ebook img

Ben, Strahd. Bir Vampirin Anıları - P. N. Elrod PDF

277 Pages·2001·1.03 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Ben, Strahd. Bir Vampirin Anıları - P. N. Elrod

RAVENLOFT Ben, Strahd Bir Vampirin Anıları P. N. Elrod Giriş Dışarıda parlak ve sıcak bir gündoğumu olmasına karşın şatonun bu bölümünde tek bir pencere bile yoktu. Van Richten yolunu elinde sıkı sıkı tuttuğu bir fenerle kendisi aydınlatmak zorundaydı. Kabaca yontulmuş taşlardan yapılmış spiral merdivenin son basamağında durdu soluğunu tuttu, ve elindeki feneri ince bedeninin elverdiğince yukarı kaldırdı. Fenerin cılız ışıltısı, koyu karanlığı ancak birkaç metre geriye itebilmeye yaramıştı. Van Richten'in odada kendisi için tehlike oluşturabilecek kimsenin olmadığını görmesine güçlükle yetecek kadar. Fakat bu gerçek, tabii ki, burada hiçbir anlam taşımıyordu. Arkasına dönüp geldiği yola göz gezdirdi. Soğuk taş yuvarlak, keskin bir dönüşle mutlak karanlığa ve mutlak sessizliğe doğru iniyordu. Merdivenleri tırmanırken duvara sürtünen sol elinin parmak uçları hâlâ soğuktan uyuşmuş durumdaydı; sanki taş, parmaklarının tüm sıcaklığını emip bitirmiş gibiydi. Ağzının sadece küçük bir köşesinde beliren pişmanlık dolu bir gülümseme eşliğinde hissiz elini esnetti. Böyle efendiye böyle şato, diye düşündü ve önündeki odaya dönmesiyle silik gülümsemesi kayboldu. Oda şatonun tam kalbi ya da en azından yaşamsal kısımlarından biri olmalıydı. Yüksek duvarların her biri kitaplarla doluydu -yüzlerce, binlerce kitap, Van Richten'in elli yıllık, garip, bilgiye adanmış yaşamında gördüğü tüm kitaplardan daha fazlası. Fenerinin sarı ışığında, özenle yağlanmış deri ciltlerden ve yaldızlı başlıklardan ışıltılar yansıyordu, bir cevherin nadir parıltısı ve her ne yapılırsa yapılsın tekrar eski günlerine dönemeyecek kadar eski olduğu belli olan bir cildin tek düze görüntüsü. Ancak asıl önemli olan, dış görünüş değil o kapağın altında yatanlardı. Van Richten kitapların kokusunu derin derin soludu ve kalbinin biraz daha hızlı çarpmaya başladığını hissetti. Eğer canavarın bir zayıf yönü varsa, ki hemen hepsinin bir tür zayıflığı olurdu, belki de bu odadakiler incelenerek anlaşılabilirdi. Okuduğu kitaplara bakarak bir insanı tanımak mümkün olduğuna göre, duvarları sıkı sıkı dolduran bu kitaplara bakarak bir ipucu bulmak da mümkün olabilirdi. Van Richten yüzüne yayılmak üzere olan yeni bir gülümsemeyi bastırdı. Kont Strahd Von Zarovich'i artık sadece bir insan olarak değerlendirmek mantık sınırlarının dışmdaydı, oysa buralarda yaşayanlar onun gerçek doğasından pek de haberdar değil gibilerdi. İnsani özelliklerini kaybetmişti... kim bilir kaç yüzyıl önce? Ve bu zaman zarfında kim bilir kaç bahtsızın hayatına ve ruhlarının mutsuzluğuna ve ıstırabına ne uğruna neden olmuştu? Ancak şimdi bunları düşünmenin sırası değil. Zaman çok kısa, hayat çok kısa. Önünde çalışmak için tüm bir günü vardı, yaz ortasıydı, kesinlikle yılın en uzun günü, ancak önündeki işin ne kadar zorlu olduğunu anladığında günün gerektiğinden çok daha kısa olduğunu fark etti, ve acaba nereden başlamalıydı? Hızlı hareketlerle duvarlardaki şamdanlarda bulduğu mumları yakmaya başladı. Kara gölgeler isteksizce geri çekildiler. Oda şatonun geri kalanı gibi soğuk olmasına rağmen, Van Richten büyük şömineye dokunmamaya karar verdi. Yanında getirmeyi akıl ettiği paltosu ve içine giydiği iki kat kazakla yeterince rahattı. Üstelik, hain dumanlar herkese şatoda birilerinin bulunduğunu belli edecekti ve Van Richten'in ziyaretini mümkün olduğunca gizli tutmak için mükemmel nedenleri vardı. Tabi ki çingeneler ondan haberdardılar, çünkü onların yardımı olmadan hiç kimse bölgeye giremez ya da dışarı çıkamazdı. Kendisini Ravenloft Şatosu'nun etrafını kaplayan zehirli sise kadar götürecek bir rehber bulabilmek için yüklü bir ödeme yapması gerekmişti. Sisin zehrini etkisiz kılacak iksiri de ayrıca satmışlardı, ancak iksirin ikinci dozu için yarı fiyatı almışlardı -bir daha geri dönmesini beklemediklerini gösteren meşum bir işaret. Yüzyıllar boyunca, birçok cesur kaşif, tepeden tırnağa silahlanmış ve güçlü büyülerle donanmış olarak, çevredekilerin deyimiyle, 'İblis Strahd'a gününü göstermek için şatoya girmişti. Hiçbiri geri dönmemişti -en azından içeriye girdiği haliyle geri dönen olmamıştı. Tek başına, orta yaşlı bir otacının[1] ne gibi bir şansı olabilirdi ki? Hiç, diye itiraf etti kendi kendine. Yine de bildiği bazı şeyler vardı ve bunlara dayanarak yaşamını ortaya koymaya hazırdı. Eğer yanılıyorsa... evet, ölmekten de kötü şeyler vardı, ancak son bir çare olarak hazırladığı bir kaçış yolu bulunuyordu. Pek hoş değildi ama diğer seçenekten iyiydi. Sonuç olarak çingeneler parasını alıp onu kaderiyle baş başa bırakmamışlardı. Van Richten, Strahd'ın şatoda olduğunu bildiğinden emindi ancak Strahd'ın kendisine karşı hiçbir şey yapmayacağından da kuşku duymuyordu. Düzeltme, Strahd'ın ona karşı hiçbir şey yapamayacağından. Van Richten'in gerçeği tahmin etmesi neredeyse on yıl sürmüş, emin olmak içinse bir beş yıl daha beklemesi gerekmişti ve bu gün, bu yaz ortası gününde, tahminin doğruluğu Ravenloft Şatosu'na elini kolunu sallayarak girmesiyle kanıtlanmıştı. Bu on beş sene içerisinde şatoda hiçbir yaşam belirtisi görülmemişti. gölgesinde kurulmuş olan kasabadaki tüccarlar tüm bu süre içerisinde hiçbir sipariş almamışlardı. Hatta en genç olanları ticaretin durmasından şikayet etmişti. Babası refah adına bir şeyler biliyordu ama bu günler, adam yitirilmiş kazançları için abartılı bir hareketle, umutsuzlukla ellerini iki yana açmıştı. Diğerleri sessiz kalmışlar ya da ona bakarak acı acı gülümsemişlerdi. On beş yıl boyunca Lord Strahd vergileri almamıştı, ancak kasaba reisinin[2] de gururla belirttiği gibi vergiler görev bilinci içinde toplanmış ve biriktirilmişti. Bu görevi yerine getirmekte başarısız olmuş ve gerçekten de çok kötü sonlarla karşılaşmış olan kasaba reisleriyle ilgili pek çok kocakarı hikayesi vardı. Kuşkusuz bunlar sadece kocakarı hikayeleriydi, ama kimi zaman böyle hikayelerde bir parça gerçek payı bulunurdu. Sonuç olarak, ne kasaba reisi ne de kasabalılardan herhangi biri efendilerinin canını sıkmayı göze alamazdı. Para ki artık epeyce bir miktara ulaşmıştı, kasabanın merkezindeki özel bir evde saklanıyordu. hırsızlar? Hayır. Hırsızlardan korkuları yoktu. Çingeneler bile o paraya dokunmaya cesaret edemezlerdi. Yine bu süre içerisinde bir zamanlar sıradan bir olay olan garip ve açıklanamayan ölümler çok azalmıştı. En alımlı çağlarındaki genç kızlar artık hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuyorlardı -tabii sevgilileriyle kaçmaya karar vermedilerse. On beş yıldır göreceli bir huzur vardı; on beş yıldır geceler eskisi kadar karanlık değildi; on beş yıldır Strahd... onları rahat bırakmıştı. Bazıları, ihtiyatla, belki de Ölüm'ün sonunda onu aldığını fısıldıyorlardı. Fakat eğer öyle idiyse zehirli gazdan oluşan sisler neden hâlâ şatonun çevresini sarıyordu. kimsenin buna verecek bir yanıtı yoktu ve kimse de bir yanıt bulmaya meraklı değildi. Çingenelere sorabilirdiniz; onlar her şeyi bilirlerdi. Evet, ve her şeyi de anlatırlardı. Strahd'a. En iyisi sormamak; yanıttan hoşlanmayabilirdiniz. Ancak Van Richten yanıtı bildiğinden emindi. Kadim Strahd, toprağın ta kendisi olan Strahd, Barovia'nın büyük ve berbat efendisi Strahd -dahi büyücü, acımasız katil- şu anda en güçsüz durumundaydı. Vampir Strahd Von Zarovich kış uykusundaydı. Yaşayan ölüler konusunda hemen her ölümlüden daha fazla bilgili olan Van Richten, şatonun efendisinin uyku olmayan uykusundan en az birkaç yıl daha kalkamayacağından oldukça emindi. Şu anda bulunduğu yerde olması -ve Strahd'ın hortlakları ya da zombileriyle karşılaşmamış olması- yeterli kanıtı sağlıyordu. Belki de istirahat yılları uzayınca Strahd'ın kara büyüleri etkilerini yitirmişlerdi. Fakat Van Richten sadece oldukça emindi. Bu yüzden kendisine araştırma için bir gün vermişti. Sadece bu odadaki nadir kitaplara dalarak bile aylar geçirebilirdi, ancak gereksiz yere risk almayı istemiyordu. Şimdilik göze almayı planladığı, canavarın uyuşmuş bilincini bir kereliğine rahatsız etmekten ibaretti. Belki daha sonra, bir ya da iki yıl sonra, vampir ağır rüyalarına tekrar gömüldüğünde geri dönerdi... ve o zaman tek başına olmazdı. Fakat gelecekteki bu sefer için Van Richten'in daha fazla bilgiye gereksinimi vardı. Gerçeklere gereksinimi vardı, söylentilere, masallara ya da abartılı hikayelere değil. Mumların ışığında nereden başlayacağına dair bir ipucu bulabilmek için etrafa bakındı. Kitapların büyük maddi değerinin vurgusu olmadan bile çalışma odası oldukça zengin bir yerdi. Zengin tahta süslemeler, kalın halı ve davetkar koltuk ve kanepeler, Strahd'ın bir canavar olmasına rağmen rahatına düşkün olduğunun birer göstergesiydiler. Özel bir sanat eseri gören Van Richten'in yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. Eh, doğrusu van Zarovich'in kesinlikle mükemmel bir zevki vardı. İşlemelerle süslü şömine rafının üzerinde genç bir kadının dev bir portresi asılıydı. Kızın nefes kesici bir güzelliği vardı ve resim sadece dış güzelliğini değil ruhunun yaşam dolu saflığını da yakalayabilecek kadar yetenekli bir ressam tarafından yapılmıştı. Üzerinde ne bir tarih ne de bir imza görülüyordu ama kızın üzerindeki giysilerden, boyaların ıslak olduğu zamandan bu yana en az birkaç yüzyıl geçtiği anlaşılıyordu. Olağanüstüydü, büyüleyiciydi... ve çoktan ölmüştü. Hatta belki de kontun ilk kurbanlarından biriydi. Eğer öyleyse acı bir kaderi olmuş olmalıydı. Van Richten'in bu konuyu düşünmek için ne isteği ne de zamanı vardı. Şu anda onun amacı diğer genç kızların bu gibi dehşetlerden kurtarılmasını sağlamaktı. Odanın tam ortasında alçak ve kocaman bir masa vardı. Öylesine çok cilalanmıştı ki mumların ışıkları yüzeyinden bir aynaymışçasına yansıyordu. Pürüzsüz ve parlak, tek bir toz bile yoktu... Van Richten tozun bulunmayışının ne anlama gelebileceğini değerlendirirken bir an donup kaldı. Biraz düşündükten sonra yutkundu ve kalbinin göğsündeki her zamanki yerine geri gitmesini diledi. Belirlemek imkansız olsa da Strahd'ın odanın içindekileri, uyuduğu süre boyunca koruyacak bir çeşit büyü yerleştirmiş olduğunu varsaymak mantıklıydı. Bu kırılgan ciltlere, tozun, kurtların ve farelerin ne zararlar verebileceğini kim bilebilirdi. Belli ki Strahd biliyordu ve önlemini almıştı. Masanın üzerinde büyük bir kitap ve üzeri yazılı birkaç tomar kağıt durmaktaydı. Hemen yanlarında bir mürekkep hokkası ve hepsi de mükemmel bir şekilde yontulmuş ince uçlu, kullanılmaya hazır birkaç kalem vardı. Bir sandalye masadan geriye itilmiş halde duruyordu, sanki odada son bulunan kimse biraz önce çıkmış ve giderken de sandalyeyi yerine itmeye gerek görmemiş gibiydi. Sanki her an geri gelebilirmiş gibi. Van Richten bu düşünceyi kafasından attı. Eğer Strahd aktif durumda olsaydı şimdiye kadar çoktan bir şeyler yapardı. Efendi uykudaydı ve şatosu da, hayal meyal anımsanan masallardaki şatolar gibi, onunla aynı durumdaydı. Zaten Mordentshirelı küçük otacının, kendisini bekleyen tehlikelerin ve yaşayan... ve de yaşamayan muhafızların bilincinde olarak büyük kapılardan geçebilmesi bu sayede olmuştu. Taş tüneklerinden kendisine bakan ejderhaların ve gargoylların ve etrafında dolaştığını hissettiği ya da hayal ettiği tüm o gölgelerin arasından geçmek zorlu bir yürüyüş olmuştu. Ama başarmıştı. Tuzaklar hâlâ çalışıyordu ama kişi gerekli hünerlere sahipse bunlardan kurtulabiliyordu. İçeri girmişti ve daha da önemlisi dışarı çıkmayı umuyordu. Masaya doğru ilerledi ve antika ahşabın çizilmesini önlemek için bir deste sararmış kağıt çekerek fenerini yerleştirdi. Sen yaşlı aptalın tekisin, rudolph, diye söylendi kendi kendine. Fakat el emeğine karşı içten gelen bir saygısı vardı ve sahibi ne kadar korkunç olursa olsun masa güzel bir sanat eseriydi. Dikkatle ve oldukça gergin bir şekilde ellerini kitabın deri cildinin üzerinde gezdirdi. Garip bir dokunuşu vardı, garip ve itici, sanki şeyden yapılmış gibi... garip derinin ne olduğunu fark ettiğinde birden ellerini geri çekti. Lanet olası canavar. Böylesi bir iğrençliği yapabilecek olan şeye lanet olsun. Kitabın kurbanının ruhu için kısa bir dua okuduktan sonra derin bir nefes aldı ve hızlı bir harekede kapağı açtı. Bu tam olarak bir kitap sayılmazdı. Daha çok, gevşek bir şekilde birbirine tutturulmuş ve gerektiğinde daha fazla sayfa eklenebilecek ya da çıkartılabilecek şekilde yapılmış bir yapraklar topluluğuydu. Parşömen yapraklardan bazıları krem rengiydi, kalın ve sağlamdılar. Pek çok yaşam süresi boyunca dayanacak şekilde yapılmışlardı. Diğerleri ince ve yıpranmışlardı. Geçen zamandan sararmışlardı ve çevirdikçe tedirgin edici bir şekilde çatırdıyorlardı. Ne süslü çizimler ne de kenar çizgileri vardı. Sadece siyah mürekkeple yazılmış satırlar. Akıcı el yazısını okumak başta biraz güçtü; yazarın kullandığı kaligrafi tarzı üç yüz yıldır pek kullanılmıyordu. İçindekiler kısmı yoktu ama atılmış olan tarihlere bakılırsa bu bir tarihçeydi. İlk sayfayı açtı ve okumaya başladı:

Description:
Parşömen yapraklardan bazıları krem rengiydi, kalın ve sağlamdılar. Pek çok yaşam süresi boyunca dayanacak şekilde yapılmışlardı. Diğerleri ince ve yıpranmışlardı. Geçen zamandan sararmışlardı ve çevirdikçe tedirgin edici bir şekilde çatırdıyorladı. Ne süslü çizimle
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.