BIR ÇIFT YÜREK Marlo MORGAN Sürüm: 0.1 Istanbul, 1999 Dharma Yayinlari Katalog Bilgisi: KONU: Edebiyat, Bestseller BASLIK: Bir Çift Yürek YAYINEVI: Dharma Yayinlari YAZAR: MORGAN, Marlo FIYAT: 12,000,000 TL. BARKOD: 9789756388020 ISBN: 975-7800-25-2 SAYFA: 224 YER: Istanbul AY: Haziran YIL: 1999 FIZIKI: 19,6 x 13,5 cm., Karton Kapak Bir Çift Yürek Onur Konugu Bazi uyarilar gönderilmis olmali ne var ki ben hiç birini alamadim. Olaylar çoktan harekete geçmisti; yirtici hayvanlardan olusan küme kilometrelerce uzaklikta oturmus, kurbani bekliyordu. Az önce bosalttigim valizim, ertesi gün, "talep edilmedi" etiketi takilarak emanet deposuna kaldirilacak ve aylarca orada kalacakti. Yabanci bir ülkede sirra kadem basan pek çok Amerikalidan biri olmak üzereydim. Bogucu bir ekim sabahiydi ve ben bes yildizli Avustralya otelimin önündeki avluda durmus tanimadigini bir rehberi beklemekteydim. Uyarilari sezmekten uzak mi uzak yüregim sevinçle civildiyordu. Kendimi alabildigine iyi hissediyordum ve bir o kadar da heyecanliydim! Içten içe mutlak olarak emin oldugum bir sey vardi: bu benim sansli günümdü. Derken üstü açik bir jip dairevi giris yoluna sapti. Kizgin parke tasli yolun üzerinde kulaklari tirmalayan otomobil lastiklerinin sesini isittigimi animsiyorum. Yolu sinirlayan erguvan renkli yapraklardan siçrayan su pasli metale siçradi. Jip durdu ve otuz yaslarinda bir aborijen olan soför, bana dogru bakti ve bir el isaretiyle "Gelin" dedi: O sari saçli bir Amerikali kadini almaya gelmisti. Ben ise, Aborijinlerden olusan kabilelerin toplantisina gitme beklentisi içersindeydim. Üniformali kapi görevlisinin mavi gözlerinden durumu onaylamadigi açikça belliyken, biz birbirimize kimliklerimizi açiklamadan aramizda anlasmistik bile. Yüksek topuklu ayakkabilanmin araca binmemi güçlestirmesinden önce de fazlasiyla sik bir tarzda giyinmis oldugumu anlamistim. Sagimda oturan genç soför, sort ve rengi solmus bir beyaz tisörtle çorapsiz olarak bez ayakkabilar giymisti. Benim toplanti yerine götürülmem ayarlanirken, bu islemin normal bir otomobille gerçeklestirilecegini, hatta Avustralya otomobil sanayinin gururu olan bir Holden ile alinacagimi hayal etmistim! Yan açik bir araçla yolculuk etmek zorunda kalacagim, bir an için bile aklimdan geçmemisti. Her ne ise, bu karsilasma için özensiz ve bakimsiz degil, tam tersine olabildigince sik giyinmeyi yeglemistim; ne de olsa benim onuruma bir sölen verilmekteydi! Kendimi tanittim, ama o kim oldugumu çok iyi bilirmisçesine bir onay isareti yapti basiyla. Kapi görevlisinin önünden geçerken,-adamin kaslarini çattigini gördüm. Kentin yüksek kayalarla çevrili kiyi yollarina daldik, önlerinde verandalari bulunan evleri, süt ve süt ürünleri satan dükkanlari, lokantalari ve bir tek ot tanesinin bulunmadigi beton parklari geçtik. Alti yola ayrilan sapagin göbeginin çevresinden dönerken kapinin koluna siki siki yapismak zorunda kaldim. Buradan çikinca günesi arkamiza aldik ve seftali rengi yeni tayyörüm ve renkli ipek gömlegimin bana fazla geldigini hissetmeye basladim. Gitmekte oldugumuz binanin kentin öte ucunda oldugunu düsünüyordum ama yaniliyordum. Denize paralel giden otoyola girdigimizde toplantinin kent disinda, benim öngördügümden çok daha uzakta düzenlendigini düsünmeye basladim. Ceketimi çikarttim ve daha ayrintili bilgi almadigim için ne denli aptal oldugumu geçirdim aklimdan. Neyse ki çantamda bir saç firçam vardi ve omuzlarima kadar inen ve günesten rengi açilan saçlartmi modaya uygun bir örgü ile toplamistim. Ilk telefonu aldigimdan bu yana merakim azalmamisti ama fazla sasirdigimi da söyleyemem. Ne de olsa yurttaslardan baska övgüler de almistim ve yürüttügüm program büyük bir basari kazanmisti. Kent merkezlerinde yasayan ve sik sik intihar egilimi gösteren yari kan Aborijinlerle çalismis ve onlarin tatminkar bir ekonomik gelir edinmelerine yardimci olmustum. Böylesine bir girisimim eninde sonunda dikkat çekecekti. Ne var ki sonuçlar beni bile biraz sasirtmisti... Bugünkü karsilasmayi düzenleyen kabile üçyüz kilometre ötede, anakaranin karsi kiyisinda yasiyordu ama rastlantisal olarak kulagima çalfttan sözler disinda Aborijin Kabileler hakkinda neredeyse, hiç bir sey bilmiyordum ve birbirlerine bagli bir topluluk mu yoksa. Amerikan Yerlilerinin çesitli diller konusmasi gibi farkli karakter özellikleri mi sergiledikleri hakkinda hiç bir bilgim yoktu. Benim gerçekten merak ettigim ödül olarak ne aJacagimdi: Kansas City'ye gönderip, ötekilerin yanina koyduracagim yeni bir tahta oyma mi, yoksa sadece bir çiçek demeti mi? Hayir, hayir, otuzsekiz derece civarindaki bu sicakta çiçek vermezlerdi herhalde. Dönüs yolunda çiçeklerin tümü ölmüs olurdu zaten, soför, önceden anlastigimi?, üzere saat tam onikide gelmisti. Bulusma saati bu toplantinin bir ögle yemegi seklinde olacaginin göstergesiydi. Yerlilerden olusan bir toplulugun bana ne gibi bir yemek sunacagini da [:] merak etmiyor degildim dogrusu. Geleneksel Avustralya tarzi bir büfe bulma beni pek heyecanlandirmiyordu. Belki de Aborijin yiyeceklerini ilk kez tadabilecegim bir firsat bekliyordu beni. Rengarenk çanaklarla süslü bir masa bulmayi umuyordum açikçasi. Bu.benim için gerçekten esi olmayan bir firsatti ve asla unutulmayacak bu olayi yasamayi iple çekiyordum. Bugün için özel olarak aldigim çantamin içinde 35 mm'lik bir fotograf makinesi ve minik bir seskayit aygiti da bulunuyordu. Onlar, mikrofon veya spot isiklari hakkinda bir bilgi vermedikleri gibi benim bir konusma yapip yapmayacagimdan da söz etmemislerdi, ne var ki ben buna da hazirlikliydim. En büyük meziyetlerimden biri ileriyi düsünebilmekti. Kaldi ki, artik elli yasimdaydim ve degisik seçenekleri hazirda tutmanin gerekliligini, azimsamayacak denli çok hayal kirikligi ve utanç verici durumla karsilasarak ögrenmistim. Arkadaslarim benim kendi kendime yeterliligimi her zaman överlerdi. "Onun yedekte daima bir B plani vardir" derlerdi. Bir -yol treni- (bu Avustralyalilarin, pek çok römorku .bulunan büyük kamyonlara verdikleri addi) karsi yönden gelerek-hizla yanimizdan geçti. Yerdeki tasin isinmasindan olusan isi haresinin içinden çikiveren kamyon ve takintilari sanki yoktan varolmuslardi. Soförüm, aniden otoyoldan ayrilip kilometrelerce süren kirmizi bir toz bulutuna bulanmis olan bozuk yola sapinca, gömüldügüm anilarimdan siyriliverdim. Bir süre sonra, toprak yol boyunca açilmis olan ve üzerinden gittigimiz tekerlek izleri de sona erdi ve ben artik önümüzde bir yol bile kalmadigini fark ettim. Çalilar arasinda zigzaglar çizerek çölün dalgali kumlari arasinda ziplaya hoplaya ilerliyorduk. Yol arkadasimla konusabilmek için pek çok girisimde bulunmustum ne var ki yari açik aracimizdaki rüzgar ugultusu, yoldaki kasislerin yarattigi gürültü ve V'r yukari bir asagi ziplayan Jjedenimin hareketi söylesmemizi olanaksiz kiliyordu. Dilimi 'ISÜinamak için çenemi simsiki kilitlemek zorundaydim. Kaldi ki soförün çene çalmaya hiç niyeti olmadigi besbelliydi. Basim, bir bez bebeginki gibi sallanip sarsiliyordu. Giderek daha çok terliyordum. Naylon çorabim herhalde ayagimda erimisti ama ayakkabilarimi bile çikartmaya cesaret edemiyordum çünkü çikarttigim anda ayakkabimin göz alabildigine uzanan bakir renkli sonsuzlukta yitip gideceginden korkuyordum. Benzeri bir durumda suskun soförümün de duracagindan emin olamazdim. Günes gözlüklerim bugulandikça etegimin ucuyla bunlari temizliyordum. Kollarimi kaldirdikça sel gibi ter bosaniyordu. Makyajimin eridigini ve fondötenimin pembe derecikler olusturarak boynumdan asagi aktigini hissediyordum. Takdimden önce, kendimi toparlayabilmem için bana en az yirmi dakika izin vermeleri gerekecekti. Bu konuda israrli davranacaktim! Saatime baktim; çöle gireli iki saat olmustu. ,Y*Waîdir bu kadar terledigimi ve kendimi bu kadar rahatsiz hissettigimi animsamiyordum. Soför arada sirada ham hum sesleri çikarmanin disinda sessizligini koruyordu. Ansizin fark ettim kisoför bana kendini tamtmamisti. Belki de yanlis araçta bulunuyordum! Ama bu aptalca bir varsayimdi. Zaten artik bu araçtan inemezdim, kaldi ki soför dogru bir yolcu tasidigindan emin görünüyordu. Dört saat sonra ondiile tenekelerden olusturulmus bir barakanin önünde durduk. Kulübenin önünde minik bir ates yaniyordu ve oracikta oturan iki Aborijin kadin bizim yaklasmamizla, birlikte ayaga kalkti. Her ikisi de orta yasli ve kisa boylu olan kadinlarin giysileri üzerlerini ancak örtüyordu ama yüzlerinde son derece sicak bir hosgeldin gülümsemesi vardi. Bir tanesi dört bir yana dagilmakta israr eden siyah, gür ve kivircik saçlarini alnina bagladigi kara bir bantla zaptetmeye çalismisti. Ikisinin de ince ve saglam bir yapisi vardi, kahverengi gözleri, yuvarlak yüzlerinde piril piril parliyordu. Jipten inerken soförüm "Unutmadan söyleyeyim, burada Ingilizce bilen bir tek benim. Senin çevirmenin ve arkadasin ben olacagim," dedi. Harika!" diye düsündüm. "Uçak parasi, otel odasi ve Avustralya yerlileri ile tanisma onuruna yeni giysiler için yedi yüz dolarimi harcadim ve simdi görüyorum ki birak son modayi izlemelerini, Ingilizce bile bilmiyorlarmis!" Her neyse artik oradaydim ve her ne kadar yüregim bunu kabullenmese de onlarin arasina karismaya çalismaliydim. Kadinlarin agizlarindan çikan yabanci ve bulanik sesler bana cümlelerden çok tek tek sözcükler gibi gelmisti. Çevirmenim bana dönerek toplantiya katilabilecek hale gelebilmek için temizlenmem gerektigini bildirdi. Bunun ne anlama geldigini dogrusu anlayamadim. Yol boyunca kat kat toza ve tere bulandigim kesinlikle dogruydu ama sanki demek istedigi sey bu degil gibiydi. Adamin bana uzattigi kumas parçasini açinca bunun gövdeye sarilan pestamallardan biri oldugunu anladim. Bana aktarildigina göre soyunmali ve buna sarinmaliydim. "Ne demek bu?" dedim hayretler içinde. "Ciddi misiniz ?" Adam ciddi bir edayla bana bu kumasa nasil sarinacagimi tarif etti. Soyunabilecek bir yer bulabilmek için çevreme bakindim, böyle bir yer yoktu. Ne yapabilirdim acaba? Bunca yol gelmis, bunca rahatsizliga katlanmistim, artik geri dönüsüm yoktu. Genç adam yanimdan uzaklasinca söyle düsündüm^'Bos ver! Bu giysi beni daha serin tutar!" Böylece, elimden geldigince göze batmamaya çalisarak yepyeni ama ter içindeki giysilerimi çikarttim, özenle katladim ve örtüme sarindim. Giysilerimi az önce kadinlarin oturdugu tümsegin üzerine biraktim. Kendimi bu soluk renkli bez parçasi içinde pek aptalca hissediyor ve "iyi bir izlenim birakmak için" harcadigim paraya ayrica yaniyordinn. Genç adam yeniden ortaya çikti. O da giysilerini degistirmisti. Önümde neredeyse çiplak olarak dikilmekteydi, üzerinde mayoya benzer bir sey vardi, öteki kadinlar gibi onun da ;-3yaklari çiplakti. Bana üzerimdeki her seyi çikartmam konusunda yeni buyruklar verdi: ayakkabilarimdan, çorabimdan, iç çamasirlarimdan, tüm takilarimdan, hatta saçlarimi tutan tokalarimdan bile siyrilmaliydim. Merak duygularim giderek azaliyor ve bunun yerini anlayis aliyordu ama gene de bana söylenenleri,yerine getirdim. Takilarimi ayakkabimin burnuna gizledigimi animsiyorum. Hatta, eminim böyle yapilmasi bizlere ögretilmedigi halde tüm kadinlarda dogal olarak varolan bir güdüyle iç çamasirlarimi giysilerimden olusan tepenin ortasina sikistiriverdim. Yesil dallarin atese eklenmesiyle ortaligi koyu bir duman sardi. Basinda bant olan kadin kara bir sahinin kanadina benzettigim nesneyi bir yelpaze gibi önümde sallanwyâ"basladi. Duman cigerlerime doluyordu. Sonra kadin isaret parmagiyla havada bir çember çizince kendi çevremde dönmem gerektigini anladim. Duman ayini arkamda sürüyordu. Az sonra bana dumanin içinden geçerek atesin üzerinden atlamam söylendi. En sonunda bana artik temizlenmis oldugum ve teneke barakaya girebilecegim bildirildi. Tunç rengindeki eslikçimle birlikte girise dogru yürürken ayni kadirim egilip yere biraktigim tüm esyami aldigini ve dumana tuttugunu gördüm. Sonra bana bakti, gülümsedi ve gözlerimiz birlestiginde kollarini açarak neyim var, neyim yoksa, tümünü atese atti. Her seyim alev alev yanmaya baslamisti bile. Bir an için yüregimin dondugunu hissettim; sonra derin bir soluk aldim. Neden karsi koymadigimi ve kosup herseyimi kurtarmaya çalismadigimi bilmiyorum. Ama bunu yapmadim. Kadinin yüzündeki anlatim, bu eyleminde kötülük olmadigini yansitiyordu; bu sanki bir yabanciya gösterilebilecek en anlamli konukseverlik isaretiydi. "O cahilin teki," diye düsündüm. "Ne kredi kartindan haberi var, ne önemli kagitlardan." Uçak biletimi otelde biraktigim için mutluydum. Orada baska giysilerim oldugunu da biliyordum, tek sorun ^eri döndügümde otelin lobisinden bu bez parçasiyla geçebilme olacakti. Kendi kendime söyle düsündügümü animsiyorum : "Hey, Mario, sen müthis esnek bir kadinsin degil mi? Bu nedenle ülser sahibi olmanin bir an'jmi yok." Ne var ki karsilasmanin sonunda yüzüklerimden birini geri alma konusunu zihnimin bir kenarina kaydettim. Oy Kutusunun & Doldurulusu Ar Umudum geri döndügümüzde, j ipimizle kente dönmeden önce atesin sönmüs, küllerin sogumus olacagindaydi. Ama böyle bir sey olmayacakti. Geriye dönüp baktigimda, tüm degerli ve gerekli saydigim esyalarimdan soyunmamin ve arinmamin simgesel anlamini kavrayabiliyorum. Bu insanlarin, az önce topraga armagan edilmis olan altin ve pirlantali kol saatimin gösterdigi saatlerle hiç bir isi olmadigini ögrenmem için daha zaman vardi. Çok sonra anlayacaktim ki, maddi nesnelerden ve bazi Önyargilardan kurtulmak "varolmaya" dogru yapacagim o yürüyüsün gerekli ve vazgeçilmez bir adimiydi. Sadece bir çatisi ve üç duvari olan barakaya gifBik. Bildigimiz anlamda kapi ve pencere yoktu. Burasi sadece günesten korunmak ya da koyunlara siginak olmasi amaciyla yapilmisti. Içeride isi daha da yüksekti çünkü taslarla çevrili bir çemberin ortasinda bir ates daha yanmaktaydi. Burada insani gereksinmelere yanit vermesi beklenebilecek nesneler bulunmuyordu: iskemle, yer dösemesi veya bir vantilatör olmadigi gibi elektrik de yoktu. Tüm mekan kirik dökük tahta parçalariyla birbirlerine tutturulmus tenekelerden olusmustu. - Disaridaki parlak günes isigina alisan gözlerim, dumanin ve gölgenin olusturduga losluga^1 da uyum sagladi. Içeride, kimi kuma oturan, kimi ayakta duran bir grup yetiskin Aborijin vardi. Erkekler saçlarindaki baglar, kollarina ve ayak bileklerine bagladiklari tüylerle rengarenk bir görüntü sergiliyorlardi. Onlarin da kalçasinin etrafina sarili duran, soförünkine benzeyen bir kumas parçasi vardi. Çevirmenimden farkli olarak hepsi yüzlerine, kollarina ve bacaklarina beyaz bir boyayla karmasik desenler çizmislerdi. Kertenkele desenleri kollarini, yilanlar, kangurular ve kuslarbacaklarinin üst kismiyla sirtlarini süslüyordu. ,. isf Kadinlar daha gösterissizdiler. Boylan neredeyse benim kadardi, ortalama bir metre yetmis santimdiler. Çogu oldukça yasliydi ama kakaolu süt rengindeki tenleri yumusacik ve saglikli bir görüntüye sahipti. Hiç birinin saçinin uzun olmadigini farkettim, pek çogunun kivircik saçi ense boyunda kesilmisti. Saçlari daha uzun olanlarsa, bunu siyah bir bantla toplamisti. Girisin yaninda duran oldukça yasli, beyaz saçli bir kadin boynuna bileklerine çiçeklerden yapilmis taçlar takmisti. Bu taçlarda son derece sanatsal bir dokunus oldugu belliydi, her bir tomurcugun tarh ortasinda yapraklarin ayrintilari, çiçeklerin erkeklik organlari dikkat çekiyordu. Kadinlarin tümü ya iki parçali bir giysi ya da bana verilene benzer bir örtü * ile örtünmüslerdi. Yetisme çagindaki bir oglanin disinda, ortalikta ne bir bebek, ne de bir çocuk vardi. Bakislarim, odanin en gözalici süslerini tasiyan kisisine kaydi - bu bir erkekti, kapkara saçlarini beyaz çizgiler bölüyordu. Kisa sakali yüztmdeki soylu ve güçlü anlatimi- daha da belirgin kiliyordu. Basinda rengarenk papagan tüylerinden yapilmis bir süs tasiyordu. O da kollarina ve bileklerine tüyler baglamisti. Belinden degisik nesneler sarkmasinin yani sira tohumlardan ve taslardan yapilmis oldukça süslü bir kalkanla kendine gösterisli bir hava vermisti. Kadinlarin pek çogu bu kalkanin çok daha küçüklerini kolye olarak boyunlarina asmislardi. Adam gülümsedi ve iki elini bana dogru uzatti. Ben onun kara, kadife gözlerine bakarken, mutlak bir huzur ve güven duygusu ile sarmalandigini hissettim. Saniyorum, yasamimda gördügüm en sevecen yüz buydu. Gene ' de duygularimin oldukça karmasik oldugunu söyleyebilirim. Adamlar, bir yandan boyali yüzleriyle ve ellerinde tuttuklari jilet kadar keskin mizraklanyla içimde giderek büyüyen bir korku uyandiriyor, öte yandan da son derece sevgi dolu gözlerle bakiyorlarch bana. Ortaliktaki hava arkadaslik ve dinginlik kokuyordu. Kendi aptalligima kizarak, gelgitler yasayan duygularimi-yatistirmayi basardim. Bütün bu olanlarin tahmin ettiklerimle ilgisi bile yoktu. Bir rüyada bile böylesine nazik insanlarla dolu bir mekani böylesine dehset verici olarak yansitamazdim. Ah, keske fotograf makinem disarida alevler arasinda yanmamis olsaydi; albümüme ne harika fotograflar yapistirabilir ya da akrabalarim veya arkadaslarimdan olusacak seyircilerimi diyappzitiflerimfe nasil büytileyebilirdim! Düsüncelerim yeniden atese döndü.. Acaba baska nelerim yaniyordu? Düsüncelerim beni ürpertmeye yetti: uluslararasi sürücü ehliyetim, portakal renkli Avustralya banknotlarim, gençligimde telefon sirketinde çalisirken kazanmis oldugum ve cüzdanimin en gizli bölümünde yulardir saklamakta oldugum yüz dolarim, bu ülkede bulma olanagim olmayan krem rujum, p i Hantal i saatim ve Nola teyzemin onsekizinci yasgiinümde taktigi yüzügüm alevleri beslemekteydi! Adi Ooota olan çevirmenimin beni kabileye sunmasiyla kaygilarimi bir kenara ittim. Genç adam, kendi adini Ooooooo diyerek uzattigi bir Ooo. ile söylüyor, kisaca -ta- diye bitiriyordu. Aborijinler, olaganüstü kara gözleri olan adama, Kabilenin Yasli Kisisi adini vermislerdi. O grubun en yasli erkegi degildi ama bu kavrami bir sef anlaminda kullandiklari belliydi. Kadinin biri minik degnekleri birbirine vurmaya baslayinca, önce biri, sonra öteki derken, tümü onu taklit etti. Mizrakli adamlar, kumlari sopalarinin ucuyla havalandirirken, bir kismr da el çirparak tempo tutmaya basladi. Derken bütün grup sarkilar ve ilah iler söylemeye basladi. El isaretleriyle benim de kumlarin üstüne oturmami istediler. Yasanmakta olan senligin adi "corroboree" idi. Bir sarki biterken, hemen bir yenisi basliyordu. Insanlarin bazilarinin ayak bileklerinde baklagil kabuklarindan yapilmis bilezikler oldugunu, kurumus fasulye taneleri singirdamaya baslayip dansin en canalici noktasi haline gelince, r" . ancak farkettim. Bazen kadinin biri tek basina dansediyor, bazen de gruplar halinde ortaya çikiveriyorlardi. Kimi zaman erkekler yalniz dansediyorlar, kimi zaman kadinlar da onlara katiliyordu. Öykülerini benimle paylasiyorlardi. Sonunda müzigin temposu ile birlikte devinimler de yavasladi ve ortalik giderek sessizlige büründü. Sadece bir kenarda sürmekte olan minik vuruslar, benim yüregimin vuruslariyla ayni ritmi izler gibiydi. Herkes susmustu, kimseler kimildamiyordu, gözler, ayaga kalkip, bana dogru yürümeye baslayan sefe çevrilmisti. Adam benim önümde durdugu zaman gülümsüyordu. O anda içimi sözlere dökmemin olanaksiz oldugu bir paylasim duygusu sardi. Sezgisel duygularim bizim' eski dostlar oldugumuzu söylüyordu ama bu elbette dogru olamazdi. Ne var ki varliginin beni rahatlattigini ve aralarina kabul edildigimi hissettigimi söyleyebilirdim. Yasli Kisi, ornitorenk derisinden yapilmis olan kemerinden uzun, deri bir rulo çekti ve bunu göge dogru salladi. Içindekileri yere dökmek için ucunu açti. Kayalar, disler, kemikler, tüyler ve deriden yapilmis yuvarlak plaklar çevreme yayildi. Kabilenin pek çok üyesi ayak bas parmaklariyla ya da bir baska ayak parmagiyla her bir nesnenin düstügü yeri kumda isaretlemeye basladi. Bu isaretleme sirasinda ayak parmaklarini bir el parmagi kadar maharetle kullanmalari dikkat çekiciydi. Sonra her bir nesneyi deri rulonun içine yerlestirdiler. Yayli Kisi, bir seyler söyleyerek bunu bana uzatti. Las Vegas'i animsayan ben, deri -boruyu aidim ve havaya kaldirarak salladim. Sonra borunun ucunu açarak ve içindekileri yere saçarak oyunu yineledim. Hiç birinin nereye düstügü kontrolümde degildi, iki adam eiien ve dizleri üzerice egilerek bir baska arkadasîaruun ayagin: kullanarak az önceki isaretle benimkilerin arasindaki mesafeyi ölçtü1"!-Br-'kae ki^i arasrr^u bir takim yortirni?.-. yupti ama Ooota söylenenleri hana çevirmeye yellenmedi. Ögleden sonra pek çok deneme yaptik. Son derece etkileyici olanlardan biri, bir meyvayla ilgiliydi. Bu biçimi armut, kabugu muz gibi olan garip bir meyvaydi ve elime verilen bu açik yesil-meyvayi tutmam ve kutsamam istendi. Bu ne anlama geliyordu acaba? Bu konuda hiç bir fikrim olmadigindan, içimden söyle geçirdim: "Lütfen sevgili tanrim, bu meyvayi kutsa.'i.-Sortra da elimdeki meyvayi Yasli kis? ye uzattim. O, bir biçak aldi, tepesini kesti ve soymaya basladi. Kabuk bir muzunki gibi asagi sarkacak yerde kendi çevresinde kivrilinca, grubun tüm üyeleri bafla baktilar. Kara gözlerin üzerime dikilmesi beni oldukça rahats, etti. Sanki bunun provasini yapmislarcasina, tek bjr agizdan "Ah" dediler. Ben bu "Ah"m, iyi mi yoksa, kötü anlarrra o mi geldigini anlayamamistim ve bu koro, Yasli Kisfnin her bir kabugu kesisinde yineleniyordu. Ama sezinledigim kadariyla kabuk normal olarak böyle kivrilmiyordu ve bu durum benden yana bir puan olarak kaydoluyordu. Elinde çakil taslariyla dolu bir tepsi tutan genç bir kadin yanima geldi. Saniyorum ki bu bildigimiz bir tepsi degil de genis bir kartondu ama tepeleme duran taslar nedeniyle bunu pek anlayamamistim. Ooota ciddi bir yüzle bana bakti ve söyle dedi : "Bir tas seç. Bunu bilgelikle seç. O senin -yasamini kurtarma gücüne sahiptir." Varolan tüm sicaga karsin tüylerim diken diken oldu ve kramplar giren midem çigliklar atmaya basladi : "Bu ne anlama geliyordu? Benim yasamimi mi kurtaracakti?" Taslara baktim. Sanki hepsi birbirine benziyordu. Hiç birinin ötekine göre fazladan bir özelligi yoktu. Hepsi çeyrek lira ya da nikel para boyutunda gri taslardi. Bir tanesinin daha parlak veya bana göre daha özel olmasini dilerdim. Hiç sansim yoktu. Bu nedenle elimden tek gelen numara yapmakti: hepsini dikkatle inceledim ve tepeden herhangi bir tanesini alip bunu büyük bir zaferle tuttum elimde. Beni çevreleyen yüzlerin isidigini görünce" Dogru tasi aldim." diye geçirdim içimden. 2? Iyi de simdi bu tasla ne yapacaktim ? Bunu yere atip, onlarin duygularini incitemezdim. Kaldi ki, bu tasin benim için hiç bir önemi yoktu ama galiba onlar için pek degerliydi. Tasi koyabilecegim bir cebim bile olmadigindan bunu aklima gelen tek yer olan giysimle gögsüm arasina sikistirdim. Sonra da bu dogal cebe koydugum tasi çabucak unuttum. Sonra yerliler atesi söndürdüler, bir iki parça esyalarini toparladilar ve çölde yürümeye koyuldular. Yürüyüs için siralandiklarinda esmer, yari çiplak gögüsleri günesin altinda piril piril parliyordu. Görünüse göre toplanti sona ermisti: ne*bir yemek ne de bir ödül vardi! Ooota yürüyüse geçenlerin en sonuncusuydu ama o da gediyordu iste. Bir kaç metre uzaklastiktan sonra bana dogru döndü ve seslendi. "Gel haydi. Artik gidiyoruz." "Nereye gidiyoruz ?" diye sordum. o "Yürüyoruz." " "Nereye dogru yürüyorsunuz?" "Boylu boyunca Avustralya'yi geçiyoruz," ~ . "Harika! Ne kadar sürer bu?" "Tahminen, üç dolunay sürer." o .; [v] ; "Yani üç ay yürüyeceginizi mi söylemek istiyorsun?" "Evet, asagi yukari üç ay." Derin derin iç geçirdikten sonra, az ötede duran Ooota'ya seslendim : "Evet, bu oldukça eglenceli gibi görünüyor ama, biliyorsun ben gelemem. Yola çikmak için bu gün benim için hiç de uygun sayilmaz. Sorumluluklarim, zorunluluklarim, ödenecek kiram ve^1 faturalarim var. Hrç bir hazirlik yapmadim. Uzun bir yürüyüs ya da kamp tatili yapmadan önce bazi düzenlemeler yapmam gerekirdi. Belki de anlayamiyorsun: ben bir Avustralya vatandasi degilim; ben Amerikaliyim. Biz bir yabanci ülkeye gidip, eylemesine ortadan kaybolamayiz. Sizin göç büronuzun çalisanlari bu durum karsisinda zor durumda kalirlar ve benim 28' o... hüküme^ni bir helikopter gönderip beni aratir. Kimbilir belki bir baska z^[man] b[ana] ç[0]|< <j[ana] önceden haber verirseniz size katilabil|j[r]j[m)] [ama] (j[U]gjj[n] [O]i[maz]. Bugün sizinle gelemem. Hayir, hayir, °^^[n] bunun için hiç de uygun bir gön degil. " O°°Ha gülümsedi. "Her sey yolunda. Herkes bilmesi gerekeni bilecek.. g[en]j[m] insanlarim senin yardim çagrini duydu: Eger bu kabilede^ [n] [te]j. ^-[IT] ^j [sana] ^s, [O]y ]^[u]||[ai1sa]ydi, bu yürüyüse katliam^,,, Denendin ve kabul edildin. -Bo" sana ^'k'^Vnayacagim kadar büyük bir onurdur. Ve sen bu deneyim j y[asama]|[isin]. Yasamtn boyunca yapacagin en önemli5e.y" U yürüyüs olacak. Senin dünyaya gelme nedenin bu yürüyust [u]j|[an]j p[uzen] j[s] basinda; senin mesajin budur. Sâna daha fa^[asim] söyleyemem, diGel." Sonra arkasini döndü ve yürüyüp gitti. "' gözlerimi Avustralya çölüne dikmis, öylece kalakalmistim. Çöl tmykj]^ issizdi ama gene de güzeldi, Energizer pillerine benzer b j[r] s^ide [SO]nsuza dek sürecek gibi görünüyordu. Jip oraday i^ pah^, [mar]s[a] takiliydi. Ama acaba hangi yollardan geçerek g[e]|[m]istjk buraya? Saatlerce kat ettiklerimiz yol bile !*'^adece sürekli yön ^egisti1*1*11 kilometrelerce gitmistik. Ayakkab\[)]|[ar!m] y[O]|[ctU)] [SU]y[Um] yoktu, yiyecegim yoktu. Yilin bu dönemin^ çöldeki isi otuzsekiz ile ellidört derece arasinda degisirdi. £[a]bj|[en]j[n] feni aralarina kabul etme konusunda oy verme er^[ne] [m]j[nne]ttardim ama kimse benim oyumu sormamisti. Uy'e SOfVjndyorfju j^j k[ara]r vermek benini elimde degildi. im. I*en f^tmek istemiyordum. Benden, yasamimi onlarin ellerine ^' ray.7^ianxii istiyorlardi. Bunlar henüz tanistigim insanlardi ve üstelik ^[r]|[ar]|[a] [a]y[m] (jjü bjie konusamiyordiim. Ya isimi y|tinrseil\? Bundan da beteri bir tazminat bile almam söz konusu olamazdi, [Bu] [çi]|[gin]|[lktl] [Tabi] [kj] [on]|[ar|a] gidemezdi g[e]çj[r(]jj[m] aklimdan: Sanirim bu iki perdelik bir oyun. ^[nce] [on]|[ar] [ro]||[er]j[fl]i [Du] barakada oynadilar sonra da bonra çölün içlerine gidip bunu sürdürecekler. Fazla uzaga gidemezler, yanlarinda yiyecekleri -yok. Basima gelebilecek en kötü sey geceyi burada açikta geçirmem olur. Ama hayir, hayir, bana söyle bir baksalar, benim kamp yasantisina uygun biri olmadigimi anlarlar; ben köpüklü banyolardan hoslanan kentlinin biriyim! Ama,eger gerekirse onlari ikna etmeyi de basaririm. Onlara otele sadece bir gecelik para ödemis oldugumu söyleyebilirim. Yarin odayi bosaltma saatinden önce dönmem gerektigini anlatirim. Bu aptal ve cahil insanlari memnun edecegim diye fazladan bir günün parasini ödeyemem." Grubun giderek ilerleyisini ve gözden uzaklasismi seyrettim. Her zaman yaptigim gibi durumun olumlu ve olumsuz yanlarini tartma yöntemimi uygulamaya zamanim yoktu. Burada dikilip ne yapacagimi düsündükçe onlari gözden yitiriyordum. O anda agzimdan dökülen sözler, tahtaya oyulmusçasina kazinmisti beynime: "Tamam Tanrim. Senin her zaman biraz sakaci oldugunu bilirdim, ama artik bunu anlamakta güçlük çekiyorum." Bir ping pong topu gibi hizli yer degistiren duygularim korku, saskinlik, inanamazlik ve mutlak bir duygusuzluk arasinda gidip geldikten sonra kendilerine Gerçek Insanlar adini takmis olan bu Aborijin kabilesini izlemeye basladim. Ne ellerim bagliydi, ne de agzima bir sey tikanmisti ama kendimi gene bir tutsak gibi hissediyordum. Bilinmezlige dogru yapilan zorunlu bir yürüyüsün kurbaaiydim. Doeal Avakkabilar .Henüz kisacik bir yol yürümüstüm ki ayaklarimda müthis bir sizlama duydum ve 'egilip baktigimda tenime batmis dikenler oldugunu gördüm. Bu dikenleri çikarttim ama attigim her yeni adim yeni dikenlerin batmasina yol açiyordu. Sonra bir ayagim üzerinde ziplamayi ve bu anda öteki ayagimdaki dikenleri çikartmayi denedim. Geriye dönüp bana bakan grup üyelerine bu halim pek komik gelmis olmali çünkü gülümsemeleri artik kikirdamaya dönüsmüstü. Durup beni beklemeye karar veren Ooota biraz daha anlayisli görünüyordu. "Aciyi unut. Dikenleri ' mola verdigimiz zaman çikartirsin. Dayanikli olmayi ögren. Dikkatini baska bir noktaya ver. Daha sonra ayaklarina bir çözüm bulacagiz. Su anda yapabilecegin bir sey yok." özellikle "dikkatini baska bir noktaya ver" sözleri bana . anlamli geldi. Son on bes yildir akupunktur konusunda uzmanlasma yolunda bif hekim olarak çalistigimdan aci çeken yüzlerce insan görmüstüm. Genellikle hastaliklarinin son asamasinda bulunan.hastalar kendilerini bilinçsizlik uykusuna daldiracak uyusturucu ilaçlarla akupunktur ansinda seçim yapmak durumunda bulurlar. Benim de evimde uyguladigim programda hastalanma söyledigim cümle aynen buydu. Her zaman hastalarimin bunu becerebilmesini beklerdim ve iste simdi de benden beklenen buydu. Elbette söylemesi uygulamasindan kolaydi ama elimden geleni yaptim. Bir süre sonra bir kaç dakika dinlenmek üzere durduk ve ben dikenlerin pek çogunun kirilmis oldugunu gördüm. Derinin içinde kalanlar iyiee derinlere inmislerdi ve yaralar kaniyordu. Botanikçilerin -spinifex- adini verdikleri dogal bir hali üzerinde yürüyorduk, bu bitki örtüsü bir tür kum otuydu, kumlara tutunuyor ve en çorak bölgelerde biçak kadar keskin ve kivrik iplikler olusturarak yayiliyordu. Ot sözcügü son derece yaniltici bir terim olabilir çünkü bunlar bildigimiz hiç bir ot türüne benzemez. Sadece biçak gibi keskin liflere sahip olmakla kalmaz ayrica kaktüs dikeni gibi incecik dikenleri de vardir. Bunlar benim cildime girdiklerinde müthis bir sisme ve dayanilmaz bir yanmaya neden oldular. Her ne kadar dogada yasamaya, yalin ayak dolasmaya alisik bir insan olsam da ayaklarim böylesi bir iskenceye hazirlikli degillerdi. Aci devam ediyordu ve kanlar, parlak kirmizidan koyu kahverengiye dogru degisen tonlarda akmayi sürdürüyordu. Ben gene de dikkatimi baska bir noktaya vermeye çalisiyordum. Egilip baktigimda kirmizi ojelerimle kanimin birbirine karistigini görüyordum. Sonunda ayaklarim tamamen duyarsizlasmisti. . Mutlak bir sessizlik içinde yürümeyi sürdürdük. Hiç kimsenin konusmuyor olmasi tuhafti. Kumlar sicakti ama yakici .._kizginhkta degildi. Günes de sicakti ama dayanilmaz degildi. ' Arada sirada doga bana aciyor ve serin bir esinti gönderiyordu. Grubun önlerine dogru baktigimda toprakla gökyüzü arasinda belirgin bir çizgi olmadigini görüyordum. Ayni görüntü her yönde sulu boya bir tablo gibi ayni biçimde devam ediyordu ve gökyüzü kumlarin içinde eriyip gidiyordu. Zihnimin bilimsel yani bu sonsuz bosluk duygusunu bir pusula ile ölçebilmek istiyordu. Yüzlerce metre ötede, yükseklerde duran bir bulut kümesi ufukta bir I harfi gibi dikilen agaci görünür kiliyordu. Tek isittigim ses ayaklarin kumlarin üzerinde çikarttigi çitirti idi. Arada sirada çaliliklarin arasindan çikiveren çöl hayvanlari tek düzeligi bozuyorlardi. Kocaman kahverengi bir sahin sanki yokluktan varol usmusças ma ortaya çikiverdi ve tepede büyük çemberler çizerek bâriâ dogru alçalmaya basladi. Sanki ilerleyisimi kontrol etmeye gelmisti, çünkü ötekilere yaklasmadi bile. Ama, kusu bir inceleme yapmaya iten, benim ötekilerden çok degisik olmam da olabilirdi. Yürüyüsçülerden olusan konvoy, hiç bir uyari olmaksizin ansizin durdu ve bir açi çizerek oldugu yerde döndü. bj beni çok sasirtmisti çünkü yön degistirmemiz gerektigini söyleyen olmamisti. Sanki benim disimda herkes bu gerekliligi sezmisti. Belki de daha önce çizdikleri bir rotayi izliyorlardir diye düsündüm ama ne kumun ne de spinifex'lerin üzerinde belirgirf hiç bir iz yoktu. Çölün ortasinda öylesine yürüyorduk. Zihnimin içinde binbir düsünce dolasiyordu ve bu mutlak sessizlikte düsüncelerimin nasil konudan konuya uçtuklarini izlemek benim için pek kolaydi. Bunlar gerçekten yasanmakta miydi? Belki de bir rüya görmekteydim. Avustralya boyunca yürüyecegiz demislerdi. Bu olanaksizdi! Aylar boyunca yürümek gerekirdi! Kaldi ki bu hiç akilci bir sey de degildi. Ne adama geliyordu bütün bunlar? Ben bunu yasamak için dogm"stum. Ne biçim bir sakaydi bu? Benim yasamimin amaci hiç bir zaman aci çekmek, Outback'in derinliklerine dalmak olmamisti. Öte yandan
Description: