CELÛLÂ - CELVETİYE. üzerindeki merhalelerden birini teşkil ediyordu. c.ahıatiya (s. 63) adlı kitabında, ilk önce Tan Cenûb-i şarkîsinde bulunan Dastacird [ b. bk.] rının 7 adı ile zikr vermenin, meşhûr Şeyh Abü ’den ve şimâl-i garbisinde kâin Hânikin'den İshâlf Şafi al-Din Ardabili ( 735 = 1334/1335 ) aşağı yukarı aynı mesafede idi ( 7 fersah = 39 nin şeyhi, İbrahim Zâhid Gilâni (690=1291 ) km.). Calûlâ ’nm yakınından Diyälä ’ya dökü ’den kaldığını ve halvete karşılık, e el ve t len, Nahr Calûlâ isminde, bir nehir akıyordu. meşrebinin de yine bu zattan zuhûr ettiğini Bu nehir, Diyälä ’ya dökülen asıl kol ile, Calü- söyler. İbrahim Zâhid Gilâni ’de zuhûr eden 1a’nm yukarısında ve Bâcisrâ [ b. bk.]’ya yakın bu meşrep, ‘Aziz Mahmüd Hudâyi ’de kemâlini bir mahalde birleşiyordu. Calûlâ ’nın mühim bir bulmuş bu münâsebetle Muhmüd Hudâyi, c e 1 şehir olmadığını kaydeden arap coğrafyacılarına v e t î y e denen tarikatı kurmuştur ( ayn. esr., göre, araplar 16 ( 637 ) 'da Sâsânî hükiimdarı- s. 87 ). Yine İsmail Hakkı, bir sâlikin, yâni nın ordusunu bu şehrin civarında bir kaç defa hakikat yolcusunun, tarikat bakımından, celvetî hezimete uğratmışlardır. bile olsa, halvette kaldıkça, halvetî sayılacağını : : Eserini 740 (1340) senesine doğru yazmış fakat tarikati halvetî olan birisinin, halvetten olan Mustavfi ’ye göre, Selçuklulardan Sultan geçmiş ve bu meşrebe, bu neş’eye sahip olmuş Malikşâh (465—485 = 1073—109z) tarafından sa, hakikatte celvetî olduğunu da ayrıca söy Calûlâ’da, belki aynı zamanda kervansaray ola ler ( s. 64 ). rak da kullanılmak üzere, bir kışla (ribât, halk Celvetîlik, bayramîyeden ayrılan bir tarikat lisanında rubBf ) inşa edilmiş ve bu tarihten iti- tir ( bk. BAYRAMİYE ). Bütün kaynaklarca Ma(t* hâren bu şehire Ribât Calûlâ demek âdet olmuş müd Hudâyi ’nin şeyhi Üftâde ’dir. Kendisinin tur. Bu Mâlûmat, bize Calûlâ ’nm mevkiini de Vâtşi'ât adı kitabı da bunu açıkça gösteriyor. kat’î olarak tespit etmeğe yardım etmektedir. Yalaız Üftâde ile Hacı Bayram arasındaki sil Filhakika Ribât Calûlâ ’nın bugünkü Kızıl-Robât sile bir az karışıktır. Bâzan bir müezzinin va ’in aynı olduğunda hemen-hemen şüphe yok gibi zifesini görüp, karşılığında para istemeksizin dir {bilhassa arap coğrafyacılarının Calûlâ için ezan okurken bir müddet sonra kendisine aylık gösterdikleri mesafeler Kızıl-Robât’a tamamiyle tâyin edilmesi üzerine gördüğü bir rüyada „ma uygun düşmektedir. Calûlâ şehri 340 10' şimâl kamından üftâde oldun“ sözü ile azarlanması arzı, 45° şark tulünde ( Greenw.), Cebel Hamrİn yüzünden, asıl adı olan Muhy al-Din ’i bırakıp, üzerinden geçen boğazın şark müntehasmda İlâhilerinde Üftâde mahlasını kullanan ve 998 dağlık arazide bulunuyor. Diyälä nehri bu şeh ( 1580/1581 )’de Bursa’da vefat eden Muhy al- rin şarkından ve çok yakınından geçmektedir. Din Üftâde, İsmail Hakkı ’ya göre, Bursa ’da Halk lisanında Kiazilâbâz ve Kazrâbâz şekil ie- Ulu camide eski minare dibinde oturan Kötü rini alarak (krş. Petermann, Reisen im Orient, rüm Hızır Dede ’nin halifesidir. Hızır Dede, II, 274), bozulmuş veya Kizrebât (krş. Herz evvelce çobanmış; sonra kötürüm olup, çoban feld, Petermanns Geogr, Mitt., 1907, s. 51) şek lıktan kalmış ve bu minare dibinde ibâdete linde kısaltılmış olan Ifızıl-Robât kelimesinin dalmışken, Hacı Bayram Ankara ’ya gelince, mânası „kızıl kervansaray“ ’dır. Orta çağdaki Hacı Bayram ’a bi’at ediyor ( s. 76 ). Tibyân, Calûlâ gibi, bugünkü Kızıl-Robât da ehemmiyet Üftâde ’nin Hamd Allah Çelebi ’den. onun, ba siz bir şehirdir. Kervanların çok geçtikleri bir bası Ak Şemseddin ’den, onun da Hacı Bayram yol üzerinde bir durak ve menzil olmaktan ’dan feyiz aldığını ayrı bir rivayet olarak kayd başka bir rolü yoktur. ediyorsa da, bu silsile, hiç bir yerde görülme Bibliyografya: Ba’kübâ ’da gösteri diği gibi, celvetılerce de rivayet edilmemiştir. ' len eserlerden başka bk. bir de Streek, Baby ‘Aziz Mahmüd Hudâyi, Şalfaik zeyli ’ne göre, ' lonien nach den arab. Geograph., I, 8, 15; G. Seferî-Hisar "ıdır. Gülşen Efendi, Külliyât-1 le Strange, The lands of the East. Caliphate kazret-i Hudâyi'de Sivrihisarh olduğunu söy (*905 ), s. 62 ve Çızıl-Robât hakkında krş. lüyor. Silsilanâme-i calvatiya, şeyhi Konya Ritter, Erdkunde, IX, 418, 489; Ker Porter, Koç-Hisarı ’nda göstermede, Tibyân da bu ikin Reisen in Georgien, Persien und Armenien ci rivayeti kabûl etmekte ve 948 I 1541/1542 ) ... (Weimar, 1833), II, 234 v.dd. de doğduğunu ilâve etmektedir. Gülşen Efendi, ( M. Streck.) doğum tarihini, 950 ( 1543/1544 1 olarak kaydedi CELVETİYE. CALVATÎYA, Üsküdarlı yor. İstanbul ’da okuyan, Edirne ’de Sullan Şeyh'Aziz Mahmüd Hudâyi nin kurduğu t a r i- Selim medresesinde muidlik, Şam ve Mısır’da katin adtdır. Calvat ( „yerini, yurdunu terk- naiplik eden, Mısır ’da Karim al-Din Halvati etmek“ ) tasavvuf ıstılahı olarak, kulun, Tanrı adlı birisine intisap edip, halvetî olan Mahmüd sıfatlan ile, halvetten çıkışına ve Tanrı varlı Hudâyi, nihayet Bursa’da Farhâdiya »sdrese- ğında fânî oluşuna denilir ( Sayyid Şarif, Ta'ri- sine müderris ve Cami’-i 'atik mahkemesine fat, s. 3 ). Bursalı İsmail Hakkı, Silsilanâme-î |nâip oluyor. Bu sırada, au’aneye göre, bir gece 6$ CELVETİYE. rüyasında cennetlik sandığı bir çok kimseleri Mahmüd Hudâyi, üç kere haccetmiştir. Mih — cehennemde, cehennemlik sandıklarını — rimah Sultan’ın kızı Ayşe Sultan'1 aldığı da cennette görüyor. Bunun üzerine ertesi sabah rivâyet edilmektedir. Şeyhin tatlı dilli ve gü derhâl Üftâde’ye gidip, teslim oluyor. Tib zel söz söyler bir zat olduğu (Naimâ ), seyrek yân ve Külliyât, bu teslim oluşun tarihini i sakallı ve orta boylu bulunduğu (İsmail Hakkı) zilkâde 984 cumartesi ( 1577 ) olarak kaydedi söylenir. Akbıyık ’ın âdetini tâzelediğinİ ve saç yor ki, an’ane ile böyle rivayet edilmiş olduğu koyuverdiğini, dervişlerine de saç koyverdirtti- anlaşılmaktadır. Külliyât ( s. 4 v. d.) 'ta, Üftâ- ğini ŞakS'ilf zeyli ’nden anlıyoruz ( I, 64 ). İs de 'ye intisabına sebep olarak, başka bir rivâ- mail Hakkı: — „Cüneyd Bağdadî soyundan ol yet daha kaydedilmektedir. Mahmüd Hudâyi, duğu kendisinden duyulmuştur“ — diyor. Mah Üftâde ’ye 3 yıl kadar hizmet ettikten sonra, müd Hudâyi, 1038 ( 1628 ) yılı saferinin ikinci kendisine halifelik verilip, Sivri-Hisar ’a gön salı gecesi vefat etmiştir. Ölümüne bir çok ta derilmiştir. Bir müddet sonra İstanbul ’a gelip, rihler düşürülmüştür. Fakat kimin olduğunu Çamlıca'da Musalla mescidine bitişik iki taş bilmediğimiz ¿l-ii tarihi cidden pek oda yaptırıp, bir vakit orada oturmuş, oradan güzel bir tesadüftür. Rum Mehmed Paşa câmii yanındaki bir odaya Mahmüd Hudâyi’nin 18 arapça ve 12 türkçe göçmüş, 997 (1588/1589)'de şimdiki tekke ve eseri vardır ki, bunlar Üsküdar ’da Selim Ağa camiin yerini almış, 1003 (1594/1595 )’te tek kütüphânesinde Hudâyi kitapları arasındadır. kenin ve camiin yapılması bitmiş ve oraya Başka eserleri de belki vardır (bu eserlerin taşınmıştır. Naimâ tekke ve camiin, Rüstem adları için bk. Külliyât, s. 607, not). Eserle Paşa 'nın kızı Ayşe Hanım tarafından yaptırıl rinin çoğu, bir kaç sahifeiik risâleciklerdir. dığını kaydetmektedir ( I, 112 v. d.). 1002 cemâ- Arapça Macâlis, tefsirlere müracaat edilmeden ziyelâhirinde (1594} Fâtih câmünin cuma yazılan ve tamamlanmamış bir tefsirdir. Risâla vâizliği ile müfessir ve muhaddisliği kendisine fi ’l-tarikat al-Muhammediya adlı arapça risâ- verilmiş, tekkedeki câmi yapılınca camiin ha lesi ile türkçe Tarikatnâme ’si ve yine türkçe tipliğini alıp, Fâtih camiindeki vazifesini bı mauzûm Nacât al-ğarlk adlı risalesi, Külliyât rakmış ve buna karşılık' Üsküdar’daki, İskele adı altında divanı ile bir arada basılmıştır. En câmii de denen, Mihrimah Sultan câmiinin per mühim ve büyük