ebook img

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR. Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor... Ve bir göğüs nefes ... PDF

49 Pages·2012·11.78 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR. Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor... Ve bir göğüs nefes ...

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR. Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor... Ve bir göğüs nefes almak için Rüzgâr bekliyor. Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye, Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli, Kim demiş «Meçhul Asker» diye? Destanını yazmış kasideye kanmış... Bir el ki, ahiretten uzanmış, Edeple gelip birer birer Öpsün diye fâniler. Öpelim temizse dudaklarımız... Fakat basmasın toprağına Temiz değilse ayaklarımız. Rüzgârını kesmesin gövdeler... Sesinden yüksek çıkmasın Nutuklar kasideler. Geri gitsin alkışlar, geri... Geri gitsin ellerin Yapma çiçekleri. O'na oğullardan analardan Dilekler yeter... Yazın sarı, kışın beyaz Çiçekler yeter. Söyledi söyleyenler demin... Gel süngülü yiğit, alkışlasınlar, Şimdi sen söyle, söz senin. Şehitler tepesi boş değil, Toprağını kahramanlar bekliyor... Ve bir bayrak dalgalanmak için Rüzgâr bekliyor. Destanı öksüz, sükûtu derin «Meçhul Asker»in Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli... Kim demiş «Meçhul Asker» diye?. İ İ B İ HH A Y L IK F İ K İR VE S A N AT D E R G İ Sİ ALPASRLAN TÜRKEŞ Fantom Uçakları Meselesi Doç. Dr. EROL GÜNGÖR Taşer'in Büyük Türkiyesi Doç. Dr. MEHMET ERÖZ Osmanlı Toprak Rejimi ve Terli Marksistler SEVGÎ KAFALI Tarihte Türk Göçleri ve Neticeleri Doç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU Ülküsüzlük ve Ülküsüzler MUSTAFA KARAPINAR Arif Nihat Asya İle Bir Konuşma Doç. Dr. CEVDET GÖKALP Çin Kaynaklatma göre Moğolların Ana Yurdu Dr. MUSTAFA KAFALI Kerkük Türkleri YIL 4 SAYI 17 DEVRE 2 EKİM 1972 Kurucusu HALİDE NUSRET ZORLUTUNA Sahip ve Neşriyat Müdürü EMİNE IŞINSU İdare Müdürü MUSTAFA KARAPINAR Merkez Temsilcisi DENİZ DAĞOĞLU Merkez Sekreteri RUHİ ÖZKANLI Ankara Temsilcisi ŞEVKET YAHNİCİ • Her türlü haberleşme adresi TÖRE P.K. 211 Kızılay — ANKARA Havale 10071978 numaralı posta çeki İLÂN : ÖZEL ŞARTLARA TABİDİR ABONE Ş A R T L A RI Yurt içi yıllık 36 TL. Yurt dışı yıllık 72 TL. Dergimizdeki yazılar, dergimizin ismi ve yazının çıktığı sayı ve sayfa belir­ tilmeden iktibas edilemez. e Merkez : İstanbul Şube : Ankara ALPARSLAN TÜRKEŞ F A N T OM UÇAKLARI MESELESİ Bir milletin bağımsız ve özgür yaşayabilmesi herşeyden önce ken­ disinin güçlü olmasına bağlıdır. Bir devletin gücünü meydana getiren çeşitli unsurlar arasında bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koru­ mak azmi, esas teşkil eder. Milletlerin Milli Savunma güçlerinin teme­ li Silâhlı Küvetleridir. Başlıca üç kuvvetten yani Kara, Hava ve Deniz kuvvetlerinden meydana gelen Silâhlı Kuvvetler, bir toplumun, sahip olduğu maddî ve manevî vasıfların ve imkânların aynasını teşkil eder. Zamanımızda ilim ve teknik çok ileriye gitmiş bulunmaktadır. Modern silâhlar, araçlar ve gereçler her gün gelişmekte ve değişmektedir. Bir millet ilim ve teknik'te ve medeniyette ileri bulunduğu takdir­ de onun silâhlı kuvvetleride ileri ve güçlü olur. Medeniyette ve ilimde geri kalmış bir toplumun, ileri ve güçlü silahlı küvetlere sahjp bulun­ ması mümkün değildir. Çünkü içinde yaşanılan çağın gerektirdiği