ebook img

bir kut'ül-amare savaş esirinin PDF

13 Pages·2016·0.48 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview bir kut'ül-amare savaş esirinin

BİR KUT’ÜL-AMARE SAVAŞ ESİRİNİN (BİNBAŞI E.W.C. SANDES) YOZGAT GÜNLERİ (1916-1917) İsmet ÜZEN1, Mehmet Şah ÖZCAN2 Özet Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti’nin Irak Cephesinde İngilizlere karşı kazandığı en önemli zafer Kut’ül-Amare’dir. Burada yaklaşık beş ay kuşatma altında kaldıktan teslim olmak zorunda kalan İngiliz tümenine ait subay esirler ve emir erleri Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderildi. Bir kısmı da Yozgat’a gönderildi. Yozgat’a esir olarak gönderilen İngiliz subaylardan biri Binbaşı E.W.C. Sandes idi. Sandes 1916- 1917 yıllarındaki esaret günlerini burada geçirmiş ve Yozgat’a dair günlerini “Tales of Turkey” (1924) ve “In Kut And Captivity With The Sixth Indian Division” (1919) adlı anılarında anlatmıştır. Son adı geçen eserde, belirtilen yıllar arasında Yozgat’ın coğrafyası, iklimi, evleri, esirlerin yaşam düzeyi, Türklerle ilişkileri, firar girişimleri ve nihayet savaşın bitmesi ile elde edilen özgürlük hakkında bilgiler verilmektedir. Anahtar Kelimeler: Yozgat, İngiliz Esirler, Esirlerin Yozgat Günleri, İaşe, Türklerle İlişkiler. Abstract Yozgat Days of a Prisoner of Kut-el Amarah War (Major E. W. C. SANDES) (1916-1918) FortheOttomanEmpireone of themostimportantvictories is Kut-el-Amarah in the First World War in Mesopotamia Front against Britain. Here the British forces were forced to surrender under siege for nearly five months and then British officers and order lies were sent tovarious places in Anatolia. Some of them were sent toYozgad. One British officer sent as prisoners of Yozgad was Major E.W.C. Sandes. He had spent his days in captivity there in 1916-1917 and his observations about Yozgad havebeen told in his memories “Tales of Turkey” (1924) and“In Kut And Captivity With The Sixth Indian Division” (1919). In the last mentioned work, he described Yozgad geography, climate, houses, life level of theprisoner, relations with Turks, escape attempt sand finally free domby theend of war. Keywords: Yozgad, British prisoners, Yozgad Days of prisoners, rationing, RelationswithTurks. 1. Giriş Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler, Eylül 1914’ten itibaren Irak’ı işgal etmek üzere hazırlıklara girişti. İngiltere’nin 5 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’ne savaş ilanıyla Irak cephesindeki muharebeler başladı. Ertesi gün 6. Tümenden oluşan Hint Sefer Kuvveti “D” Irak’a girdi. 22 Kasım’da Basra ve 9 Aralık’ta Kurna işgal edildi. Tümgeneral C.V.F. Townshend 22 Nisan 1915’te 6. Tümenin komutasını devraldı. Bundan sonraki muharebelerde İngilizler planlı bir şekilde adım adım Irak içine ilerlediler. 3 Haziran’da Amare, 24 Temmuz’da Nasıriye’yi işgal ettiler. Bu arada Hindistan’da ve Londra’daki karar vericiler Bağdat’ın ele geçirilmesinin Çanakkale’deki İngiliz başarısızlığına karşı Orta Doğu’da İngiliz prestijini korumada önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyordu. Kut’ül-Amare’ye çekilen Türklerin kesin sonuçlu bir savaşı kabul etmemesi ve burayı boşaltması üzerine İngilizler 29 Eylül’de Kut’ül-Amare’yi işgal etti. 24 Ekim 1915’te Bağdat’ın ele geçirilmesi için harekete karar verildi. Bağdat’ın işgali kararından önce, Townshend, ciddi 1Doç.Dr. Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected] 2Arş.Gör. Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,[email protected] 132 takviyeler almadan daha fazla ilerlemeyi sakıncalı gören endişelerini dile getirmesine rağmen siyasi işlerden sorumlu olan Sir Percy Cox, Townshend’e Bağdat’a girmenin İstanbul’a girmekle eş anlamlı olacağını ve bu haberin etkisinin tüm Asya’ya yayılacağını söyledi. Townshend, 20 Kasım’da Selman-ı Pak’a doğru ilerledi. 22 Kasım’daki Selman-ı Pak muharebesinde ağır kayıplara uğradı ve Türk takibi altında 3 Aralık’ta Kut’ül- Amare’ye vardı. Takviyelerin geleceğini umarak Kut’ül-Amare’de kalmaya karar verdi. Türklerin kuşatması yaklaşık beş ay sürdü ve gönderilen İngiliz kurtarma kuvvetleri Kut’ül-Amare’ye kapanan 6. Tümeni kurtarmada başarısız oldu.3 İngiliz Hükümeti’nin onayı üzerine, Türklerle süren görüşmeler sonunda 147 gün direnen Kut’ül- Amare 29 Nisan’da teslim oldu. Esir miktarı şöyleydi: 5 general, 272 İngiliz subayı, 204 Hintli subay, 2.592 İngiliz eri, 6.988 Hintli er, gayri muharip er 3.248 toplam olarak 13.309 kişi.4 Subaylar Anadolu’ya gönderildi. Anadolu’ya gönderilenler çeşitli esir kamplarında gözlem altında tutuldular. Bunların başlıcası; Bursa, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Konya, Yozgat, Sivas, Kırşehir, Yedikule, İzmit ve Kastamonu idi.5 88 İngiliz, 60 Hintli subay ve 227 emir eri olmak üzere 375 kişi Kut’ül-Amare’den Ankara’ya doğru yolculuk için şu güzergâhı takip etti: Bağdat, Samarra, Musul, Nusaybin, Re’sulayn, Halep, İslâhiye, Adana, Pozantı, Karaman, Konya, Afyonkarahisar, Kütahya, Eskişehir ve Ankara. Yozgat ve Kastamonu’ya gidecekler 21 Haziranda Ankara’ya vardı. Burada iki gruba ayrıldılar. Birinci grup Yozgat’a, ikinci grup Kastamonu’ya gidecekti. Birinci grup 26 Haziran’da Yozgat’a doğru kara yoluyla yola çıktı ve 30 Haziranda Yozgat’a vardı.6 Anadolu’ya gönderilen İngiliz subaylarından bazıları Birinci Dünya Savaşı sonunda anılarını yazdı. Bunlardan birisi de Binbaşı E.W.C. Sandes idi. Sandes 1916-1918 yıllarındaki esaret günlerini Yozgat ve Afyonkarahisar’da geçirdi ve esaret günlerine dair gözlemlerini 1919 yılında yayımladığı “In Kut And Captivity With The Sixth Indian Division” ile 1924 yılında yayımladığı “Tales of Turkey”adlı kitaplarında anlattı. Biz “In Kut And Captivity With The Sixth Indian Division” adlı eserindeki Yozgat ile ilgili gözlemlerinden yararlandık. Bu eserin 1916-1917 yılında Yozgat’ın ve burada bulunan yaklaşık 100 esirin7 yaşamı hakkında bilgi vermesi açısından kayda değer olduğunu düşünüyoruz. İlgili bilgilerin sayfa numaraları metin içinde verilmiştir. Osmanlı Devleti 1915 yılında esirler hakkında 28 maddelik bir talimatname yayınlamıştır. Talimatnamenin bazı maddelerine göre, esirler Harbiye Nezaretince belirlenen garnizonlara sevk ve ikame edilecektir (Madde 1). Esir subaylar sahip oldukları rütbenin Osmanlı ordusundaki muadili olan rütbenin maaşını alır (Madde 2). Savaş esirlerine kötü muamele edilmez (Madde 3). Esir subaylar kendi kendilerini iaşe edemezse talepleri halinde iaşeleri sağlanır (Madde 4). Esirler nakit ve kıymetli eşyaları üsera komisyonuna verir. Üzerinde bir mecidîden fazla para bırakılmaz (Madde6). Esirlere ait mektup, para ve posta paketleri her türlü posta ücretinden muaftır (Madde 7). Mektupları, gelen paket, gazete vs. sansüre tabidir (Madde 8). İbadetlerini serbestçe yaparlar (Madde 9). Maaşlar her ayın sonunda ödenir (Madde12). Üsera Komisyonu bir künye (Madde 18) bir vukuat (Madde 19) ve bir tahsisat defteri düzenler. Maaş verilen esirler bu deftere 3Dönem hakkında bkz. T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Irak-İran Cephesi 1914-1918, C.1, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1979; C.V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret (Tercüme:Tarih-i Asker-I Osmanî Encümeni, Sad. Recep Ahıskalı), YeditepeYayınevi, İstanbul 2007; F.J. Moberley, The Campaign in Mesopotamia 1914–1918, Vol.1-2. 4Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Irak-İran Cephesi 1914–1918, C.1, s.780; E.W.C. Sandes, In Kut And Captivity With The Sixth Indian Division, John Murray, Albemarle Street, W., London 1919, s.261. 5Mücahit Özçelik, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Yabancı Esirler, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 2013, s.117-137. 6Sandes, a.g.e., s.293-388. 7Yozgat’ta esir bulunan Teğmen E. H. Jones yazdığı eserde, 1917 yılında 104 esir subayın ismini vermektedir. E.W.C. Sandes’in rütbesini Yüzbaşı olarak vermektedir. E. H. Jones, The Road To En-Dor, John Lane Company, London, 1920, s.344-346. 133 imza atar (Madde 20). Firara teşebbüs edenler serbestisini kaybeder ve muamelat-ı şedideye tabi tutulur (Madde 27).8 2. Yozgat Hakkında Verilen Bilgiler Issız bir ülkenin derin vadilerinin birinde Karadeniz’in güneyinde yaklaşık 130 mil uzaklıktaki Yozgat 15.000 nüfusa sahiptir. Çevresinde engebeli tepeler, dik ve taşlı yamaçlar yükselir. Çakıl taşlı yollar Yozgat’tan birçok yöne, batıda Ankara, güneyde Kayseri ve doğuda Sivas, Tokat ve Amasya’ya doğru gider. Vadiler, Kafkasya’dan esip büyük platoyu boydan boya geçen, kışın keskin rüzgârlarına karşı kalkan vazifesi görür. Yozgat’ın genel görünüşü evlerin arasında dağılmış çok sayıda caminin minareleriyle kendisini gösterir. Asya mimarisinin tipik düz çatılı evlerinin yerini ki sayıları azdır, kırmızı kiremit ile örtülü binalar alır. Kasabanın kesişen dik ve dolambaçlı sokakları ya şose ya da Arnavut kaldırımlıdır. Vadinin altında ve her iki eğimine yakın bir mesafede küçük evler sık bir şekilde kümelenir. (s.389) Şehrin merkezinde, dikkatli bir şekilde sivrilmiş kalem görünümü verilen çatısı, metal kaplı minaresiyle birlikte çok uzun ve ince minareli büyük bir cami durur. Şafak, günbatımı ve dini bayram gecelerinde ibadete çağıran minarenin üstündeki bölmedeki lambalar bir kordon halinde bezenmiştir. Etrafındaki çıplak yüksekliklerin aksine şehir, özellikle vadinin içinde akan küçük derenin etrafında, bol bol kavak ve meyve ağaçlarına sahiptir. Kavakların dikey çizgileri minarelerin ince keskinliği ile uyum sağlar. Derenin her iki yakasında iyi ve bereketli olan topraklar sebze ekimine çok uygundur. Yozgat deniz seviyesinden yaklaşık 1.219 metre yüksekteki büyük plato üzerinde az nüfuslu bir yerdir. Tarım yetersiz gibi görünüyor. Tepeler sığır, koyun ve keçi sürülerine otlama imkânı sağlar. Şehir birçok kaynaktan su ihtiyacını karşılar. Bu kaynakların sayısı söylentilere göre 100’dür ve bu yüzden şehrin adı “Yüz Kaynak” olarak kalmıştır. Bu kadar bol su kaynağı, böyle soyutlanmış bir coğrafyada bu şehrin varlığını açıklayabilir. (s.389) 3. İngiliz Esirlerin Yozgat’a Varışı Esirler Yozgat’a varmadan önce gerekli hazırlıkların yapıldığı anlaşılmaktadır. Esirler 30 Haziran 1916’da saat 10.00’da Yozgat’a vardı. Türkler esirler için iki büyük müstakil ev hazırlamıştı. Kıdemli subaylar alt taraftakini kullanmaya karar verince yüzbaşılar ve teğmenler üst binada toplandı. Odalar seçildi ve iki oda da emir erlerine ayrıldı. Türkler evin giriş kapıları dışına nöbetçiler yerleştirdiler. Su almak için dışarı çıkmak hariç esirlerin evine giriş ve çıkış için izin yoktu. Evlerin kırmızı kiremitli çatıları ve sayısız pencereleri vardı. Taş, moloz ve çamurdan oluşan duvarları çok ince olup yaklaşık 23 cm. idi. Binanın içi ve dışı beyaz badanalı idi. Evler iyice temizlenmiş ve süpürülmüştü. Aslında, evi böyle bir durumda bulmak esirler için iyi bir sürpriz olmuştu. Yukarı evdeki odaları zemin ve ahşap tavanlı idi. Duvarlar içine dolaplar yapılmıştı. (s.390-391) Önceleri hastane olarak kullanılan ve kıdemli subayların kaldığı binanın yanında büyük bir bahçe vardı. Bu bahçe daha sonra esirlerin egzersiz alanı oldu. Yazarın öğrendiğine göre hali vakti yerinde olan Ermenilere ait olan bu binalara 1914 yılı sonunda el konulmuştu. Çeşitli odaların duvarlarında Hristiyan dinine ait resimler ile küçük nişler vardı. Bu evlerin ahşap tavan ve dolapları özenle yapılmıştı. Tavanın bazı yerleri karmaşık süsleme ile oyulmuştu. Her şey eski sahiplerinin zengin olduğunu ve iyi bir eğitim aldığını gösteriyordu. Evde Ermeniceden Fransızcaya ve Fransızcadan Ermeniceye çeviri içeren çocuklara ait eski alıştırma kitapları bulunmuştu. Bu da evin eski sahiplerinin Ermeni olduğunu göstermekteydi. Özellikle 8Alaattin Uca, “1915 Yılında Yayımlanan Bir Üsera Talimatnamesi ve Düşündürdükleri”, A.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi, S.3, Ocak 2003, s.170-175; Mücahit Özçelik, a.g.e., s.224-228. İlgili maddelere, çalışmamızda yer alan bilgilere açıklık getirdiği için yer verilmiştir. 134 Yozgat’ın birçok yerinde boş evler vardı ve bunlar yıkılmaya yüz tutmuştu. Bu boş evlerin sahiplerinin Ermeniler olduğu söyleniyordu.(s.392) Mutfakta hiç fırın yoktu. Daha sonra, gazyağı tenekesi ve çamurla kendi fırınlarını yaptılar. Yazarın ilk yerleştiği evde 63 kişi kalıyordu. (s.393)Yozgat’a gönderilenlerin yaklaşık 100 kişi (s.395) oldukları göz önüne alınırsa diğer evde de 30-40 kişinin kaldığı anlaşılır. Yukarıdaki evde esirlerin konforu için yapılan yetersiz düzenlemelerdeki başlıca kusur evde hiçbir mobilyanın olmamasıydı. Kıdemli subayların evindeki odalarında da hiç mobilya yoktu ve yemek salonundaki sandalyeler, masalar, sedirleri aşe müteahhidi tarafından konmuştu. (s.394) Yozgat’ta esirlerden sorumlu Türk Komutan Topçu Binbaşı Kazım Bey idi. Onun emrinde genç bir Mülazım-ı Sani (Üsteğmen), bir yüzbaşı ve bir tercüman vardı. Mülazım kâtip görevi görüyordu. Kazım Bey yaklaşık 100 İngiliz subayının sorumlusuydu. Yazara göre, Kazım Bey esirlere düşmanca davranıyor ve isteklerini önemsemiyordu. Esirlerle ilişki kurmaktan özenle kaçınıyordu ve ilk birkaç ay esirleri ziyarete dahi gelmemişti. Yazar, Binbaşı Kazım Beyi, eski ekolden, eksik eğitimli, tüm Avrupalılardan nefret eden birisi olarak tanımlamıştır. Mülazımın az buçuk Fransızcası tercüman yardımı olmadan esirlerin bazı isteklerini anlamaya yardımcı oluyordu. Koyu esmer tenli yüzbaşı hiç Fransızca bilmemekle beraber akıcı İspanyolca konuşuyordu. Moise Eskenaz isimli Yahudi tercüman 20 yaşlarındaydı ve oldukça kısa boyluydu. Çavuş üniforması giyen Moise, iyi derecede Türkçe, Fransızca ve İngilizce konuşması yanında Almancayı da biraz konuşuyordu. Çikolata veya bisküvi ile rüşvet almaktan çekinmezdi.(s.394-396) Mülazımın emrinde muhafız olarak yaklaşık yirmi Türk askeri (posta) vardı ve kıdemli subayların kaldığı evin yanındaki küçük bir evde kalıyorlardı. Zaman geçtikçe Türk muhafızlar daha dostça davrandılar. Onbaşı Ahmet her sabah akşam esirleri odalarında sayardı. Onbaşı ve bir asker odaya girmeden önce kapıyı vurur, iyi akşamlar ve iyi geceler deyip sayımı yapardı. Genellikle her ikisi de nezaket içinde sabahleyin de iyi geceler derdi ama daha sonra doğru kelimeleri öğrendiler. (s.397) 4. Esirlerin İaşesi ve Ücret Sorunları Yazarın anlattığına bakılırsa, esirlerin iaşesiyle ilgili olarak hizmet alımı suretiyle bir iaşe müteahhidi ile anlaşılmıştı. Esirler tüm ihtiyaçlarını, iaşe müteahhidi işi bırakıncaya ve esirlere alışveriş için çarşı izni verilinceye kadar, iaşe müteahhidinden (pahalı ya da ucuz belirlenen fiyattan) almak zorundaydı. Esirlerin kendi paraları vardı ve devletten de aylık ödeme alıyorlardı. Ancak savaş şartları nedeniyle iaşe ve ödeme hususlarında görüleceği üzere bazı sıkıntılar yaşanacaktır. Esirler Yozgat’a varmadan önce Binbaşı Kazım Bey, esirlerin iaşesi için adı Ali olan iaşe müteahhidi ile anlaşmıştı. Ali çok makul ve nazik bir adamdı. Ancak kısa zamanda esirler onun dolandırıcı ve yalancı olduğunu anladılar. Kendisine eşlik eden biri daha vardı. Bunlardan başka bir genç ve birkaç çocuk ile mutfakta çalışan bazı kadınlar vardı. Kazım Bey’in isteği ile Ali kıdemli subayların kaldığı evin alt katındaki büyük odaya birkaç masa, cılız banklar ve sandalyeler koydu. Ama çatal, çanak, çömlek ve masa örtüleri kalitesizdi. 