ebook img

Deniz kadar aç - Wilbur Smith PDF

437 Pages·1980·1.35 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Deniz kadar aç - Wilbur Smith

Çeviren: Gülten Suveren Yayın Yılı: 2010 Orjinal Adı: Hungry As The Sea ISBN:9752112452 (C) Copyright: Wilbur Smith / ONK Ajansı / ALTIN KİTAPLAR / 1980 Nicholas Berg projektörlerle aydınlatılmış rıhtımda taksiden inerek durup bir süre Büyücü‘ye baktı. Deniz yükseldiği için gemi taş iskelenin oldukça yukarısında kalıyordu. Bu yüzden tepesindeki kule gibi vinçler bile onu cüceleştirememişti. Kafasını bulutlandıran, kaslarının tutulmasına neden olan yorgunluğa karşın, yine de gemiye bakarken o eski gururu duydu adam. Büyücü yüksek burnu, uyumlu hatlarıyla daha çok zarif, tehlikeli bir savaş gemisini andırıyordu. Kasara çelikten ve kırılmaz camlardan oluşmuştu. Bu camların arkasında pırıl pırıl ışıklar yanıyordu. Kaptan köprüsünün geriye doğru uzanan biçimli kanatlarının üstü en acımasız havalarda, en öldürücü denizlerde çalışması gereken adamları korumak üzere kapatılmıştı. İkinci kumanda köprüsü de kıç güverteye bakıyordu. Usta bir gemici, oradan büyük vinçleri, çelik halat makaralarını yönetebilir, hidrolik sistemle çalışan palamarları kontrol edebilirdi. Yalpaya düşen bir tankeri ya da fırtınada ağır hasara uğramış bir transatlantiği çekebilirdi. Geminin karanlık gökyüzüne doğru yükselen çift kulesi, eski tip kurtarma teknelerindeki yassı bacaların yerini almıştı. Üst güvertedeki yangın topları da teknenin bir savaş gemisine daha da benzemesine neden olmaktaydı. Bu toplarla yanan bir geminin üstüne saatle bin beş yüz ton su sıkılabiliyordu. Kulelerden uzatılan kurtarma merdivenleri sayesinde gemiciler kolaylıkla bir başka tekneye geçebilirlerdi. Kulelerin gerisinde de küçük helikopter alanı vardı. Karinaya güverteler, yani geminin tamamı ateşe dayanacak biçimde kaplanmıştı. Böylece gemi, kazaya uğramış bir tankerin tutuşan petrolünün neden olduğu cehenneme dayanabilirdi. Nicholas Berg umutsuzluğunun, ruhunu kaplayan bitkinliğin biraz hafiflediğini hissetti ama vücudu hâlâ sancıyor, iskeleye doğru giderken yaşlı bir adam gibi yürüyordu. Hepsinin belasını versin, diye düşündü. Onu ben yaptım. Güçlü ve iyi bir gemi… Saat gece yarısını geçmişti fakat Büyücü’nün mürettebatı bulabildiği her yerden dışarısını gözetliyordu. Yağcılar bile haberi alınca makine dairesinden ayrılıp yukarıya çıkmışlar, kıçtaki güvertede dolaşıyorlardı. David Allen yanında baş makinistle, camlı kaptan köşkünde duruyordu. Elinde bavuluyla gölgeli rıhtımda ilerleyen yalnız adama bakmaktaydı. David hayranlık ve saygı dolu bir sesle, «Demek bu adam o,» dedi. Güverte birinci subayı güneşten sararmış saçlarıyla bir okul çocuğuna benziyordu. Baş makinist Vinny Baker düşmekte olan pantolonunu iki dirseğiyle yukarıya çekti. «Tanrının belası bir film yıldızı.» Büyük bir hor görüyle, «Burnu havada bir züppe,» diye söylendi. David yine hayranlığını belirten bir tavırla, «Jules Levoisin’in birinci süvarisiymiş,» dedi. «Üstelik de oldukça eski bir gemi kurtarmacı.» «O dediğin on beş