememekte ve "din felsefesi" tabirinin sadece kendi felsefi yaklaşımına uygun düştüğünü öne sürmektedir. Aslında bir görüşün veya yaklaşımın "felsefî" olabilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerektiğini rahatça söyleyebiliriz. Aynı durum, daha başka güçlüklere de yer vermekle beraber, "din" kavramı için de söz konusu olmaktadır. O halde din felsefesi sözünün belli bir açıklık kazanması için bu özelliklere biraz daha yakından bakmamız gerekiyor. a. Felsefî Bakış Tarzı: Filozof, tarih felsefesinde, bilim felsefesinde nasıl bir bakış tarzına sahipse, din felsefesinde de aynı veya benzer bir tarza sahip olmak durumundadır. Bir "şeyin felsefesi" terkibinde birinci terim bir alanı, ikinci terim ise bir bakış tarzını dile getirir. Bu demektir ki, bilim, sanat, tarih veya din dediğimiz alanlarla başka insanlar da uğraşır. Yani bu alanlar, birçok disiplinin ortak konularını oluşturmaktadır. Bu disiplinlerle din felsefesi arasındaki ilişkiye daha sonra döneceğiz. Din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel, objektif, şümullü ve tutarlı bir tarzda düşünmek ve konuşmaktır1. "Rasyonel" terimini kullanmakla burada taraf tuttuğumuza, dolayısıyla felsefe tarihinde dinin esasta irrasyonel bir alan olduğunu öne süren bazı düşünürlerden ayrıldığımıza dikkat çekmek isteriz. Dinle felsefe arasında organik bir bağın bulunmadığını iddia eden düşünürlerin çoğu, dine rasyonel bir zemin bulma çabalarının verimsizliğine inanırlar. Bu, bazen dinin sarsılmaması, bazen de onun eleştirilmesi için başvurulan bir yol olmaktadır. "Dine rasyonel açıdan bakmak", akıl gücümüzün imkânlarını kullanmak suretiyle dinin ana iddialarının temellendirilmesi çabasında gidebileceğimiz yere kadar gitmek, şeklinde anlaşılagelmiştir. Meselâ, Allah'ın varlığı, ruhun ölümsüzlüğü, vahyin imkânı gibi köklü dinî iddialar, aklî delillere başvurularak temellendirilmek istenmiştir. Başta Farabî, İbn Sînâ, İbn Rüşd gibi tanınmış İslâm Filozofları olmak üzere, çeşitli din ve kültürlere mensup birçok düşünür, din ve felsefeyi aynı hakikatin iki ayrı veçhesi şeklinde görmüşlerdir. Dolayısıyla, "rasyonel açı" felsefî bir bakış tarzının önde gelen özelliklerinden biri olarak kabul edilegelmiştir. 1 Bu özellikler hakkında geniş bilgi için bkz. A. Farrer, Basic Modern Philosophy of Religion, London 1968, s. 11. Felsefî bakış tarzı, mümkün olduğu ölçüde, "şumullü" olmak zorundadır. Sözgelişi, bir filozof Tanrı'nın varlığı konusunu ele almışsa, konuyla ilgili tarihî, ilmî ve mantıkî bütün verileri dikkate almayı, hatta Tanrı'nın olmadığına ilişkin görüş ve düşünceleri hesaba katmayı gaye edinir. Bir konuya kaç açıdan bakmak mümkünse, hepsini nazarı itibara alır. Din alanıyla kültürün öteki alanları (bilim, sanat, ahlâk vs.) arasında gerekli bağlantı noktalarının kurulabilmesi için şümullü bakış tarzına daima ihtiyaç vardır. Felsefî bakış tarzı "tutarlı" olmak zorundadır. Sözgelişi, insanın fiilleri de dahil olmak üzere her şeyin önceden bilindiğini, kesin olarak tesbit ve tayin edildiğini öne süren bir görüşle insanda irade hürriyetinin varlığını öne süren görüşü bir ve aynı anda savunamayız. Ortada giderilmesi gerekli bir tutarsızlık bulunmaktadır. Filozofun zihninin sadece bu türden açık tutarsızlıklar karşısında değil, ilk bakışta kolayca fark edilmeyen tutarsızlıklar karşısında da