yük­ sek tekniğe dayanan silâhları ve araçları kendisi yapamaz. Bunları üre­ ten ileri memleketlerden ya para ile satın almaya veya siyasi anlaş- ALPARSLAN TÜRKE$ malarla, menfaat alışverişleriyle temin etmeye mecburdur. Bu da ta­ şıma su ile değirmen döndürmeye benzer. Onun için özgür ve bağım­ sız yaşamak isteyen, varlığını korumak isteyen, milli ülkülerini gerçek­ leştirmek isteyen milletlerin ilimde, teknikte ve medeniyette hızla kal kınması lâzımdır. Modern silâh araç ve gereçler fiyat bakımından çok pahalıdır. Bunları kendi yurdumuzda kendi fabrikalarımızda, kendi insanlarımızın bilgisi ve el emeğiyle yapamadığımız sürece, dışardan sağlamak mec­ buriyetinde kalacağız. Para ile satın almak yoluna gitmeye kalkıştığı­ mız takdirde, çok pahalı olan bu silâh ve araçları almak memleketimi­ zin ekonomik durumunu ve refahını altüst eder. Ayrıca, alınan bir si­ lâh, bir kaç yıl geçtikten sonra, yeni buluşlar dolayısiyle demode olur ve yenilenmesi icap eder. Bunun için siyasi çareler bularak, milletler arasındaki menfaat alışverişlerini dengeliyerek bunları sağlamak da­ ha yerinde bir harekettir. Diğer taraftan da, ilim ve teknikte sür'atle ileri gitmek ve sanayileşmek yoluna gidilmelidir. Yukarıda genel görüşler olarak belirtilen düşüncelere rağmen, Türk milletinin varlığının korunması, devam ettirilmesi ve devamlı yükseltilmesi her şeyin üstünde bulunan bir konudur. Bağımsızlığımız için, vatanımızın bütünlüğü ve milletimizin şerefle yaşaması için, gö­ ze alınamayacak hiç bir hareket ve hiç bir fedakârlık olamaz. Türkiye, sınırları çevresinde karadan ve denizden on kadar çeşitli devletle kom­ şu bulunmaktadır. Bunlardan birisi Sovyet Rusyadır. Sovyetler Birliği bugün dünyada en ileri gitmiş beş süper kuvvetten birisini teşkil et­ mektedir. Sovyet Rusya silahlı kuvvetler bakımından dünyanın en büyük varlığına sahip bulunmaktadır. Sayı itibariyle Türkiyeye üstün kuvvet­ lere sahip olmakla beraber kendisini çevreleyen 15 kadar büyüklü-kü- çüklü milet ve devletle komşu bulunmaktadır. Ayrıca havalarda, deniz­ lerde, karalarda ve uzayda diğer süper devletlerle karşı karşıyadır. Sa­ hip olduğu üstün kuvvetleri buna göre tertiplemek ve kullanmak zo­ runluluğundadır. Bu özellik göz önünde bulundurulunca, Türkiye bölge­ sinde kulanabileceği kuvvetlerin, belirli bir ölçüde Türkiyenin gücüy­ le denge teşkil edebileceği kabul olunabilir. Türkiye kendi varlığının korunması için daima güçlü olmaya ve güçlü olmanın yolunu bulmaya mecburdur. Bunun için Türk Silâhh Kuv vetlerinin, daima caydırıcı, vazgeçirici bir vasfa, bir kuvvete, hatta üs­ tünlüğe sahip olması kesinlikle gereklidir. Devletimizi yönetenler, her an Silâhlı Küvetlerini harekete hazır bulundurmalıdırlar. Ayrıca Millî Savunma gücü bakımından, Sovyet Rusya hariç diğer komşularımızdan üstün bulunmak, bizim için değişmez bir politika olmalıdır. Fantom uçakları konusu son zamanlarda devlet adamlarımız ara­ sında tartışmalara yol açmıştır. Bu uçaklar .içinde yaşadığımız günle- FANTOM UÇAKLARI rin en güçlü ve en üstün hava silâhlarından biridir. Çok kısa bir za­ manda hızlı tırmandıkları yükseklik, sahip oldukları sürat ve gördükleri görevler bakımından diğer tip uçaklardan üstündürler. Her çeşit hava şartlan içinde, gece ve gündüz hem bombardıman hem av ve hem de yakın destek ve keşif görevleri yapabilecek vasıftadırlar. Ayrıca Atom bombası atabilirler. Modern buluşlar sayesinde kendileri tehlikeye girmeden .