Devrimci teori olmaksızın devrimci bir hareket olamaz. V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Devrimci Marksizm Sayı: 13/14 - İlkbahar/Yaz 2011 Üç aylık Teorik / Politik dergi (Yerel, süreli yayın) Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Şiar Rişvanoğlu Yönetim Yeri: Kuruköprü Mah., Özler Cad., Özden İş Merkezi, No.41 K.2 D.38 Seyhan/ADANA Baskı: Yön Matbaacılık Güven Sanayi Sitesi, B Blok No: 366 Topkapı - İSTANBUL Tel: 0212 544 66 34 Yurtdışı Fiyatı: 15 Avro Kıbrıs Fiyatı: 15 TL Fiyatı: 15 TL (KDV Dahil) Devrimci Marksizm Teorik / Politik Dergi İlkbahar-Yaz 2011 İÇİNDEKİLER Bu sayı 4 Burak Gürel Dünya kapitalizminin krizi ve Çin’in yükselişi 9 Kurtar Tanyılmaz Piyasa ile sosyalizm arasında bitmeyen yolculuk: 48 Adam Smith Pekin’de üzerine Levent Dölek Devrimden sonra Çin: 68 beyaz kediyle siyah kedinin kavgası Özgür Öztürk Türkiye finans kapitalinin dışa açılması 106 Sungur Savran Arap devriminin vaadleri ve zaafları 133 Diyalektik dosyası: Erwin Marquit Çelişki: doğa-toplum-düşünce üçlüsünün 186 yapı ve gelişim kaynağı Jindřich Zeleny Diyalektik-Materyalist rasyonalite 201 Savas Mihail- Plehanov’un Marksizmi, Lenin’in diyalektiği: 207 Matsas güncel bir tartışma Kitap eleştirileri: Şiar Rişvanoğlu İsmail Beşikçi: 221 Direnişin ve tevazuun sebatkâr “fikir gerillası” Mustafa Kemal Şeyleşmenin aşıldığı an: Paris Komünü 229 Coşkun Mehmet İnanç İki anı kitabı ve kısa gerçekler 234 Turan Devrimci Marksizm Bu sayı Devrim, 21. yüzyılın başında dünyanın gündemine bir kez daha otur- du. Tunus ve Mısır’ın meydanları, Madrid ve Atina üzerinden Avrupa’daki kitleleri de etkileyerek bütün Akdeniz havzasında, giderek bütün dünyada yeni bir dönemin açılmakta olduğunu haber veriyor. Elbette, bu yeni döne- min dünya kapitalizminin 2008 sonbaharındaki finansal çöküş ile başlayan üçüncü büyük depresyonu ile üst üste gelmesi bir rastlantı değil. Bunlar, bir depresyon döneminin ilk çalkantıları, ilk gelgitleri. Önümüzdeki dö- nem, devrim ile karşı devrimin boy ölçüşeceği sarsıntılı bir dönem olmayı vaad ediyor. Arap ülkelerindeki devrimler daha ilk evrelerinde. İspanya ve Yuna- nistan ise henüz devrim denebilecek bir evreye girmiş bile değil. Ama şimdiden görülüyor ki, otuz yıla yakın süren uzun bir gericilik dönemin- den sonra gelen yeni devrimci dalga, acemi, düşük bilince sahip, nereye gitmek istediğini bile tam bilmeyen bir hareket. Devrimin yürüyeceği yol tuzaklarla dolu. Üstelik emperyalizmin neredeyse tek başına hâkim olduğu bir dünyaya doğuyor bu devrimler. İşte bu nedenle, sadece devrimlerin kendisini değil, dünyanın genel durumunu da iyi anlamak gerekiyor gele- ceği kestirebilmek için. Dünyanın geleceğinde en önemli faktörlerden birinin hâlâ Çin Halk Cumhuriyeti olarak anılan ülke olduğu açık. Böyle anılıyor ama bürokra- tik işçi devletinin kalıntısı bir siyasi üstyapı, artık kapitalist bir ekonominin 4 Bu Sayı etrafında sadece eğreti bir dış kabuk gibi duruyor. Devrimci Marksizm’in bu sayısı, Çin’i derinlemesine inceleyen üç yazıdan oluşan bir dosya ile açılıyor. Kapsamlı bir yazı ise Arap devrimini inceliyor. Dergide bunun dışında Türkiye finans kapitali üzerine bir inceleme, diyalektik üzerine bir dosya ve kitap değerlendirmeleri yer alıyor. Çin dosyasının ilk yazısında Burak Gürel, Çin’in günümüzdeki eko- nomik ve siyasi yükselişini tarihsel bağlamına yerleştiriyor. Gürel’e göre, 1839-1850 arasındaki Afyon Savaşları’nda Britanya karşısında ağır bir