Bir Soran Olursa, Yalçın Küçük } Ağustos 1937 / Kapak. Erkal Yavl } Kapak Baskısı, Özyılmaz Mat baası / Dizgi - Baskı, Yaylacık Matbaası / Cilt, Te kin Ticaret / Kitabı Yayımlayan, Tekin Yayınevi, Ankara Cad. No. 43 - 1st. Tel.: 527 69 69 — 512 59 84 YALÇIN KÜÇÜK BİR SORAN OLURSA TEKİN YAYINEVİ temren’e tarih insan ve aşh üzerine yazılı bir kitap y.k İ Ç İ N D E K İ L E R Birinci Bölüm İNSAN .................................................................... 19» 99 Benim Aşka Bakışım ................................. 21- 30 Sevgide Ortaklık, Saygıda Uzaklık Var 30- 48 Uzun Orta Çağ Kısadır: Bir GUn ......... 48- 51 Doğan Yön’üntln Çocuğudur ..................... 52» 56 İstanbul'u Sokak Sokak Çarpışarak Zap tettiler ........................................................ 57- 59 Sen Oyna Diktatör Sen Oyna ................. 59- 61 Artık Ben Demokrat Değilim ................. 62- 75 Artık İnsan Başkaldıran Yaratıktır ... 75- 99 İkinci Bölüm BASIN ......................................................... 101-138 En Son Aydın Havası: Ağıt Yakmak ... 103-108 Bilim ile Tanrı Birbirinin Rakibidir ... 108-113 Devletlerin Dinsizliğini Savunuyorum ... 114-115 Üzerimizde Basın Baskısı Var .............. 116-121 Polis ve Üniversite Eylüllst Kafasını Değiştirmelidir ..................................... 121-126 Gökyüzü Yann Çiti Aşılmalıdır .......... 127-132 Tırnak Altı Basını İstiyorum.................. 133-138 Üçüncü Bölüm SOSYALİZM ............................................. 139-205 Bir Güven Köprüsü Kurmaya Çalışıyo rum ........................................................ 141-146 S Sosyalistler Olgunluk Dönemine Açılı yorlar ..................................................... 147-153 Jakoben Yanımızı Canlı Tutmak İstiyo rum ......................................................... 153-160 Ay bar Boran Aren’i Emekli Yapabilme liyiz ......................................................... 160-166 Ayrılıklar Birleşmek İçindir .................. 166-186 Mücadelemizi Başkalarına Bırakmayız 186-191 Kemalizm Bizi İleriye Götürmez ........... 192-205 Dördüncü Bölüm GELECEK ................................................. 207-272 Banş'a Teslimiyet Değil. Asla .............. 209-215 Merkezi Planlamanın Görevi Artıyor ... 215-225 Gecikmiş Çözümler İçin Garbaçov'un Kütle Çağrısı ......................................... 225-245 Toprağı Toprak Yapan Uygulanan Emektir ................................................. 246-250 24 Ocak İlkelin Fetişidir .......................... 250-258 Yüksek Ücretle Sanayileşme Stratejisi 256-265 Geleceğimizin Üzerimize Gelişini Görü yorum ..................................................... 266-272 6 ÖNSÖZ Tarihte hiç bir zaman bir Bizans Devleti olmadı. Okullarda, tarih derslerirtide, hep Bizans Devleti ve tarihi okutuldu. Bizans Devleti'ni tarihçiler uydurdular; tarihçile ri müthiş yaratıklar olarak görüyorum. Tarih, bütün bilimlerin anası sayılıyor; doğru buluyorum. Tarih, kütlelere akıtıldığı zaman fizik oluyor. Bir soran olursa, bütün öğrenciler aynı cevabı verirler; Osmanlı Tarihi’nin dönemlerini hep aynı an latıyorlar. Kuruluş Dönemi, Yükselme Dönemi, Durak lama ve diğer dönemler, bir soran olursa, ilkokul, or taokul ya da üniversite öğrencilerinin ağzından birer fizik katılıkta akıyorlar. Bir soran olursa, sanki öğ renciler, Osmanlı Tarihi'rtin ayn dönemlerini değil, ayrı renkleri sayarlar; sanki her döneme içerilmiş bir başka eter var. Şu Osmanlı Tarihi'nin dönemleri kadar katı ne var? Peki 1299 sayısından başlayan, 1919 sayısma ka dar gelen, üzerinde kilometre taşları ve yer yer kes kin virajları gösteren tabelaları olan bir yol mu var? Bu tarihçiler müthiş insanlar oluyorlar! Bizans Devleti'ni tarihçiler uydurdular; hiç bir imparator veya hiç bir teba kendisinin Bizans Devle ti olduğunu düşünmedi söylemedi. Başlangıçta Roma İmparatoru olduklarını söylediler, inandılar; sonra Doğu Roma İmparatoru ve en sonuna doğru da Grek İmparatorluğuna razı oldular. Osmanlı Sultanları ve ya milleti, hiç bir zaman tarihlerinde, bu adlarla, dö nüşler görmediler. 7 Tarihçiler, imparatorlardan daha güçlü olabili yorlar. Tarihi bölüyorlar; buna «peryodizasyon» diyorlar. Tarih biliminin kütlelere afeması en çok peryocUzas- yonta gerçekleşiyor. Peryodizasyon, tarihçilikte en önemli iş oluyor. Tarihçi değilim; tarihin yeni bir peryodizasyonu- nu yapıyorum. Varsa «tarihçiler» üniversitedeler; hiç bir tarih çiden izin almadan, kütlelerin içinde, tarihi yeniden bölüyorum. Geleceği bütünleştirmek için, tarihi yeni den bölmek zorunluluğunu duyuyorum. Tarihini değiştiremeyenler, talihini değiştiremez ler. Diğer çalışmalarımda, Türkiye tarihine, üç adet iç savaş dönemi kattım. Şimdi 1900 yılından başla yan tarih için yeni peryodizasyon öneriyorum. Bu yeni peryodizasyon ile Türkiye ilericiliğin tarihe ba kışı, şimdiye kadar olan bakıştan, ve bu bakışta bur juvazi, TKP ve TİP ile THKP-C bir ve aynı oluyor, ay rılıyor. Bir nitelik ve ayrılık ortaya çıkıyor. Burjuva-ulusal devriminin başlangıcını. Mayıs 1919 tarihinden alıp, Temmuz 1908 tarihine götürüyo rum; kişisel çıkışlardan kopararak kütlesel hareketli liğe bağlıyorum. Osmanlı düzeninin paşalarının yö netimindeki bir hareketin önüne, genç subayları da içine alan, geniş bir kütle hareketliliğini ve halkın önemli bir bölümünün gönüllü olarak oluşturduğu ha reket ordusunu çıkarıyorum. Aynca Türkiye’deki tüm Türk-uluscu uyanışın da 1919 tarihinden önce ortaya çıktığını ve örgütlenmeye başladığını ekliyorum. 1920, hiç radikal olamamış veya radikalliğini yitirmiş Os manlI paşaları yönetimindedir; 1908 çok daha kütlesel ve radikal olarak ortaya çıkıyor. 1920 yılından sonraki devrimci adımlar son de rece çekingendir; ancak her burjuva ihtilal mutlak bir restorasyonu getiriyor. Türkiye tarihinde eksik olan «restorasyon dönemini•, diğer çalışmalarımda 8 tamamlamaya çalıştım. Restorasyon Dönemi’ni, Mus tafa Kemal Paşa'nın yaşamının son yıllarından baş latmakta, Birinci înönü Dönemini ve Bayar-Menderes Rejimi’nin en azından ilk yarısını içine alacak bir bi çimde uzatmakta uygunluk ve yarar görüyorum. Kuş kusuz. böyle bir dönemleme, peryodizasyon açısından bakıldığında, 1950 yılını hiç önemsemediğim anlaşılı yor; 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan ve İnönü - Gü- naltay İkilisinin inip Bayar - Menderes İkilisinin çıkı şını sağlayan seçimi hiç önemsemiyorum. Bunu •demokrat» veya bir «halk hareketi» say mam mümkün değil; bu açıdan, burjuva ve TİP-TKP- THKP belgelerinden, kesinlikle, ayrı düşüyorum. 1963 yılında yapılan sandık sayımı ne kadar demokrat ve halk hareketi ise, 1950 Seçimi de o kadar demokrat ve halk hareketidir; Şefik Hüsnü ve Esat Adil’in par tileri, sendikal hareketler, aydın hareketleri hep ya saktır. 1950 yıllarını demokrat saymam mümkün değil; 1951 Tevkifatı var. 1950 yıllarının öncesinde ve hemen sonrasında toplumda çelişkileri haber veren bir toplumsal mu halefet yok; her ikisi de birer devlet durumu olan fa şizm ile demokrasi arasındaki fark, çelişkilerin uyu tulmasında veya uyanık olmasında yatıyor. Türkiye’ de demokratikleşme mücadelesini 1950 yıllarının or tasında başlatmak zorunlu oluyor; 27 Mayıs demok ratik mücadele döneminin ortasırıdadır. 27 Mayıs, top lumsal muhalefetin, halk muhalefetinin yükselticisi değil içindedir; 1950 yıllarının ikinci yansı ile 1960 yıl larının birinci yarısı bir eğri oluşturuyor. Böylece buradaki bir peryodizasyon önerisiyle, 27 Mayıs’ı da bir başlangıç sayma eğilimlerinden ayrıl mış oluyorum; 27 Mayıs’tan önce 9 Subay ve 27 Ma yıstan sonra 21 - 22 Şubat ile 21 Mayıs denemeleri var. Bir kümedir; halk hareketliliğinin silahlı kuvvet leri etkilemesini anlatıyor. 1950 ortası ile 1960 ortası 9 arasındaki demokratik mücadelenin önemli yanı, CHP tutumuna karşıt olmasa bile, CHFden ayrı gelişmesi dir. demokrat nitelemesini kazanmada bu ayrılığın bir rolu olmalıdır. Tarihin yeniden bölünmesi, bir başka bakış açısı oluyor. 19 Mayıs ile 27 Mayıs'ı baştan çıkarıp ortaya ko yuyorum. Bundan böyle kütlelere böyle akmasını diliyorum; umuyorum. Kütleler, hep güncel’i yaşamak zorunluluğuyla karşılaşıyorlar. * * * Hep günceli yaşamak, yaşamların en kötüsüdür; basın ile geliyor, zorlanıyor. Büyük bilim adamlarının. büyük fizikçilerin, gün lük basını güncel olarak okumadıklarını biliyorum; biriktirip ayda veya altı ayda bir toptan inceliyorlar. Fizikçiler, günlük basına veya günlük basının zorla- dığı güncel’e, tarihçi türünden yaklaşıyorlar. Gün- ceVin posasını atıp, özünü almaya çalışıyorlar. Artık günlük basını izlemiyorum; gazeteleri, ar tık yalnızca, bir araştırma yapmak istediğim zaman, arşivde, inceliyorum. Günlük basın artık Türkiye'de yeşil eriğe benzi yor; en tazesi en çok kamaştırıyor. Artık Türkiye'de bayatı tazesinden yararlı tek meta günlük basın'dır; kamaşmış göz göremiyor ve kamaşmış ağız işlemiyor. Günlük basın, görmez göz ler ve işlemez ağızlar yaratmaya yarıyor. Can eriğe benziyor ve neye yarıyor? Üzerimizde polis baskısından öte bir basın baskı sı var. Ve nerede o eski güzel gazeteciler? Hep Dorian Gray'in Portresi oldular. Nezih Demirkent, Size, bir senaryo kurabilir mi yim; bir emniyet'in mahzeninde, hücrede, bir genç, 10