şaşmaz bir şekilde hedeflerini vurabilirler. Bu uçakların bir tanesi bizim paramızla (75) milyon lira değerindedir. Türk Hava Kuv­ vetlerinde henüz bu uçaklardan bulunmamaktadır. Uzmanlar, bu uçak­ ların bir tanesinin eski uçakların otuzuna bedel olduğunu söylemek­ tedirler. Komşumuz İran hava kuvvetlerinde iki yıldan beri bu uçak­ lardan 126 adet yani 7 filo bulunmaktadır. Ayrıca İsrail hava kuvvetle­ rinde de iki yıldan beri bulunduğu ve kullanıldığı bilinmektedir. Son zamanlarda komşumuz Yunanistan'a da verilmeye başlanmıştır. Uçak­ la Atinaya gidip gelen uzman arkadaşlarımızdan öğrenildiğine göre, Atina hava alanında altıncı filoya mensup Fantom uçaklarında Yunan Pilotları eğitim görmektedirler. Bunların dışında diğer komşularımızın silâhlı kuvvetlerinde de modem uçaklar, silâhlar ve araçlar bulunmakta­ dır. Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Romen silâhlı kuvvetlerini özellikle Bulgar kuvvetlerini en modern silâh araç ve gereçlerle donatmakta­ dır. Ayrıca Suriye ve Irak'la son zamanlarda yaptığı anlaşmalarla Sov­ yetler Birliği, bu ülkelere modern silâhlar sağlamaktadır. İşaret ettiği­ miz bu gerçeklerin ışığında, Türkiye'nin, kendi Milli Savunma gücünü üstün bulundurması mecburiyeti açıkça belirmektedir. Türk Hava Kuv­ vetleri için bugünkü barış durumunda üstün bir «caydırıcılık» imkânı sağlayabilmek ,ancak 200 kadar Fantom Uçağına, yani 10 veya 12 fi­ loya sahip olmayı gerektirir. Para ile satın alınması düşünülecek olursa 200 uçağın tutarı 15 milyar lira etmektedir. Sanayileşmesi ve ekonomik kalkınması aleyhine olarak Türkiyenin böyle bir masrafa gi­ rişmesi uygun değildir. Türk devlet adamlarının bu ihtiyaçlarımızı si­ yasi yollardan çalışmalar yaparak sağlaması gereklidir ve mümkün­ dür. Bunun için çok uyanık olmak ve olayların arkasından sürüklenme­ mek lâzımdır. Modern stratejide ki gelişmeleri ve dünya politikasın­ daki gelişmeleri dikkate alarak müttefiklerimiz ve dostlarımız katında çalışmalar yapılmalıdır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri ve diğer müttefik devletler tarafından izlenen Orta Doğu ile ilgili Stratejik ve politik plân eksik ve yanlıştır. Bunu delilleri ve sebepleriyle tesbit ede rek anlatmak, tutum ve gidişi düzelterek değiştirmek Türkiye için ha­ yatî önem taşımaktadır. Dünyadaki politik ve stratejik gelişmelerle bağlantılı olarak Orta Doğu bölgesindeki jeopolitik durumun incelen­ mesini ayrı bir yazıda yapmak yararlı olacaktır. Gelecek sayıda bu ko­ nu üzerinde yeni görüşler sunulacaktır.. EROL GÜNGÖR Kuzey Afrika'da Türkler'.e ait olmayan kaç eser gösterebilirsiniz? Bü­ tün bu ülkelerin halkları imparatorluk içinde yaşarlarken mi daha me­ sut idiler yoksa Avrupalılar ve Ruslar'm elinde Kukla birer devlet haline geldikleri zaman mı? Çin'e kadar elini kolunu sallayarak gezen bir Macar şimdi kendi köyleri arasında pasaportsuz dolaşabiliyor mu? imparator­ luktan ayrıldıktan sonra bunlardan hangisi şerefli ve itibarlı bir devlet olabildi? Kendi haline bırakılsaydı, Osmanlı vatandaşlığını bırakarak Suriye, Ürdün veya Irak vatandaşı olmayı tercih edecek tek kişi bulu- nurmuydu? Türk hakimiyetinin sona erişinden yüz-elli yıl sonra bir Yu goslav tarihçisine «İmparatorluğumuz yıkılmadan önce ne kadar mesud ve haysiyetliydik» dedirten kudret nedir? «Bizi bıraktığınız için kabahat sizdedir» diyen Yunan askerî ataşesine