OQO İSTANBUL Yapı Kredi Yayınları -1960 Edebiyat - 557 Tanyeri Horozlan - Bir Ada Hikayesi 3 / Yaşar Kemal Kitap editörü: Tamer Erdoğan Düzelti: Fahri Güllüoğlu Kapak tasarımı: Yeşim Balaban Baskı: Mas Matbaaalık A.Ş. Hamidiye Mah. Soğuksu Cad. No: 3 Kağıthane-İstanbul Telefon: (O 212) 294 10 00 e-posta: [email protected] Sertifika No: 0905-34..()()()415 1. baskı: Adam Yayınları, 2002 2002-2003, AdamYayınlan YKY'de 1. baskı: İstanbul, Ocak 2004 5. baskı: İstanbul, Şubat 2008 ISBN 978-975-08-0720-0 Takım ISBN 978- 975-08-0708-1 ©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 2007 Sertifika No: 1206-34- 003513 Bütün yayın hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Yapı Kredi Kültür Merkezi İstiklal Caddesi No. 161 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: (O 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (O 212) 293 07 23 http: / /www.yapikrediyayinlari.com e-posta: [email protected] İnternet satış adresi: http://alisveris.yapikredi.com,tr http://www.yapikredi.com.tr Sevdiğim Thilda Kemale özlemle Çok yorgundu. Günlerdir kürek çeke çeke yandaki yöredeki adaları dolaşmış, kollarını kaldıramaz bir duruma gelmişti O adamı bulacağı adayı biliyor, kayığı onu alıp başka adalara götürüyordu. Bildiği Karınca Adasının yerini, aradığı kişinin de orada olduğunu biliyor, adaya yaklaşıyor, sisler içinde gözüken uzaktaki adaya gözlerini dikiyor, deniz beyazlaşıncaya, ada incecik sisinden sıyrılıncaya kadar orada duruyor, sonra da kayığı herhangi bir tarafa dönüyor başını alıp gidiyordu. Çok az bir yiyeceği kalmıştı. Başka adalara çıkamıyordu, adamı öldürürse onu kolaylıkla tanıyacaklardı. Şimdiye kadar da, bu denizde kimseyle karşılaşmamıştı, ne bir balıkçı teknesi ne bir kayık ne de bir gemiyle. Deniz bomboştu.' Ne de onu bir kıyıya atacak bir fırtına çıkmıştı. Deniz sütlimanlıktı. Öğleye doğru kendisini bir kıyıda buldu. Kıyı alabildiğine' uzayıp giden bir kumluktu. Biraz ötede ılgın ağaçlıklı yarlar gözüküyordu. Kayığı kumların üstüne çekti, az ötesinde kayaların üstünden aşağı bir su iniyor/denize karışıyordu. Yiyeceğini aldı suyun yanına gitti, diz çöküp bir su içti, oturdu sırtını yara dayadı, yarın üstündeki ılgın ağacının gölgesinin altında kurumuş ekmeğiyle peynirini, yumruğuyla kırdığı soğanı yedi, testilerini taze suyla doldurdu kayığa götürdü. Diz çöküp bir su daha içti. Ilgınların gölgesi kumların üstüne düşmüştü. Uzun minderini yarın dibine serdi. O başını heybesinin üstüne koyarken yardaki büyücek delikten som mavi bir yağmurcuk kuşu kumları, yarları, ılgınları mavileyerek denizin üstüne uçtu gitti. Güneş batıya yıkılmış gitmiş, Süleymanın üstüne gelmiş onu ter içinde koymuştu. Uyandı, yanına yöresine bakındı, heybesini omuzuna aldı. Tabancası, mermileri heybesinin içindeydi. Tabancayı heybenin gözünden alarak şöyle bir baktı, yeni tabanca menevişledi. Ne de güzel menevişledi dedi kendi kendine, söylendi. Süleyman, yakında gencecik bir adamı öldürecek, üstelik de hiç kimseyi öldürmemiş bir adamı. O gecenin karanlığında yağmaya katılmayan, atının üstünde uzakta duran, bir tek kurşun bile sıkmayan, kan akıtmayan, sonra da atını Emirin otağına sürüp canını kurtaran, bir günahsız adamı öldürecekti. Hem de gencecik sürgün bir Çerkesi. Hem de arkadaş, bizim, biz sürgün Çerkeslerin adam öldürmek işimiz oldu. Biz öldürülerek sürgün olmuştuk, şimdi de bir Çerkes çocuğu senin kurşunlarınla ölecek. Sen şu kocaman güneşin alnında şırlayan ışıkların içinde menevişle dur. Denizler senden daha güzel menevişliyor, hem de tanyerleri atarken. Tabancayı heybeye kaldırdı attı. Ağacı kesen baltanın sapı ağaç değil mi? Emir Selahaddin, otağına sığınan bu adamı niçin bu kadar korumuştu. Köyünü yerinden alıp niye Arabistana getirmişti. Nereye iskan etmişti, onu kimse bilmiyordu. Belki de onları Kaf-kasyaya, Dağıstana geri göndermişti. Emir Selahaddinin hatunu Çerkes değil miydi, dünya güzelleri Çerkeslerden çıkar. Emirin adamları neden varıp da Şeyhe gece onları basıp öldürenlerin başının bir Çerkes olduğunu söylemişlerdi. Hem de söyleyenler de Çerkeslerdi. Onun bu adada olduğunu da Çeçen Hanın oğulları söylemişlerdi. Bakacağız, bütün bunlar doğru mu? Şeyh niçin onu buraya gönderiyordu, Abbasın, kendisinin Çerkes olduğunu bile bile. Bağlılığını mı sınıyordu acaba? Gecenin alacakaranlığında' Fırat suyunun kıyısında uzakta bir atın üstünde kurşunlar cayır cayır ederken karartısını gördüğü bir insanı Emirin otağına kadar kovalasa da onu gündüz gözüyle de, bir göz açıp kapayıncaya kadar görse de bunca yıl sonra onu nasıl tanıyabilirdi. Öyleyse, bütün bunları bildiği halde Şeyh onu niçin gönderiyor, gönderdikleri delikanlılar hiçbir iş göremedikleri, ortalığı karıştırdıkları için mi? Sen deneylerden geçmiş, Çanakkalede çarpışmış, nice süngü harbine girmiş çıkmış adamsın, diye mi? Oraları, oraların insanlarını avucunun içini bilir gibi bilirsin, diye mi? Bir Çerkes başka bir Çerkesi öldürmeye can atar diye mi? Görsün o, bir Çerkes bir Çerkesi öldürmeye can mı atarmış, yoksa yakında padişah olacak Emir Selahaddinin yanına mı alıp götürürmüş. Köye girdi, evler, onun bildiği köy evlerine benzemiyordu. Evler iki katlıydı. Evlerin bahçesindeki ağaçlar türlü meyve ağaçlarıydı. Zeytin ağaçları da nefti bir sis içindeydi. Evlere, bahçelere baka baka köyün ortasında yükselen çınara yürüdü. Çınarın altındaki kahveye köylüler kadın erkek oturmuşlardı, ona yer gösterdiler, "buyur otur, hoş geldin" dediler. Süleyman: "Hoş bulduk," dedi.
Description: