ebook img

Azra Erhat PDF

15 Pages·2017·1.08 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Azra Erhat

Cumhuriyet Kuşağının Not Karnesi Azra Erhat Yazar, Çevirmen İ stanbul’da, 6 Haziran 1915 tarihinde doğdu. • Babası tütüncüydü. Annesi ile romantik mektuplaşmalar ile evlenmişlerdi. »Dedesi, ninesi, teyzesi ile birarada yaşıyorlardı. Evle­ rini İngilizler işgal edip yerleşince, 1922 son­ baharında ailece İzmir'e göçtüler. »1923 yılında Cumhuriyet'in ilanının coşkusunu İzmir'de yaşadı. •1925 yılında, babası Viyana’da iş bulunca oraya gitti. »1927 yılında, Belçika'ya geçtiler. »1932 yılın­ da, babasını yitirdi. »Liseyi bitirmesine bir yıl kaldı­ ğı için ailesi İstanbul'a döndü kendisi Brüksel'de kaldı. »1934 yılında, İstanbul Üniversitesi, Roman Filolojisi Bölümü’ne girdi. Kaydını yaptırırken ken­ disine yardımcı olan kişi Orhan Veli'ydi. »Prof. Leo Spitzer'in öğrencisi oldu. Asistanı Sabahattin Eyü- boğlu ile tanıştı. »Öğretmeni Prof. Leo Spitzer onu Ankara'da Klasik Filoloji okutan Prof. Georg Ronde ile tanıştırdı. »Prof. Ronde onu DTCF’ye çevirmen olarak aldı. »1936 yılında, Latince “Grammer”i çe­ virdi. »Ankara'ya taşındı. »1937 yılında, II. Türk Ta­ rih Kongresi’ne katıldı. Atatürk'ün gözlerine vurul­ du. »1941 yılında, Sophokles'den “Elektra”yı çevir­ di. »1944 yılında, Platon'un “Devlet” adlı yapıtının üçüncü bölümünü çevirdi. »Orhan Veli ile birlikte Moliere'nin “Versailles Tuluatı” adlı oyununu Türk­ çeleştirdi. »1947 yılında, Aristophanes'in “Barış” ad­ lı yapıtını Türkçe’ye kazandırdı. »Üniversite'de baş­ latılan kıyımın ilk kurbanı oldu. Doçentliğe yüksel­ diği üniversiteden Macar biriyle evlendiği bahane­ siyle uzaklaştırıldı. Onun ardından Amerikalı bir ka­ dın ile evlendiği gerekçesiyle Sosyolog Muzaffer Şerifi üniversiteden attılar. Muzaffer Şerif ülkesine 16 Bütan Dünya • Eylül 2002 küserek ABD'ye yerleşirken Azra Eıhat İstanbul'a döndü. »1949 yılında, Ayşe Nur takma adıyla, Yeni İstanbul, Vatan gazetelerinde çalıştı. »Sabahattin Eyüboğlu ve Halikarnas Balıkçısı ile yaşantını ada­ dığı “Mavi Yolculuk” gezilerini başlattı. »1950 yılın­ da, BM Uluslararası Çalışma Bürosu’nda iş bulup çalışmaya başladı. »1953 yılında, Ayşe Nur takma adıyla günümüzün de çok beğenilen yapıtlarından olan Saint-Exupery'in "Küçük Prens"ini Türk okur­ larıyla buluşturdu. »1954 yılında, "Sophokles'in Ha­ yatı, Sanatı ve Eserleri", A Gabriel'in "Türkiye, Tarih ve Sanat Memleketi" adlı çalışmasını, S. G. Colet- te'in önce "Dişi Kedi" ardından »1955 yılında "Ci­ cim" yapıtlarını Türkçe’ye çevirdi. »1958 yılında, "Aristophanes" adlı özgün çalışması yayımlandı. •Sevgi, aşk konusunda başkaynaklardan biri olan Platon'un "Şölen" adlı yapıtını Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte Türkçeleştirdi. »Çevirisi ve şiirsel uyarla­ ması 8 yıl süren Anadolu kültürünün en eski desta­ nı olan "İlyada" destanını Şair A. Kadir Meriçboyu ile birlikte çevirmeye başladı. »A. Kadir Meriçboyu ile birlikte Habib Edip Törehan Bilim Ödülü’nü al­ dı. »I960 yılında, "Mavi Anadolu" adlı yapıtını ya­ yımlattı. »196i yılında, Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü A. Kadir Meriçboyu ile birlikte kazandı. •1962 yılında, "Mavi Yolculuk" günlerini kitaplaştır­ dı. »1965 yılında, Vedat Giinyol, Sabahattin Eyü­ boğlu ile ortaklaşa J. Bruller'in "İnsanlar ve İnsan­ lar" adlı yapıtını Türkçeleştirdi. »1966 yılında, "Kü­ çük Prens"in ardından Saint-Exupery'in "Güney Postası" yapıtını Türk okuruna sundu. Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte Aristopha- nes'in "Kuşlar", "Kadınlar Savaşı" adlı yapıt­ larını Türkçe’ye aktardı. »1968 yılında, Aiskhlos'un "Zincire Vurulmuş Promethe- us”unu çevirdi. • 1969 yılında, Van Gogh'un kardeşine duygu dolu mektupları; "Theo'ya Mektuplar" adlı yapıtı dilimize kazandırdı. »"İşte İn­ san Ecce Homo" çalışması yayımlandı. »1970 yılın­ da, yıllarını verdiği yüzlerce yıl sonra doğduğu top­ raklarda konuşturduğu İzmirli ozan Homeıos’un "Odysseia" destanını A: Kadir Meriçboyu ile çevirdi. •1971 yılında, 12 Mart'ta Türk hümanizminin öncü­ leri Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte 18 Azra Erhat tutuklandı. Yargılanıp aklandı. »Yeğeni "Giilleyla'ya Mektuplar"ı kaleme aldı (2002'de ancak yayımlana­ bildi). »1972 yılında, Anadolu antik kültürleriyle köprünün kurulmasında önemli bir yeri olan "Mito­ loji Sözlüğü"nü hazırlayıp sundu. • 1973 yılında, can yoldaşı Sabahattin Eyüboğlu'nun ölümüyle yarım kalan F. Rabelais'in "Gargantua" adlı yapıtını Vedat Günyol'la tamamlayıp yayımlattı. »1974 yılında, Sa­ bahattin Eyüboğlu ile birlikte hazırladığı "Yunus Em­ re" adlı çalışmayı yayımladı. Y üreğini paylaştığı diğer dostu Halikar- nas Balıkçısı'nı mektuplarıyla anlattı. "Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı" çıktı. »Halikarnas Balıkçısı’nın kimi ya­ pıtlarını yayıma hazırladı. »1976 yılın­ da, çocuklar için Homeros'tan derlediği "Gül ile Söyleşiler" çıktı. »Türk Tarih Kurumu Yayınları ara­ sında Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte hazırladığı "Hesiodos, Eseri ve Kaynakları" basıldı. »Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte derledikleri "Pir Sultan Abdal" adlı yapıt çıktı. • 1977 yılında, Cengiz Bektaş ile bir­ likte "Sapho Üzerine Konuşmalar-Şiirlerinin Çeviri­ leri" adlı ortak çalışma yayımlandı. »1978 yılında, yazılarını biraraya getirerek "Sevgi Yönetimi" adlı kitabını okuruna sundu. »1979 yılında, "Karya'dan Pamfilya'ya Mavi Yolculuk" yapıtı çıktı. »1980 yılın­ da, Sabahattin Eyüboğlu'nun “Bütün Yazılarının bi­ rinci cildini "Mavi I, Söz Sanatı Üzerine Denemeler, Eleştiriler" • 1981 yılında, "Mavi II, Görsel Sanatlar Üzerine Denemeler ve Eleştiriler" adı altında yayı­ mını sağladı. • 1981 yılında, çocuklara yönelik Ana­ dolu Kültürünün kendi öz kültürümüz olduğunu gösteren "Troya Masalları" adlı derlemesi çıktı. •1982 yılında, “Mayıs Ölümün Pençesinde Vasiye- ti”ni dostu Süha Umur'a yazdırdı. • 1982 yılının Ey­ lül ayında gözlerini geride tamamlayamadığı çalış­ maları bırakarak yumdu. • 1983 yılında Bodrum ve Ören'de adına Kültür Sanat Şenliği düzelendi. »Va­ siyeti Milliyet Sanat dergisinde yayımlandı. »YAZ- KO adına Çeviri Ödülü koydu. Bir süre sonra hep­ si unutuldu. »1996 yılında, "En Hakiki Mürşit" kita­ bı çıktı. »2002 yılının Haziran ayında Atatürk sevgi­ sinin ürünü "Gülleyla'ya Anılar" adlı yapıtı Can Ya­ yınlarınca yayımlandı.» 19 A ZRA ERH A T •Songül Saydam - Bütün Dünya• Çocukken adını hep duy­ Sonra bir hışırtı, sert adımlar, duğu, yaşamında görün­ birçok insan ve başlarında bir mez, içgüdüsel yol göste­ adam. İşte o büyük an gelmişti. ricisi olan Atatürk'ü An­ "Bir adam mı, hayır, kollarını, ba­ kara Dil Tarih Coğrafya Fakülte­ caklarını, bedenini göremedim, sinde, öğrencilik yıllarındayken yalnız iki göz gördüm. Bizi gördü görebilmişti ilk kez. Yazı geçirmek mü? Belki gördü, belki görmedi, için İstanbul'a gelmişti. Dolma- ama biz gördük, ben baktım ve bahçe Sarayı’nda ikinci Türk Tarih gördüm, bütün benliğimle baktım Kongresi toplanıyordu. ve gördükçe göreceğim o gözleri, "Atatürk geliyor!" haberi bir ömrüm oldukça yeni yeni anlam­ alev gibi sıçramıştı, sıradan sıraya. lar çıkaracağım o bakışlardan. O 20 gün yirmi yaşında toy bir kızdım, Akile, Ehat, Azra ve Fazıl, bu ama o bir tek bakış uzun bir yolun dört kardeş arasında tuhaf bir iki­ ucundaki ereği aydınlatan bir ışık lik sezerdi küçük Azra. “Bizler çizgisi oldu bana" diyordu bu tari­ akıllı, onlar güzeldi. Çirkin oldu­ hi karşılaşma için Azra Erhat. ğumu çocukluğum boyunca hep duydum. ‘Akile güzel, Azra çirkin, Bundan sonraki yaşa­ ama akıllı’ deyip dururlardı. Ben mında nasıl bir yol izleyeceği bir de eziklikle üstünlük karışımı bir anda netleşmişti. Atatürk ona san­ duygu duyardım ablama karşı" di­ ki sihirli bir değnekle dokunmuş yerek anıyordu o günlerini. herşey yerli yerine oturmuştu. Evde bir telaş başlamıştı. İz­ "Atatürk'ün gözleri ne renkti?" diye mir'e taşınma söylentileri dolaşı­ düşündü; "Renklerin hepsiydi, ma­ yordu ortalıkta. Son zamanlarda vi, yeşil, boz, ak ve çelik ışınlar saçı­ yordu. Hem sert, hem yumuşak, hem, nasıl diyeyim, bulanıktı bu bakış. Böyle göz, böy­ le bakış görmedim ömrümde, anlamı­ nı yorumlamaya ömrümün yetme­ yeceğini de bilirim, ama o göz bana bir bilinç açısı açtı, gün geçtikçe ne demek istediğini daha iyi anlıyorum ve anlayacağım, Azra Erhat, “Balıkçı ” Cevat Şakir ve araştırıcı çünkü o kılavuz yazar Şadan Gökovalı ile bakışın uyarısına kulak vermekten vazgeçmeyece­ daha bir sessiz ve durgun olan ba­ ğim hiçbir zaman." basının işleri iyi gitmiyordu İstan­ İstanbul'da Şişli1 de üç katlı bü­ bul’da. "Çocukluğumda mutlu ola­ yük ve kalabalık bir evde geçti ço­ madığım şehir" diye andığı İstan- cukluğu. Annesi ve babası Sela­ buldan, mutlu olacağı kente, İz­ nikliydi. Türkçe, Rumca ve Fran­ mir'e taşındılar. sızca olmak üzere, üç dil konuşu­ lurdu bu evde. İstanbul da kapalı ev or­ Çocukluk yılları İstanbul'un tamının sıkıntılı boğuk havasının işgal günlerinde, korku ve tersine, İzmir'de günlük güneşlikti güvensizliğin hakim olduğu bir herşey. Evlerinin birkaç adım öte­ ortamda geçiyordu. sinde, o güne dek hiç görmediği, 21 Bütün Dünya • Eylül 2002 ona göre sihirli bir dünya olan si­ bulunan, küçük bakır bir plaka da nema ile tanışmıştı. Azra'ya verilmişti. Karanlık salona gidip, piyano Babası bir gün Viyana'ya gidi­ eşliğinde seyrettiği “Atlantis” filmi, yoruz haberiyle çıkageldi. Ailede birkaç Şarlo oyunu, tüm iç dünya­ Viyana'ya gitmek bir gelenekti. sını değiştirmeye, gözlerini unu­ Kalbinde küçük bir kusurla doğan tulmaz imgelerle doldurmaya baş­ Azra'yı, bebekliğinde Viyana'ya lamıştı. Bir de gramafon vardı ev­ götürerek, Cottage Sanatoryu- de. Şarkılar, tangolar, valsler evin mıı’na yatırmışlardı. "Çirkinliğim havasını değiştiriyor, ablasının yetmiyormuş gibi, bu kalp sakatlı­ komşu kızlarla yaptığı dansları bir ğı ayrıca beynimi kurcalardı. Koş­ kenardan izleyerek, “Acaba birgün mak ip atlamak, fazla yorulmak ben de dans edebilecek miyim?” bana yasaktı, daha kötüsü evlene­ diye hayaller kuruyordu. meyeceğini, çocuğumun olamaya­ Birgün İtalyan bir piyano hoca­ cağı söylentileri fısıltı olarak dola­ sı çıkageldi. Dört beş tuşa bile şırdı büyükler arasında" diye yaza­ uzanamayan minik elleriyle, nota­ caktı Azra Erhat o günleri. ları, gamları öğrenmeye başladı. Büyük gösterişli Hocası Signor Alfonso'nun gözüne ma­ girmeyi başarmıştı. "Corriere ğazaları, caddeleri, Gotik kilisele­ dei Piccoli" adında bir de çocuk ri, fıskiyelerin bulunduğu parkla­ gazetesine abone olmuştu. Bu ga­ rıyla Viyana karşısındaydı ve yeni zetedeki öykülerin kahramanları bir dünyanın kapılarını aralıyor­ çok geçmeden, uykularına girme­ du. "Çocukluğumdan beri her ye başlamış, hayal dünyasını gördüğümü çabucak kapma, orta­ zenginleştirmişti. ma kolayca uyma yeteneğim var­ Evde konuşulan dillere, hoca­ dır" diyen Azra Erhat iki üç ay ları, gazeteleri sayesinde, İtalyanca içinde okuma yazmayı öğreniver- da eklenmişti. İtalyanca ve Fran­ mişti. İlk kez okula gitmiş, gotik sızca'nın ayrı ayrı diller olduğunun harflerle hatıra defteri tutmaya ayrımına varmadan, sanki konuşu­ başlamıştı. Evlerindeki dillere bir lan her dili anlıyordu. İzmir'in gü­ de Almanca eklenmişti. İki üç ay neşli, sıcak, canlı havasında günler gibi kısa bir sürede bu dili öğre­ eğlenceli geçiyordu. Böylesi gün­ nerek, günlüklerini Almanca yaz­ lerin birinde önemli bir olay oldu. dı o günden sonra. 29 Ekim de Cumhuriyet ilan edil­ Çok geçmeden, Fraulein Frida mişti. “Kemal Paşa, Gazi Mustafa Nowi adında, bir matmazel görgü Kemal! Yaşa! Bin yaşa” sesleri çın­ eğitimi vermek üzere eve geldi. lıyordu her yanda. “Novvilein” onlara, yemekte Mat- hilde'nin uzattığı servis tabakların­ Cumhnriyet'm henüz ne dan en kötü parçaları almayı, ağır olduğunu bilmiyordu küçük Azra. ağır yemek yiyip, tabaklarındaki Gazi'nin resimleri gelmiş, babası­ yemeği son kırıntısına dek bitir­ nın yazıhanesine asılmıştı. Üzerin­ meyi, sofrada hiç konuşmadan bü­ de Atatürk'ün kalpaklı bir portresi yükleri dinlemeyi, lafa karışmayıp 22 Asra Erhat ancak sorulan sorulara yanıt ver­ İlkokulun son sınıfında, sınıfın meyi öğretmişti. Öksürmek, aksır­ en iyi, en başarılı öğrencilerinin mak, esnemek yasaktı. Azra Er- klasik liseyi seçmedeki kararlılık­ hat'ın tüm yaşamında Nowilein'ın ları, Azra Erhat’ı da etkilemiş, seçi­ etkisi sürecekti ve onu anımsar­ mini klasik liseden yana yapmıştı. ken şunları söyleyecekti: "Nowile- Babası: "A kızım, senin memleke­ in'dan öğrendiğim ahlak bugün de tinde Latince ve Yunanca’yı ne ya­ uyguladığım ahlaktır. Başkasını pacaksın? Dil öğren, bir mesleğe saymak, sevmek, kendinden önce hazırlan daha iyi" dese de, kızını başkasını düşünmek, almaktan seçiminde özgür bıraktı. Böylelik­ çok vermeyi önemsemek, gönül le eski iki katlı lise binasına yazıl­ kırmamak, cömert davranmak, maya gitti. Ama hiç de kolay de­ kendi çıkarım ön plana almamak. No- wilein'in bir üstün­ lüğü de, bu kuralla­ ra hiçbir din kaygısı­ nı karıştırmaması, bize hiçbir din ya da inanç aşılamaya kalkmamasıydı." Nowilein ile bir­ likte her pazar öğle­ den sonra, Viya- na'nın en büyük be­ lediye tiyatrosu olan Burgtheater'daki ço­ cuk piyeslerini izle­ meye gidiyordu. “Ti- yatro'nun herhangi bir eğlence, gelişi­ Azra Erbat, Cevat Şakir’in mezarı başında güzel bir oyun sergi­ leme yeri değil de, insanlığın çok ciddi, çok önemli ğildi bu kuraldışı çekimler, kipler, bir törenin kutlandığı yer olduğu­ zamanlardan oluşan Latince’yi öğ­ nu orada öğrendim" diyordu. renmek. Pişman olmuştu ama rezil olmak istemiyordu. Öğrenecekti, Babasının bulunduğu iş sökecekti bu belalı dili başka yolu kötüye gidiyordu. Yeni işini Belçi­ yoktu. Ama başarmıştı. Aşkla ba­ ka'da sürdürecekti. Viyana'dan ay­ şarmıştı. Marie-Anne Cosyn adın­ rılma zamanı gelmişti. Aile topla­ da zayıf, ince, sivri burunlu, koca­ nıp trenle Belçika'ya doğru yola man gözlüklü, yaşı belirsiz, sol­ çıktığında Azra Erhat için kendi gun, kuru bir kadıncağız olarak ta­ deyimiyle "kültüre açılış" yolculu­ nımladığı Latince öğretmenine ğu başlamış oluyordu. âşık olmuştu. 23 Bñtñn Dünya » Eylñl 2002 "Cos'a kendini beğendirmek oyuncağı kalıyordu Yunanca karşı­ için yalnız iyi bir öğrenci olmak sında, grameri belalı, çekimleri da­ yetmez" diyordu Azra Erhat "Dün­ ha da kuralsız ve çetrefil, yazını yanın bütün güzelliklerine açıl­ öyle zengin, öyle çok yönlü ki, in­ mak, kitaptan, müzikten, resim­ san bir yandan bu dile vuruluyor, den, heykelden anlamak gerekir­ öte yandan bunca çabaya karşın di. Ona ulaşmak için okul dışında­ bir sonuç alamayacağına kanaat ki bütün yaşamımızı üstün bir dü­ getiriyor. Elimde sözlükler koca zeye çıkarmaya çalışırdık. koca, karıştırıp duruyor, birkaç sa­ tırlık bir metni çözmek için akla Tiyatro, bale, opera, karayı seçiyordum" diyordu. bütün sanatların kapısını Cos aç­ Lisede ezberciliğe yer verme­ mıştır bize. Şimdi düşünüyorum yen öğretim sayesinde kültürünü da, dördüncü yüzyıl Atinası’nda sağlam temeller üzerine oturtmuş­ Sokrates'e de aynı biçimde bağlıy­ tu. "Lisede hep duyduğum ve gö­ dı gibime geliyor öğrencileri. Da­ nülden benimsediğim bir tümce ha da ileri giderek diyebilirim ki, de şu idi" diyordu. "Kültür insanda hümanizmin her görüldüğü, her herşeyi unuttuktan sonra kalan çiçek açıp filizlendiği yerde iyilik şeydir. İlk gününden bize bilgi de­ ve güzellik aşamasını simgeleyen ğil de kültür aşılamayı amaç güt­ bir klavuza bağlanmakla, onun müştür öğretmenimiz. İşte Brüksel yolunda yürümekle varılır, varıl­ Lisesi'ndeki mutluluğumun asıl mıştır bir düzeye. Öyle güzel bir nedeni bu. Batılı kafanın üstünlü­ sevgiydi ki bu Latince'nin de, Yu- ğünü burada görürüm ben. On- nanca'nın da, şiir, sanat ve edebi­ dört yıl çevirisine uğraştığım Ho­ yatın da sırlarını açtı bana." meros destanlarının on dört dize­ Azra Erhat Yunanca'yı ilk öğ­ sini ezbere okuyamam." rendiği günleri anlatırken; "Xenop- Brüksel'deki hon'un Anadolu'daki bir askersel lise eğitimi serüveni anlatan ‘Anabasis’ (On- babasının beklenmedik ölümüyle binlerin Yürüyüşü) dil ve biçim kesintiye uğradı. Ailenin İstanbul'a bakımından epey sade olduğun­ dönmesi görekiyordu. Azra Er- dan Yunanca öğreniminde ilk oku­ hat'ın yarım kalan eğitimi ne ola­ nan metindir. O zamanlar ben ner- caktı? Lisedeki klasik eğitimi ken­ de, Anadolu nerde? İstanbul’dan disi seçmişti ve bu konuda aileden olduğumu bilir, bununla da övü- hiçbir destek görmemişti. Yoluna nürdüm, ama Xenohon'un anlattığı devam etmeliydi. Annesi ve kar­ o zorlu seferin bugünkü Türki­ deşleri İstanbul’da kaldı. Kendisi ye'den, yani benim ülkemden geç­ de Brüksel'e giderek, "Eğitimimi tiğinin ayrımında bile değildim. borçlu olduğum iki aile var" diye Yanarım, Anadolu'nun bilincine sözünü ettiği Menkesler ve evlerin­ bunca geç vardığıma, Türkiye diye de kaldığı Kesseler kardeşlerin bir kavram olsaydı kafamda, bu­ desteği ile yarım kalan eğitimini gün okuduğumuz metinler benim tamamladı. için canlanırdı. Latince çocuk Yıl sonu geldiğinde liseyi en 24 Azra Erhat üstün başarıyla tamamlamıştı. Be­ Brüksel kültüre açılış­ lediye meclisi salonunda, kalaba­ tı onun için, artık lise bitmiş ve bi­ lık bir topluluğun önünde, alkışlar lime açılmanın zamanı gelmişti. arasında diplomasını aldı. İçindeki 1934 yılında İstanbul'a döndüğün­ ağlamaklı duyguyla, ömrünün bir de ilk işi üniversiteye yazılmak ol­ bölümünü bitirdiğini ve bilmediği du. Edebiyat Fakültesi yazan kapı­ yeni bir yaşama doğru yola çıktığı­ dan ürkek, utangaç adımlarla gi­ nı düşünüyordu. rerken henüz 19 yaşındaydı. Kayıt "Benim tek dileğim sevmek ve odasına giderek, diplomalarını sevilmekti, o tadı da tatmıştım ço­ gösterdi. Uzun yıllar Türkçe'den cukluğumdan beri, ama insan ol­ uzak kalışı, konuşmasını güçleştiri­ mak, güzel, yetkin bir insan ol­ yordu. Bozuk Türkçe’siyle yazıl­ mak, işte bu ülküye erişmekten mak istediğini söyledi. "Nasıl söy­ uzaktım daha" diye yazıyordu yeğeni Gülleyla'ya, yıllar sonra o günleri. Gülleyla aracılığı ile Türk gençliğine ya­ zıyordu. "Davranış­ larım kafamın buy­ ruğuna uymuyordu. Bir duyguya kapıl­ dım mı, dümdüz gi­ diyordum uçuruma doğru. Kaç kez düş­ tüm de çıktım uçu­ rumların içinden! Şimdi şimdi kendimi yönetmeyi başarıyo­ rum, Gülleyla, o ne rahatlıktır, ne mutlu­ luktur bir bilsen! El­ lisinden sonra insan duruluyor, saydam bir su gibi te­ lemiş olacağım ki biraz ötede du­ miz ve durgun olmaya, tepkilerini ran uzun boylu, yüzü pütür pütür değil de etkilerini dile getirmeye bir genç alaycı bakışlarla süzdü alışıyor? İnsan mutluluğu nedir, ne beni. Memurun sorularına doğru değildir biliyorum artık. Mutlulu­ dürüst yanıt veremediğimi görün­ ğunu insan kendi yapar, bunu an­ ce, yanıma gelip kayıt işinde yar­ ladım. Asıl mutluluk da başkalarını dımcı oldu bana. Meğer şair Orhan mutlu etmektir. Ona çalıştın, hele Veli imiş! Kalem memuru sonnuş: başardın mı, senden güçlü, senden "Liseyi nerede okudunuz?" Ben de: mutlu insan yoktur" diyordu ol­ "Beljika'da" demişim. Orhan Veli gunlaşan düşünceleriyle. sonraları bana “‘L'Azros’ adını tak­ 25

Description:
çeleştirdi. »1947 yılında, Aristophanes'in “Barış” ad "Aristophanes" adlı özgün çalışması yayımlandı. •Sevgi . ayrımına varmadan, sanki konuşu.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.