bu sözü kim söyletiyor? Yunan­ istan'la mübadele edilen Anadolu rumları için «gâvur elinde kaldık» diye şikâyet ediyorlar? Gül Baba türbesi önünde milletinin kaderine ağ­ layan Macar tarihçisi, «Arap birliği sadece Türkler zamanında vardı» diyen Lübnanlı tarihçi, Türklerle birlikte huzur ve bereket de gitti diyen Yemenli, Osmanlı valilerini evliya mertebesine çıkaran Bağdadlı, Türk­ ler geliyor diye evine Türk bayrağı çeken Suriyeli hangi hasreti dile ge­ tiriyor? Niçin dünyanın büyük hukukçuları arasında bir Hukuk Fakültesi- profesörünün değil de Ahmet Cevdet Paşanın adı geçiyor? Niçin Fransa' devlet başkanı «siz Baki gibi şairler yetiştirmiş bir milletsiniz» diyor? Niçin bir divan kâtibinin yazdığı müsbettede bile tek türkçe hatasına rastlanmadığı halde, bir üniversite profesörünün yazdığı makale anla­ şılmıyor? Niçin dünküler önem verdikleri medrese ilmini mükemmel bir şekilde bildikleri halde, biz bugün önem verdiğimiz modern ilimde varlık gösteremiyoruz? Niçin artık ilim ve edebiyat yapacak bir dili­ miz bile yok? Atalarımız ülkeler fethedip yağmacılıkla uğraştılar ha! Siz bütün bu yüksek aklınız ve ileri bilginizle iki dönümlük bir yer fethedebilir- misiniz? Bir orduyu bir yerden başka bir yere götürebilmek, üstelik ya­ bancı topraklarda zafer kazanabilmek için nelerin gerektiğini bitirmişi­ niz? Bunun için herşeyden önce saat gibi işleyen bir idarî sistem lâzım­ dır; böyle bir sistem kuramayanlar sadece kendi ülkesinde birbirinin arazisini işgal etmekle kendi vatandaşına karşı zafer kazanmakla uğra­ şır. Yağmacılıkla altıyüz değil, altmış sene ayakta kalmış bir devlet gös terebilirmisiniz? İdaremiz altındaki milletleri sömürdüğümüze dair en ufak bir örnek verebilirmisiniz? Bizim Macaristan'a aldığımız gelirden 10 TASER'İN BÜYÜK TÜRKİYE'Sİ — i __ Orta boylu, kıvırcık kır saçlı, yüzü daima mütebessim, alnında kış ve yaz ter damlaları eksik olmayan, parlak ve canlı gözlerinde zekâ kı­ vılcımları tutuşan bir adam. Konuşurken gözleri yukarıya doğru çevrili­ yor, sanki orada kendisine fikirleri ve sözleri en güzel terkibler halinde veren gizli eller var. Bir âlimin dikkati ve titizliği ile bir sanatkârın za­ rafetini, bir velinin ıztırabı kendine saklayıp sevgi ve şefkati başkalarına sunan diğergâmlığını, bir Türk köylüsünün karşısındakini küçülten te­ vazu ve mahcubiyetini, bu Osmanlı paşasının vekar ve azametini şahsın­ da toplayabilmek için mutlaka yukarılarda bir kaynaktan ilham alıyor olmalı çünkü bu vasıfları bu araya getirmek her faniye nasib olacak gi­ bi değil. Nadir olarak öfkelendiği zaman gözlerini yere iğiyor; belli ki sevginin yukarıdan, öfkenin aşağıdan geldiğini pek iyi anlıyor. Ailesi­ nin küçük yaştaki fertleri dışında hiç kimseye küçük adıyla hitab ettiği ni gören olmadı; yüzlerine karşı saygı gösterdiği insanların arkaların­ dan da hep saygılı konuştu. Siyasî hasımlarından bir teki için bile bir tek kaba sıfat kullanmadı. İnsanlar hakkında hüküm verme yolunu seç­ medi, onları tahlil etmeye çalıştı. Kendisime tuzak kurarak yurdundan dışarı çıkaran eski kader arkadaşlarını bile cenazesinin arkasından sü­ rükleyen kuvvet işte buydu. Fazileti kıskanan biri olsaydım, bu adamdan nefret etmem için her türlü sebep mevcuttu. İyi niyetim kusurlarıma galebe çaldı, ve ben onu bir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde bir ihtirasla sevdim. Ha- 6 DOÇ. DR. EROL GÜNGÖR yatta olduğu sürece ona