ebook img

Dehşet Ülkesi - Jack London PDF

349 Pages·2012·1.18 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Dehşet Ülkesi - Jack London

JACK LONDON Türkçesi : Kemal Kandaş DEHŞET ÜLKESİ BİRİNCİ BÖLÜM Beyaz adam çok hastaydı. Kulak memeleri delinmiş ve biri gerilmekten yırtılmış kıvırcık saçlı vahşi bir zencinin sırtında, at üstündeymiş gibi taşınıyordu. Vahşinin yırtılmış kulak memesinde, oymalı tahtadan yapılmış üç parmaklık koca bir süs halkası vardı. Yırtık kulağa yeni bir delik daha açılmış, gösterişsiz bir toprak pipo asılmıştı. Beyaz adam, yağlı bedenine dar ve kirli bir peştemal tutunmuş bu iki ayaklı ata sıkı sıkıya sarılmıştı. Başı, güçsüzlükten, zencinin yapağı gibi kıvırcık simsiyah saçlarına düşüyor, tekrar kaldırdığında da, pek seçemeyen gözlerle, titrek, bunaltıcı havada bir o yana bir bu yana sallanır gibi görünen hindistancevizi ağaçlarına bakıyordu. Sırtına ince bir gömlek giymiş, belden aşağısına, dizkapaklarma uzanan keten bir gez geçirmişti. Başında geniş kenarlı, yıpranmış bir kovboy şapkası vardı. Belinde de, ateşlenmeye hazır, büyük kalibreli bir otomatik tabanca asılıydı. Arkalarından yürüyen on dört on beş yaşlarında bir zenci çocuk, ilaç şişeleri, içi sıcak su dolu bir kova ve çeşitli iyileştiriciler taşıyordu. Sağlıksız, öğürtücü bir kokunun yayıldığı ve kızgın güneşin ortalığı kavurduğu, yaprak kımıldamayan ağır bir hava içinde, sazdan örülmüş dar avlu kapısından geçerek, yeni dikilmiş gölgesiz hindistancevizi ağaçları arasında yürümeye başladılar. Karşıdan, işkence gören ya da son nefesini veren insanlarınkine benzer vahşi feryatlar yükseliyordu. Bu korkunç sesler, damı ve duvarları ottan, dar ve uzun bir hangardan geliyordu. Oraya yaklaştıkça, acılı ve iniltili bağrışmalar daha iyi duyuluyordu. Görünümden ürperen beyaz adam bayılacak gibi oldu. Salomon Adaları'nın korkunç afeti dizanteri, Berande çiftliğinde yaşayanların üstüne çöreklenmişti. Çiftliğin sahibi beyaz adam, dizanteriye karş' yalnız başına savaşmak zorundaydı. Taşıyıcısının omuzlarına iyice eğilerek, iki büklüm durumda alçak kapıdan geçmeyi başardı. Karşısındaki korkunç görüntünün allak bullak ettiği kafasını toparlayabilmek için, kendisini izleyen çocuktan aldığı şişedeki keskin amonyak kokusunu ciğerlerine çekerek, «Susun!» diye bağırdı. Gürültü birden kesilmişti. Bambu kamışından yapılma altı ayak boyundaki döşeme, bir adım genişliğinde bir koridorla birleşerek hangar boyunca uzanıyordu. Döşemenin üstünde, en aşağılık soydan geldikleri bir bakışta anlaşılan yirmi kadar zenci yan yana kıvrılmış yatıyordu. Hepsi de yamyamdı. Yüzleri uyumsuz ve hayvansıydı. Biçimsiz beden yapıları maymuna benziyordu. Midye ve bazı böcek kabuklarından burun halkaları takmışlardı. Delinmiş burun kanatlarından, boncuklar dizilmiş teller uzanıyordu. Gergin kulak memeleri, ağaç çubuklar, pipolar ve çeşitli süs eşyasıyla donanmıştı. Derileri, çirkin görünüşlü değişik biçimde döğmeler ve yara izleriyle kaplıydı. Hastalık yüzünden üstlerindekileri atarak çırılçıplak soyundukları halde, bağa halhallarıyla, boncuk dizilerini ve bel kemerlerine geçirilmiş parlak bıçaklarını özenle yanlarında tutuyorlardı. Çoğunun bedeni, ortalığı kara bulutlar gibi saran sineklerin konup kalktığı korkunç yaralarla kaplıydı. Beyaz adam, bir uçtan öteki uca dizilmiş zencilerin önünden geçerek hepsine ilaç dağıttı. Birkaçına klor verdi. Hangisinin, hangi ilaca, ne ölçüde dayanabilecek güçte olduğunu iyice saptayarak ona göre ilaç vermek zorundaydı. Ölmüş bir zenciyi dışarı çıkarttı. Hiç şakaya gelmez biri gibi sert ve kesin konuşuyor, ölüyü taşımalarım emrettiği sağlıklı zenciler, kaşlarını çatıyorlardı. Içlerinden biri, isteksizce ölünün bacaklarına yapışırken homurdanmaya başlayınca, beyaz adam yerinden doğrularak, güçlükle kaldırdığı koluyla, zencinin ağzına bir yumruk patlattı. «Ne demek oluyor bu, Angara?» diye kûkredi. Zenci, vahşi bir hayvanın mekanik çabukluğuyla doğrulup, beyaz adamın üstüne atılmaya hazırlandı. Gözlerinde, vahşi hayvan öfkesini açığa vuran bir kıvılcım çaktı. Ancak, beyaz adamın, kemerinde asılı tabancasına el attığını görünce saldırmaktan vazgeçti, gevşeyen bedeniyle ölünün üstüne eğilip taşınmasına yardım etti. Artık homurdanmıyordu. Beyaz adam, «Domuzlar!» diye homurdanarak dişlerini gıcırdattı. Kendisi de, iyileştirmeye çalıştığı, önünde kıvrılıp yatan zenciler kadar hastaydı. Bu salgın yerine girdiğinde, oradaki işini sonuna dek tamamlayabilecek güçte olup olmadığını bilmiyordu. Ancak, önlerinde bir baygınlık geçirecek olsa, bu vahşilerin aç kurtlar gibi üstüne saldırıp gırtlağını sıkacaklarını çok iyi biliyordu. Neredeyse ölmek üzere olan birinin, son nefesini verir vermez dışarıya taşınmasını emrettiği sırada, kapıdan içeriye uzanan bir zenci başı, dört kişinin daha hastalandığını bildirdi. O sırada, henüz yürüyebilen yeni hastalar içeriye girdiler. Beyaz adam, yeni gelenlerden en zayıfım, az önce oradan uzaklaştırılan ölüden kalan yere yerleştirtti. Ondan sonrakinin uzanabilmesi için hastalardan birinin daha ölmesi gerekiyordu. Sonra, çiftlikçe çalışanlardan sağlam kalabilenlere, hastane olarak kullanılan garajın yanma, hastalar için yeni bir bölüm yapmalarını emrederek, bir uçtan bir uca dolaşmaya ve hastalara ilaç dağıtmaya devam etti. iyileşmelerine yardımcı olabileceğini düşünerek bir yandan da onlarla şakalaşıyordu. Zaman zaman, hangarın öteki ucundan garip bir inleme duyuluyordu. O yana gittiğinde, bu garip sesleri çıkaranın sağlıklı bir delikanlı olduğunu görerek kızgınlıkla sordu: «Neden böyle bağırıp duruyorsun?» Delikanlı, «O benim kardeşimdir, yakında ölecek!» diye karşılık verdi. Beyaz adam, «Ulan eşşoğlu eşşek!» diye haykırdı, «böyle böğürerek onu daha çabuk öldüreceksin. Söylediklerini duyuyor mu ki? Şimdi cezanı vereceğim!» Yumruğunu kaldırınca, delikanlı suratını asıp yere çömeldi. Beyaz adam rahatlamıştı. «Bir daha bağırmayacaksm. Burada bir yığın sinek dolaşıyor, neden onları avlamıyorsun? Hem, kardeşini yıkamak için su getirsene! Onu yıkamak sana düşmez mi? Haydi bakalım, marş marş!» Kahnkafalı. zenci, sonunda yeniden kızgınlıkla bağırıp çağırmaya başlayan beyaz adamın isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı ve iğrenç sinek sürüsünü yok etmek için ayağa kalktı. Beyaz adam, kendine atlık eden zencinin sırtında, tekrar dışarıya, buğulu sıcak havaya çıktı. Karaderilinin boynuna sıkıca tutunarak derin derin nefes aldı. Ancak, ölü sessizliği çökmüş bu bunaltıcı havada bir türlü kendine gelemediğinden, başı önüne düştü ve bu yarı uykulu hali evine varıncaya dek sürdü. Katlanmak zorunda kaldığı her çaba kendisi için bir işkence olduğu halde, aralıksız didinip durmaa gerekiyordu. Kendisini taşıdığı için zenciye bir yudum içki verdi. Ev işlerine bakan Viaburi'ye süblime ve su getirterek iyice yıkandı. Bir doz klor aldı, nabzım dinledi ve ateşini ölçmek için ağzına derece koydu. İçindeki ağlayıp inleme duygularını bastırarak şezlonga uzandı. Öğle sonu olmuştu ve günlük denetleme işinin üçüncüsü tamamlanmıştı. Ev işlerine bakan oğlanı çağırıp, Jessie'nin gelip gelmediğini araştırması için gözlem aygıtını getirmesini emretti. Viaburi, teleskopu getirip verandadan denizi gözlemeye başladı. «Uzakta bir karaltı görünüyor. Jessie olmalı!» Beyaz adamın yüzünde bir sevinç ışığı parıldadı. «Eğer o gördüğün Jessie ise sana beş parça tütün veririm.» Bir süre ses çıkmadı. Beyaz adam sabırsızlıkla sonucu bekledi. Zenci, kesin bir şey söylemiyordu: «Belki Jessie'dir, belki de değil!» Beyaz adam, şezlongun kenarına kadar gelmişken, birden kayıp dizleri üzerine çöktü. Bir sandalyeye tutunup tekrar ayağa kalktı. Sıkıca tuttuğu sandalyeyi kapıya doğru iterek balkona çıktı. Yüzünden akan ter gömleğinin omuzlarını ıslatıyordu. Tekrar sandalyeye oturabildiğinde güçlükle soluk alabiliyordu . Birkaç dakika sonra tekrar doğruldu. Zenci, elindeki teleskopun ucunu balkonun korkuluğuna dayamıştı. Beyaz adam, teleskopa yaklaşıp uzakları seyretmeye başladı. Sonunda, beyaz yelkenli tekneyi farketti: «Bu Jessie değil. Bu Malakula!» Tekrar şezlonga oturdu. Üç yüz ayak uzakta, dalgaların oynaştığı sahil görünüyordu. Solda, Ba~ lesuna'yı çevreleyen dalgaların beyaz çizgisi, daha yukarda, Savo Adası'mn girintili çıkıntılı silueti görünüyordu. Tam oırun önünde, on iki millik kanalın öte yanında Florida Adası, sağda da, çiftliğinde çalışan yerlilerin getirildikleri, katillerin, soyguncuların, yamyamların ülkesi, vahşi Malaita Adası'nın bir bölümünün belirsiz bir görüntüsü yer ülkesi, alıyordu. Bulunduğu yerle sahil arasında, yalnızca bahçesinin bambu kamışlarından yapılmış parmaklıkları vardı. Kapı aralıktı, hizmetçisini gönderip kapattırdı. Parmaklıkların içinde birkaç hindistancevizi ağacı bulunuyordu. Çıkış yolunun her iki yanma, iki uzun bayrak direği dikilmişti. Bunlar, on ayak yükseklikte yapma tepecikler üzerinde duruyordu. Direklerin alt yanı, beyaza boyanmış ve aralarına zincirler bağlanmış daha küçük direklerle sağlamlaştırılmıştı. Bu görünümleriyle direkler, serenleri ve yelken ipleriyle gemi direklerini andırıyordu. Direklerden birine, mavi ve beyaz kareleriyle dama tahtasına benzeyen bir bayrak asılmıştı. Diğer direkteki beyaz flama üstünde kırmızı bir yuvarlak vardı. Bu, uluslararası tehlike işaretiydi. Çitin öteki köşesine bir atmaca tünemişti. Adam kuşu görünce hasta olduğunu anladı. Kendisinin mi, yoksa onun mu daha güçsüz olduğunu düşünmeye başladı. Aralarındaki benzerlik onu eğlendiriyordu. işletmede çalışanlara, çalışma saatlerinin sona erdiğini ve artık barakalarına çekilmeleri gerektiğini bildiren büyük çanı çaldırtmak için ayağa kalktı. Sonra, iki ayaklı atma binerek o günün son denetleme işine başladı. Hastane olarak kullandığı hangarda iki yeni hastaya hintyağı verdi. Bugün yalnızca üç zenci ölmüştü. Günün pek ucuz atlatılmış olmasından mutluluk duyuyordu. iyi bir gün geçirilmişti. işe ara verilip verilmediğini anlamak amacıyla, yağı çıkarılacak hindistan cevizlerinin kurutulduğu yerleri denetledikten sonra, yasaklama emrine aldırmayıp orada saklanmaya kalkışan hasta bulunup bulunmadığını görmek için, çalışan zencilerin barındığı barakaları dolaştı. Eve dönüşünde, işçileri denetlemekle görevli zenciden, o günkü çalışmalara ilişkin bilgi aldı, ertesi gün yapılacak işlerle ilgili emirler verdi. Ayrıca, her akşam olduğu gibi, sandalların korunduğu barınağın iyice kapandığından kesinlikle emin olmak için, sandalcıların başındaki yöneticiyi yanma çağırdı. Bu çok önemli bir önlemdi. Çünkü, sandallardan birinin kumsalda unutulması, büyük bir korku içinde yaşayan zencilerden yirmisinin, ertesi sabah sandalla birlikte ortadan kaybolması demekti. Her zencinin, çalışmasına göre otuz dolara kadar yükselen bir parasal değeri vardı, Berande çiftliğinin böylesine bir zararı kaldırabilmesi kolay olmazdı. Ayrıca, Salomon Takımadalarında bir balina sandalı ucuza satın alınamıyordu. işletme sermayesinin günden güne azalmasına aldırmamak, işletmenin ölümüne bile bile göz yummak olurdu. Geçen hafta yedi zenci kaçıp ormana sığınmıştı. içlerinden dördü çok kötü bir durumda, ateşler içinde geri döndü. Anlattıklarına göre, öteki zencilerden ikisi, konuksever orman halkınca öldürülüp gövdeye indirilmişlerdi. Serbest kalan yedinci zencinin, kumsal boyunca başıboş dolaştığı, yurdu

Description:
Jack London'un yapıtları görkemli ve sürekli bir destandan alınma sürükleyici serüven parçaları gibidir. Issız tropik adaların balta girmemiş ormanlarında, kelle avcıları arasında geçen bir aşk ve serüven romanı olan Dehşet Ülkesi'nde, yine Jack London'a özgü o sürükleyici
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.