ebook img

Dijital Kale - Dan Brown PDF

510 Pages·2004·1.74 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Dijital Kale - Dan Brown

DİJİTAL KALE DAN BROWN ODTÜ Yayıncılık Çeviren: Sezer SONER Öğretmenlerim ve kahramanlarım olan annem ve babama... Teşekkür St. Martin's Press'teki editörlerim Thomas Dunne'ye ve çok yetenekli Melissa Jacobs'a; New York'taki temsilcilerim George Wieser, Olga Wieser ve Jake Elwell'e; yayına hazırlığı sırasında kitabı okuyarak katkıda bulunan herkese ve özellikle de heyecanı ve sabrı için karım Blythe'e teşekkür ederim. Bir de... gönderdikleri, anonim e-posta iletileriyle çok değerli katkılarda bulunan, kimlikleri gizli iki eski NSA kriptografina sessiz teşekkürlerimi sunarım. Onlar olmasaydı bu kitap yazılamazdı. giriş PLAZA DE ESPANA SEVÎLLA - İSPANYA 11:00 Denir ki, ölüm anında her şey açıklığa kavuşur. Ensei Tankado artık bunun doğru olduğunu biliyordu. Göğsünü tutup acı içinde yere yığılırken, yaptığı hatanın korkunçluğunun farkına varmıştı. İnsanlar çevresine toplanmış, yardım etmeye çalışıyorlardı. Ne var ki Tankado yardım istemiyordu. Artık bunun için çok geçti. Sol elini havaya kaldınp parmaklarını açtı. Eli titriyordu. "Elime bakın!" Çevresindekiler dikkatle baktılar ama o, söylediğini anlamadıklarından emindi. Parmağında, üzerine birtakım işaretler kazınmış altın bir yüzük vardı. Yüzüğün üzerindeki işaretler bir an için Endülüs güneşinde parladı. Ensei Tankado bu güneşin görüp gördüğü son ışık olduğunu biliyordu. 1 Puslu Dağlardaki en sevdikleri otelde, yatakta kahvaltı yapıyorlardı. David kadına gülümsedi. "Ne dersin güzelim? Benimle evlenir misin?" Kadın kubbeli yataktan bakarken David'in aradığı adam olduğunu biliyordu. Sonsuza kadar da öyle kalacaktı. Bakışları adamın koyu yeşil gözlerine kilitlendiğinde uzakta bir yerlerde kulaklarını sağır eden bir zil çalmaya başladı. Bu ses adamı çekip ayırıyordu ondan. Uzandı ama elleri boşlukta kalakaldı. Susan Fletcher'ı gördüğü rüyadan uyandıran şey telefonun sesiydi. Soluk soluğa yatakta doğruldu ve el yordamıyla ahizeyi arayıp buldu. "Alo?" "Susan, ben David. Uyandırdım mı?" Susan yatakta diğer yanına dönerken gülümsedi. "Ben de tam rüyamda seni görüyordum. Çıkıp gelsene, oynaşırız biraz." Adam güldü. "Dışarısı hâlâ karanlık." "Mmm." Sesinde davetkâr bir hava vardı. "Öyleyse kesinlikle gelmelisin. Kuzeye doğru yola çıkmadan önce bir şeyler yapabiliriz." David hüsran dolu bir sesle içini çekti. "Seni aramamın nedeni de bu zaten. Yolculuğumuz hakkında. Bu geziyi ertelememiz gerekecek." Susan birdenbire tamamen ayılıverdi. "Ne!?" "Üzgünüm. Kentten ayrılmak zorundayım. Yarın geri döneceğim. Sabah ilk iş olarak yola çıkarız. Önümüzde hâlâ iki gün var." "Ama rezervasyon yaptırmıştım," dedi Susan, incinmişti. "Taş Köşk'teki eski odamızı ayarlamıştım." "Biliyorum, ama—" "Altıncı ayımızı kutlayacağımız bu gece özel olacaktı. Nişanlı olduğumuzu hatırlıyorsun, değil mi?" "Susan," diye iç geçirdi David. "Şu an bunu açıklamaya gerçekten zamanım yok, dışarıda bekleyen bir araba var. Uçaktan seni arayıp her şeyi anlatacağım." "Uçak mı?" diye tekrarladı Susan. "Neler oluyor? Üniversite niye sana uçak— ?" "Üniversite değil. Daha sonra telefon edip açıklayacağım. Şimdi gerçekten gitmem gerek, beni çağırıyorlar. Seni arayacağım. Söz veriyorum." "David!" diye bağırdı Susan. "Neler—" Ama artık çok geçti. David telefonu kapatmıştı. Susan Fletcher, onun yeniden aramasını bekleyerek, uyumadan, saatlerce yatakta kaldı. Telefon bir daha çalmadı. O gün öğleden sonra banyo küvetinde keyifsiz keyifsiz yattı. Sabunlu suya dalıp çıktı ve Taş Köşk'le Puslu Dağlar'ı unutmaya çalıştı. Nerede olabilir ki? diye düşündü, merak içindeydi. Neden aramadı? Vücudunu saran su giderek ılıklaştı, en sonunda da soğudu. Telsiz telefonu çaldığında artık küvetten çıkmak üzereydi. Lavabonun üstünde bıraktığı ahizeye ulaşmaya çalışırken yere su sıçratarak küvetten fırladı. "David?" "Ben Strathmore," diye yanıtladı karşıdaki ses. Susan'ın omuzlan çöküverdi. "Ah," Duyduğu hayal kırıklığını gizle-yemiyordu. "İyi günler, komutanım." "Daha genç bir adam mı bekliyordun?" Komutan kendi kendine gülüyordu. "Hayır, efendim," dedi Susan, utanmıştı. "Göründüğü gibi değ—" "Aynen göründüğü gibi!" bir kahkaha attı. "David Becker iyi bir a-dam. Sakın onu elinden kaçırma." "Teşekkür ederim, efendim." Komutanın sesi aniden ciddileşti. "Susan, burada sana ihtiyacım olduğu için arıyorum. Derhal." Susan dikkatini toplamaya çalıştı. "Bugün cumartesi, efendim. Biz genellikle cumartesileri—" "Biliyorum," dedi Strathmore sakince. "Bu acil bir durum.'" Susan doğruldu. Acil bir durum? Komutan Strathmore'un dudaklarından bu sözcüğün döküldüğünü hiç duymamıştı. Acil bir durum mu? Kripto'da mı? Tahmin edemiyordu. "E- evet, efendim." Durakladı. "Mümkün olduğu kadar çabuk orada olacağım." "Daha çabuk olsun." Strathmore telefonu kapattı. Susan Fletcher bir havluya sarınıp ayakta durdu. Önceki gece hazırlayıp özenle katladığı giysilerine (yürüyüş şortu, serin dağ akşamları için bir kazak ve gece giymek için satın aldığı yeni iç çamaşırları) su damlatıyordu. Temiz bir gömlekle etek almak için keyifsizce giysi dolabına yöneldi. Acil bir durum mu? Kripto'da mı? Susan alt kata inerken günün daha ne kadar kötüleşebileceğini merak ediyordu. Birazdan öğrenecekti. 2 David Becker Leaıjet 60'ın küçük, oval penceresinden dokuz bin metre aşağıdaki sütliman okyanusa mutsuzca bakıyordu. Uçağın telefonunun bozuk olduğu söylenmişti. Susan'ı arama fırsatı bulamamıştı. "Burada ne yapıyorum?" diye yakındı kendi kendine. Ama yanıt basitti: Bazı adamlar vardır ki onlara hayır diyemezsiniz. "Bay Becker," diye cızırtılı bir ses geldi hoparlörden. "Yarım saat içinde varmış olacağız." Becker, sahibi görülmeyen sese başını salladı hüzünle. Harika. Gölgeliği çekip uyumaya çalıştı. Ama tek düşünebildiği Susan'dı. 3 Susan'ın Volvo'su, tepesi dikenli telle sarılmış üç metre yükseklikteki tel örgünün gölgesinde durdu. Genç bir nöbetçi, elini arabanın üstüne koydu. "Kimlik lütfen." Susan kimliğini verip her zamanki yarım dakikalık bekleme süresinin geçmesini bekledi. Görevli asker, Susan'ın kimlik kartını bilgisayara bağlı bir tarayıcıdan geçirdi. En sonunda Susan'a baktı. "Teşekkür ederim Bayan Fletcher." Belli belirsiz bir hareket yaptı ve kapı ağır ağır açıldı. Susan, sekiz yüz metre kadar ötedeki elektrikli tel örgünün önünde aynı işlemleri tekrarladı. Hadi çocuklar... Bir milyon kez geçtim buradan. Son kontrol noktasına yaklaştığında, yanında saldırgan görünen iki köpek, elinde de makineli tüfek olan kısa boylu bir nöbetçi Susan'ın arabasının plakasına baktı ve elini sallayarak geçmesini işaret etti. Susan bir 250 metre daha Köpekli Yol'u takip etti ve park yerinin çalışanlara ayrılmış olan C bölümüne doğru ilerledi. İnanılmaz, diye düşündü. Yirmi altı bin çalışanları ve on iki milyar dolarlık bütçeleri var ama ben olmadan bir hafta sonunu bile geçiremiyorlar. Susan hızla arabayı kendisine ayrılmış olan yere doğru sürüp park etti ve motoru durdurdu. Manzaralı taraçayı geçip ana binaya girdikten sonra, içeride iki kontrol noktasından daha geçti ve en sonunda binanın yeni kanadına giden penceresiz tünele vardı. Girişte bir ses tarama noktası vardı. ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI (NSA) KRİPTO TESİSİ YETKİLİ PERSONEL DIŞINDA GİRMEK YASAKTIR Silahlı bir nöbetçi başını kaldırıp baktı. "İyi günler Bayan Fletcher." Susan bıkkınca gülümsedi. "Merhaba John." "Bugün sizi beklemiyordum." "Yaa, ben de." Parabolik mikrofona yöneldi. "Susan Fletcher," diye net bir şekilde adını söyledi. Bilgisayar onun sesindeki frekans konsantrasyonlarını hemen doğruladı ve bir "tık" sesiyle kapı açıldı. Susan içeri girdi.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.