olan yakınlığımı şiddetli bir dostluk gibi görü­ yordum; şimdi de bu dostluğun hatırası bana sonsuz bir gurur veriyor. Ama aradan zaman geçip de şahsi münasebetler bir hatırdan ibaret ka­ lınca, aramızdaki şeyin bir dostluktan çok farklı olduğu yavaş yavaş or­ taya çıkıyor. Şimdi karşımdaki adam Gaziantepli Dündar Taşer değil, ben de onun bir dostundan ibaret değilim. Taşer bizim milletimizin dün yaşadığı gerçeği, bugün de gördüğü büyük rüyayı temsil ediyordu. Bu yüzden onu dinlerken, onunla bir arada bulunurken kendimizi birden­ bire büyümüş hissediyorduk; üzerimizde yüz yılın biriktirdiği pis ağır­ lıktan eser kalmıyor kaybolan şahsiyetimize yeniden kavuşuyorduk. Ta­ şer efsunlu konuşmasıyla, parlak muhakemesiyle, bütün tavır ve hare­ ketleriyle bizim gözlerimizdeki perdeyi aralıyor, önümüze yeni bir dün­ ya açıyordu. Bu dünya aslında gerçekti, ama biz körlüğe alıştınldığımız için onu yine kapalı gözle görülen bir rüya sanıyorduk. Partiyle ilgili bir seyahattan dönüşü sırasında bize Erzurum köylü­ lerinin söylediklerini anlatmıştı: «Beyler;, siz bizim yoksulluğumuzu an­ latıp duruyorsunuz. Aslında sizin bildiğinizden daha yoksul haldeyiz, ama bütün bunlara katlanabiliriz; bizim yüreğimizi asıl yakan şey, dev­ letimizin üç tane haydut talebe ile başa çıkamayacak kadar adız kalışı­ dır.» Şu sözler Türk halkının kafasında yüz yılların yerleştirdiği bir tav­ rı aksettiriyordu. Ve Erzurum'un yaşlı köylüleri herhalde ilk defa bu 7 EROL GÜNGÖR tavrı anlayan bir münevverle bir siyaset adamı ile karşılaşmış bulunu­ yorlardı. İnsanın anlayışlı bir muhatap bulması ne büyük saaddettir! Ama bu saadeti Taşer de en az onlar kadar duyuyordu, çünkü böylece kendi milleti hakkında ortaya attığı tezin bir defa daha ve pek veciz bir şekilde isbatlandığına şahit olmuştu. Ömrünü hep bu hakikati anlamak ve anlatmakla geçirdi: Türk milleti için en büyük, en önemli müessese devlettir. Bu yüzden milletimiz tarihin hiçbir devrinde devletsiz kalma­ dı, yoksa milet de kalmazdı. Türk tarihi, herşeyden önce, devletin kut­ sallığı prensibine dayanır. Bu zihniyet Osmanlı Türkünün dilinde şu düstur halinde ifadesini bulmuştur: «Din ü devlet, mülk ü Millet». İn­ san işte bunlar için çalışır, bunlar için yaşar ve bunların uğruna ölür. Devletin milletten, vatandan ve dinden farkı yoktur, çünkü devlet gi­ dince bunlar da gider. Saadetimizin anahtarı kuvvetli bir devlete ka- vuşamktır, felâketimizin kaynağı ise başka hevesler uğrunda devletin kudret:ne zaaf getirişimizdir. Taşer sağ olsaydı, bu noktaya nasıl geldi­ ğini size şöyle anlatırdı: Benim neslimden olanlar İmparatorluğumuzu haritada, yani kâğıt üzerinde gördüler. Devletimiz biıze göre bir coğrafya parçasından ibaret­ ti, ama bu büyük coğrafya bile kitap sahif esine çizildiği zaman âdeta avuç içi kadar ufak görünüyordu. Zaman idrâki kendi çocukluk çağı, mekân idrâki de içinde yaşadığı kasaba hudutları içinde kalmış olan genç bir insan elbette ki/ dünyanın yarısını kucaklayan bir tarih vakıa­ sını kavrayamazdı. Biz dağılan devletimizden elde kalan toprakları da haritada gördük, ama bu harita ayni ebatta kâğıtlara çizildiği için eri az imparatorluğumuz kadar yer kaplıyor, hattâ referruatlı olması yüzünden bize daha büyük gibi geliyordu. Yaşımız ve bilgimiz ilerledikçe önce coğrafyayı tanıdık. Cihan Har- bindeki bozgunda topraklarımızın elden gittiğini, bize sadece Anadolu yarımadasının kaldığını