eseri, Üftâde ’nin tasavvufî şembe vaizliğini almıştır. Ayrıca Sultanahmed sözlerinin zaptından meydana gelen Vâki'ât adlı câmiinin vâizliği de kendisine verilmişse de, kitaptır. Üftâde ’nin türkçe konuştuğu muhak Özür dilemiş ve yalnız her ramazan ayınm ilk kak olmakla beraber, ‘Aziz Maljmüd Hudâyi pazartesi günü Sultanahmed ’de vaaz etmeği bu kitabı arapça yazmıştır. Kendi elyazısı ile kabûl etmiştir. yazılmış ve iki cüzden meydana gelmiş olan Maljmüd Hudâyi zamanında büyük bir hür aslî nüsha, Selim Ağa kütüphânesinde Hudâyi mete mazhar olmuştur. Silsilanâme-i calvatlya kitapları arasında 574 numarada kayıtlıdır. Üs şeyhin bu teveccühe uğrayışına Ahmed l. ’in tündeki vakfiyeden, şeyhin babasının Mahmüd- bir rüyasını kerametle tâbir etmesini, sebep oğlu FazI Allah adlı birisi olduğunu da anlı olarak, gösteriyor. Peçevî, Rumeli kazaskeri yoruz. Bu eser, yalnız oelvetîlik ve tasavvuf ba Şan' Allah’ın te’siri İle vezir Ferhad Paşa ta kımından değil, türlü münâsebetler ile zama rafından Fâtih camiine vâiz tâyin edildiğini nındaki adamlardan ve vak’alardan da bahset kaydetmekte ve şöhretinin bu suretle başladı mesi dolaytsiyle, tarih bakımından da değer ğına işaret etmektedir ( II, 36). Naimâ, şey lidir. Gülşen Efendi merhum, divanına pek fâ- hülislâmın şeyhi sevmediğini söylemektedir ideli notlar ilâve etmiştir. Bâzı şiirlerin tari (I, 112 v. d.) Fakat Ahmed I.’in ölümünde hini, hemen çoğunun bestelenmiş olduğunu ve padişahı yıkamak üzere dâvet edüdildiği, ihti bestekârlarını, bu arada şeyhin de besteleri ol yarlığından bu hizmette bulunamayıp, padişahı duğunu (s. 112, 137) ve bir İlâhînin Murad halifelerinden Şâban Dede ’nin yıkadığı dü III. ’ın ölümü münasebetiyle söylendiğini ( s. 79 ) şünülecek olursa (Naimâ, II, 154), Ahmed I. bu notlardan öğreniyoruz. İlâhîlerinin bir kısmı, ’in Hudâyi abdest alırken su döktüğü, valide hece iledir ve bilhassa buniarda Yunus te’siri Sultan ’m havlu tuttuğu, padişahın şeyhin ar görülür ve bir kısmı da zâten Yunus 'a nazi dında yaya yürüdüğü gibi, bâzı hikâyelerin, redir. Hemen bütün şiirleri zühdî-tasavvufî olup, dağru olmasa bile ( Külliyât, s. 9 v.dd. ), bir aslı şiir bakımından, pek değerli değildir. Hattâ bulunduğu ve Ahmed I. 'in şeyhe ziyâdesi ile bunlarda tasavvufun vecd ve aşkını, coşkunluk saygı gösterdiği anlaşılır. Zâten Peçevî, Naimâ ve taşkınlığını bile bulamayız. Esasen Mahmüd ve diğer bütün kaynakların, şeyh hakkında Hudâyi, vahdet-i vücudu, şeriat hudutlarını taş haddinden fazla hürmetkâr bir dil kullanmaları mamak üzere, kabûl eden ve her hususta şeri da buna delildir, - atın zâhidiik yolunu tutan tam sünnî bir şeyh CELVETİYE - CEM. 69 tir. Hattâ o, tasavvufta taşkınlık gösteren ya lince de, 'Abd al-Latif Çelebi tarafından, orada hut bir az serbest fikirli c!ûn sûfîîere bile mu bulunan şeyh, derviş ve muhipterce Hâşim Ba arızdır. Simavnakadısı-oğlu Bedreddin’in ve ba ’nın reis ve dede-baba tanınması için bir Bedreddin sufîlerinin aleyhine padişaha bir arîza emirnâme gönderilmiştir. Hulâsa melâmîlere bile vermiştir (M. Şerefeddin, Simavnakadıst- melâmî olarak görülen, hattâ bir melâmî er oğlu Şeyh Bedreddin, s. 73—74 ). Yalnız garip kânı kurmağa çalışıp, kutupluğunu iddia eden, tir kî, bu arîzada kendisinin Balkanlardaki ,,Si- bektaşilerin bir kısmınca dede-baba tanınan, mavna taifesi“ arasında baba olduğunu da aynı zamanda celvetî olan ve celvetîlikten „Hâ kaydeder. Anlaşılıyor ki, Rumeli ’de de bulun şimiye“ kolunu ayıran, nihâyet 1197 ( 1773 ) ’de muş ve belki merak yüzünden, bunların arasına ölen Hâşim Baba ’yı ve kurduğu kolu pîr ma karışmıştır. Bir aralık, kendini bunlara kap kamı ve asıl celvetîler kabûl etmemişlerdir. tırmış olması da ihtimâl dâhilindedir {s. 74 }. Hattâ cenâze namazı kılınmak üzere, tabutu Celvetîlik tamamiyle sünnî bir tarikattir. Bu pîr makamına götürülmüşse de, dergâhın cümle tarikata sülük, esmâ iledir. Esma-i seb’a, yâni kapısı açılmamış, bunun üzerine cenazeyi götü Tanrının 7 adı, Busûl-i esmâ“ adını alır. Cel- renler dergâhın alt tarafındaki yolda, dergâh vetîlikte bunlardan başka beş ad daha kabûl duvarına bitişik bir musalla taşı kuru vermiş edilmiştir ki, bunlara da „furû’-i esmâ" denilir ler ve cenaze namazı, yol üstünde kılınmıştır (-u.» ıı»l < 1 ubj). Şeyh tarafından (bu musalla taşı hâlâ durmaktadır). Hâşim bu adlar, dervişe sırası ile ve muayyen mık- Baba ’nın ayrı bir erkânnâme yazarak, bekta darda verilir. Derviş, rüya gördükçe şeyhine şilik âyinini tâdile çalıştığını ve bu suretle söyler ve şeyhi de bu rüyayı yorarak, dervişin bektaşilikten bir kol ayırmak istediğini de zikir mikdarinı çoğaltır yahut zikrettiği adı kaydedelim. değiştirir. Derviş, sabah namazından sonra gü Bibliyograf yat Sayyid Şarif, Tarh neş 1—2 mızrak boyu yükselinceye kadar, zikir fût; İsmail Hakkı, Silsila-nâme-i calvaiiya ile uğraşır; sonra s yahut 4 rik'at i ş r a k na (1291), s. 63—66, 75—89, 108 — 144; Taş- mazı, bir az sonra da 6 rik'at kuşluk na köprü-zâde Mecdi, Şakâ'ik-i numâniya ter mazı kılar. Akşam namazından sonra, 6 rik'at cümesi (1269), s. 126 v.d.; ‘Atâ’i, Şakâ'ik-i e v v â b i n namazı denilen bir namaz vardır. numâniya zeyli, s. 64 v.d., 358, v.d., 760 v.dd.; Gecenin son kısmında da teheccüt namazı Mehmed Güişen, Kulliyât-i hairat-i Hudâyi kılması lâzımdır. Pazartesi ve perşenbe gün (1338—1340); Harîrî-zâde Kemâleddin, Tib- leri, zilhicce ve muharremin ilk 10 günü, re yân vasâyil al-hakaik fi bayan salâsil cep ve şâban ayları ile ramazan bayramından al'farâ’ik (I, 227 b, 246 a, Fâtih kütüp., İbra sonra 6 gün oruç tutar ve her hususta takva him Efendi kitapları, nr. 430, 431, 432 ); Na- yolunu güder. Celvetîlerin taçları yeşil çu imâ, Ravzat al-Husayn fi hulâşat ahbâr al- hadandır ve 13 dilimlidir. İsmail Hakkı, bu 13 hâfikayn (1280 ), 1, 112 v.d., 357 ; II, 154, 158 ; terekin, yâni dilimin, 12 esma ile bu adların Peçevî, Tarih ( 1283 ), 11, s. 36, 357 ; M, Şere birliğine delâlet ettiğini söylüyor ( s. 87 ). Cel- feddin, Simavnalcadıst-oğla Şeyh Bedreddin vetîliğin pır makamı, Üsküdar ’da Mahmûd (İstanbul, 1340=1924), s. 72 v.dd.; Hâşim I-Iudâyi *nin gömülü olduğu tekkedir. Pir ma Baba, Divan ( 1217 *de Üsküdarlı Abdurrah kamı kadar meşhur olan ikinci merkez, Bursa man tarafından yazılmış ); Abdülbâkî Göl- ’da Silsilanâme-i calvatlye ve Rüly al-bayân pınarlı, Yunus Emre, hayatı ( ikbâl kütüp- adlı türkçe tefsiri yazan ve daha bir çok risa hânesi yayınlarından \ 1936, s. 43 v.d., not. leleri bulunan İsmail Hakkı tekkesidir. ( Abdülbâkî Gölpînarli.) Üsküdar ’da Inadiye ’de Bandırmak tekkesi CEM. CAM. Cem Sultan (1459— 1495), Fâ şeyhi Hâşim Baba, celvetîlikten „Hâşimiye" tih Sultan Mehmed ’in küçük oğlu olup, 23 adlı bir kol ayırmıştır. Hâşim Baba, celvetî kânun I. 1459 (27/28 safer 864) pazar günü şeyhi olmakla beraber, melâmiliğe de girmiş sabaha karşı Edirne sarayında dünyaya gelmiş ve 1170 ( 1756/1757 )'te misafir olduğu Bandır tir. Annesi Çiçek Hatun saray-i hümayundaki mak tekkesinde Ölen ve tekkenin karşısına esirelerden biridir ( İbn İyas, Badaı al-zuhür gömülen Mısır ’da Kaşr al-'Ayn bektaşi tekkesi fi valçâyı al-duhür, İstanbul, 1936, III, 380). şeyhi Haşan Baba ’dan da bektaşi olmuştur. Ali Bey isminde bir de kardeşine tesadüf edi Bir aralık Dimetokaiı Seyyid Kara Ali Baba len bu kadının sırp kıral hanedanlarından biri (1198 ~ 1783/1784 )’nın dede-babalığı zamanın ne mensup olduğu söyleniyorsa da ( L. Thuasne, da Hacı Bektaş’a gitmiş. Çelebi ile uyuşup, Djem Sultan, Paris, 1892, s. 2, not 2), bu 4 yıl kadar dede-babalık etmiş, 1177 (1763/1764) hususta kat’î bir malûmata mâlik olmadığımız ’de mütevelli ve şeyh olan 'Abd al-Latif Çelebi gibi, onun Venedikli, fransız veya rum olduğu ’ye bektaşilikten hilâfet vermiş, İstanbul ’a ge hakktndaki rivâyetleri de tevsik etmek şimdi- ’ ÇİFTLİK - ÇİLE. 397 daha büyük bir tâbiiyet ve hizmet istemek likler hâlinde işletilen topraklar ve bu çift hakkını kendilerinde bulacakları tabiî idi. Bu liklerin ortakçı ve ırgatları hâlâ mevcuttur. hâl, onların diğer serbest köylüler üzerindeki Bu gibi büyük ziraî mülkler ve işletmeler üze tahakkümlerini arttırmalarına ve dolayısiyle rindeki İçtimaî ve hukukî münasebetlerin tan çiftliklerini gen işletebil melerine sebebiyet ver zimi işi, İçtimaî bir mesele olarak, ele alın miştir. mıştır. Bir çok yerlerde çiftlik sahipleri beylerin, Bibliyografya: J. Ancel, La Ma. topraklarının başında bizzat çiftliğin idaresine cêdoine ( Paris, 1930 ) ; Schultze Jena, Ma iştirak etmek suretiyle, çiftçiler ile temas hâ kedonien Landschafts and Kulturbilder ( Je linde yaşamayıp, şehirlere çekildikleri ve ora na, 1927 ) ; Dr. Richard Busch-Zantner, Agrar lardaki konaklarında gelirleri ile geçinen bir verfassung, Gesellschaft und Siedîung in smıf hâlinde yerleşerek, mınlakanın İdaresinde Südosteuropa anter besonderer Berücksich- ve devlete karşı temsilinde büyük bir rol oy iigang der Türkenzeit ( Beihefi zar dreiziger namağa namzet bir zümre teşkil ettikleri gö Viertelsjahrschrift für Südosteuropa, 3. rülmektedir. Bu hâl onları, siyâsî bakımdan, kısm ; Leipzig, 1938, VII. 158 sahıfe ) ; Miino- merkezlerden uzak ve dağlık mıntakalarda hü witch, L’évolution historique de la propriété kümran olan vahşi tabiatlı, âsî derebeyleri, foncière en Serbie (Paris, 1929); Dr. Halil milliyet hareketlerini teşkilâtlandıran öncüler İnalcık, Tanzimat ve bulgar meselesi (Anka ve istinatgahlar rolünden çıkarıp, şehirlere yer ra, *943 ) ! Ö. L. Barkan, Osmanh impara- leşerek, devletten unvanlar ve rütbeler kopar torluğunda zirâi ekonominin hukuki ve mâlî makla meşgul beyler hâline koymuş ve bu su esasları ( İstanbul, 194.2 ), I, fihrist ; ayn. mil., retle mukadderatlarım devletin mukadderatı Türk toprak hukuku iarihinde tanzimat ile birleştirmiştir, Bununla beraber bu durum, ( Tanzimat, İstanbul, 1940, bilhassa not 8 İktisadî ve İçtimaî bakımdan, çok fena netice ve 43 ) ; ayn. mil., Balkan memleketlerinin ler vermiştir. Bu kasabalılaşma cereyanının te’- toprak meseleleri tarihine bir bakış ( iktisat siri altında, bizzat kendilerinin işleyebileceği fakültesi mecm., İstanbul, 1943, IV, sayi 4 ) ; bir büyüklükteki tarlalarını da yarıcı ve ortak ayn. mil., Mâlikâne-divânî sis t., T/LIT., II, çılara terkederek, şehre inen ve orada ehem 1939- ( ö. Lûtfî Bakkan.) miyetsiz bir toprak gelirine, devletten kopara ÇİLE, fatsça çehleh kelimesinin muhaffef cağı vazife ve hizmetleri ilâveye çalışan işsîz- şeklidir. 40 gün ve 40 gece temiz ve kimse güçsüz, İçtimaî nufuz ve kudreti ehemmiyetsiz nin gelip insanı rahatsız etmeyeceği bîr yere ve köylülükten bozma bir ağalar sınıfı meyda çekilip, ibâdet etmek mânasına gelir. Arapçada na gelmiştir. Hakikî bir toprak beyinin buh yine kırk kelimesini ifâde eden arba'în keli ranlara ve emniyetsizliğe karşı köylüyü himaye mesi, çile kelimesinin tam karşılığıdır. Çile bü etmek nevinden vazifelerini de terkeden bey tün dinlerde bulunan orucun aşırı bir şeklin ler veya onların daha insafsız ve alâkasız kâh den başka bir şey değildir. Esmayı, yâni Tanrı ya veya mültezimleri tarafından çok fena bir adlarını, zikrederek, sülük eimeği, hakikate şekilde istismar edilen ve bu vaziyette kendi ve Tanrıya ulaşmağa esas tutan tarikatlerde lerine âit olmayan bir toprak üzerinde çalış ve bilhassa halktan çekilip, bir yeıde ibâ mak mecburiyetinde olaıı köylüler, kendi ça det etmeği tanrıya ulaşmak için bir vesile sa lışmaları ile, artık tufeyli bir gelirci rolüne yan halvetîlerde bu inziva arba’în diye anı düşerek, her türlü nufuz ve itibarını kaybeden lır. Kuran ’da Tanrının Mûsa peygambe mülk sahiplerini faydalandırmamak için, or re, kırk gece ibâdetten sonra, kitap vere takçılık rejiminin psikolojisine uygun bir şe ceğini vaad ettiği bildirildiği gibi, (11, 51), kilde toprağı sathî ve tahripkâr bir tarzda İsrâ’il oğullarının, savaştan çekindikleri için, işlemişlerdir. Bu yüzden fakirlik ve hastalık ceza olarak, 40 yıl çölde kaldıkları { V, 26 ), lar arttıkça, çiftlikler üzerinde yaşayanların Mûsa ’ya, Tanrının 30 gece vâde verdiği ve bu vaziyeti daha fazla bozulduğu gibi, beylerin vâdenin 10 gece ile de tamamlanıp, 40 olduğu, de geliri daraldıkça daralmıştır, Bu haller yü bu müddet içinde İsrâ’il oğulları arasında Hâ- zünden, uzaktan idâre edilen çiftliklerin bu rûn’un Musa’ya vekâlet ettiği bildirilmekte lunduğu bölgelerde bir harâbiyet ve bozkır dir (VII, 14i ve 142 ). Tevrat’a göre de, Mûsa laşma meydana gelmiştir. Osmanh imparator Tûr dağında 40 gün 40 geee kalmıştır ( Kitab-ı luğunun bugünkü Türkiye 'nin hudutları dâhi mukaddes tercümesi, İstanbul, 1908, XXIV, 18). linde kalan kısımlarında da, Balkan memle Hıristiyanlarda da, paskalyadan 6 hafta önce, ketlerindeki çiftlikler meselesi kadar hak ve 40 gün süren bir perhiz vardır. Bu 40 sayısı ile siyasî bir mâhiyet arzetmemek ve aynı ııisbet- 7 ve 3 gibi bâzı sayıların mukaddes sayılma Ieri muhafaza etmemekle beraber, büyük çift sının, fisagurcular vasıtası ile Mısır ’dan ve bel 398 ÇÎLE. ki de Hind ’den geldiği ve bu inanışın pek eski hiplikten geçerek, çile çıkarıp, tekkede bir olduğu muhakkaktır. Tarikat!erdeki çile (arba- hücreye sâhip olan ve muhipleri terbiye eden 'în ), diğer dinlerdeki oruç ve perhizler ile müs- dededir. Dedeler, aynı zamanda şeyh nam lümanhktaki îtikâfın aşırı bir şeklidir [ bk. J'Tİ- zedi tanınır ve bir yerde şeyhlik açılırsa, KÂF ]. İbn al-Cavzi ( 598 — 1201/1202 ), Nakd al- içlerinden ehil olan biri oraya şeyh tâyin edi 'ilm va'l- ulama' va ialbis iblis (Şam, 1340, s. lir. Çite çıkarmağı ve derviş olmağı kabul 220—*3*) adlı kitabında, sûfîlerden az yiyen edene, âşık ve nevniyaz derler. Çileye ler, ömründe et yemeyenler, kötü ve bayağı şey ikrar veren nevniyaz, tekkenin mutfak leri yiyenler bulunduğunu bildirdiği gibi, bil kapısından girilince, sol tarafında bulunan, hassa „arba'iniya“ denen bir sûfî taifesinin de Saka postunda iki dizi üstünde murakabe va bulunduğunu kaydetmektedir (ayn. esr., s. 224 ). ziyetinde 3 gün oturur, düşünür ve 3 gün sonra . Valayat-nâma adı ite tanınan Hacı Bekiaş me- ikrarında sebat ederse kendisine bir t en nâr e nakıbinde de Hacı Bekiaş 'm Necef ’te, Medi (yakasız, kotsuz ve etekleri gâyet geniş ve ne ’de, Kudüs ’te, Şam ’da Cami' Umayya ’de, ağır bir fistan ) giydirilir ; beline e i i f I â m et Elbistan ’da eshab-ı kehf mağarası etrafındaki ( <alf-i niimad) denen ve elif harfi gibi ince makamlarda ve Anadolu ’ya geldiği zaman Su uzun bir kuşak kuşanır, sırtına kollu ve kısa luca Kara Öyükün mescidinde erbain ’1er çıkar bir hırka giyer ki, buna da deste gül de dığı hikâye edilmektedir. Bütün rivayet ve nilir. Başında da sikke vardır. Bu kisveye bü menkıbeler, bize halvet ve erbain ’in hemen bü rünmeğe soyunmak denir. Soyunduktan tün tarikatlerde bulunduğunu ve menşeinin es sonra, çileye girmiş sayılır ve pazarcılık hiz kiliğini gösterir. Halvet ekseriyetle tekkeler metine başlar. Mevlevî tekkelerinde meydancı deki odalardan birinde olur. Şeyh, halvete so lık, çamaşırcılık, şerbetçilik, bulaşıkçılık, su- kacağı dervişi bu odaya götürür ve dua edip, matçılık (sofra hizmeti), içeri meydancılığı odadan çıkar. Dervişin yemeği ve suyu her gün ( kahvecilik ), tahmisciiik, kandilcilik, türbedar ayağına götürülür. Bu yemek, dervişin meşrep lık ve yalakçılık gibi, hizmetler görür. Bu hiz ve tahammülüne göre, azaltılır. Bu müddet için metlerin görülmesine nezâret eden dedeler var de derviş, zarûret olmadıkça, dışarı çıkmaz ve dır. Bu hizmetlerin sayısı 18 olup, bu aded kimse ile konuşmaz. Gece gündüz ibâdet, zikr-ü mevlevîlerce mukaddes sayılır. Fakat derviş (ikr ile meşgul olur, tçlerinde geceleri uza ve matbah canı denen çilekeş az olursa, nıp yatmayanları, uykusu gelince, bir kayışı bir adam bir kaç hizmeti yapabilir. Matbah dizlerinin altından ve boynundan geçirip, diz canı, zaman geçtikçe ve başka nevniyazlar leri dikik bir hâlde oturarak, uyuklayanlan geldikçe, bu hizmetlere bakar. Nihayet 1001 yahut müttekâ (dayanacak şey) denen ucu gün tamamlanınca meydancı dede matbak ca sivri, baş tarafı alın konacak tarzda yassı bir nına çilesinin bittiğini haber verir. Can hama demiri yere saplayıp, alnını üstündeki yassı ma gider, yıkanır, tekrar gelip tennureyi çıka yere dayayarak uyuyanları vardır. Kırkıncı gün rır ve derviş elbisesini giyinir ve saka postuna şeyh dervişin bulunduğu odaya gider ve der oturur. Akşam m e y d a n hazırlanır, huzur vişin bu müddet içinde gördüğü birsâm ve denen Mevlânâ tekkesinde dervişlerin başı rüyaları dinler. O gün bir kurban kesilir, derviş olup, ser-tarik, yahut tarikatçı denen zât, arba'în ’den çıkarılır, yıkanır ve çamaşır de diğer tekkelerde bu makama sâhip olan aşçı ğiştirir, baş suyu ile pişmiş bir çorba içer. dede ve diğer dedeler gelirler. Yemek yenir; Ertesi günü, yahut o günün akşamı kurban etin yalnız can yemek yemez, fakat yemekten sonra, den yer ve dinî ziyafette bulunur. Şeyh lüzum aşçı dededen itibaren, bütün dedeler İle görü goıürse, bir arba'in ’den sonra dervişi bir ar- şür, yâni sağ eli ile sağ ellerini tutar, ağızına ba'in’e daha sokar. Birbiri ardınca 3 arba'in götürür, karşısındaki de eğilir, aynı zamanda çıkaranlar bile vardır. ikisi de birbirlerinin ellerini öperler. Bundan Mevlevîlerin çilesi hizmet iledir ve rizâ’ sonra niyaza durur. Tarikatçi yahut aşçı dede: kelimesinin ebced hesabında tutarı olan 1001 — ,,Vakt-ı şerif hayr ola, hayırlar feth ola, gün sürer. Mevlevîlikte muhip, derviş ve şeyh şerler def’ ola, derviş kardeşimizin niyazı ka- dereceleri vardır. Muhip, bir şeyhe intisap et bûi ola, âsitane-i mevlevîyede rahatı müzdad mek istiyen kişiye denir. Muhipler, semai ola, demler, safalar ziyâde ola, dem-i hazret-i ( mevlevî usulünce dönmeği ) meşk ederler, İs Mevlânâ hû diyelim“ — diye bir gülbank terlerse, ney üflemeği ve âyinleri ( mevlevî mu çeker, hep birden baş kesip (başlarını öne kabelesinde okunan İlâhileri) de öğrenirler. eğip), belden itibaren vücutlarını da bir az Muayyen günlerde mukabelede ( mevlevî âyi eğerek, „hû“ derler. Can, bu törenden sonra, ninde ) bulunurlar ve bir dedenin hizmetinde, mutbakta yalnız olarak, yemeğini yer. Mey tarikat terbiyesi görüp yetişirler. Derviş mu- dancı dede mumu alır; o önde ve can aıka- ÇİLE - ÇİMKENT. 399 da, hücreye giderler. Meydancı, hücre kapı sindeki bir tepe üzerinde bir kale vardı. Ga sında da aynı tarzda bir gülbank çeker ve yet güzel bir mevkide bulunan şehir, iklimi dervişi odaya sokar. Odanın penceresindeki nin letafeti ve suyunun fevkalâdeliği İle, di perdeyi örtüp, gider. Derviş odasında 3 gün ğer orta Asya şehirlerinin bir çoklarından ay kalır ; meydancı, yemek vakitleri, yemeğini oda rılır. Yazın birçok taşkentli aileler buraya yaz ya getirir. 3 gün sonra gelip, perdeleri açar ve lığa gelirler. canı tarikatçiye {aşçı dedeye) götürür, Can, Köyleri içinde en mühimi, eski devirlere ait diz çöker ; aşçı dede, tekbir alıp, hırkasını bir çok türbeleri ve bugün de at pazarı ile giydirir. Bundan sonra da 18 gün süren hücre bilhassa kayda şâyân olan, arap coğrafyacıları çilesi başlar. Bu müddet zarfında yeni derviş, nın Asbicâb veya Asficâb dedikleri ( Iran yaz hücresinden ancak icap ettikçe çıkar. 