ebook img

Asi Gezegen Tyrann - Isaac Asimov PDF

295 Pages·1983·0.92 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Asi Gezegen Tyrann - Isaac Asimov

ASİ GEZEGEN TYRANN Isaac Asimov Birinci Bölüm Oda, alçak bir sesle kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ancak duyulabilen, kesintili bir sesti bu. Başka hiçbir sese benzemiyordu ve bu fısıltının bir tek anlamı vardı: Ölüm tehlikesi. Ama Biron Farrill'i huzursuz ve ağır uykusundan uyandıran bu ses olmadı. Yanı başındaki sehpadan gelen ses sinyaline karşı yatakta bir o yana, bir bu yana dönerek mücadele veriyordu Biron Farrill şimdi. Sonunda gözlerini açmadan elini uzatıp düğmeye bastı ve: - Alo, diye homurdandı. Aynı anda kısık, fakat kuvvetli bir ses odayı doldurdu, ama Biron kendinde sesi alçaltacak cesareti bulamadı. Bir ses: - Biron Farrill'le görüşebilir miyim? diyordu. Farrill, mayışık bir sesle: - Benim, dedi. Sen kimsin? Ses yeniden duyuldu: - Biron Farrill'le görüşebilir miyim? Farrill, simsiyah bir karanlığa açtı gözlerini. Aynı anda iki kötü şeyi birden hissetti: Dili kupkuruydu ve odada tarifi imkânsız bir koku vardı. - Benim, dedi tekrar. Konuşan kim? Ama karşıdaki ses bu cevabı duymamış gibiydi sanki. Daha yüksek bir sesle tekrar etti: - Farrill'i verin bana! Biron Farrill ile konuşmak istiyorum, Biron dirseklerine dayanarak doğruldu, vizifon'a doğru döndü "resim" düğmesine bastı. Aynı anda minik bir ekran aydınlanıverdi. Farrill bir defa daha tekrar etti: - Benim. Ekranda Sander Jonti'nin hafifçe asimetrik hatlarını tanımıştı. Homurdandı: - Yarın ara beni Jonti! Yarın! Tam konuşmaya son vereceği sırada Jonti'nin sesi yeniden duyuldu: - Alo... Alo... Kimse yok mu orada? Ben üniversitede 526 numaralı odadayım. Alo!... O sırada vizifonun çalıştığını gösteren ışığın yanmamış olduğunu farketti. Bir küfür savurarak vizifonu tekrar açtı, ama ışık yine yanmadı. Cihaz bozulmuştu herhalde. Sonunda uğraşmaktan vazgeçti ve ekran, dikdörtgen bir boşluğa dönüştü. Biron tekrar örtünün içine gömüldü. Çok öfkelenmişti. Her şeyden önce hiç kimsenin onu gecenin yarısında uyandırmaya hakkı yoktu. Duvar saatinin ışıklı ekranına baktı: Ucu çeyrek geçiyordu. Üniversitede ışıkların yanmasına daha dört saat vardı. Üstelik böyle zifirî karanlıkta uyanmaktan da nefret ederdi. Dört yıldan beri dünyada yaşıyordu ve hâlâ kalın betonarmeden yapılan, penceresiz, alçak yapılı evlere alışamamıştı. Bin yıllık bu gelenek, insanların atom bombasından korunmak için kuvvet alanları kullanmayı keşfetmesinden önce başlamış ve o zamandan beri süregelmişti. Ama bütün bunların üzerinden yüzyıllar geçmişti. O devirde bir atom savaşı dünyayı mahvetmiş; toprakların büyük bir bölümü sonsuza kadar radyoaktif olmuş ve kullanılmaz hale gelmişti. Artık kaybedecek bir şeyi yoktu dünyanın. Ama mimarî hâlâ eski korkuları yansıtıyordu. Biron yeniden doğruldu. Çok tuhaf! Nefesini tutarak dinledi... Dikkatini çeken odanın içindeki tehdit edici mırıltı değildi. Başka bir anormallik, daha, tehlikeli başka bir anormallik vardı. Alışageldiği hafif hava akımını hissetmiyordu artık. Bunu fark eder etmez, odadaki havanın ağırlaştığını, sıkıcı bir hale geldiğini hissetti. Havalandırma sistemi bozulmuştu ve durumu haber vermek için vizifonu da kullanamıyordu! Kendini toparlayınca bir defa daha denedi. Dikdörtgen ekrandan ölü bir ışık yayıldı içeriye. Cihaz alıcı görevini yapıyor, ama verici görevini yapmıyordu. Zaten yapacak bir şey yoktu. Sabah olmadan hiç kimse tamir etmek için buraya gelmezdi. Esneyerek gözleri ovuşturdu sonra el yordamıyla terliklerini aradı. Hava akımı kesilmişti ha? İçerideki garip kokunun sebebi de bu olmalıydı. Arka arkaya birkaç defa kokladı: Nafile, kokunun ne olduğunu anlayamamıştı. Bir bardak su almak için banyo dairesine giderek ışığı yakmak istedi. Aslında bir bardak su için ışığı yakmaya lüzum da yoktu ama, otomatik bir hareketle yapmıştı bu işi. O zaman ışığın yanmadığım fark etti. Hırslandı, hırslı hırslı düğmeye bastı ama hiçbir sonuç alamadı. Suyu içince biraz rahatladı. Odaya geri döndü. Esnemesini bastırarak odanın ışığını yakmak istedi. Hayır, orası da yanmıyordu. Biron yatağa oturdu iri ellerini bacaklarına dayayarak düşünmeye başladı: Evet, hiçbir kimsenin bir üniversite otelinde dört yıldızlı turistik bir oteldeymiş gibi hizmet beklemesine imkân yoktu. Ama yine de bazı şeylerin yapılmasını istemekte hakkı vardı! Aslında bu durumun onun için pek önemi yoktu. Şu anda yaptığı iş sınav sonuçlarını beklemekten ibaretti ve başarılı olduğuna da yüzde yüz inanıyordu. Uç gün sonra bir daha dönmemek üzere odasını terk edecek, üniversiteden ve dünyadan ayrılacaktı. Evet dünyadan ayrılacaktı! Ancak, arızayı bildirmesinde de bir yarar vardı, Pekâlâ koridora telefon edebilirdi, belki ışığın yanmasını, hiç değilse havalandırma düzeninin çalışmasını sağlayabilirlerdi. Yoksa burada boğulmak işten bile değildi. Daha doğrusu kendisi psikosomatik bir boğulma hissine kapılıyordu. Şunun şurasında iki gecesi kalmıştı sadece! Vizifonun ölü ışığında, ayağına bir şort, sırtına bir fanila geçirdi. Bu kadar giyim yeterdi. Ayağında terliklerle çıkmasında bir sakınca yoktu. Gerçi beton çok kalın olduğundan çivili çoraplarını da giyebilirdi ama şimdilik buna gerek görmüyordu. El yordamıyla kapıyı bulup kolu çevirdi. Bir "tıkırt" sesi duyuldu ama, kapı açılmadı. Birkaç defa denediyse de değişen bir şey olmadı. Gülünç bir şeydi bu. Acaba genel bir cereyan kesilmesi mi vardı? Ama mümkün değildi bu. Duvar saatinin ışıklı ekranı yanıyor, vizifondan da ışık çıkıyordu. Acaba başka öğrencilerin soğuk bir şakası mıydı? Öyleyse Allah razı olsun onlardan doğrusu! Gerçi çocukça falandı ama, bazen bu gibi şeyler olmuyor değildi. Hattâ birkaç defa kendisi de bu tip soğuk şakalara katılmıştı. Arkadaşlardan birinin gündüz odasına girmiş olması pekâlâ mümkündü. Ama o da olamazdı; çünkü yatmaya geldiği zaman hem havalandırma çalışıyordu hem de cereyan kesik değildi. Olabilir. Gece de girmiş olabilirlerdi içeri. Aslında bina modası çoktan geçmiş bir yapıydı. Elektrik akımını küçük bir gayretle kesivermek de pekâlâ mümkündü. Kapıyı açılmaz hale getirmek de aynı derecede kolaydı. Şüphesiz çocuklar, Biron'un, sabahleyin dışarı çıkmak için kapıyı açmaya çalışırken ne hale düşeceğini düşünerek için için alay ediyorlardı onunla! Onu ancak öğleye doğru kahkahadan kırılarak dışarı çıkarırlardı. Biron: - Ha, ha, ha, ha! diye bir kahkaha attı ama, aynı anda bunda hiç de komik bir taraf olmadığının farkına vardı. Şu anda yapacak bir şeyi yoktu; ama yine de içinde bulunduğu durumdan kurtulmaya çalışacaktı. Bir şeyler yapmalıydı. Yatağına doğru yürürken, ayağı, madenî bir gürültüyle yuvarlanan küçük bir şeye çarptı. Çömeldi, el yordamıyla cismi aramaya başladı. Bulunca, ne olduğunu anlamak için vizifonun ölü ışığına yaklaştırdı. (Aslında burada büyük bir hataya düşmüşlerdi. Sadece konuşmayı kesmekle kalmadan her türlü bağlantıyı kesmeliydiler). Eline aldığı cisim küçük, metalik bir silindirdi. Silindirin dışbükey olan üst tarafında küçük bir delik vardı. Tuhaf bir koku çıkıyordu delikten. Biraz önce odadaki acayip kokunun nereden geldiğini artık anlaşılıyordu. Hipnit idi bu. Öyle ya, çocukların odadaki işlerini bitirmeden önce uyanmaması lâzımdı. Biron şimdi olup bitenleri daha iyi anlıyordu. Kapıyı zorlayıp açarak içeri girmişlerdi. Aslında zor bir iş değil bu, tek tehlikesi kendisini uyandırmalarıydı. Ayrıca gündüzden ufak bir gayretle kapının iyice kapanmasını da önlemiş olabilirlerdi. Zaten birazcık aralasalar bile ipnit tüpünü kolayca içeriye fırlatabilir ve kapıyı çekebilirlerdi. Uyutucu madde, istenen dozu buluncaya kadar ağır ağır silindir mahfazasından dışarı sızmış, arkadaşlarının uyuduğunu anlayan çocuklar da, hipnite karşı maske takarak korkmadan içeri girmişlerdi. Uzay aşkına! Zaten bu iş hiç de zor değildi. Islak bir mendil, insanın bu gazın etkisinden on beş dakika koruyabilirdi. Bu durum aynı zamanda havalandırmanın niçin kesilmiş olduğunu da aydınlatıyordu. Eğer havalandırma kesilmese, hipnitin etkisi azalacak ve belki de onu uyutamayacaktı. Bundan sonra vizifonu susturmaya kalıyordu iş. Böylece yardım istemesi de mümkün olamayacaktı. Tabii dışarı çıkmasını önlemek için kapının kilidini bozmaları da şarttı. Elektrik düzenini bozmak da onu korkutmak içindi elbet. Aferin çocuklara! Doğrusu yaman bir oyun oynamışlardı. Biron hırsla içini çekti. Elbette ki çok kızmıştı bu işe. Ama belli etmeyecekti bunu. Arkadaşlarının kendisini şakadan anlamayan biri olarak tanımalarını istemiyordu. Şu anda içinden gelen tek şey zorlayıp kapıyı açmak, bu gülünç olaya son vermekti. Bunu düşünürken bütün kuvvetinin kaslarında toplandığını hissediyor, ama kapıyı zorlamanın hiçbir yararı olmayacağını da biliyordu. Çünkü kapı bir atom bombasının rüzgârının yapacağı basınca karşı koyacak şekilde yapılmıştı. Hep bu lanet gelenek! Ama bunu onların yanına bırakamazdı. Mutlaka bir yolunu bulup arkadaşlarının tasarladığı şeyin sonuna kadar gerçekleşmesini önlemeliydi. Ama her şeyden önce ışığa ihtiyacı vardı. Vizifonun ışığından daha kuvvetli bir ışığa. Mesele değildi bu: Dolapta bir elektrik feneri olacaktı. Dolabın kapağına uzanırken, ona da bir oyun oynamış olabileceklerini düşündü ama, hayır, kapak, kolayca açıldı. Doğrusu açılmasa pek şaşmazdı. Herhalde fazla vakitleri olmadığı için dolapla uğraşmamışlardı. Elinde cep feneriyle dolaptan uzaklaştığı sırada bütün bu teorileri bir anda yerini korkunç bir endişeye bıraktı. Vücudu kaskatı kesildi ve iyice duyabilmek için nefesini tuttu. Uyandığından beri ilk defa ilk defa odadaki mırıltıyı fark etmişti. Hiç kesintisiz bir konuşmaya benzeyen bir sesti bu. Ve aynı anda mahiyetini anladı. Aldanmasına imkân yoktu. Bu "dünyanın ölüm şarkısı" idi. Bin yıl önce icat edilmiş bir müzikti bu. Aslında ses, bir radyasyon sayacının çıkardığı kendine özgü gürültüden ibaretti. Sayaç içinden geçen yüklü zerrecikleri ve katı radyasyonları sayarken bu sesi çıkarıyordu. Ses, sayısız elektronik impulslarından ibaretti. Ve bu impulsların çıkardığı mırıltının tek anlamı vardı: Ölüm! Biron ayaklarının ucuna basarak yavaşça geriledi, iki adım kadar uzaklaşınca el fenerini yakarak dolabın içini

Description:
…Autarque dehşet içinde Rizetté dönerek haykırdı:- Hain!- Hayır efendim, ben hain değilim. Asıl hain Widemos Raucherin’e ihanet eden ve onun ölümüne sebep olandır. Bunu siz kendi ağzınızla söylediniz. Öyle ki yalnız ben değil, ekipte bulunan herkes duydu. Ve artık tüm ekip
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.