anladık. Ama öğretmenlerimiz bize hep yabancı milletlerin bizden ayrıldığını, bizim de kendi topraklarımıza çekildiği­ mizi söylüyorlardı. Biz bu tarih görüşü ile radyolarda hergün okunan Rumeli, Kırım, Yemen türküleri arasındaki tezadı da farkedecek halde değildik. Ailemizde ve yakınlarımız arasında Hicaz'da, Gazzede, Bal- kanlar'da, hatta Azerbaycan'da savaşmış ihtiyarlar vardı; bunlar kay­ bettiğimiz topraklar için ağlar dururlardı. Öğretmenimize göre bunlar Arabm Acemin ülkesini korumak için boş yere kan dökmüşlerdi. Ama Kabe'nin müdafaasında bulunan dedem arap diye bir millet veya devlet 8 TAŞER'ÎN tanımıyordu, o İngilizlere karşı devletimizin topraklarını korumak üze­ re savaştığına inanıyordu. Bilgisine saygı duyduğum öğretmenimizin ilk okul görmemiş dedemden cahil olduğunu anlamam için aradan uzun yıllar geçti. Bir gün İstanbul ve Edirne de elimizden çıksa, öğretmeni­ miz herhalde oraların zaten Bizans toprağı olduğunu, bizim yine vata­ nımıza çekildiğimizi söyleyecekti. Bize vatanın iyi bir tarifini yapan ol­ madı, ama öyle anlaşılıyordu ki vatan düşmanlarımızın bizden henüz almadıkları verdi. Vilson'un teklif ettiği plan gerçekleşseydi Türk va­ tanı Konya vilâyeti olacaktı. Acaba o zaman birisi çıkıp da bizim buraya Orta Asya'dan geldiğimizi, başkalarının yurdunda haksız yere bulundu­ ğumuzu söylese ne yapacaktık? Rumeli gibi Suriye ve Irak gibi Arabis­ tan gibi, Mısır ve Kuzey Afrika gibi^ Akdeniz adaları gibi, Balkanlar gi­ bi, Budin ve Belgrad gibi Anadolu yarımadasını da sonradan almış de- ğilmiydik? Bize verilen tarih bilgisine göre, miletimiz yüzlerce yıl Arap ve Acem'in manevi hükmü altında şahsiyetsiz bir hayat sürmüş siyasî ba­ kımdan da Osmanlı denilen bir zümrenin hakimiyeti altında yaşamış­ tı. Dedelerimizden bize kalan şey bir paslı kılıçtan ibaretti; onların ko­ nuştukları dil, yazdıkları kitaplar, bütün sanat ve edebiyat eserleri,, ya­ şadıkları sosyal hayat, kurdukları müesseseler hep Arab'ın ve Acem'in kül­ tür ve medeniyetine ait şeylerdi. Ama, sonunda Türk milleti bu hayata tahammül edememiş, Araplardan Bulgaristandan Yunanlılardan, Sırplar- dan, Arnavutlardan sonra Türkler de Osmanlı hakimiyetine isyan ederek hem istiklâllerine, hem de Avrupa'da kalan kendi öz kültür ve medeniyetlerine kavuşmuşlardı. Eğer sizin kafanız da beni/mki gibi bu fikirlerde doldurulmuşsa, kendinizi küçük bir Balkan devletinin vatandaşları gibi görüyorsanız, dedelerinizin elde kılıç fütuhat yapmaktan ve başkalarının yurtlarını zaptetmekten başka bir iş yapmadığına inanıyorsanız^ şu birkaç soru bile daldığınız gaflet uykusunu bozmaya yeter: Batılılar niçin bize nefretle karışık bir saygı duyuyorlar? Doğu Av­ rupa, Kuzey Afrika ve Güneybatı Asya halkları niçin bize eski efendileri olarak bakıyorlar? Kuzey Afrika'yı bizden istiklâl heveslisi Berberi'ler mi geri aldı? Şimdiki Arap devletlerinin kurulması için dökülmüş bir damla arap kanı var mıdır? Bulgaristan bizimle savaşarak mı istiklâl (!) kazandı? Yugoslav devletini bizden ayrılmak için çırpman sırplar mı kurdu? Budin'i bizden Macarlar mı aldı? Suriye de ve Irak'ta hangi milletler yaşıyordu ki bunlar birer devlet oldular? Arap ülkelerinde ve 9

Description:
Şimdiki Arap devletlerinin kurulması için dökülmüş bir damla arap kanı var mıdır? Rubai olarak: Rubaiyat-ı Arif, Nisan. Kıbrıs Rubaileri, Kova Burcu
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.