1463 ÂŞIK PAŞA’NIN GARİBNÂMESİ’NDE KUTADGU BİLİG İLE YUNUS EMRE, AHÎ EVREN VE HAC-I BEKTAŞİ VELÎ İZLERİ ŞEKER, F. Aslı TÜRKİYE/ТУРЦИЯ ÖZET XIII. yüzyılda Bâbaî İsyânı, Moğolların Anadolu’yu ele geçirme faali- yetleri ve Kösedağ yenilgisi, Türkiye Selçuklu’sunun iç işlerinin karışma- sına neden olmuş, gelen yöneticilerin basiretsizlikleriyle de ortam iyice gerilmiştir. Ortamı yumuşatmak, göçlerle gelenlere yol, yöntem göstermek, halkı, birlik ve beraberlik içinde tutmak; manevi önderlere, ilim sahiplerine, o dönem içinde itibar gören şeyhlere, babalara düşmüştür. Zaten bu sıkıntılı ortamdan bunalan halk da kendilerine güven telkin eden bu önderlere sı- ğınmışlardır. Bu tarihte Anadolu önemli şahsiyetlerin fazlaca görüldüğü bir coğrafya haline gelmiştir. Hac-ı Bektâşî Velî, Mevlânâ, Âşık Paşa, Yunus Emre, Nasreddin Hoca bunlar arasında ilk akla gelenlerdir. Bu önderlerin ışığında sanat, edebiyat, fikrî sahada çok önemli zengin içerikli eserlerin verildiği ve bu eselerin kendinden sonraki dönemlerde de etkilerini sür- dürdüğünü, günümüze kadar ulaşmalarından ve günümüzde de etkilerinin görülmesinden anlamaktayız. Elbette aynı dönemi de yaşayan bu önder şahsiyetlerin eserlerinde dö- nemin özelliklerini yansıtmaması mümkün değildir. Hatta bunların bir- birlerinin eserlerinden etkilenmeleri de imkân dahilindedir. Ayrıca sadece dönemsel değil Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken kendi kül- türlerini de Anadolu’ya getirdiklerini düşünürsek geçmişte yazılan eserleri de, tarihî olayları, söylenen destanları da dilden dile Anadolu’ya taşımış- lardır. İşte Âşık Paşa’nın eserinde “Birlik” konusuna yer verirken Göktürk Ya- zıtlarında da aynı konu üzerinde önemle durulduğunu görmekteyiz. Yine birlikten bahsederken Mevlâna’nın Mesnevîsi’nden alınmış bir hikâyeyi 1464 hatırlamaktayız. Birlik fikrinde yetmiş iki milletin maksudu olmak hem Âşık Paşa’nın hem de Yunus Emre’nin idealidir. Âşık Paşa alpin özelliklerini sıralarken Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde de hemen hemen aynı özelliklere rastlanabilmektedir. Âşık Paşa’nın eserinde ahîliğin özelliklerine yer vermesi açısından, Garib- nâme’nin fütüvvet-nâme özelliği gösterdiğini de ifade etmektedir. Bu da bize aynı dönemde yaşamış olan Ah-i Evran’ı hatırlatmaktadır. Bütün bunları göz önüne alarak Âşık Paşa’nın Garib-nâmesi ile döne- minin diğer eserlerini de karşılaştırıp mukâyese etmenin yararlı bir çalış- ma olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Âşık Paşa, Garib-nâme, Kutadgu Bilig, Hac-ı Bektâşî Velî, Yunus Emre, Ah-i Evran. ABSTRACT Investigation Into Traces of Kutadgu Bilig, Haci Bektasi Veli, Yunus Emre and Ah-i Evran in Asik Pasa’s Garib Nâme In the 13th century, Babai riot, Mogol’s attemts to concur Anatolia and being defeated in Kosedag battle caused problems in internal affairs of Turkish Selcuk, and furthermore incompetence of the governors increased tension in the state and even worsen the situation. Spiritual leaders, scholars and respected people sheyh and fathers (“baba”) living in the same period then had to work on cooling down the situation, keeping public together in peace and guiding new immigrants. As a matter of fact, the public who got depressed