yenilgi aldıktan sonra hızla gerileyen Çin, 1949 Çin Devrimi’nin ardından Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte hızla toparlanmaya başla- mıştır. Burjuva ideologlarının iddialarının aksine, bürokratik işçi devleti- nin ilk otuz yılında (1949-1978) Çin ciddi bir ekonomik ve sosyal gelişme yaşamıştır. Gürel, 1978’den itibaren Çin’de kapitalizmin gelişimini iki ayrı döneme ayırarak inceliyor. Yazara göre bu ülkede kapitalist restorasyon 1990’ların sonunda yapılan geniş çaplı özelleştirmelerle tamamlanmış, Çin 21. yüzyılın ilk onyılında bütünüyle kapitalist temelde gelişmiştir. Son yirmi yılda hızla büyüyerek ABD’nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelen, ama kişi başına düşen milli gelir bakımından em- peryalist ülkelerle kıyaslanamayacak ölçüde fakir bir ülke olmayı sürdüren Çin, yazara göre eşitsiz ve bileşik gelişme yasasının geliştirilmesi için bir hazine gibidir. Yazısının son bölümünde ABD-Çin rekabetinin ekonomik ve askeri boyutlarını inceleyen Gürel, ABD’nin Avrasya’da yürüttüğü sü- rekli savaş kampanyasının en önemli hedefinin Çin Halk Cumhuriyeti’nin yükselişini durdurmak olduğunu savunuyor. ABD ile Çin arasında çıkması olasılık dışı olmayan bir savaşın insanlık için büyük bir barbarlık anlamına geleceğine işaret eden yazar, yazısını bu barbarlığa karşı sürekli devrimi savunarak bitiriyor. Kurtar Tanyılmaz, Giovanni Arrighi’nin Adam Smith Pekin’de-21. Yüzyılın Soykütüğü başlıklı etkili kitabını ele alan yazısında iki temel sonu- ca ulaşıyor. Günümüz Çin’inin “kapitalist olmayan bir piyasa ekonomisi” olduğunu iddia eden Arrighi’yi eleştiren Tanyılmaz, Çin’de ilk sermaye birikiminin kaynaklarını ve üretim ilişkilerinin kapitalist niteliğini açıklı- yor. Arrighi’nin bugünkü Çin’i kapitalist olmayan, hatta olumlu özellikleri olan bir kalkınma örneği olarak sunmasının kapitalizm ile sosyalizm, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında bir orta yol bulma arayışının ürünü olduğunu gösterdikten sonra, devrimci Marksistlerin başka ülkelerde olduğu gibi gü- nümüz Çin’ini anlamak ve değiştirmek için Marx’ın Kapital’i başta olmak üzere devrimci Marksizmin klasiklerine dayanması gerektiğini belirtiyor. Levent Dölek, “Devrimden Sonra Çin: Beyaz Kediyle Siyah Kedi- nin Kavgası” başlıklı yazısında Burak Gürel’in ekonomik ve sosyal dönü- şümler çerçevesinde incelediği 1949 sonrası dönemi Çin Komünist Partisi 5 Devrimci Marksizm (ÇKP) içinde yaşanan tartışmalar ve Çin’in dış politikasındaki değişimler çerçevesinde ele alıyor. Çin Devrimi’nin sınıfsal bakımdan köylülüğün, örgütsel bakımdan Halk Kurtuluş Ordusu’nun damgasını taşıması nede- niyle Ekim Devrimi’nden farklı özelliklere sahip olduğunu belirten Dölek, bu farklılıkların devrim sonrasındaki gelişmeleri derinden etkilediğini sa- vunuyor. Stalinizmin Sovyetler Birliği ve Çin’in komünist partilerine mi- ras bıraktığı “milli komünizm” anlayışının bu iki ülkenin 1960’lardan iti- baren birbirlerine açıkça düşman olmasının temel nedeni olduğunu ortaya koyduktan sonra, Mao’nun Çin’deki Sovyet etkisini kırmayı hedefleyen pragmatik siyasi manevralarını ayrıntılı olarak sergiliyor. Dölek, yazısının Kültür Devrimi’ne ilişkin bölümünde Mao’nun bürokrasiye ve “kapitalist yolcular”a karşı başlatttığı kampanyayı ciddiye alan kitlelerin Şanghay ve diğer kentlerde gerçek bir işçi demokrasisi kurmaya yönelmesinden sonra bizzat Mao tarafından ezildiğini ve Mao’nun daha önce “kapitalist