ebook img

Delikanlı - Fyodor Mihailoviç Dostoyevski PDF

930 Pages·2008·2.84 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Delikanlı - Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Delikanlı Dostoyevski DÜNYA KLASİKLERİ 12 ISBN 978-605-384-074-9 SERTİFİKA NO 16238 1. BASKI MAYIS 2009 Delikanlı YAZAR DOSTOYEVSKİ ÇEVİRİ ERDENER TUNALI YAYIN YÖNETMENİ ENDER HALUK DERİNCE GÖRSEL YÖNETMEN FARUK DERİNCE YAYIN KOORDİNATÖRÜ ŞAFAK DUMLU BASIN ve HALKLA İLİŞKİLER AKİF BAYRAK MÜŞTERİ TEMSİLCİSİ RAMAZAN YORULMAZ BASKI MELİSA MATBAACILIK Çifte Havuzlar Yolu Acar Sitesi No: 4 Davutpaşa/İSTANBUL İNTERNET ALIŞVERİŞ www.dr.com.tr • www.ideefixe.com • www.kitapyurdu.com • www.hepsiburada.com Gürsel Mah. Alaybey Sk. No: 7/1 Kağıthane/İSTANBUL Tel: 0212 222 72 25 Faks: 0212 222 72 35 E-posta: [email protected] Sonsuz Kitap, Yakamoz Yayınları’nın tescilli markasıdır. 1. KISIM BİRİNCİ BÖLÜM I Daha fazla sabredemeyerek, hayat yolunda attığım ilk adımları yazmak için oturdum; ama bunu yapmasam da olurdu. Yüz yaşıma kadar yaşasam, bunu yapmaya bir daha oturmam. Hiç sıkılmadan kendi hakkında yazabilmesi için, insanın utanmadan kendine âşık olması gerekir. Beni de diğerlerinden ayıran, kendimi bağışlayabileceğim tek bir nokta varsa, o da okurumun beğenisini kazanmak için değil, tümüyle başka gayeler için yazıyor olmamdır. Geçen yıl başımdan geçenleri böyle birdenbire, harfi harfine yazmaya oturmuştum. Fakat olan bitenler beni öyle şaşırttı ki!.. Bunu sırf içimden gelen bir isteğin tesiri altında, ancak şimdi yapıyorum. İşle ilgisi olmayan şeylerden, en çok da edebiyat güzelliklerinden var kuvvetimle kaçınarak sadece olayları yazıyorum; bir edebiyatçı tam otuz yıl hep yazar durur da, en sonunda niçin bu kadar yıl yazdığını kendisi de anlayamaz. Ben edebiyatçı değilim, duygularımın güzel yazılışını, onların edebiyat pazarına sürüklemeyi yakışık almayan alçakça bir hareket sayarım. Ama, yine de öfkeyle hissediyorum ki, duygularımı, düşüncelerimi -hatta en bayağılarını bile- hiç yazmadan da geçip gidemeyeceğim, sırf kendisi için yazmaya teşebbüs ettiği hâlde, yine de edebiyatın tesirinden kurtulamamak, insanın üzerinde adi bir etki yapmaktan geri kalmıyor. Düşüncelere gelince, bunlar bayağı şeyler de olabilir. Çünkü senin kıymet verdiğin bir şeyin, başkasının gözünde hiçbir değeri olmaması mümkün… Ama bunları bir yana bırakalım, işte önsöz de oldu bitti; bir daha da buna benzer bir şey olmayacak. Haydi bakalım, iş başına; gerçi herhangi bir işe, belki de bütün işlere başlamak kadar zor bir şey yoktur. II Hatırlarıma, geçen yılın 19 Eylülünden, yani tam ona ilk defa rastladığım günden başlayacağım, daha doğrusu öyle başlamak isterdim… Ama daha hiç kimse bir şey bilmezken, damdan düşercesine kimi gördüğümü anlatmak saçmalık olur. Önce biraz bilgi vermek istiyorum… Aksi takdirde eserin tutulması mümkün olmaz. Ben burada, daha önce de söylediğim gibi, kelime oyunlarına başvurmayacak, mesajlarımı elimden geldiğince yalın verecek, bu sadeliği ön plana alacaktım. Ama ne yazık ki verdiğim sözü şimdiden tutamıyor, Rusçanın büyüsüne kapılarak, daha ilk satırlarda edebi güzelliklere giriyorum. Herhâlde bundan sonra Slavcanın büyü ve güzelliklerinden bolca yararlanacağım. Çünkü Rusça, Avrupa’nın en büyülü ve güzel dili. Ama bu dil güzel olduğu kadar da zor. Lütfen okurlarım eserimi bunu göz önüne alarak okusunlar. Şu ana kadar yazılanları okudum. Gördüm ki, buraya kadar yazdıklarımdan çok daha akıllıyım. Bir insanın yazdıklarıyla kafasından geçenlerin uyuşmamasını şaşırtıcı buluyorum. Şu uğursuz son bir yıl içinde yaşadıklarım bana gösterdi ki, bu düşüncelerimde bütünüyle haklıyım. Bunu anlamak için birçok işkenceye katlanmam ise işin diğer bir yönü. Söze 19 Eylül gününden başlamalıyım… Fakat öncelikle kim olduğunu anlatmak istiyorum. Böylece hem okurlarım beni daha iyi tanıyıp geçmişle bugün arasında bağlantı kurabilsin, hem de ben olayları daha ayrıntılı bir biçimde anlatabileyim. III Ben, şu an yirmi bir yaşında, kolej mezunu bir gencim. Soyadım Dolgorukiy diye bilinir… Meşru babam Makar İvanov Dolgorukiy, Versilov ailesinin eski kölesiymiş. Aslında meşru yoldan doğsam da, toplumun değer yargılarına göre babasızım ve soyum şüpheli… Dünyaya geliş hikâyem ise şöyle: Bundan yirmi iki yıl önce asıl babam derebeyi Versilov, Tula vilayetindeki çiftliğine gelmiş. O sıralarda yirmi beş yaşındaymış. Öyle sanıyorum ki, o zaman daha kişiliği tam oturmamış bir adammış. Çocukluğumdan beri beni hep şaşırtan, bütün ruhumun derinliklerine giren, hatta uzun zaman geleceğim üzerinde büyük etkiler bırakan bu adamın, şimdi bile birçok şeyde benim için büsbütün çözülmemiş bir bilmece oluşu da meraka değer. Ama iyisi mi gelin de bunu daha sonra konuşalım; bu gibi şeyler öyle gelişigüzel anlatılamaz. Zaten bütün hatıra defterimi bu adam dolduracaktır. Derebeyi Versilov Tula’ya geldiği sırada dul kalmış. Karısı soylu bir aileden geliyormuş, fakat öyle sanıldığı gibi zengin değilmiş. Bu kadından -kadının soyadı Fanariotov’muş- biri erkek, iki çocuğu dünyaya gelmiş. Genç yaşta ölen bu kadın hakkında öyle çok bir bilgiye sahip değilim. Zaten fazla bir belge de bulamadım. Babamın hayatı ile de fazla ilgilenmedim. Ama şunu çok iyi biliyorum: Versilov tam üç tane yüklü mirası yemiş bitirmiş bir adam. Bunların toplamı en azından dört yüz bin ruble imiş. Şimdi ise aç geziyor. O zaman köye ne amaçla geldiğini kimse bilmiyormuş, bunu daha sonra, kendisinden öğrendim. Küçük yaşta olan çocukları, her zaman olduğu gibi, akrabalarının yanındaymış. Zaten Versilov, bütün hayatınca hem babalı, hem de babasız çocukları hep aşağılarmış. Bu çiftlikte köle köylülerin sayısı oldukça fazla imiş; bunların arasında da bahçıvan Makar İvanov Dolgorukiy varmış. Şunu bir daha tekrarlamamak üzere hemen söyleyeyim ki, soyadına bütün hayatınca benim kadar kızan az bulunur. Bu, elbette budalaca bir şeydir ama ne yapayım, böyle işte. Herhangi bir okula girdiğim zaman yahut yaşım itibariyle kendilerine hesap vermek zorunda olduğum herkes, kısacası herhangi bir öğretmen dadı, papaz, karşıma çıkan herkes soyadımı sorup da Dolgorukiy olduğumu duyunca bilmem neden, muhakkak: “Prens Dolgorukiy mi?” diye sormayı bir görev sayardı. Ben de bu işi gücü olmayan yaratıklara hep: “Hayır, sadece Dolgorukiy…” diye durumu açıklamak zorunda kalırdım. Bu “sadece” sözü en sonunda beni çileden çıkarmaya başlamıştı. Bununla birlikte, meraka değer şunu da ekleyeyim ki, bunu sormayan yoktu. Galiba bu bazılarını hiç ilgilendirmiyordu. Hem de bilmem hangi şeytan suratlı için bunun önemi ve gereği vardı? Ama yine de herkes soruyordu. Sadece Dolgorukiy olduğumu duyunca da soran, her zaman beni kendisinin de niçin sorduğunu bilmediğini belirten anlamsız, budalaca, yabancı gözlerle süzerek çekilip giderdi. Ama okul arkadaşlarımın soruları merak değil tam bir aşağılama biçimindeydi. Okul öğrencisi, bir acemiyi nasıl sorguya çeker? Zaten şaşkına dönen, utancından kızarıp bozaran acemi, okula girişinin birinci günü -hangi okula girerse girsin- herkesin eğlencesi olur. Ona emrederler, onu alaya boğarlar, uşak gibi kullanırlar. Gürbüz, tombul bir çocuk birdenbire gelip kurbanının karşısında durur, gözlerinin içine uzun, sert ve gururlu bakışlarla bakıp bir an karşısındakini süzer. Acemi öğrenci de onun önünde durur, eğer korkak değilse yan gözle bakar, “Dur bakalım ne olacak?” diye bekler. – Bana baksana, senin soyadın ne? –Dolgorukiy… – Prens Dolgorukiy mi? – Hayır… Sadece Dolgorukiy. – Ya, demek sadece!.. Aptal! Hakkı da yok değil ki! Prens olmadan Dolgorukiy soyadını taşımak kadar budalaca bir şey yoktur. Ben de hiç günahım olmadan bu budalalığı sırtımda taşıyıp duruyorum. Sonraları, çok kızmaya başlayınca: “Prens misin?” diye sordukları zaman hep, “Hayır, bir köylünün, eski bir kölenin oğluyum…” diye cevap veriyordum. Daha sonraları büsbütün çileden çıkınca, “prens misin?” dedikleri zaman sert sert, “Hayır, sadece Dolgorukiy’im, eski efendim derebeyi Versilov’un gayri meşru oğlu!..” diyordum. Bu yalanı da lise son sınıftayken uydurmuştum. Ama burada şunu çok iyi anlamıştım: Ben bir budalayım. Bu durum, belki de işime geldiğinden, rolümden oldukça memnundum. Bir gün öğretmenim intikam alma ve siyasi fikirlerle dolu olduğumu anlamış, bunu büyük bir sessizlikle karşılamıştı. Kendimi aşağılanmış hissetmeye başlamıştım. Bu gibi durumlarda hiç tepki görmemek, adam yerine konmamakla eşdeğer bir şeydi. Üstelik sınıf arkadaşlarımda da aynı tepkisizlik vardı. Fakat en sonunda arkadaşlarımdan lafını sakınmayan, aynı zamanda acı dilli birisi yanıma geldi. Çok önemli bir şey söyleyeceği tavırlarından belliydi. Tam burnumun dibine geldi ve: – Böyle duygular beslemek sizin için elbette bir şeref sayılabilir, şüphesiz bununla istediğiniz kadar övünebilirsiniz. Ama ben sizin yerinizde olsam, piç oluşuma gene de pek sevinmezdim… Sizse sanki bayram yapıyorsunuz, dedi. O günden sonra piçliğimle övünmekten vazgeçtim. Yine tekrarlıyorum: Rusça yazmak çok güç; işte ben soyadıma kızdığımı anlatmak için tam üç sayfa yazı yazdım, okuyucu ise benim prens değil de sadece Dolgorukiy oluşuma kızdığımı sanmıştır. Yeni baştan anlatarak kendimi temize çıkarmak için uğraşmayı kendime yakıştıramıyorum. IV

Description:
Kadın düşkünü bir toprak sahibinin gayrimeşru çocuğu olan on dokuz yaşındaki Dolgorukiy'in, St. Petersburg'da bir araya geldiği babası Versilov'la yaşadığı çatışmaların anlatısıdır Delikanlı. Baba ve oğlun duygusal, ideolojik ve ahlaki tartışmaları etrafında şekillenen
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.