by such situation took refuge in these leaders who had been inspiring them. In these years, Anatolia had become a place where so many such important and respected characters were seen. To name at the first instance are Hac-i Bektasi Veli, Mevlana, Asik Pasa, Yunus Emre and Nasreddin Hoca. In the light of the leaders, works of highly rich content were delivered in art, intellectual and literature, of which effects continued in later years and centuries. We can understand this from the evidences that these works reached in our own time as well as effects of them can easily be seen even in this century. Such leading characters of course should not be expected to avoid reflecting their own time’s features in their works. Furthermore, it is likely to have got inspired by each other’s work. In addition, if we think that Turks brought their own culture to Anatolia as migrating from middle Asia, they must have carried written documents, historical events and epics to Anatolia from mouth to mouth. 1465 As the “unity” concept was discussed in Asik Pasa’s work, we can also see that the same subject was given a great attention in Gokturk’s inscriptions. In addition, we remember a story taken from Mevlana’s Mesnevi as we talk about “unity”. That seventy two nations’ aim is unity is ideal of both Asik Pasa and Yunus Emre. As Asik Pasa listed Alpin’s features, more or less similar features can also be found in Yusuf Has Hacib’s book entitled Kutadgu Bilig. As Ahilik’s features were discussed in Asik Pasa’s work Garib-name is told to have been regarded as futuvvet-name. This reminds us Ah-i Evran who also lived in the same period. All things considered, we think that comparing Asik Pasa’s Garib Name with other works delivered in the same period is an important and valuable study. Key Words: Asik Pasa, Garib-Name, Kutadgu Bilig, Hac-i Bektasi Veli, Yunus Emre, Ah-i Evran. Giriş Selçuklu Devleti, XIII. asrın ikinci yarısına doğru Anadolu’da hakimi- yetini kaybetmeye başlamıştır. Bu asrın sonunda Anadolu’da Mısır-Suriye hükümdarı Baybars’ın da dâhil olduğu birden fazla devletin hakimiyeti devresinin başladığını görmekteyiz. Selçuklular’ın karşısında Moğollar vardı ve Türkler karşısında gerilemiş olan Bizans Altınordu hanlarının nü- fuzu altına girmişti. Anadolu , birkaç devletin istilâ ve tahakkümü altın- da bozulan ve parçalanan feodal bir yapıyı göstermekteydi. XIII. yüzyıl sonlarına doğru Moğol baskısından da faydalanarak Türk beyleri ile hal- kın, bölgenin muhtelif yörelerinde direniş ve yeni oluşumlara yönelişle- ri görülmekte olup bunun sonucunda da çeşitli beylikler ortaya çıkmıştır. Türkiye Selçuklu devletinin batı uçlarında 1299’dan itibaren büyüyerek gelişen Osmanlı beyliği de bunlardan biriydi. Devamlı hale gelmiş olan istilalar Anadolu beyliklerinin siyasi nüfuzunu kuvvetlendirmiş ve onları müstakil savaşlara sürüklemiştir. Uçbeyleri, Moğollardan kaçan göçerleri bünyesine almak zorunda kalınca, onları barındıracak yerleşme alanı sağ- lamak için Bizans sınırına baskınlar yapmışlardır.1 Bizans sınırına yakın uc bölgesinde (Söğüt, Domaniç) bulunan ilk Os- manlı beyleri Bizanslar’a karşı başarılı gazâlar yapmışlardır. Kurucusu olarak kabul edilen Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi ile birlikte beylikleri- 1 Halil İnalcık “Osmanlı Tarihi’ne Toplu Bir Bakış”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999 c:I, s:38,48;Ergin Ayan, “Osmanlı Devletinin Kuruluşu” Ankara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Entitüsü Der- gisi, Sayı 13, Erzurum 1999, s. 277-278. 1466 nin topraklarını genişleterek yedi asır üç kıtaya hakim olan büyük bir dev- letin temellerini atmışlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Babaî isyanın- dan ve Moğollar’ın tahakkümünden kaçan Türkmenler, şeyhler, dervişler, babalar Osman Gazi’nin başarılarını görerek ona destek vermek üzere bir Alperen olarak Osmanlı Devleti’nin kurulup yükselmesinde önemli rol oynamışlardır.2 XIII. yüzyılda Bâbaî İsyânı, Moğolların Anadolu’yu ele geçirme faali- yetleri ve Kösedağ yenilgisi, Türkiye Selçuklu’sunun iç işlerinin karışma- sına neden olmuş, gelen yöneticilerin basiretsizlikleriyle de ortam iyice gerilmiştir. Ortamı yumuşatmak, göçlerle gelenlere yol, yöntem göstermek, halkı, birlik ve beraberlik içinde tutmak; manevi önderlere, ilim sahiplerine, o dönem içinde itibar gören şeyhlere, babalara düşmüştür. Zaten bu sıkıntılı ortamdan bunalan halk da kendilerine güven telkin eden bu önderlere sı- ğınmışlardır. Bu tarihte Anadolu önemli şahsiyetlerin fazlaca görüldüğü bir coğrafya haline gelmiştir. Hac-ı Bektâşî Velî, Mevlâna, Âşık Paşa, Yunus Emre, Nasreddin Hoca bunlar arasında ilk akla gelenlerdir. Bu önderlerin ışığında sanat, edebiyat, fikrî sahada çok önemli zengin içerikli eserlerin verildiği ve bu eselerin kendinden sonraki dönemlerde de etkilerini sür- dürdüğünü, günümüze kadar ulaşmalarından ve günümüzde de etkilerinin görülmesinden anlamaktayız. Tabii ki aynı dönemi de yaşayan bu önder şahsiyetlerin eserlerinde dö- nemin özelliklerini yansıtmaması mümkün değildir. Hatta bunların bir- birlerinin eserlerinden etkilenmeleri de imkân dahilindedir. Ayrıca sadece dönemsel değil Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken kendi kül- türlerini de Anadolu’ya getirdiklerini düşünürsek geçmişte yazılan eserleri de, tarihi olayları, söylenen destanları da dilden dile Anadolu’ya taşımış- lardır. Bu dönemin şartları içinde nüfuzlu bir aileye sahip oluşu, şahsiyetiyle etrafında pek çok kişinin toplandığı Âşık Paşa, Garib-nâme isimli eserini vücuda getirmiştir. Nitekim kendi ailesi de Anadolu’nun buhranlı günle- rinde sıkıntıları azaltabilmek için önemli roller üstlenmişlerdir. Kanaati- mizce böyle bir dönemde yaşayan Âşık Paşa’nın eserinde devrin sosyal hayatına değinmemesi mümkün değildir. Bu araştırmamızda, Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sinden hareketle, Yunus Emre, Ah-î Evren ve Hac-ı Bektaşî Velî ile Âşık Paşa’dan yaklaşık üç asır 2 İnalcık, a.g.m,, s: 38-40. 1467 önce yaşamış olan Yusuf Has Hâcib’in eserlerinde yaşadıkları dönem dik- kate alınarak, toplum hayatında görülen özellikler bakımından benzerlik- ler ele alınmaya çalışılmıştır. 1. Âşık Paşa’nın Garib-Nâmesi’nde Kutadgu Bilig İzleri İslâmî Türk edebiyatının ilk mahsulü olan Kutadgu Bilig Karahanlılar döneminde Balasagunlu Yusuf Has Hâcib tarafından, Kaşgar Hâkâniye lehçesi ile XI. yüzyıla (1069-1070 yıllarında) , Karahanlılar soyundan olup Kaşgar’da hüküm süren Süleyman Arslan Hakan oğlu Tavgaç Ulu Buğra Han adına yazılmış ve takdim edilmiş; buna karşılık yazara has hâciblik, rütbe ve görevi verilmiştir. Türk edebiyatının eldeki en eski İslâmî eseri olan Kutadgu Bilig Türk dilinin, edebiyatının ve kültür tarihinin en önemli kaynaklarındandır. Kutadgu bilig “Sa’âdet ve mutluluk veren bilgi” veya “Padişahlara lâyık ilim3 anlamına geldiği gibi bir siyasetnâme4 olarakta görülmektedir. Kutadgu Bilig bir kültür ve uygarlık değişimi döneminde, çok önemli bir geçiş ve basamak rolü oynamıştır. Bu kültür ve uygarlık değişimi için- de bulunan bir toplumun hangi ahlâk ve siyaset ilkelerine tutunmak ve dayanmak istediği ortaya konmaya çalışılmıştır5.Türk yazı diline hâkim olan Yusuf Has Hâcib eserini, seçmiş olduğu yarı hikâye ve yarı temsil tarzında, arada hareketi sağlayıcı ve açıklayıcı konuşmaların, canlı tasvir- lerin süslemiş olduğu sahneleriyle mükemmel bir üslûp ve mimari çerçeve içine yerleştirmiştir.6 Eserin yazıldığı Karahanlılar dönemine bakıldığında; Maveraünnehir ve Türkistan’da kurulan Türk İslâm devletlerinin ilkini de Karahanlılar oluşturur. Bu devlet döneminde, artık uzunca bir süreden beri hız kazan- mış olan, Türklerin İslâm’ı din olarak seçmeleri olgusu, büyük kitlelerin Müslüman olmasıyla Türk tarihi’nde yeni bir dönemi başlatmıştır. Bulun- dukları coğrafya göz önüne alındığında savaşların çok olduğu ve şehirle- rin zaman zaman el değiştirdiği görülmektedir. Karahanlılar döneminin en önemli vasfı “Türkler’in İslâm medeniyeti dairesine girişleridir. Değişik dînî inanışlara sahip olan Türklerin İslâmiyet’i kabulleri, onların hayatla- rında büyük ve derin bir inkılap olmuştur. Bu yeni seçtikleri dinin yayıl- ması da Satuk Buğra Han gibi kahramanların çabalarıyla olmuştur.7 Reşit 3 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-2002, s. 152; Halil İbrahim Şener, “Karahanlılarda Dil ve Edebiyat”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara-2002, C.5, s. 788 4 Mahmut Arslan, Kutadgu- Bilig’deki Toplum ve Devlet Anlayışı, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul-1987, s. 8. 5 Arslan, a.g.e., s.14-15. 6 DİA, “Kutadgu Bilig”, TDVİA, Ankara-2002, c.26, s.478. 7 Yazıcı, a.g.e., s. 148-149. 1468 Rahmeti Arat, Karahanlılar devrinin özelliklerine dayanarak; bu devirde Orta Asya Türk muhitinde, siyâsi ve içtimâî nizâmın oldukça mühim bir değişiklik geçirmiş olmasının bir çok anane ve esaslarının sarsılmış bulun- masının şairi böyle bir eser içinde ahlâk prensiplerini yeniden ele almağa sevketmiş olduğunun düşünülebileceğine değinmiştir. Ve şunları da ekle- miştir: “Kolayca tasavvur edebileceğimiz öyle bir muhite değil, bugün bile böyle bir tez ile ortaya çıkacak bir mütefekkirin karşılaşacağı müşkiller göz önünde tutulursa, eserin içten gelen bir duygu ve içinde bulunduğu muhite karşı derin bir mes’uliyet hissi ile kaleme alınmış olduğu düşüncesi kuvvetlenir ve şâir bir mücâhit mertebesine yükselir”8 Giriş bölümünde Âşık Paşa’nın yaşadığı döneme değinilmişti. Her ne kadar aralarında yaklaşık üç yüzyıllık bir zaman farkı da olsa aynı kültür kökeninden gelen toplumsal sıkıntıları birbirine benzeyen bir toplumda yaşayan Yusuf Has Hâcib ve Âşık Paşa’nın eserlerinde sosyal hayat ve yaşayan kültür açısından benzerlikler olduğunu görmekteyiz. Bu düşünceden hareketle bu bölümde Garib-nâme’de Kutadgu Bilig izlerine yer vermiş bulunmaktayız. A. Türk Dilinin Önemi Âşık Paşa’nın önemli özelliklerinden birisi de Arapça ve Farsçanın önemli olduğu Arapçanın ilim dili, Farsça’nın şiir dili olarak kullanıldığı bir dönemde eserini Türkçe yazması ve şiirlerini Türkçe söylemesidir9. Bu konuyu eserinin başında ve sonunda Türkçe yazmasının nedenine ve Türk- çenin önemine şöylece değinmiştir: Kim olursa bu kitâbı yadıra İre cümle ma’ninün bünyâdına Gerçi kim söylendi bunda Türk dili İlla ma’lûm oldu ma’nî menzili Çün bilesin cümle yol menzillerin Yimegil sen Türk’ü Tâcik dillerin Kamu dilde var idi zabt u usûl Bunlara düşmüş idi cümle ‘ukûl Türk diline kimsene bakmaz-ıdı Türklere hergiz gönül akmaz-ıdı 8 Reşit Rahmeti Arat, “Kutadgu Bilig”, MEB. İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul – 1967, c.6, s. 1039 9 Aşık Paşa, Garib-nâme, Çeviren: Kemal Yavuz, Türk Dil Kurumu Yayınları, İstanbul-2000, c.I/1, s. XXXV 1469 Türk dahi bilmez-idi ol dilleri İnce yolu ol ulu mezilleri Bu Garib-nâme onın geldi dile Kim bu dil ehli dahı ma’nî bile Türki dilinde ya’ni ma’nî bulalar Türk ü Tâcik ya’ni yoldaş olalar Yol içinde birbirini yirmeye Dile bakıp ma’niyi hôr görmeye Tâ ki mahrum kalmaya Türkler dakı Türk dilinde anlayalar ol Hak’ı Gerçi gönüldür iren ol menzile Ol gönülde eglenen gelmez dile10 Kutadgu Bilig’e baktığımızda , yazıldığı dönem itibariyle İran Edebiya- tının tesirlerinin kendisini hissettirdiği bir dönemdir. Ama kendisi eserini Farsça yazmamıştır ve bunu şu şekilde dile getirmiştir: “Arapça ve Farsça kitaplar çoktur; bizim dilimizde bütün hikmetleri toplayan yalnız budur. Bunu kadrini ancak bilgili bilir; bilgi kıymetini de ancak anlayışlı tak- dir eder. Bu beyitleri senin için tanzim ettim; ey okuyucu, okurken unutma, bana dua et.”11 Görülmektedir ki her iki şairimizde okurlarının anlaması ve öğrenmesi için Türkçe yazdıklarını dile getirmişlerdir. Ayrıca Yusuf Has Hâcib eserinin “Han Dili”12 ile söylendiğine yer vere- rek yönetimde hangi dilin geçerli olduğunu bize göstermektedir. B. Alp Tipi Alp kelimesi, eski ve yeni bir çok Türk lehçelerinde kahraman, cesur, zorlu, yiğit gazi manâlarında bir kelimedir. Şahıs ismi olarak kullanıldığı gibi, bir sıfat, bir unvan ve kabile teşkilatı içinde askeri bir asalet zümre- 10 Aşık Paşa, a.g.e, c.II/2, s. 953-955 11 Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çeviri: Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara-1974, s. 7 12 Yusuf Has Hâcib, a.g.e., s.4 1470 sinin adı olarak da kullanılmıştır.13 Alp’in anlamı içinde, kahraman cesur, yiğit manaları Türklerde özellikle Türk idarecisinde aranan niteliklerden- dir. Beyliğin ilk şartı olarak görülmektedir.14 Yusuf Has Hâcib, Beylik için insanın asil soydan gelmesi ve cesur, kahraman, kuvvetli ve pek yürekli olması gerektiğini söylemiştir.15 XIV. yüzyılda yaşayan Âşık Paşa eserinde Alplık konusuna geniş bir yer vermiş özellikle dokuzuncu babda yer yer de diğer babalarda değinmiş ve Alpta bulunması gereken özellikleri sıralarken de; iki tip alp portre- si çizmiştir Bunlardan biri zahiri Alplıktır. Zahiri alpta bulunan özellikler şunlardır: Cesur ve korkusuz olmak, kol ( bazu) kuvveti, Gayret ve hamiyet, yay- ok-kılıç-süngü, at, yoldaştır. İkinci portre ise din Alpliğidir. Din alpinde bulunması gereken özellik- ler ise şunlardır: veli, riyazet, kifayet, aşk, tevekkül, şeriati öğrenme, ilim, himmet süngüsü, birlik olma.16 Yusuf Has Hâcib eserinde kumandanda olması gereken vasıfları sıra- larken de aynı özellikler üzerinde durduğunu görmekteyiz: “Bu işe cevik sert, tecrübeli, tam ve pek yürekli bir adam lazımdır. Cömert, cesur, alçak gönüllü, sofrası açık ve soğuk kanlı olmalıdır. O bütün malını askere dağıtmalı ve bir çok kimseleri dost ve silah ar- kadaşı edinmelidir. Kendisine bir at, giyim ve silah ayırması kâfidir; meşhur olup dünyaya nam salma ona yeter. O bütün arzusunu kılıcı ile istemelidir, vurmalı almalı, vermeli ve böy- lelikle şöhretini büyütmelidir.”17 Burada her iki yazarın da Türk kültürünün önemli bir nüvesi olan alp insan tipini ele alırken aynı özellikleri sıralamaları dikkate değerdir. C. Aile Hayatı ve Soyun Önemi Türk ailesi “pederî” aile özelliğine sahiptir. Ailenin esas çekirdeği baba, 13 Fuat Köprülü, “Alp”, Meb İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1965, C. 1, s.379; Orhan F. Köprülü, “Alp”, TDVİA, İstanbul-1989, C. 2, s.525. 14 Kemal Yavuz, “ Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılları Şairlerinden olan âşık Paşa’da Ordu Fikri ve Alp Tipi”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, C. 9 , s. 554-555 . 15 Yusuf Has Hâcib, a.g.e.,s.148. 16 Aşık Paşa, a.g.e.,s. 549-570. 17 Yusuf Has Hâcib, a.g.e., s. 170. 1471 oğul, ve torunlardan meydana gelmekte, evlenen kızlar ve onların ço- cukları ise aileden sayılmamaktaydı. Ancak daha güçlü olabilmeleri için aileler dedenin mirası altında toplanmaktaydı. Baba ailenin geçimini sağ- lamak, korumak yetişmiş evlatlarını evlendirmekle görevli idi.18 Âşık Paşa eserinde, ailenin devamını sağlayacak olan eşlerin görevle- rini saymış, anne babaların çocuklara karşı ve çocukların anne babalara karşı görevlerini zikretmiştir. Anneye babaya hürmetten kaçınılmamalı ve evlada iyi bakılmalıdır.19 Yusuf Has Hâcip ise babanın görevinin ağırlığından söz ederken oğlan ve kız evlatlarının bakımının zor olduğunu dile getirmiş, çocuk terbiyesi- nin nasıl olması, oğlan ve kıza bilgi ve edeb öğretilmesi ile oğlun başı boş bırakılmaması gerektiğinden bahsetmiştir.20 Her iki müellifimiz de toplum içinde evlat yetiştirmenin ne kadar önemli olduğunu ve yetiştirmede top- lum içinde titizlik gösterildiğini günümüze aktarmaktadırlar. Böylece âile müessesesinin Türk toplumu içindeki değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Âşık Paşa, soyun baba ve deden miras kaldığına, soy ve sopun güzel bir nimet olduğuna, çocuk için babasının isminin, kendisi için hazine (geçer akçe ) olacağına, soyun edep ile olduğu zaman gerçek asalet olacağına, soy, sop temizliğinin edeple yoldaş olması gerektiği eğer edep yok ise in- sanlar arasında adı bilinse de, üstünde bina kurulmuş temelsiz direklere benzeyeceğine değinen Âşık Paşa, babanın arkadaşlarının da, oğlu için mi- ras olduğuna dikkat çekmiştir.21 Yusuf Has Hâcib ise beylik için asil soyda gelinmesi gerektiğini, soyun babadan oğla devam ettiğini, asil insanın ölse bile soyunun kaldığını, dev- letin önemli kademelerindeki insanların soylu aileden gelmesi gerektiğine yer vermiştir.22 Görülmektedir ki her ikisi de Türk toplumunda soyun nekadar önemli bir yerinin olduğunu geleceğe aktarmışlardır. D. Diğer Konular Âşık Paşa’da geniş yer bulan ahilik ilkelerinin Kutadgu Bilig’de de yer aldığını görmekteyiz. Ahiliğin prensiplerinden olan cömert olmak, kana- at sahibi olmak, ikramda bulunmak ,marifet ve ehliyet sahibi olunması 18 Bahaeddin Ögel Türk Kültürünün Gelişme Çağları II,Meb- İstanbul 1971, s. 18; Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul-1988, s.246. 19 Aşık Paşa, a.g.e., c. I/2, s. 603. 20 Yusuf Has Hâcib, a.g.e., s. 94, 116, 326, 98. 21 Aşık Paşa, a.g.e., c.I/2,s. 643. 22 Yusuf Has Hâcib, a.g.e., s.125, 148, 149, 164, 165, 181. 1472 gerektiğine, zengin ve fakir herkesle iyi geçinmeye, küfür aldatma, hile, fitne, gazab, hasetlik gibi hasletlerden kaçınılması gerektiğine Kutadgu Bilig’de yer verilmiştir.23 Garibnâme’de yer yer altın, gümüş ve demirden bahsedilmekte ve işle- meciliğin nasıl yapıldığına yer verimektedir24. Kutadgu Bilig de de değerli madenler arasında altın ve gümüşün sayılması25 bu madenlerin Âşık Paşa döneminde de toplum içindeki özelliğini koruduğunu bize göstermekte- dir. Her iki eser incelendiğinde bu kadar benzerliğin ayrı yüzyıllarda yazıl- mış olmalarına rağmen bir arada yer alması dikkat çekicidir. Bu da her iki eserin de aynı kaynaklardan beslendiğini bu kaynakların ise Türk ve İslâm kültürü olduğunu bize göstermektedir. 2. Aşık Paşa’nın Garib-Nâmesin’de Yunus Emre İzleri Yunus Emre XIII. yüzyıl ikinci yarısında ve XIV. yüzyılın başında Anadolu’da yaşamıştır. Onun yaşadığı dönem itibariyle Anadolu (Türki- ye) Selçukluların (468-708/1075-1308) sonu ile Osman Gazi devirlerine rastlamaktadır. Yunus Emre’nin hayatı hakkında çok şey bilinmemekle be- raber, Onun, h.720/m.1320 yılında 82 yaşında vefat ettiğine dâir önemli bir bilgi günümüze kadar ulaşmıştır. Divan ve Rısaletü’n-Nushıyye adlı iki eseri bulunmaktadır. Biz bu iki eserden yola çıkarak Garib-nâme’deki izlerini araştırdık. A. Birlik Âşık Paşa bu konuya birinci babında yer vermiş ve buradaki on destanı birlik fikrine ayırmıştır. Yer yer diğer bablarda da görülmesi birlik düşün- cesinin Gârib-nâme’nin ana konusunu oluşturduğu izlenimini vermekte- dir. Nitekim Hasan Fehmi Turgal “vahdet” fikrini, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu müjdeleyen bir fikir olarak tefsir etmiştir. 26 Fuad Köprülü, bu görüşü eleştirerek tamamıyla indî bulmuştur.27 Mehmet Kaplan “Âşık Paşa ve Birlik Fikri” makalesinde Hasan Fehmi’nin Garib-nâme ile o de- virde kurulmakta olan Osmanlı Devleti arasında bağlantı kurmasını ve Fuat Köprülü’nün de Âşık Paşa’nın “vahdet” fikrine sadece tasavvufî bir düşünce gözüyle bakmasını da doğru bulmayarak sözlerine şöyle devam etmiştir: “Metin dikkatle incelenirse, görülür ki, Âşık Paşa “vahdet” fikrine 23 Yusuf Has Hâcib, a.g.e., s.29, 34, 35, 62, 72, 108, 112, 105, 128-129, 134. 24 Âşık Paşa, a.g.e.,c.II/1,s. 351-353, 183-199. 25 Yusuf Has Hâcib, a.g.e., s.25, 66, 86, 132. 26 Tarım, Kırşehir Tarihi, s.107-108. 27 Köprülü, a.g.m. , s. 704.