18 gün malarında Isficâb ve ekseriyetle Sineâb ) Say- sonra evradını, zikrini alır ve hücre sahibi bir ram köyüdür. Çimkent, santonin imâlinde kul dede olur. Dilerse o tekkede kalır, dilerse baş lanılan Artemisia cinae isimli nebatın yetiştiği ka bir tekkeye gider. Kendisine verilen hiz nâdir mıntakalardan biridir. mete bakar, nevniyazlar ile muhibleri yetiştirir. Daha Şaraf al-Din Yazdi 'nin Zafar-nâma Farsça biliyorsa, onlara Mesnevi okutur; mû ’sinde (tab. Hind, I, 166) Çimikent, Say- sikiye âşinâ ise, ney üfletir, âyin meşk eder ram civarında bir kasaba olarak, zikredil yahut iyi bir sema’zen ise sema’ tâlim eder (bk. miştir. Daha sonraki menbâiarda, hiç değilse Hâmid Zübeyr, Mevltvîlikte maibah terbiyesi, XVIII. asrın ilk yarısına kadar (Sayram 1723 Türk yarda, V, 280—286 ). Çileyi bitirmeyip, bu senesinde kalmuklar tarafından zaptediimiştir), işten vaz geçmeğe çile kırmak denir. Çi bu bölgenin şehri olarak, Çimkent değil, Say lesini kıran tekrar çileye girmek isterse, bitirdiği ram gösterilir. • günden değil, yeni baştan başlamak mecburi [ Çimkent bugün Kazakistan cümhuriyetinde yetindedir. Çileyi tamamlamağa da çile çı 32.000 nüfuslu ( 1932 ) bir şehir olup, Türkis- karmak derler. Şeyh Gâlib ( Dîodn, Bulak, s. tan-Sibirya demir yolu üzerinde, cenubî Kaza 27 )'in matbah-ı molla redifli 18 beyitlik kistan eyâletinin merkezidir. 201 km2, bir sâha bir medhiyesi vardır ki, mevlevîlerin mutbak teşkil eden ve ziraat bölgesi olan havalisi ile telâkkilerini göstermek bakımından, değerlidir. birlikte, doğrudan doğruya merkeze bağlı bir Eskiler, yılı yaz ve kış diye ikiye ayırmışlar, idare mıntakası hâline getirilmiştir. Çimkent ’i kış günlerine kasım demişlerdir. Kasım gün cenubundaki Lenger kömür mâdenlerine bir de leri 180 göndür, teşrin II.’in haftasında girer. mir yolu bağlar. Ayrıca 121 km. uzunluğunda Kasımın 45. gününden itibaren 40 güne erbain bir demir yol hattı Çimkent ile Taşkent ’i bir derler. Bu günler pek soğuk günlerdir. Eskiler leştirmektedir. Kazakistan "in büyük sanayi ve erbaine önceden hazırlanırlar, hattâ mühim iş kültür merkezi olan Çimkent ’te, santonin ima- leri olmadıkça sokağa çıkmazlardı. Azerîler lâthânesi, 1932 ’de, 5.350.000 rublelik imalât erbaine farsça çile derler. Çile kelimesi, yapmıştı, 5.500.000 ton ham pamuk sarfeden az-çok uzun süren her türlü sıkıntıya delâlet pamuk imalâthanesinden başka, Çimkent ’te 2 etmek üzere kullanılır. İmam Husayn’in şehâdet tuğla fabrikası, 1 kundura fabrikası, makarna günü olan ve hicret yılının ilk ayı bulunan mu imalâthanesi ve dikiş fabrikası, buharla çalışan harremin ‘âşürS denen onuncu günündeu iti bir değirmen, meyve ve sebze kombinesİ mev baren 40 güne de Şi‘a-i îmâmiya — Ca’fariya cut olduğu gibi, şimât-i şarkîde bulunan Kara- mezhebinde bulunanlar ‘arba’in-i sayyid al- tay kurşun-çinko mâdenlerini işletmek için, şuhadâ’ yahut kısaca a r b a ‘ i n derler. Erbain, >933 şehirde bir de metalürji imalâthanesi safer ayının 20. gününe rastlar. Halk bu güne ve 150.000 kw. kuvvetinde bir elektrik merkezi „İmam kırkı“ da der. inşasına başlanmıştır. Çimkent ’te bir pamuk- Bibliyografya metinde zikredilmiştir. sulama enstitüsü, hidroteknik, tıp teknikum- ( AbdOlbakI Gölpînarli.) ları, deve besleme istasyonu, kazakıstan müzesi ÇİLLA. [ Bk. çiLE.] v.b, vardır. 1932 ’de şehir mülhakatında 10.000 ÇİM. [ Bk. ÇE.j kişi ziraat ve bahçecilikle iştigâl ediyordu], ÇİMKENT, Türkistan ’da bir bölge merke ■Bibliyografya: P. I. Paşino, Turkes- zidir. 420 18' şimâl arzı ve 69° 36' şark tulün tanskiy kray v 1866 goda (Petersburg, 1868), de ( Greenw. ), Sır-Derya ’nın kolu Ans ’a dö s. 76 v.d.; J. J. Geier, Putevoditel po Tur- külen Badam nehrinin sağ sahilinde bulunur; kestanu ( Taşkent, 1901), s. 185 v.d., 202 v.d., deniz seviyesinden 503 m. yüksekliktedir. 214 v.d.; Sayram ve civarı hakkında bk. W. Rus istilâsı zamanında, 1864 ’te, şehrin muhiti Barthold, Zapiski vost. otd. ark. obşç., VIII, takriben 6 km. idi. Alçak bir toprak sûr ile 339 v.d.; Bolş. sovetsk. entsiklop., bk. mad. çevrilmiş bulunan Çimkent ’in, cenûb-i şarkî (W . Barthold.)