yıl önceydi.» Vinny Baker dirseklerini pantolonundan çekip gözlüğünü burun köküne doğru itince pantolonu yine aşağıya doğru kaydı. «Ondan sonra da Tanrının belası yakışıklı bir kaptan ve mal sahibi oldu.» «Evet,» diye karşılık veren David Allen’in çocuğumsu yüzü biraz kırışır gibi olmuştu. Süvari ve mal sahibi denilen iki efsane yaratığının tek bir canavarda birleşmesini düşünüyordu. Şimdi o canavar Büyücü‘nün iskelesine tırmanmak üzereydi. Vinny, «Gidip onu yumuşak yerinden öpmelisin,» diye söylenerek uzaklaştı. İki güverte aşağıda kendi makine dairesi vardı. Orada ne süvariler, ne gemi sahipleri kendisine ilişebilirdi. Hemen oraya gidiyordu. David Allen giriş kaportasına eriştiğinde yüzü kızarmış, soluk soluğa kalmıştı. Yeni kaptan iskelenin ortasına geldiği sırada başını kaldırdı. Güverte birinci subayına bakarak ilerleyip gemiye girdi. Nicholas Berg ortadan biraz uzundu. Fakat çok uzunmuş izlenimini veriyordu. Mavi kaşmir ceketin altındaki omuzlar geniş ve güçlüydü. Şapka giymemişti; çizgisiz geniş alnından geriye doğru taranmış koyu renk saçları çok gürdü. Burnu irice, yüzü kemikli, çenesi küttü. Gözleri biraz çukura kaçmış, altlarında mavimsi gölgeler belirmişti. Fakat David. Allen’i asıl şaşırtan adamın soluk yüzü oldu. Sanki şahdamarı kesilip kanı akıtılmıştı. Ancak öldürücü bir hastalığa yakalanan ya da çok bitkin düşen birinin rengi bu denli solgun olabilirdi. David, Christy Nakliyatın Altın Prensinin böyle olacağını ummamıştı. Dünyanın dört köşesindeki gazete ve dergilerde resimlerini gördüğü yüz değildi bu Şaşkınlığı yüzünden âdeta dili tutulmuş bir halde durup ona baktı. Nicholas Berg hafif sesle, «Allen?» dedi. Sesi yumuşak ve düzgündü. Vurgusuz konuşuyordu. Bu seste şaşılacak bir derinlik ve titreşim vardı. «Evet, efendim. Gemiye hoşgeldiniz, efendim.» Yeni kaptan gülümseyince yüzündeki hastalık ve yorgunluğun neden olduğu çizgiler silindi. Eli serindi ama el sıkışı David’i şaşırtacak kadar güçlüydü. David onun elindeki Louis Vuitton bavulu aldı. «Size yerinizi göstereyim, efendim.» Nick Berg, «Yolu biliyorum,» diye cevap verdi. «Bu geminin planını ben çizdim.» Kaptan gündüz kamarasında dururken ayaklarının altında güvertenin oynadığını hissetti. Oysa Büyücü iskeleye bağlı ve sabitti. Bacak kasları titriyordu. «Cenaze töreni iyi oldu mu?» «Cesedi yaktılar, efendim. Kendisi öyle istemişti. Küllerin eve, Mary’e gönderilmesi için gerekeni yaptım. Mary onun karısıydı, efendim.» Nick Berg, «Biliyorum,» diye cevap verdi. «Londra’dan ayrılmadan önce onu gördüm. Vaktiyle Mac’le aynı gemide çalışmıştık.» «Bana anlatmıştı. Bununla övünürdü.» Nick süvari dairesine göz atarak, «Onun bütün eşyalarını topladınız mı?» diye sordu. «Evet, efendim. Burada hiçbir şeyi kalmadı.» «İyi bir insandı.» Nick ayakta sallanarak özlemle divana baktı. Fakat yatacak yerde iskele tarafına gidip rıhtıma bir göz attı. «Bu iş nasıl oldu?» «Raporumda…» «Anlat!» Nicholas Berg’in sesi bir kırbaç gibi şaklamıştı. «Ana çekme halatı ayrıldı, efendim. O kıç güvertedeydi. Halat bir kamçı gibi inerek başını uçurdu.» Nick bir an sessiz durdu. Bir çekme halatının gerilim yüzünden ayrıldığını bir kez görmüştü. O olayda üç adamı öldürmüştü halat. «Pekâlâ.» Bir an durakladı. Bitkinlik onu ağırlattırmış, yumuşamasına neden olmuştu. Mac’in yerine başka birini yollayacak yerde neden kendisinin geldiğini anlatmak istiyordu. Yenilmiş, dizüstü çökmüş ve ruhunun derinliklerine kadar yorulmuştu. Biriyle dertleşmenin yararı olabilirdi. Tekrar sallandı, sonra kendisini zorlayarak bu istekten vazgeçti. Ömründe hiç anlayış isteyerek sızlanmamıştı. «Pekâlâ,» diye yineledi. «Lütfen subaylarından benim için özür dile. Son iki haftadır pek uyuyamadım. Heathrow’dan buraya uçakla gelmek de her zamanki gibi bir felaketti. Onlarla sabah konuşacağım. Aşçıya bir tepsiyle yemeğimi yollamasını söyle.» Aşçı kar gibi beyaz önlükle sahneye yakışacak bir şef bonesi giymiş dev gibi bir adamdı. Nick yanındaki masaya tepsiyi bırakan aşçıya bakakaldı. Adam omuzlarına kadar inen, berberde yapılmış saçlarını sağa toplamış ve delik olan sol kulak memesine küçük bir pırlanta küpe takmıştı. Tepsinin üstündeki peçeteyi bir erkek gorilinki kadar kıllı olan eliyle kaldırdı. Fakat sesi genç bir kızınki gibi tatlıydı; uzun, kıvırcık kirpikleri yanaklarını gölgeliyordu. «Nefis bir çorba ve bir pot-au feu yaptım. Özel yemeklerimden biri. Bayılacaksın.» Geri çekilerek kocaman ellerini kalçalarına dayayıp Nick Berg’i süzdü. «Ancak gemiye ayak bastığın an sana baktım ve neye gereksinmen olduğunu anladım.» Bir sihirbaz gibi önlüğünün cebinden küçük bir şişe viski çıkardı. «Yemeğinle bundan biraz iç. Sonra da girip yatağına yat, zavallı şekerim.» O güne dek hiçbir erkek Nicholas Berg’e ‘şekerim’ dememişti, Ama aşçıya karşılık veremeyecek kadar ağırlaşmıştı dili. Uzaklaşan adamın arkasından bakarak bitkin bitkin gülümsedi, sonra elindeki şişeyi tarttı. «Allah kahretsin, buna gerçekten ihtiyacım var,» diye mırıldanarak bir bardak bulmaya gitti. Bardağa yarısına kadar içki doldurup kanepeye döndü. Viskiyi yudumlarken çorba kasesinin kapağını açtı. Yemeğin mis gibi kokusu ağzını sulandırmıştı. Midesindeki sıcak yemek ve içki son gücünü de yok etti. Nicholas Berg ayakkabılarını çıkarıp sendeleyerek gece kamarasına gitti. Uyandığı zaman öfkeliydi. Sen iki haftadır hiç kızmamıştı ve bu da ne denli umutsuz olduğunu gösteriyordu. Traş olduğu zaman aynadaki çok soluk ve çökük yüz ona hâlâ yabancıydı. Lombozdan süzülen güneş ışığı şakağına vurunca ilk kez kır telleri fark etti. Belki o güne dek saçlarına dikkat etmemiş ya da bunlar yeni belirmişti. Kırk, diye düşündü. Gelecek haziranda kırkıma basacağım. Bir erkeğin kırkına gelmeden önce büyük dalgayı yakalayamazsa bir daha bunu başaramayacağına inanırdı. Bu durumda, otuzundan önce büyük dalganın üstünde hızla ilerleyip yükselen ve kırkına varmadan aşağıya, kaynayan suların içine düşen bir adam için kurallar neydi? Nick aynada kendisini süzerken içindeki öfkenin biçim değiştirdiğini, yönlenip işe yarar hal aldığını hissetti. Duş yapıp giyinerek özel merdiveninden üst güverteye çıktı. O anda hızla esen rüzgâr ıslak saçlarını yüzüne yapıştırdı. Güneydoğudan gelen rüzgâr beş kuvvetindeydi; kentin ve limanın tepesinde kalan dağın üstünden esiyordu. Nick üstü düz dağa bakarak, «Fırtınalar Burnu,» diye mırıldandı. Bu korunan rıhtımdaki sular bile kaynayıp beyaz beyaz köpürüyordu. Afrika’nın güney ucu dünyanın en tehlikeli sularından birine doğru uzanmaktaydı. Burada iki okyanus, Point Burnunun kayalık tepelerinin orada hızla birbirine gidiyor, sonra dalgalar halinde Agulhas kıyısına çarpıyordu. Burada rüzgârla akıntı sonsuza dek sürüp giden bir savaşa tutuşmuştu. Beklenmedik dalgaların doğduğu yerdi burası. Gemiciler buna ‘yüzyılık dalga’ derlerdi. Çünkü istatistiklere göre bu dalganın yüzyılda bir gözükmesi gerekiyordu. Fakat yüzyıllık dalga doğmak için her an Agulhas kıyısının açığında rüzgâr ve akıntının uygun şekilde birleşmesini beklemekteydi. Dalga boyu otuz, otuz beş metreye varırdı. Nick bu sularda pek çok geminin kaybolduğunu biliyordu. Bununla birlikte dünyanın en kalabalık su yollarından biriydi bu. Tankerler Basra Körfeziyle batı dünyası arasında durmadan işlerlerken bu kayalık burnu dönüp geçiyorlardı. Oysa ne denli büyük olurlarla olsunlar, o süper tankerler kadar zayıf tekneler bulunamazdı. Bunlar çok büyük, hantal, zayıf ve değerliydiler. Nick farkına varmadan dudaklarını yaladı. Yüklü büyük bir tankerin değeri otuz milyon dolardı. Bu yüzden Büyücü‘yü Kap’a getirmişti. Birden güçlendiğini, heyecanlandığını hissetti. Evet, o büyük dalgadan aşağıya düşmüştü. Artık yukarıda değildi, yarışmıyordu. Köpüklü, beyaz suların içine düşmüştü. Ama başı suyun üstüne çıkmıştı ve bir dalganın yaklaştığını hissediyordu. Onu yakalayıp üstüne çıkacağını, yarışacak güce hâlâ sahip olduğunu biliyordu. Yüksek sesle, «Bunu bir kez yaptım,» dedi. «Allah kahretsin bir kez daha yapabilirim.» Sonra kahvaltı için aşağıya indi. Yemek salonuna girdiği an kimse onu fark etmedi. Adamlar bir konuya dalmışlardı. Baş makinist, Lloyds Listesi’nin eski bir sayısını bulmuş, baş sayfadaki yazıyı yüksek sesle okuyordu. Nicholas onun bu eski gazeteyi nereden bulduğunu merak etti. «Yeni yönetim kurulu başkanı ve üyeler yazılı bir bildiride bulunarak Christy Nakliyata on beş yıl sadakatle hizmet eden Mr.Nicholas Berg’i övmüşlerdir.» Beş subay kahvaltıyı unutmuş, heyecanla dinliyorlardı ama David Allen başını kaldırınca, kapıda duran adamı gördü. «Sayın süvarimiz,» diye bağırarak ayağa fırlarken, Vinny Baker’in elindeki gazeteyi de çekip masanın altına soktu. «Efendim, size Büyücü‘nün subaylarını tanıtmama izin verin.» Genç subaylar sıkılıp çekinerek Nicholas Berg’in elini sıktılar, sonra soğumuş kahvaltılarını sessiz sedasız yemeye koyuldular. Nick Berg o kasvetli sessizlikte uzun masanın

Description:
Nicholas Berg bir zamanlar gemileriyle tüm okyanuslara hükmeden ünlü bir denizcidir. Çok sevdiği karısı, oğlu ve sahip olduğu işiyle imrenilecek bir hayatı vardır. Ama Duncan Alexander'ın hayatlarına girmesiyle her şey altüst olur. Karısını ve çok severek emek verdiği işini bi
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.