30 Haziran’da yukarı evdeki esir yüzbaşılar toplandı ve kıdemli subayların olduğu eve gidip yemek salonunda toplandılar. Salonda koyun eti, salatalık, makarna, kiraz ve bol miktarda beyaz ekmek vardı. Tabaklarda çok yağ vardı. Buna rağmen iyi bir yemek yediler. Başlangıç olarak Ali esirlere iyi bir yemek verdi. Ali yöresel şarap, tereyağı, meyve, ekmek ve ekstra olacak başka şeyler de ayarlamıştı. Esirler hizmetin yerine getirildiğine dair bir deftere imza attılar. Bunlar anlaşmanın bir parçasıydı. Bir veya iki gün sonra Ali 135 gerçek yüzünü göstermeye başladı. İyi beyaz ekmeğin yerini ekşi ve kahverengi bir ekmek aldı. Daha az et verildi. Şaraba su ilave edildi. Ekstraların fiyatları arttı. Menü değişmedi. Masa örtüleri yıkanmadı. Çanak çömlek her zaman kirliydi. Banklar ve sandalyeler kırıktı ve tamir edilmedi. (s.398) Sonraları kıdemsiz subaylara daha kötü yiyecek verilmeye başlandı. Yemek ve şarapları daha berbat oldu. Ali esirlere her gün öğlen ve yaklaşık saat 19.00’da akşam yemeği olmak üzere iki öğün yemek verdi. Kahvaltı; ekmek, tereyağı, yumurta ile sınırlıydı. Evlerde su kaynatmak için odun gerekliydi ama odun yoktu. Bu yüzden esirler, Türk muhafızlar bakmadığı zaman, evde bulunabilen tüm gereksiz odun parçalarını topladı. Ali bunu duyunca adamlarını gönderip, esirleri kendisinin istediği fiyattan odun almaya zorlamak için, bütün odun parçalarını toplattı. Binbaşı Kazım Bey bu konuda esirlere hiç yardımcı olmadı zaten esirler kendisini doğru dürüst göremiyorlardı. (s.399) Esirlerin paraları giderek azalıyordu. Bağdat’ta iken, 12 Mayıs’ta ödemelerini tam olarak almışlardı. Haziran sonuna gelinmişti ve kendilerine hâlâ ödeme yapılmamıştı. Bu yüzden esirler tutumlu olmak zorundaydı. Yiyecek ve mallar için ödeme zorluğu, sonradan her grup bir hesap oluşturarak, malzemeleri toplu satın alarak ve alınanları kâğıt para ile ödeyerek çözüldü. (s.401) Ali her bir esirin günlük masrafının bir Mecidî olduğunu bildirdi. Her ay bir üsteğmen için yapılan tüm ödeme sadece 7 lira (35 Mecidi) idi. Bu ücret çok yetersizdi. Üç rütbeli subay makul bir miktara Ali’yi ikna etmesi için Kazım Beye başvurdu. Binbaşı Kazım Bey, buna cevap olarak bir hakaret mesajı gönderdi. “Az yiyin.” Binbaşı Kazım Bey’in az yiyin tavsiyesine uyarak menüyü azaltmaya karar verdiler. Daha pahalı kalemler, süt, sebze ve diğer şeyler menüden çıkarıldı. Günde sadece bir öğün et yemeğe karar verildi. (s.401) Ali bunu kabul etmeyi ret etti. Binbaşı Kazım Bey 23 Temmuz 1916’da eğer Ali’nin sadece ucuz yemekleri tercih edilirse, esirlere yiyecek tedariki konusunda Ali’nin gücünün yetmeyeceğini, yemekler için saptanan makul fiyatlara rağmen, esirlerin ekonomik sebeplerle, tek tabak ile yetinmek istediğini, bu durumda, Ali’nin giderlerini karşılanmasının mümkün olmadığını ve Ali’nin sözleşmesini sona erdirmek ve gitmek istediğini bildirdi. Yazara göre, “Komutan tarafından saptanan makul fiyatlar” Ali’ye % 300 bir kâr sağlamaktaydı. Binbaşı Kazım Bey esirlere iki seçenek sundu. Buna göre; esirler ya Ali’nin sözleşmeyle belirlenen standart fiyatlarını ve yemeklerini kabul edecekler ya da yiyecek satın almak için çarşıya günlük dört emir eri gönderecek ve yemeklerini kendileri pişireceklerdi. Son seçeneğin kabulü durumunda Ali’nin bütün mobilyaları alıp götüreceği hususunda esirleri uyaran ve çarşı konusunda yaşanacak sıkıntılardan dolayı sorumluluk almayacağını belirten Kazım Bey, esirlerin kâğıt paralarının alışverişte kabul edilip edilmeyeceğinin garantisini de vermedi. Bu anlaşmazlık sonucunda, birkaç yumurta ve biraz ekmek hariç 5 Temmuz öğlenine kadar esirlere kahvaltı verilmedi. Sonunda Ali, kişi başına 12 kuruş olarak yemeğin oranını azaltıp ay sonuna kadar yaptığı sözleşmeyi devam ettirmeyi kabul etti. (s.402) Esirlere ödeme yapılması konusunda hâlâ bir işaret yoktu. Esirlerin çoğu 10 poundluk çeklerini İstanbul’daki ABD elçisine gönderiyor ve Elçilik de bunları Türk parasına çevirip geri yolluyordu. Türk hükümeti ödeme yapıncaya kadar, Ali’ye ücret ödemeyi ret ettiler. (s.407). Ali esirlerden ödeme gelmeyince 2 Ağustos’ta işi bıraktı. O sabah esirler aç kaldı. Öğleden sonra kendilerine biraz yiyecek verildi. Bunun üzerine Binbaşı Kazım Bey her evden bir subayın birkaç emir eriyle birlikte yiyecek satın almak için günlük olarak çarşıya gitmesine izin verdi. Böylece esirler kendi yemeklerini yapmak zorunda kaldı. Emir erleri yemek yapmayı bilmiyordu. Bu da subaylara faydalı bir meşgale oldu. Sandes’in grubundaki subaylar nöbetleşe önce haftalık sonra 15 günlük sonra da aylık olarak yemek pişirmeye başladı. Günlük bir liste vardı ve sonunda haftalık 136 liste sistemi kabul edildi. Yağ tenekesi, çamur ve tuğladan fırınlar yaptılar ve yemek pişirdiler. (s.408) Esirler çarşı alışverişine çıkınca gerçek yiyecek fiyatları açığa çıktı. Ali’nin birçok şeyi gerçek fiyatının üç ya da dört katından fazla ücretle esirlere mal ettiği görüldü. Ali’ye kişi başına günlük 12 kuruş ödeniyordu. Oysaki gerçek maliyetin 6 kuruş olduğu anlaşılmıştı. Bu 6 kuruşla yeterli miktarda et, yumurta, patates ve diğer sebzeler, ekmek ve bazen tereyağı veya bal alınıyordu. Günlük kişi başı 1 sent maliyetle rahatça yaşanıyordu. Ek olarak un, kuru üzüm, incir ve diğer şeyler de satın alınabiliyordu. (s.409) Temmuz 1916 sonunda her subaya, A.B.D Büyükelçiliği tarafından gönderilen 3 lira verildi ve bundan sonra aylık olarak düzenli bir şekilde bu ödemeyi aldılar. Bu rakam 1917’de 5 lira, daha sonra 15 lira oldu. Aylık ödenen 7 lira ile bu 3 lira çoğu zaman tüm sıradan masrafları karşılamak için yeterliydi. Yukarıdaki evin alt kattaki bir odası ambar yapıldı. Başına da bir yüzbaşı konuldu. Ambarda un, sebze ve diğer gerekli malzemeleri tutuldu. Ambar memuru Ali’den sonra görevi alan başka bir iaşe müteahhidinden malzeme satın alıyordu. Ambar haftanın altı günü belirli saatlerde alıcılarla açılıyordu. (s.415) Ambardan sorumlu yüzbaşı un, şeker, buğday ve diğer ekstra şeyleri ev yapımı bir terazi ile tartardı. Her grubun bir hesabı vardı. Bu yüzden nakit ödeme zorunlu değildi. Ödemeler periyodik olarak yapılıyordu. Müteahhit tarafından ekmek, et, yumurta, sebze günlük olarak eve gönderiliyor ve ambara konuluyordu. Üç subay günlük olarak yukarı ve aşağıdaki evin gruplarına göre bu erzakın dağıtımından sorumluydu ve başka bir subay erzakın hesabını tutuyordu. Kâğıt, kalem, tütün, sigara, kibrit, şarap gibi şeyler ambardan satın alınabiliyor ve ambar stoklarında olmayan şeyler de çarşıdan sipariş veriliyordu. (s.416) 8 Eylül 1916 günü, 12 Mayıs 1916’dan sonra ilk defa esirlere Türk Hükümeti tarafından ödeme yapıldı. Türkler, albayların aylık 15 lira, yarbayların 10 lira, binbaşıların 8 lira ve diğer subayların 7 lira alacağını bildirdi. Alt rütbelilere günlük 4-6 kuruş verilecekti. Türkler diğer ülkelerde de benzer rakamlar ödendiğini söylemeyi ihmal etmedi. (s.414) Esirler yaklaşan Noel için önceden kazlar, hindiler ve kümes hayvanları satın almaya başladı. 23 Ekimde İstanbul’daki ABD Elçiliğinden 60 büyük paket geldi ve paketler daha sonra da gelmeye devam etti. Gelen paketlerdeki palto, kalın yelek, pantolon, çorap, fanila gömlek, bot, ayakkabı, şapka, kravat ve diğer şeyler esirlere usulüne uygun dağıtıldı. (s.418) Ekim sonunda, sıcak havaların ardından, soğuk ve yağmurlu günler başladı. Yozgat’ın kış zorluklarına dair korkunç söylentiler dolaştı. Binbaşı Kazım Bey esirlere alabildikleri kadar odun almalarını ve stok yapmalarını tavsiye etti. Çoğu zaman belirli sayıda subayı bu işe ayırdılar. Yakacak odun için 276 sterlin harcandı. Yozgat’ın kış ayları için söylenen abartılara bakılınca 1916-1917 kışı son derece ılık geçti. Esirlere kış aylarının çok soğuk geçtiği ve halkın çoğunun şehirden ayrılıp daha sıcak bölgelere gittiği, iki metre kalınlığındaki karın iki üç ay şehirde kaldığı, ayrıca uzun bir süre Yozgat’ın dış dünya ile bağlantısının kesildiği, kış boyunca ekmek hariç hiçbir gıda maddesi ve et bulunamadığı ve 15 Kasımdan sonra odun satın alınamadığı söylenmişti. Doğrusu kutup kışı umarken çok rahat bir kış yaşandı. Yozgat’ın dış dünya ile bağı kopmadığı gibi yiyecek de boldu. Şehirdeki kar bir ayağı geçmemiş ve kimse şehri terk etmemişti. Yılsonuna kadar odun kolayca satın alınabilmişti. (s.419-420) 1917’de tüketime uygun olan ekmek almak giderek daha zor hale geldi. Zamanla ekmek öyle kötü bir hale geldi ki neredeyse yemeye imkân yoktu. Siyah renkli ekmeğin içi saman, kabuk parçaları ve kumla doluydu. Böyle bir ekmek tüketimi birçok hazım problemine neden oldu. Mideler giderek bu yiyeceklere alıştı. Protestolar, ekmek kalitesinde hafif bir iyileşme getirdi ama sadece somun başına daha yüksek bir fiyat 137 ödendiği zaman. 1917 yazında, ekmek fiyatı 10 kuruş oldu. (s.436) 5. Esirlere Yapılan Muamele Hakkında Şikâyetler Yozgat’taki esirlerin ilk günlerde temel şikâyeti evde kapalı kalmak idi. Türkler hemen kapılarının önüne muhafızlar yerleştirdi ve hiç kimsenin evden, dışarıdan su almak veya yemek için kıdemli subayların evine gitmek dışında, ayrılmasına izin verilmedi. Daha sonra Albay Harward’ın Binbaşı Kazım Bey’e yaptığı protestolar da bir şey değiştirmedi. Yozgat’taki ilk üç haftalık sürede subay esirler sanki adi mahkûmmuş gibi evlerde yakın takibat altında tutuldular. Egzersiz yapmak için hiçbir imkân yoktu. Hatta muhafız eşliğinde çarşı pazara gitmek için dahi izin verilmiyordu. Binbaşı Kazım Bey ne herhangi bir itiraza cevap verdi ne de esirleri görmeye geldi. Birçok subay memleketinden mektup alırdı ve bu mektuplarda Almanların eline değil de Türklere esir düştükleri için tebrik dahi ediliyorlardı. Arkadaşları onlara “Türklerin esirlere centilmen gibi davrandığını” söylemişlerdi. Esir subaylara Türklerin centilmence davranacağı düşünülürken, Yozgat’taki ilk esaret günlerinde iyi yemek ve yatak verilmesi hariç bunu göremediler. (s.399) 3 Temmuz 1916’da bu muamelenin muhtemelen devam edeceğini gören Albay Harward, Binbaşı Kazım Bey aracılığıyla Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya bu durumu protesto eden bir mektup yazdı ama mektup Binbaşı Kazım Bey tarafından iade edildi ve şu sözlü gerekçeler sunuldu. Birinci gerekçe Ramazan ayı olmasıydı. İkincisi ise; İngiliz Kraliyet Donanması’na ait üç İngiliz esir subayın Afyonkarahisar’dan kaçmaya teşebbüs etmesiydi. Yazar bunları saçma bulmuş ve Yozgat gibi bir yerden kaçmanın mümkün olmadığını ve kendilerine yapılan muamelenin aksine Hindistan’daki Türk subay esirleri ile İngiltere’deki Alman subayların durumunun daha iyi olduğunu, Binbaşı Kazım Bey’in Ali ile işbirliği yaptığını ve yiyecek ile malların cari pazar fiyatlarından esirleri bilgisiz bırakmak istediğini iddia etmiştir. (s.399-400) Yozgat’taki İngiliz esirler doğal olarak nerede olduklarını bildirmek ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için yakınlarına yazmak istediler. Lakin yazışma hakkı haftalık sadece dört satırlık bir posta kartı ile sınırlıydı ve bir posta kartı üzerine çok şey yazmak imkânsızdı. 3 Temmuzda Onbaşı esirlere acıdı ve iki ev arasındaki dar yolda birkaç saat yürümelerine izin verdi ama Binbaşı Kazım Bey bunu duyduğunda öfkelendi. Onbaşıyı tokatladı ve esirlerin tekrar evlerine dönmeleri emredildi. Bunun ardından Albay Harward İstanbul’daki Amerikan Elçisine durumu anlatan bir mektup yazdı ama Binbaşı Kazım Bey bu mektubu göndermeyi ret etti. Esirler formda kalmak için evin içinde egzersizler yapmaya ve yukarı aşağı yürümeye başladı ama günler geçtikçe kapalı yerde kalmanın sonucu soluk ve güçsüz hale geldiler. Yine de salgın bir hastalık görülmedi. (s.401) 12 Temmuzda İngiliz esirlerin beklediği posta geldi. Sandes’e, farklı tarihlere ait beş diğerlerine de aşağı yukarı aynı sayıda posta kartı gelmişti. Daha sonra mektuplar kış hariç haftada iki kez daha düzenli geldi fakat mektupların ilk varış tarihleri belli değildi. Zaman geçtikçe bir mektubun Yozgat’a varması en az dört hafta sürdü. Sonraları bu süre dört veya daha fazla ay aldı. Bazen altı ay sürdü. Esirlerin 1916’da Yozgat’taki günleri boyunca rutin mevzularından biri de, savaşın gidişatı ve erken kurtulma şansı hariç, postadan gelecek paket konusu oldu. Bazı paketler İngiltere’den gönderildikten sonra iki hafta içinde Yozgat’a ulaştı. Bazen bu süre dört ay, altı ay, sekiz ay veya daha fazla oldu. Bazı paketler hiç gelmedi. 1916’da bazı subaylar yirmi-otuz paket aldı. Diğerleri yalnızca dört ya da beş paket alırken bu miktardan daha fazla gönderileri olduğuna inanıyorlardı. Esirler Ankara’dan paketlerini getirebilecek extra bir araç için ödeme yapmayı önerdiyseler de bu öneri kabul edilmedi.(s.403-404)16 Temmuz Pazar günü yeni İngiliz esirleri getirildi. Bunlar Sina Çölü’nde Katya denilen mevkide 23 Nisan 1916’daki muharebede Türkler 138 tarafından ele geçirilmişti.9Mülazım yeni gelenleri çeşitli odalara yerleştirdi. Sandes’in kaldığı odaya da iki esir eklenince odada beş kişi oldular. (s.404) 20 Temmuz’da Binbaşı Kazım Bey, esirlere muhafızlar eşliğinde üç grup halinde yürümek için dışarı çıkarılacaklarını ve ilk grubun öğleden sonra çıkarılacağını bildirdi. Çaydan sonra önde ve arkada muhafızlar olduğu halde 30 kişi şehir içinde yürüyüşe çıktı. Büyük cami, sayısız küçük dükkân ve bir saat kulesinin bulunduğu pazar meydanını geçtiler. Taşlı cadde boyunca solda ve Yozgat’ın doğusunda kalan bir erkek okulunu geçinceye kadar yürüdüler. Şehir sakinleri esirleri merakla izledi. Sivas yolu boyunca birkaç yüz yard yürüdüler. Akabinde düz bir arazide birdirbir ve diğer oyunları oynarken Yozgat’ın sakinleri de onları izledi. Gün batımında evlerine döndüler. Diğer subay grubu başka günlerde dışarı çıktı. Bundan sonra yürüyüşler daha sık olmaya başladı. Eylül ayında şehrin güneyinde tepedeki ağaçlık alan ve Ankara veya Kayseri yolu boyunca üç veya dört mil tutan mesafeyi yürüdüler. Bu kez subaylar ve emir erlerine birlikte yürüyüşe çıkmak için izin verildi ve gruplara bölünmediler. (s.406-407) Binbaşı Kazım Bey 12 Ağustosta evlerdeki kalabalığı bir derece azaltmak için harekete geçti. Hastane olarak kullanılan ve kıdemli subayların evine yakın bir evde kalan hastalar tahliye edildi ve beş gün sonra, yirmi sekiz subay ve altı emir eri yeni ayrılan yere taşındı. Böylece odalardaki kalabalık azaldı. Yozgat’a vardıktan sonra tercüman Moise Türkçeden Fransızcaya çevirdiği ajans telgraflarını esirlere veriyordu. Fakat Binbaşı Kazım Bey’in kızması üzerine buna son verildi. Yılın sonuna doğru buna tekrar izin verildi. (s.409) Esirler kötü muameleye maruz kaldıklarına inandıklarından dolayı kendilerine daha iyi muamele edilmesi için tarafsız temsilcilerin yapacağı bir soruşturmaya izin verilmesini istediler ama Binbaşı Kazım Bey en küçük şikâyet içeren herhangi bir mektubu göndermeyecekti. Bazı yaratıcı esirler başka bir yola, kriptolara başvurdu. Örneğin; 3 Ağustos 1916’da Üsteğmen E. H. Jones İngiltere’ye gönderdiği kartpostaldaki kelimelerin baş harfleri okununca ortaya şu mesaj çıkıyordu: “Durum iyi değil. Soruşturma talep ediniz.” (s.410)Daha sonra Yozgat’a aşağıdaki cevap geldi: “Aşağıdaki paketler gönderilmiştir.” Bu posta kartından, İngiliz Hükümeti’nin esirlerin durumunu soruşturduğu yorumu çıkarıldı. Teğmen Jones tarafından 26 Ekim 1916’da başka bir şifreli yazı İngiltere’ye gönderildi. Baş harflerinden şu mesaj çıkıyordu: “Biz beş kişi karyolanın olmadığı yaş zeminli küçük bir odadayız. Adamlar yoldaki sinekler gibi ölüyor. Çok hasta ve acınacak durumdalar.” (s.411) Başka bir subay yazdığı mektuptaki son cümlesinde de “eğer biri İncil’i okursa Yozgat’taki esirlerin durumu hakkında daha abartılı cümleleri içeren bir mesaj bulacaktır” yazıyordu. (s.412) 21 Ağustosta İngiltere’den Yozgat’a bazı paketler geldi. Esirler bundan çok memnun oldular. (s.414) 6 Kasım sabahı hafif don oldu. Kasım ayı kar yağmasa da oldukça soğuk geçti. Odalarda soba yoktu ve esirlerin çoğu hastalandı. Ancak Aralık başında sobalara kavuştular. Kasımda Binbaşı Kazım Bey kırık pencere camı ve benzeri hasarları teftiş için evleri ziyaret etti. Bu olağan dışı idi. Mülazım da hijyen meraklısı kesildi. Bu ani ilginin nedenini sonradan İstanbul’dan bir sağlık müfettişinin esirleri ziyarete geldiğinde anladılar. Müfettiş Jeosit Bey 22 Kasım’da ev ve bahçeleri inceledi. Şikâyetleri dinledi, bazı nasihatlerde bulundu ve gitti. Ermeni bir dişçi de esirleri muayene etti. (s.421-422) 11 Aralık 1916’da Cenevre Kızıl Haç’ından iki İsviçreli temsilci bir Türk doktor eşliğinde otomobille Yozgat’a geldi ve evleri inceledi.10 Ziyaretin nedeni öğrenilemedi ama şikâyetler sonucunda İngiliz 9Adıgeçen muharebe hakkında bkz. İsmet Üzen, Osmanlı’nın Çöl Yürüyüşü, Paraf Yayınları, İstanbul 2011, s.465-488. 10Tarafsız Uluslararası Kızılhaç Heyeti tarafından savaşan devletlerin esir kamplarının karşılıklı gezilmesine yönelik karar almasından sonra bir Kızılhaç Heyeti de Türkiye’de kurulan esir garnizonlarını gezmiştir. Özçelik, a.g.e., s.117-118. 139 Hükümeti’nin bunu ayarladığını düşündüler. Tüm şikâyetler özellikle Kazım Bey’le ilgili olanlar usulüne uygun olarak temsilcilere anlatıldı. İki temsilci geçmişteki kötü muamele hakkında Binbaşı Kazım Bey’le ciddi bir konuşma dışında bir şey yapamayacaklarını, sakıncalı olarak gördükleri her şeyi rapor edeceklerini söylediler. Evin dışında esirlerin resimlerini çektiler ve gittiler. Bu ziyaret esirler lehine Binbaşı Kazım Bey üzerinde çok yararlı bir etki bıraktı. (s.426) 20 Şubat 1917’de Afyonkarahisar’daki esir kampından kaçan 3 İngiliz subay İstanbul’dan geldi. Bunlar 1916 ilkbaharında kaçtıktan sonra güney Anadolu kıyılarına ulaşmış ve yakalanarak İstanbul’da yargılanmıştı. Savaş ilerledikçe Türkiye’deki İngiliz esirlerine yapılan genel muamelede değişiklikler gözlenmiştir. Yazara göre, 1916’da esirlere yapılan muamele kötüydü. Tarafsız ülke temsilcilerinin esirleri ziyaretine müsaade edilmiyordu. Şikâyetler dikkate alınmıyordu. Esirlere gönderilen giyecek ve yiyecek genellikle çalınıyordu. Hastalar tedavi edilmeden ölüyordu. Ölüler soyulup gruplar halinde atılıyordu. Hiçbir papaza cenaze görevi yaptırılmıyordu. Askerler önemsiz suçlar için, aylarca yürüyemesin diye, falakaya yatırılıyordu. Yavaş yavaş, Türkler Kızıl Haç delegelerine ülkelerini açmak zorunda kalınca mahkûmların durumu düzeldi. Posta paketleri gelmeye başladı. Esir İngiliz doktorlar tıbbi malzemeler aldı. Türk muhafızlar esirlere daha ılımlı davranmaya başladı. Bu yüzden 1918’de çoğu İngiliz esiri iyi giyiniyordu, neşeliydi, yeterince yiyecek ve parası vardı. Esirlerin durumu hakkında çabaları için İstanbul’daki Amerikan ve Hollandalı Elçilikleri temsilcilerine büyük şükran borçluydular. (s.432-434) 1917’de Binbaşı Kazım Bey’in yavaş yavaş esirlere karşı tutumu değişti. 28 Temmuz 1917’de ilk defa, esirlere şehrin güney tepesinde çam ağaçları arasında günlük piknik için dışarı çıkma izni verdi. Herkes bu fırsattan yararlandı ve ağaçların altında keyifli saatler geçirdi. Bundan sonra haftada en az bir kez piknik ve belirli yönlerde üç yürüyüş yapıldı. Birçok kişi düzenli olarak hokey oynadı ve düzenlenen turnuvalara şehir halkı da büyük ilgi ile izledi. (s.436) 6. Esirlerin Zamanlarını Değerlendirmesi Temmuz 1916’da esir evlerindeki hayat çok sıkıcı idi. Okumak için sadece birkaç kitap vardı ve bu yüzden esirlerin çoğu zamanını yırtık pırtık giysileri onarmakla, iskambil oynamakla, sigara içip konuşmakla geçirdi. İki üç kişi çakıyla tahtadan satranç taşları oydu. Satranç oyunu bir salgın halini aldı. (s.402) Yozgat’ta akşamları geçirmek için düşünceler kumara döndü ve sonuçta rulet oyunu doğdu. Bu monoton hayatlarına renk katmıştı. Üzerine oynanan şeyler ilk başta son derece küçüktü ama yavaş yavaş büyüdü. Para üzerine oynanmıyordu. Ağustos ve Eylül aylarında rulet çılgınlığı devam etti ama sonra azalmaya başladı. Kasım 1916 sonunda neredeyse oynanmaz oldu ve pokere dönüldü. (s.408) Her gece rulet oynamaktan sıkılınca, Yüzbaşı Tomlinson, haftada iki gece seminer verilmesini önerdi ve uzun bir gönüllü listesi hazırladı. Gönüllüler belirli konularda bilgilerini sergileyecekti. Seminerler 1917 yılı içinde de devam etti. Genel olarak, en popüler dersler askeri olmayan konular ile ilgili olanlardı. Zaten hepsi savaş konusunda yeterince bilgi sahibiydi. Yemek sonrası verilen seminerler topçuluk, uçaklar, torpidolar, renkli fotoğraf, hukuk, çay ekimi, yelkenli gemiler, sikkeler, sığırtmaçlar, denizaltı madenciliği, Burma’daki polis çalışmaları, uyuz hastalığı, Mısır’daki jeolojik incelemeler ve telsiz- telgraf üzerine idi. (s.415) Esirler küçük bir bahçede hem egzersiz yapıyor hem de hokey oynuyordu. Binbaşı Kazım Bey’in iki küçük oğlu denizci kıyafeti ve fesle sık sık oyunları izlemeye gelirdi.9 Ekimde Mülazım esirleri şehrin doğu vadisindeki büyük bir alana götürdü. Orada Amerikan Elçiliğinin gönderdiği bir topla futbol oynadılar. Bu alanda ayrıca bastonlarla kriket oynadılar. Şehir halkı da oyunları izledi. 140 Zaman geçirmeye yardımcı olması için her üç evde kütüphane oluşturuldu. Kitaplar periyodik aralıklarla evler arasında değiştirildi. Yavaş yavaş İngiltere’den paketler içinde kitaplar geldi ve bunlar kütüphaneye eklendi. Zamanla çok sayıda roman ve diğer kitaplar bir yerde toplandı. Esirlere gönderilen kitaplar hakkında Türkler bir posta düzenlemesi yayınlandı. Buna göre, kitaplar esirlere sadece bir yayıncı tarafından gönderilebilirdi. Kitaplar önceleri sansürcü olan tercüman tarafından okunduktan sonra esirlere veriliyordu. Binbaşı Kazım Bey bu yönetmeliği görmezden geldi ve kimden geldiğine bakmadan tercüman tarafından incelenmesi için tüm romanlarını bir yerde tuttu. Bir süre sonra tercüman, paketler açılırken eğer Mülazım veya kurmay subay yok ise, romanları esirlere gizlice vermeye başladı. (s.417)Bunun için Bay Moise ödül olarak paketlerden çıkan çikolata ve bisküvilerden usulüne uygun olarak alırdı. Belli sayıda romanı Binbaşı Kazım Bey’in görmesi için tutulması gerekiyordu. (s.418) Akşam yapılan seminerler yerini tartışmaya bıraktı. Bir “Tartışma Topluluğu” oluşturuldu. Haftalık tartışmalar için konuların bir listesi düzenlendi. Tartışma topluluğu 12 Kasımda ilk toplantısını yaptı ve bundan sonra üç ay boyunca haftada bir toplandı. 1916’da tartışma konuları şunlardı: Zamanın yozlaşması, düzenli ordu mensuplarının daima üniforma giymesi, Dünya Savaşı öncesi kara ve deniz kuvvetlerinin durumu, İngiliz İmparatorluğu’nun yeterince savunulması vs. (s.422) Teğmen A. V. Holyoake, Captain L. H. G. Dorling’in yardımı ile “Yozgat’ın Güzel Kızı” adlı eğlenceli bir pandomim yazdı. Ekim sonuna kadar provalar devam etti. Oyunculardan biri olan Yüzbaşı Bignell hastalandı ve 21 Kasım’da öldü. Ankara yolunda Ermeni mezarlığına gömüldü. Kıdemli subaylar defalarca Binbaşı Kazım Bey’e aşağıdaki esir evinin utanç verici bir kalabalık içinde olduğunu ifade etti. Sonunda Kazım Bey muhtemelen sağlık müfettişinin ziyaretinden sonra esirlere başka bir yer bulmaya çalıştı. 20 Kasım’da çoğunluğu Albaylardan oluşan sekiz kıdemli subay yeni bir eve taşındı. (s.423-424)Yarbay C. J. Coventry Kasım başında tifüse yakalandı. Kasım sonunda öldü. Esirler, esaret boyunca Yozgat halkından herhangi bir olumsuzluk görmediler. (s.425) Bignell’in ölümüyle ertelenen pandomim provalarına Aralık’ın ortasında tekrar başlandı. Sıkı bir gizlilik içinde provalar yapıldı. 16 Aralık akşamı yukarı evde bir sahne hazırlandı, 2.5 saat süren piyes subay ve emir erleri önünde oynandı. Hikâye Yozgat’taki esirlerin yaşamı ile ilgiliydi. Pandomimin konusu Güzel Saba’nın kaderi idi. Saba’nın babası (yani iaşe müteahhidi Ali) 3 lira karşılığında kızını bir tercümana vermek ister. Fakat güzel Saba savaş esiri yalancı Yüzbaşı Percy’e meyillidir. En sonunda savaş bittiği zaman bu ilişki zirvesine ulaşır. Esir Saba’ya onu İngiltere’ye götüremeyeceğini ve zaten evli olduğunu söylemek zorunda kalır. Böylece güzel Saba tercümana dönmek zorunda kalır. Kostümler eğlenceli ve diyaloglar espriliydi. (s.426-427) Noel günü de hızla yaklaşıyordu. Her evin hindi ve kazları vardı. En sonunda Noel günü geldi. Her grup hindi, kaz ve üzümlü Noel pudingi ile mükemmel bir akşam yemeği hazırladı. Sabahleyin vaiz eşliğinde büyük bir kalabalık ilahiler okudu. Günün olayı tüm Türk subayların bir konsere daveti oldu. Diğer evde yaşayanlar Binbaşı Kazım Bey’in özel izniyle karanlıktan sonra evlerinden çıktılar. Çünkü kapılar 20.30’da kilitleniyordu. Konser uzun sürdü. Mülazım, Yüzbaşı ve tercüman hazır bulundu ve ayrılmadan önce Türkçe bir şarkı söylediler. Onlarda hayli rakı içtiler. Türkler ayrılsa da oradakiler sabahın ışıklarına kadar oturdu. (s.428) Noel’de hafif bir yağmur vardı ve hava iyiydi. Fakat 29 Aralık sabahı yoğun kar yağdı. Esirler kartopu oynadılar. 1916’nın son günü kar altında geçti ama odalar sıcaktı ve yiyecek boldu. Bu rahatlık esirleri formda tuttu hatta şişmanlattı. Gıda fiyatları da düşüktü. Nerdeyse hiç hastalık yoktu. (s.429)Esirler1916’nın son akşamında toplandı ve şarkı üstüne şarkı söylediler. (s.430) 141

Description:
Kut And Captivity With The Sixth Indian Division” (1919) adlı anılarında anlatmıştır. Son adı . Bu bahçe daha sonra esirlerin egzersiz alanı oldu.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.