yolcu” ilan ettiği Dang Şiaoping’in önünü açtığını kaydediyor. Dang Şiaoping’in partide yeniden öne çıkması, merkezi planlamanın altını oyan bazı uygu- lamaların başlatılması ve ABD ile ittifak kurulması temelinde kapitalist restorasyonun zemininin hazırlandığının altını çizen Dölek, ÇKP bürokra- sisinin sınıf uzlaşmasını salık veren ideolojik-politik propagandasına rağ- men dünyanın her yanında olduğu gibi Çin’de de işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin sürdüğünü belirterek yazısına son veriyor. Geçen sayımızda Hilferding’in Finans Kapital başlıklı çığır açıcı kita- bının 100. yıldönümü vesilesiyle bu kavrama eğilmiş olan Özgür Öztürk, bu sayıda somuta dönerek Türkiye finans kapitalinin dünya ile bütünleş- me sürecini tarihsel gelişme içinde inceliyor. Önce finans kapitalin son yıllarda kendi içinde “Batıcı” ve “İslamcı” kanatlar arasında bölünmekte olduğuna işaret eden Öztürk, dışa açılmanın başlangıç noktasını oluşturan 1980’den itibaren Türkiye’nin finans kapitalinin üç ayrı evrede, üç ayrı bi- çim altında (meta-sermaye, para-sermaye, üretken sermaye) dünya ile bü- tünleşme yolunda yürüdüğünü ifade ediyor. Yazar Türkiye sermayesinin birikim düzeyinin “bölge gücü” olmasına sağlam bir temel hazırlayacak düzeyde olmamakla birlikte, dış politikanın bu son yıllarda önem kazan- dığını, Türkiye’nin tekelci burjuvazisinin ağırlığını “yeni Osmanlıcılık” olarak anılan politikanın arkasına koyduğunu belirtiyor. Arap dünyasında büyük halk kitlelerinin içinde yaşamakta oldukları ekonomik ve politik koşullara karşı zincirlerini kırmak üzere ayağa kalk- ması karşısında Türkiye solu şaşırtıcı tepkiler verdi. Kimi Amerika’nın Ortadoğu’yu yeniden “dizayn” etmesinden bahsetti, kimi heybetli dikta- törlerin ardı ardına devrilmesine dudak büktü. Solun büyük çoğunluğu- nun, Tunus’ta, Mısır’da ve başka ülkelerde yaşanan olayları devrim olarak nitelemekten kaçındığını söylemek abartı olmaz. Devrimci Marksistler, 6 Bu Sayı en başta Tunus ve Mısır’da olmak üzere, Arap ülkelerinde yaşanan süre- cin devrim karakterini erkenden saptamakla kalmadılar, devrimci sürecin yayılma temposu ve biçimleri konusunda önemli öngörülerde bulundular. Sadece Arap dünyasında değil, Akdeniz’in iki kıyısını birleştirir biçimde bütün Akdeniz havzasında büyük bir mücadele potansiyeli olduğunu vur- guladılar. Bu öngörülerin her biri bu altı ay içinde doğrulandı. Sungur Savran, bu sayımızdaki yazısında, “Arap devrimi” adını verdi- ği süreci çeşitli boyutlarıyla incelerken, geçmişte büyük Marksist düşünür- lerin devrimlerin incelenmesinden çok önemli sonuçlar çıkarttığını, strate- jik ve programatik yönelişlerini gerçek dünyada büyük halk kitlelerinin ta- rihi yapış tarzından türettiklerini, 21.yüzyıl Marksizminin de aynı görevle karşı karşıya olduğunu vurguluyor. Savran, aynı zamanda, Arap halkının ayağa kalkışının bir devrim karakteri taşıdığını kavrayamayan solcuları eleştiriyor, olayların devrimci karakterine ilişkin ayrınıtlı kanıtlar sunuyor. Buna rağmen, 30 yıllık bir gericilik döneminden sonra sosyalizme ilişkin bilincin ve işçi sınıfının devrimci örgütlerinin içinde bulunduğu zavallı durum dolayısıyla, devrimin bu ilk raundunun tam bir zaferle bitmesinin düşük bir olasılık olduğunu ekliyor. Savran için Arap devriminin ortaya koyduğu en önemli gerçek, devrimci partilerin inşa edilmesinin zorunlulu- ğunu bir kez daha ortaya koymuş olmasıdır. Bu sayımızla birlikte Marksizmin hep rüşveti kelam türü bir saygıyla anılan, ama hep ihmal edilen bir felsefi boyutuna, diyalektiğe özel bir ağır- lık vermeye yöneliyoruz. Şeylerin kendi iç yapısında çelişkiler taşıdığı, bu çelişkilerin itişi ile herdaim değişmekte olduğu ve bu değişimin zaman za- man nitel bir sıçramayla büyük dönüşümlerle sonuçlandığı temel önerme- leri üzerinde yükselen diyalektik, Marx ve Engels’in ve onların devrimci izleyicilerinin, örneğin Lenin’in, örneğin Trotskiy’in her zaman titizlikle uyguladığı bir yöntem olmuştur. Denebilir ki, Marksizmin devrimci özünü benimseyen düşünürler diyalektiğe kıskançça sahip çıkarken, Marksizm- den vazgeçen ama bunu bir türlü itiraf edemeyenler en çok diyalektik- ten nefret eder, onu küçümserler. Devrimci Marksizm, bu kadar büyük bir önem taşıdığı halde üzerinde seyrek olarak konuşulan diyalektiği bütün boyutlarıyla ele almak üzere bu sayısında bir ilk atılım yapıyor. Bunu ya- parken farklı düşünce geleneklerinden gelmekle birlikte Marksist diyalek- tiğe ciddiyetle ve belirli bir derinlikle eğilen farklı görüşte düşünürlere yer veriyoruz. Bu sayımızda yer verdiğimiz üç yazar, Erwin Marquit, Jindřich Zelený ve Savvas Mihail-Matsas bu farklılıkların somut örneğidir. Bu fark- lı yaklaşımların diyalektik üzerine tartışmaları canlandırmaya bir katkıda bulunması halinde amacımız gerçekleşmiş olacaktır. Burada sunulan ya- zıları derleyen ve Türkçe’ye çeviren Evren Asena yoldaşımızın katkısını zikretmek emeğe saygının bir gereğidir. 7 Devrimci Marksizm Kitap değerlendirmeleri bölümümüzdeki ilk yazıda, Şiar Rişvanoğlu, İsmail Beşikçi başlıklı derleme kitabını tanıtan yazısında bir “fikir geril- lası” olarak nitelediği Beşikçi’nin Kürt sorununun anlaşılması için yıllar boyunca fedakârca sürdürdüğü entelektüel çabaya ve örnek kişiliğine dik- kat çekiyor. Jacques Tardi ve Jean Vautrin’in Paris Komünü’nü konu alan Hal- kın Çığlığı başlıklı çizgi romanını ele alan Mustafa Kemal Coşkun, Paris Komünü’nü ortaya çıkaran tarihsel bağlamı özetledikten sonra komünün yenilgisine yol açan zaaflarını mercek altına alıyor. Mehmet İnanç Turan, Stalin döneminde görev almış iki Sovyet bürok- ratı olan Andrey Gromiko ve Vyaçeslav Molotov’un yazdığı anı kitapları- nı eleştirel bir gözle inceliyor. Molotov’un SBKP içindeki gerçek komü- nistleri ortadan kaldıran, Hitler faşizminin zaferine yardımcı olan Stalinist bürokrasiyi tamamen aklamaya çalışmak için, Gromiko’nun ise bir yan- dan Stalin’i eleştirirmiş gibi yaparken diğer yandan kendisinin Stalinizmin suçlarındaki politik sorumluluğunu gizlemek için tarihsel gerçekleri tahrif ettiğini gösteriyor. Gelecek sayımızı Akdeniz devrim havzasında çok daha büyük çal- kantılarla karşılamak, Türkiye’de de işçi sınıfı ve ezilenlerin bu mücadele kervanında daha aktif olarak yer aldığını görmek umuduyla, yeniden gö- rüşmek üzere. 8 Dünya kapitalizminin krizi ve Çin’in yükselişi Burak Gürel Jack London, 1910 yılında yayımlanan “Eşi Görülmedik İstilâ” baş- lıklı kısa öyküsüne1 Japon emperyalizminin işgali altındaki Çin’in esare- tinden söz ederek başlar. London’a göre, kalabalıklığının yanı sıra üretim becerisi ve çalışkanlığıyla da sivrilen nüfusa ve bu nüfus temelinde geliş- kin bir üretim ve ticaret organizasyonuna sahip olan Çin’in, doğusundaki tarihsel rakibi Japonya’nın sömürgesi haline gelmesinin bir dizi tarihsel nedeni vardır. Kapitalizm öncesi dönemin kudretli Çin’i ekonomik ve as- keri modernleşmeyi ıskaladığı için dünya kapitalist sisteminde giderek ge- riye düşmüş, ekonomik ve askeri kapasitesini geliştirip doğunun yegâne emperyalist devleti haline gelen Japonya’nın işgaline karşı koyamamıştır. Ancak öykü burada bitmez. Japon sömürgeciliği yalnızca ulusal bas- kıyı değil modernleşmeyi de beraberinde getirir. Modernleşen Çin bir süre sonra Japonya’yı yenilgiye uğratacak ve ulusal bağımsızlığına kavuşacak- tır. Nitelikli işgücünü yeni döneme uygun biçimde harekete geçirerek ye- niden bir ekonomik yükseliş yaşayan Çin kalabalık nüfusunu daha da artı- 1 http://www.jacklondons.net/writings/StrengthStrong/invasion.html 9 Devrimci Marksizm racak, dışarıya verdiği göçler ve ticaret sayesinde dünya ölçeğinde güçle- necek, önceki dönemde kendisini uluslararası hiyerarşinin en alt sıralarına iten büyük güçlere rakip olacaktır. Öyküsünün sonraki bölümünde London Çin’in ekonomik yükselişinin büyük güçler arasında yarattığı endişe ve paniği betimler. Örneğin pek çok devlet ulusal pazarlarının Çin mallarının istilasına uğramasından şikayet etmeye başlar. Çin karşıtı devletler blo- ğu ekonomik alanda alt edemeyeceklerine emin oldukları Çin’i askeri güç kullanarak bitirmeye karar verirler. Takvimler 1976’yı gösterdiğinde o güne kadar benzeri görülmemiş bir yöntem kullanarak, biyolojik silahlarla Çin’de soykırıma girişirler. Çin’e saldıran uçak filoları sıradan bombalarla değil laboratuarlarda geliştirilmiş ölümcül mikroplarla tüm ülkeyi bombalar. Asya’daki kara sınırları ile Pa- sifik Okyanusu’nu devasa ordularla kuşatan ittifak güçleri Çinlilerin katli- amdan kurtulmalarını engeller. Devasa Çin ulusunu son bireyine varıncaya dek katleden büyük güçler ittifakı 1982’den itibaren Çin coğrafyasını önce mikroplardan arındırır, sonra insandan arındırılan bu büyük coğrafyayı “demokratik Amerikan programı” uyarınca Batılı yerleşimcilerin iskânına açar. London’ın öyküsü aynı savaş yönteminin gelecekte kullanılmasını yasaklayan bir uluslararası anlaşmanın imzalanmasıyla son bulur.2 Yirminci yüzyılın geri kalanında yaşananlar London’ın ne denli bü- yük bir öngörü yeteneğine sahip olduğunu kanıtlamıştır. Konumuz savaş yöntemleri olmadığı için öyküde betimlenen gelişkin biyolojik savaş yön- temlerinin 20. yüzyılın geri kalanında askeri literatür ve pratiğin parçası haline geldiğini, bugün de insanlığın önündeki büyük barbarlık tehditle- rinden biri olmaya devam ettiğini belirtmekle yetinelim. Bu yazı bağla- mında bizi asıl ilgilendiren London’ın öyküsünde Çin’in geleceğine ilişkin yaptığı öngörüler. Öykünün yayımlandığı 1910’da Çin henüz Japonya’nın işgali altında değildi. 1894-95’teki Birinci Çin-Japon Savaşı’nda Çin ağır bir yenilgi almış, kuzeyindeki Liaodong yarımadasını, Tayvan ve Panghu adalarını kaybetmiş, Yangze Nehri’ni Japon ticaret gemilerine açmanın yanı sıra yüklü bir savaş tazminatı da ödemek zorunda kalmıştı. Bu sa- vaş özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Meiji restorasyonu sayesin- 2 Öyküsünde soykırımı açıkça mahkûm etmemesi ve Asyalılardan “sarı ırk” diye söz etmesi London’ın uzun yıllar boyunca ırkçılıkla suçlanmasına yol açtı. Bu öyküyü bir sömürgecilik eleş- tirisi olarak okuyan ve London’ın enternasyonalizmini vurgulayan bir çalışma için bkz. Daniel A. Métraux, “Jack London: The Adventurer-Writer who Chronicled Asia’s Wars, Confronted Racism – and Saw the Future (Revised),” The Asia-Pacific Journal: Japan Focus, 25 Ocak 2010, http:// www.japanfocus.org/-Daniel_A_-M__traux/3293 10
Description: