DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI’NA MARKSİST YAKLAŞIM A Marxist Approach to the Turkish Foreign Policy in the Period of the Democratic Party Yrd. Doç. Dr. Caner SANCAKTAR* Özet: 1945-1950 döneminde CHP tarafından başlatılan ABD eksenli dış politika 1950’ler boyunca Demokrat Parti tarafından yoğunlaştırılarak devam ettirildi. Bu dış politika, II. Dünya Savaşı sonrası “Sovyet Tehdidi”nden değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınıfsal ve ideolojik yapısından kaynaklandı. Yani devletin sınıfsal ve ideolojik yapısı kaçınılmaz olarak ABD eksenli dış politika üretti. Bu durum Türkiye’yi ekonomi, siyaset, yasama ve yargı alanlarında olumsuz etkiledi. Askeri alanda ise Amerikan yardımları ve NATO’ya katılım, eş zamanlı olarak hem Türk silahlı kuvvetlerini modernize edip güçlendirdi, hem de Türkiye’yi askeri açıdan ABD’ye bağımlı hale getirdi. Anahtar Kelimeler: Türk dış politikası, Demokrat Parti, ABD eksenli dış politika Abstract: In the period of 1945-1950 the Republican People’s Party (CHP) launched a US- oriented foreign policy which was largely followed by the Democrat Party (DP) in the 1950s. This policy was mainly derived from the class and ideological structures of the Republic, but not from “the Soviet Threat” which considerably influenced the foreign policies of surrounding states of Soviet Union after the Second World War. In other words, class and ideological structure of the Republic, unavoidably, led the country to produce US-oriented foreign policies that affected the Turkish economy, politics, legislation and judiciary systems negatively. In the field of military, this policy of the Republic generated two main consequences, one being positive and the other negative. The positive consequence was that, the American aids and accession to NATO enabled Turkish Military to modernize and strengthen itself, whereas the negative consequence was a very significant increase in its dependency to the USA. Keywords: Turkish foreign policy, the Democratic Party, the US-oriented foreign policy *Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 25 Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 GİRİŞ İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya, hem Avrupa hem de uluslararası sistem açısından çok büyük değişikliklere tanık oldu. Avrupalı büyük güçler savaş sonrasında uluslararası politika ve ekonomide başat aktör olma pozisyonlarını yitirdi. Avrupalı büyük devletlerin yerini başat aktörler olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) aldı. Böylece ABD liderliğindeki kapitalist blok ile SSCB liderliğindeki sosyalist blok arasında 1990’ların başına kadar sürecek olan siyasal, ekonomik ve askeri rekabete dayalı “iki kutuplu sistem” dönemi başladı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen ve yeni bir uluslararası düzeni doğuran önemli gelişmeleri üç başlıkta özetleyebiliriz:1 Siyasal Gelişmeler: Savaş sonrasında “evrensel aktör” olarak Birleşmiş Milletler (BM) örgütü kuruldu. Fakat BM’nin evrenselliği Genel Kurul ile sınırlı kaldı. Çünkü Güvenlik Konseyi veto hakkına sahip olan beş daimi büyük devletin (ABD, SSCB, Çin, İngiltere, Fransa) kontrolüne bırakıldı. SSCB diğer Avrupalı sosyalist ülkeleri ve yeni bağımsızlığını kazanan “3. Dünya” ülkelerini yanına alarak ABD’nin gücünü dengelemeye çalıştı. SSCB ayrıca sosyalist devletleri ve partileri/hareketleri ideolojik açıdan kontrol etmek amacıyla 1947’de Kominform’u kurdu. Almanya, savaş sonunda ikiye bölündü: Kapitalist Batı Almanya (Federal Almanya Cumhuriyeti) ABD’nin, sosyalist Doğu Almanya (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) ise SSCB’nin desteği ve kontrolü altında yeniden yapılandırıldı. 1955’te Batı Almanya NATO’ya, diğeri ise Varşova Paktı’na üye oldu. 1950’lerin ikinci yarısından itibaren NATO ve Varşova Paktı’na karşı tepki olarak Bağlantısızlar Hareketi gelişmeye başladı. Gerek uluslararası politika gerekse konumuz açısından önemli olan bir başka gelişme ise Ortadoğu’da Baas Hareketi’nin yükselişi oldu. 1 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Rifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-2001) (İstanbul: Der Yayınları, 2006) ve Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994) (Ankara: İmge Kitapevi, 2001). 26 Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Marksist Yaklaşım Ekonomik Gelişmeler: ABD öncülüğünde 1945’te Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) kuruldu. 1947’de temel görevi uluslararası ticareti serbestleştirmek olan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) imzalandı ve bir yıl sonra yürürlüğe girdi. ABD Nisan 1948’de Marshall Planı’nı uygulamaya soktu ve planın sağlıklı biçimde işletilebilmesi için –ABD’nin isteği doğrultusunda– Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) kuruldu. Tüm bu örgütlenmeler ve politikalar, kapitalist dünya ekonomi sisteminin ABD öncülüğünde ve kontrolünde yeniden yapılandırılmasını amaçlıyordu. Tabii ki bu örgütlenmeler/politikalar, ABD’nin kapitalist dünyada başat güç haline gelmesine yardımcı oldu. SSCB, ABD öncülüğündeki bu örgütlenmelere karşı cevap ve önlem olarak 1949’da Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi’ni (COMECON) kurdu. COMECON, Avrupalı sosyalist ülkeleri hem ekonomik alanda yeniden yapılandırdı ve güçlendirdi hem de Moskova’ya bağladı. Amerikan yardımları sayesinde toparlanmaya çalışan Batı Avrupa ülkeleri ise, ekonomik gelişmeyi hızlandırmak, SSCB’ye ve “komünizm Tehlikesi”ne karşı birlikte mücadele etmek ve Amerika’nın uydusu haline gelmemek amacıyla -1990’lı yılların başında Avrupa Birliği’ne dönüşecek olan-ekonomik bütünleşme sürecini 1950’lerin sonunda başlattı. Savaş sonrasında merkez kapitalist ülkelerde (ABD, Batı Avrupa ülkeleri, Kanada, Japonya) “fordist birikim rejimi” ve çevre kapitalist ülkelerde “ithal ikameci birikim rejimi” uygulanmaya başlandı. Savaş sonrası yeni düzenlemeler ve yatırımlar sayesinde merkez kapitalist ülkelerde hızlı sermaye birikimi yaşandı. Hızlı birikim, 1968’den itibaren yavaşlamaya başladı ve 1974’te büyük bir ekonomik kriz ortaya çıktı. Askeri Gelişmeler: Avrupalı faşist güçler, batıdan Amerikan ordusu ve doğudan Kızıl Ordu tarafından bozguna uğratıldı. Bu iki ordunun II. Dünya Savaşı sırasındaki üstünlükleri savaş sonrasında devam etti. ABD 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nü (NATO), SSCB ise 1955’te Varşova Paktı’nı (Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşması) kurdu. ABD 1947 Truman Doktrini çerçevesinde Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardımlarda bulunurken, SSCB de Doğu Avrupa ve Balkanlar’da kurulan sosyalist rejimleri -Yugoslavya hariç- destekledi. 27 Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 Tüm bu ekonomik, siyasal ve askeri gelişmeler uluslararası ilişkiler literatüründe “Soğuk Savaş” veya “iki kutuplu sistem” olarak adlandırılan yeni bir dönemi başlattı. Türkiye bu döneme ağır ekonomik, siyasal ve toplumsal problemlerle girdi. İki kutuplu sistemin başlangıcı ile Türkiye’de tek partili dönemin sona ermesi aynı zamanda gerçekleşti. 7 Eylül 1945’te Milli Kalkınma Partisi ve 7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan öncülüğünde Demokrat Parti resmen kuruldu.2 22 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960’daki askeri darbeye kadar Türkiye’yi on yıl yönetti. Demokrat Parti iktidarı 1953’e kadar liberal, 1953-1960 yıllarında ise ithal ikameci ekonomi politikaları uyguladı.3 Makalenin amacı, Demokrat Parti dönemi (1950-1960) Türk dış politikasını iç dinamikleriyle birlikte Marksist paradigma ışığında incelemektir. Türk karar mercilerinin ABD yanlısı tutumunun merkez-çevre teorisi kapsamında değerlendirildiği makalede aşağıdaki dört soru cevaplandırılmaktır: 1. Demokrat Parti döneminde (1950-1960) uygulanan dış politikanın temel özelliği/karakteri nedir? 2. Bu özellik, 1945-1950 döneminde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarının uyguladığı dış politikanın bir devamı mıdır, yoksa CHP’nin uyguladığı dış politikadan bir kopuş mudur? 3. Bu özelliğin temel nedeni/kaynağı nedir? 4. Demokrat Parti döneminde uygulanan dış politika Türkiye’yi nasıl etkiledi? 2 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Cemil Koçak, “Siyasal Tarih (1923-1950),” içinde Türkiye Tarihi, 4. Cilt: Çağdaş Türkiye (1908-1980), Ed. Sina Akşin, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1997), 131-154. 3 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Mete Tunçay, “Siyasal Tarih (1950-1960),” içinde Türkiye Tarihi, 4. Cilt: Çağdaş Türkiye (1908-1980), Ed. Sina Akşin, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1997), 177-187 ve Korkut Boratav, “İktisat Tarihi (1908-1980) ,” içinde Türkiye Tarihi, 4. Cilt: Çağdaş Türkiye (1908-1980), Ed. Sina Akşin, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1997), 311-325. 28 Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Marksist Yaklaşım Bu soruları cevaplayabilmek için ABD, SSCB, Ortadoğu ülkeleri ve Bağlantısızlar Hareketi ile kurulan ilişkileri incelemek gerekir. 1. ABD İLE İLİŞKİLER ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan en düşük kayıpla, en yüksek faydayla çıkan ülke oldu. Savaş sonrası Amerikan dış politikasının yedi temel amacı vardı: (1) Uluslararası ticareti canlandırmak ve genişletmek. (2) Avrupa kapitalizmini yeniden inşa etmek ve kontrol altına almak. (3) SSCB’nin nüfuz alanını sınırlamak ve mümkünse sıfırlamak. (4) Yeni bağımsızlığını kazanmış olan Asya ve Afrika ülkelerini kendi nüfuz alanına çekmek. ABD bu ülkeleri ucuz işgücü, hammadde ve tarım deposu ve Amerikan ihraç malları için potansiyel talep alanları olarak görüyordu. (5) Sosyalist hareketleri, örgütlenmeleri ve devrimleri engellemek. (6) Bağlantısızlık hareketinin gelişimini engellemek ve bu hareket içinde yer alan ülkeleri kendi nüfuz alanına çekmek. (7) Ortadoğu petrollerini kontrol etmek ve Baas hareketinin gelişimini engellemek. Bu yedi stratejiyi içeren Amerikan dış politikasının Türkiye’yi nasıl algıladığını, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanıp Başkan Harry Truman’a sunulan 25 Haziran 1945 tarihli belge şu şekilde özetliyor: “Amiral Bristrol döneminden günümüze kadar Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler şu ilkeler çerçevesinde barışçıl ve dostane bir biçimde sürmüştür: (1) İnsanların özgürce istedikleri siyasal, ekonomik ve toplumsal sistemleri seçmeleri. (2) Ticarette fırsat eşitliği. (3) Basının haber alma ve verme özgürlüğü. (4) Amerikan eğitim kurumlarının faaliyetlerinin devam etmesi. (5) Amerikan vatandaşlarının haklarının korunması.”4 ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımının bir özeti olan bu beş “ilke” aslında Amerika’nın savaş sonrasındaki yedi stratejisiyle uyuşmaktadır. İlk üç ilke 4 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991), 134. 29 Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 liberalizmin temel söylemleridir. Son iki ilke ise, ABD’nin Türkiye üzerindeki nüfuzunu devam ettirme ve güçlendirme arzusunu yansıtmaktadır. Aslında bu ilkeler, savaş sonrası Amerikan dış politikasının temel amaçlarının Türkiye ile ilişkilere yansımasıdır. 1.1. Truman Doktrini ve Türkiye ABD başkanı Harry Truman’ın soy ismi ile anılan Truman Doktrini, ABD Kongresi’nde “Yunanistan’a ve Türkiye’ye Yardım Yasası” adıyla yasallaştı ve 22 Mayıs 1947’de Başkan Truman’ın onayıyla yürürlüğe girdi. Doktrinin Türkiye ayağı, 12 Temmuz tarihli “Türk-ABD İkili Yardım Anlaşması” ile uygulamaya sokuldu.5 Doktrine göre (a) Yunanistan’a 300.000.000 ve Türkiye’ye 100.000.000 dolarlık yardım yapılacak; (b) her iki ülkeye yardımların denetimi için askeri ve sivil personel gönderilecek; (c) Yunan ve Türk askeri personeli Amerika’da eğitilecek; (ç) yardımlar ABD’nin izni olmadan başka devletlere satılamaz, hibe edilemez ve kullanılamaz; (d) yardımların amacı, kaynağı, miktarı ve genişliği hakkında Amerikan basınına tam bilgi verilecek. Truman Doktrini’nde öngörülen yardım miktarı aşıldı: 1947-1949 yılları arasında (yani CHP iktidarı döneminde) toplam 152.500.000 dolar ve 1950- 62 yılları arasında (yani son iki yılı hariç Demokrat Parti iktidarı döneminde) toplam 1.855.700.000 değerinde askeri yardım alındı.6 ABD’nin Yunanistan ve Türkiye’ye yapmış olduğu bu yardımların dört temel amacı vardı ve bu amaçlar, savaş sonrası ABD dış politikasının genel yedi amacı ile son derece uyumluydu: Birincisi; Yunanistan’da sürmekte olan iç savaşı komünistlerin aleyhine, kral-burjuvazi iktidarının lehine sonuçlandırmak ve böylece Yunanistan sosyalist devrimini engelleyip bu ülkeyi ABD kontrolünde kapitalist dünya ekonomi sistemine entegre etmek. 5 Ali Gevgilili, Yükseliş ve Düşüş (İstanbul: Bağlam Yayınları, 1987), 58-59. 6 Çağrı Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası, Cilt I, ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim Yayınları, 2001), 534-553. 30 Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Marksist Yaklaşım İkincisi; Yunanistan ve Türkiye’de askeri üsler elde etmek. Üçüncüsü; SSCB’yi çevrelemek. Dördüncü amaç ise; Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya yakın olmak. 12 Mayıs 1945’te Churchill’in Truman’a yazdığı mektupta yer alan “Rusya üzerine bir demir perde çekilmiştir” ifadesi “Soğuk Savaş”ın habercisi olurken, Truman Doktrini’nin uygulamaya sokulması “Soğuk Savaş”ı resmen başlattı. ABD açısından bu doktrinin önemi, ABD’nin Balkanlara girmesi ve Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya yaklaşması oldu. Yunanistan açısından doktrinin önemi, komünist ayaklanmayı (sosyalist devrimi) bastırması ve kapitalist gelişimi güvence altına almasıdır. Truman Doktrini ile başlatılan askeri yardımlar Türk silahlı kuvvetlerini modernize edip güçlendirdi. Fakat aynı zamanda bu yardımlar, Türkiye’yi askeri açıdan ABD’ye bağımlı hale getirdi. Ayrıca, Türkiye’ye verilen askeri malzemenin bakımının ve yedek parça ihtiyacının ancak ABD’den sağlanabiliyor olması, Türkiye’yi ekonomik yönden olumsuz etkiledi. Örneğin, ilk etapta alınan 100.000.000 dolarlık savaş artığı askeri malzemelerin bakımı ve yedek parçaların ithalatı için yılda 143.000.000 para harcandı.7 Bu gibi askeri harcamalar, Türkiye’nin savaş sonrasında elinde tutmayı başardığı dolar rezervini kısa sürede eritti. İlerleyen yıllarda ABD’den yapılan ithalat arttıkça, dolar sıkıntısı daha da arttı ve dış ticaret dengesi bir daha düzeltilemeyecek biçimde bozuldu. Böylece Truman Doktrini Türkiye’nin sadece askeri açıdan değil, aynı zamanda ekonomik açıdan da ABD’ye bağlanma/bağımlı hale gelme sürecini başlatmış oldu. Türkiye, Truman Doktrini çerçevesinde ABD’den askeri-ekonomik yardımlar almaya ve ülkesini Amerikan personeline açmaya başlayınca, SSCB’nin karşısında ve ABD’nin yanında yer aldığını açıkça ilan etmiş oldu. Bu doktrin ayrıca Türk-Amerikan yakınlaşmasını/ilişkilerini arttırmak suretiyle Türkiye’nin sosyo-kültürel havasını etkiledi. Amerikan hayat tarzı (American Way of Life) Türk toplumuna ve özellikle devlet eliyle büyütülmekte olan kentli burjuvaziye nüfuz etmeye başladı. Böylece 7 Erhan, “ABD ve NATO’yla,” 536. 31 Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 Türkiye’de “Amerikan hayranlığı” arttı. Truman Doktrini’nden itibaren giderek daha fazla ithal edilmeye başlanan Amerikan ürünleri ise, Türk toplumunun hayatını Amerikan hayat tarzına yaklaştırdı. 1.2. Marshall Planı ve Türkiye ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın soy ismiyle anılan Marshall Planı, “Ekonomik İşbirliği Kanunu” adıyla Amerikan Kongresi tarafından kabul edildi ve 3 Nisan 1948’de Başkan Truman’ın onayıyla uygulamaya sokuldu. Bu plana göre ABD, İspanya hariç Avrupalı kapitalist ülkelerin ekonomik sorunlarının çözülmesine ve ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasına yönelik toplam 17 milyar dolar yardımda bulundu. Yardımın bir kısmı hibe, geri kalanı uzun vadeli borç olarak verildi. Yardımların koordinasyonu ve kontrolü amacıyla Amerika’da özel sektör ile devlet temsilcilerini içeren Ekonomik İşbirliği İdaresi (ECA) ve yardımdan faydalanacak olan Avrupalı kapitalist ülkeleri kapsayan Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC) tesis edildi. Marshall Planı; kapitalist Batı Avrupa ekonomisini ABD kontrolünde yeniden yapılandırmayı ve sosyalist Doğu Avrupa karşısında güçlendirmeyi, kapitalist Batı Avrupa ülkelerindeki emekçi kitlelerin yaşam standardını yükselterek devrimleri engellemeyi amaçlıyordu. Plan, ayrıca Avrupa ekonomisinin ithalat gücünü artırmak suretiyle Amerikan mallarına geniş bir Avrupa piyasası oluşturmayı amaçlıyordu. Türkiye, 4 Temmuz 1948’de ABD ile “Ekonomik İşbirliği Antlaşması” imzalayarak Marshall Planı’na dâhil oldu. Bu antlaşma gereği, Türkiye’nin alacağı ekonomik yardımların kullanımı, OEEC ve ABD’den gelen uzmanların oluşturduğu Ekonomik İşbirliği Misyonu tarafından denetlendi ve yönlendirildi. Alınan ekonomik yardımların hangi alanlarda nasıl kullanılacağı, Amerika’nın ve OEEC’nin iradesine bağlandı. Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye 1948-1952 döneminde toplam 352.000.000 milyon dolar yardım yapıldı. Yardımın 175 milyonu, Amerika’dan mal satın alınması koşuluyla verilen doğrudan yardımlardı. 32 Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Marksist Yaklaşım Doğrudan yardımların 85 milyonu borçlanma, 73 milyonu hibe ve 17 milyonu şarta bağlı yardım olarak verildi. Geriye kalan 177 milyon dolarlık kısım, OEEC ülkelerinden mal satın alınması için verildi. Türkiye’nin aldığı yardım, tüm Marshall yardımlarının sadece binde 36’sını oluşturuyordu.8 Ekonomik yardımlar 1952 sonrasında da devam etti. 1953-1959 döneminde ABD’den toplam 592.400.000 dolar ekonomik yardım alındı.9 Alınan ekonomik yardımlar tarımsal alanda, hammadde üretiminde, değerli madenlerin çıkarılmasında ve karayolu yapımında kullanıldı. Hatta Türkiye’nin kendi kaynakları/gelirleri de, Amerikan uzmanlarının ve OEEC’nin tavsiyeleri, yönlendirmeleri ve kontrolleri doğrultusunda Demokrat Parti hükümeti tarafından bu dört alanda kullanıldı. Amerika’nın ve OEEC’nin Türkiye ekonomisini bu dört alana yönlendirmesinin nedeni Avrupa kapitalizminin yeniden inşa edilmesi sürecinde Türkiye’ye biçilen roldür. Bu role göre Türkiye, Batı Avrupa sanayilerinin ihtiyacını duyduğu ucuz tarım ve hammadde ürünleri üretip Avrupa’ya satacak, bunun karşılığında ise Batı Avrupa’dan sanayi mamul malları satın alacaktır. Yardımlar ve hatta öz kaynaklar, söz konusu rol gereği karayolu (demiryolu, tramvay, metro değil) yapımında kullanıldı. Böylece, Amerikan ve Avrupa otomobillerinin Türkiye’ye satılabilmesi için gerekli olan altyapı hazırlanmış oldu. Nitekim karayolları ağı geliştikçe Batı Avrupa ve Amerika’dan ithal edilen otomobil ve otobüs sayısı büyük artış kaydetti. Yani Amerika’dan gelen yardımlar ağır sanayinin ve yüksek teknolojinin kurulup geliştirilmesinde kullanılmadı. Tam tersine, ekonomik yardımlar sonucunda Türkiye, bir “ucuz tarım ve hammadde deposu” haline getirildi. Dolayısıyla Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde gelen askeri-ekonomik yardımlar, Türkiye’yi merkez kapitalist ülkelere -özellikle ABD’ye-bağımlı hale getirdi. 8 Bkz.: Senem Üstün, “Turkey and the Marshall Plan: Strive for Aid,” Turkish Yearbook of International Relations Vol XXVII (1997): 48-52. 9 Baskın Oran, “Türkiye’nin Kuzeyindeki Büyük Komşu Sorunu Nedir?” AÜSBF Dergisi Cilt XXV (1970): 79. 33 Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 1.3. NATO’ya Katılım 4 Nisan 1949 tarihinde ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İtalya, Danimarka, Norveç, Portekiz ve İzlanda arasında Kuzey Atlantik Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma 24 Ağustos’ta yürürlüğe girerek Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nü (NATO) doğurdu. NATO’nun kuruluşu, ABD tarafından geliştirilen dört amaca dayanıyordu: SSCB’yi çevrelemek, Batı Avrupa ülkelerini kapitalist dünya ekonomi sistemi içinde tutmak, ABD’yi Avrupa içinde tutmak ve hem Avrupa’da hem Avrupa dışında yeni sosyalist devrimlerin gerçekleşmesini önlemek.10 NATO’nun kuruluşu, Türkiye’de hem dönemin CHP hükümeti hem de Demokrat Parti tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu “ulusal memnuniyet”, CHP iktidarının son günlerinde, 11 Mayıs 1950’de üyelik başvurusuna dönüştü. Fakat başvuru reddedilince söz konusu “ulusal memnuniyet” adeta “ulusal hayal kırıklığı”na dönüştü. 11 gün sonra ise 22 Mayıs’ta CHP iktidarı yerini Demokrat Parti’ye bıraktı. Demokrat Parti, CHP’nin başlattığı NATO’ya katılım politikasını devam ettirdi. Yeni hükümet, hem Amerika’yla hem de Amerika’nın müttefiki Batı Avrupa’yla ilişkilerini geliştirmek ve böylece Türkiye’nin NATO’ya girişini kolaylaştırmak amacıyla, ABD’den ve Batı Avrupa’dan herhangi bir talep gelmemesine rağmen, 25 Temmuz 1950 tarihinde bir aydır sürmekte olan Kore Savaşı’na 4.500 asker yollayacağını açıkladı. Demokrat Parti iktidarı bu kararı TBMM’de tartışmaya sunmadan aldı ve TBMM’nin onayı alınmadan 4.500 askeri Kore Savaşı’na gönderdi. Ana muhalefet partisi CHP, asker gönderme kararının mecliste tartışılmaya sunulmamasını ve meclis onayı olmaksızın bu kararın uygulanmasını protesto etmiş olsa da, savaşın ilerleyen günlerinde “BM idealine ve ABD dostluğuna bağlıyız” diyerek Kore’ye asker gönderilmesine tam destek verdi. Kore’ye asker gönderme kararının alınmasından beş gün sonra, 1 Ağustos 1950’de, Türkiye ikinci defa NATO’ya üyelik başvurusunda bulundu. Fakat ikinci başvuru da 10 Mustafa Türkeş, “NATO Bağlamında ABD-Türkiye İlişkilerinde Devamlılık ve Değişim,” içinde Türk Dış Politikasının Analizi, ed. Faruk Sönmezoğlu (İstanbul: Der Yayınları, 2004), 381-382. 34
Description: