ebook img

arif tekin PDF

199 Pages·2016·1.44 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview arif tekin

1 ARİF TEKİN Sümerler’den İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler 2 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ : 5 BAŞLARKEN : 23 1- KUTSAL DİNLERDE ANLATILAN KAİNAT YARADILIŞININ TARİHTEKİ KÖKENİ : 36 2- VAHYİN/MESAJIN TANRIDAN GELME HİKAYESİ : 60 3- SÜMERLERDE, DEMOKRASİ, EĞİTİM VE ADALET : 72 4- İSLAM’DAKİ BAŞÖRTÜSÜ İLE HAC’DA YAPILMASI GEREKEN TIRAŞ İŞLEMİNİN SÜMER’DEKİ KÖKENİ : 89 5- KUTSAL KİTAPLARDAKİ ÖNEMLİ CEZALARIN KÖKENİ : 104 6- KUR’AN VE TEVRAT’A GÖRE MUSA PEYGAMBER KATİL, KARDEŞİ HARUN PEYGAMBER DE PUT USTASIYDI : 130 7- KUR’AN SCUD VE PETRİOT FÜZELERİNİ Mİ ANLATIYOR! : 159 8- MUHAMMED TANRIYA İNANIR MIYDI, YOKSA...? : 170 BİTİRİRKEN : 198 3 Bu çalışmamı, beni okumağa teşvik eden, bu konuda bana imkân sağlayan merhum anne-babama; bir de kalemleriyle insanları din tabusundan kurtarmağa çalıştıklarından dolayı öldürülen tüm aydın insanlara saygıyla ithaf ediyorum. 4 ÖNSÖZ ÖNSÖZ A) Neden acaba durup dururken kalkıp Kur’an hakkında, “Eski örf adetlerin, mitolojilerin bir biçimiyle devamıdır, bunun tanrısal bir yanı yoktur, Muhammed’se sadece kendi döneminin önemli bir ismi/ bir devrimcisidir...” gibi çok sert eleştirilerde bulunayım ki! Acaba hangi nedenler beni bu aşmaya getirdi veya ne gibi etkenler beni bu gibi yazıları yazmağa zorladı? Kitleleri ilgilendiren inanç gibi çok hassas konularda yayın yoluyla kamuoyuna bilgi vermek, salt Kur’an’ın içeriği akla uygun değildir, hepsi masaldır gibi soyut ifadelerle onu karalamak tabi ki gerçekçi bir yaklaşım değildir. Evet; elbette ki Kur’an konusunda beni benzer yazıları yazmaya sevk eden önemli ve haklı nedenler olmasaydı bu yolu seçmezdim. Kitapta bunları hep birlikte göreceğiz. Hemen burada bir hatırlatma yapayım: Kitabın önsözü bir hayli uzun olacak. Çünkü bana göre bunlar önemli şeylerdir. İnanıyorum ki okuyucu rahatsız olmaz. İlk başta İslamiyet, diğer Müslümanlar gibi tahlil sonucu tercih ettiğim bir inanç modeli değildi/ İslam bir çevrede dünyaya geldiğim için işin doğası gereği benimsemek zorunda kaldım. Dünyanın (diğer inançlara sahip) bir başka coğrafyasında doğup büyüseydim ben de oranın inançlarını benimserdim; bu herkes için geçerlidir. Ne diyelim, Müslümanlar İslam bir çevrede dünyaya geldikleri için tanrıya daha fazla ibadet etsinler; hele eğer Küba, Çin gibi İslamla hiç ilgisi olmayan bir toplumda dünyaya gelselerdi vay hallerine hepsi kafir olacaktı! Demek ki tanrı onlara torpil yapmış! Benim çocukluktan beri hep tepkici bir yanım vardı/ her söylenene hemen “evet” demezdim. Bununla birlikte Kur’an’ın Allah’tan geldiğine inanırdım. Zaman zaman aklımın kabul etmediği ayetler hakkında notlar tutar, tefsirlere/ Kur’an’ın şerhlerine bakardım; ancak bu durum, Kur’an’ı inkâr edecek derecede inancımı sarsmıyordu. Beni, Kur’an’ı eleştirmekten uzak tutan, inancımın sarsılmaması noktasında sigorta durumunda olan bilgi değil; korkuydu (bu korku, her Müslüman için geçerlidir). Şöyle ki, kendi kendime, “Bak! Dünyanın hemen hemen her 5 ÖNSÖZ coğrafyasından yaklaşık bir milyar insan İslamiyeti benimsiyor; kala kala bu tehlikeli iş sana mı kaldı/sadece bu bilgileri sen mi biliyorsun? Çok yazıktır; hem akrabanı, dostlarını... kaybedersin, hem de tüm inananlar sana düşman kesilir. Ayrıca daha önce ne cin, ne de insanlardan hiç kimsenin kendilerine dokunmadığı (Rahman suresi, 56, 74. ayetler) cennetteki tomurcuk memeli kızlardan/ hurilerden (burada okuyucunun affına sığınıyorum; tomurcuk memeli terimi Kur’an’ın kendi ifadesi olduğu için yazdım; yoksa terbiyem bunu kaldırmaz), yine cennetteki şarap, süzme bal ve süt ırmaklarından (Muhammed suresi, 15. ayet) ve cennetin diğer nimetlerinden mahrum kalacaksın; aksine cehennemde ebediyen yanacaksın...” der, sanki kendimde bir kusur, bilgi eksikliği var gibi inanır, eleştirilere cesaret edemezdim. Bu durum 1990’lara kadar zikzaklı geçti. Bu tarihten itibaren Kur’an sistemini eleştirme konusunda -imkanlarım nispetinde- çalışmalarıma başladım. Çünkü aklım Kur’an’daki olup bitenleri bir türlü kabul etmiyordu. Ayrıca çevrem bilir ki o dönemlerde çok karmaşık problemlerim de vardı; buna rağmen araştırma işimden vazgeçmedim. İlk yıllarda herkesin kafasına gelebilecek basit çelişkiler zihnimi kurcalıyordu. “İlim maluma tabidir” misali, ben de ilk önce gördüklerimden etkilendim. Örneğin; Müslüman olan Arap ülkeleriyle İsrail çelişkisi, Avrupa ve ABD’nin İslam ülkelerine nispeten çok ileride olmaları gibi faktörler etki yaptı. Tabi ki İslamiyetin pratiğinden bu gibi somut olumsuzlukları görünce, ister istemez Kur’an hakkında, “Kişinin zikri ne ise acaba fikri de mi odur?” sorusu aklıma geliyordu. Benzer nedenlerden dolayı İslamın anayasası olan Kur’an’ın içeriği üzerinde durmağa karar verdim; neticede vardığım sonuç hiç de pratikten farklı çıkmadı. Bunu, kitap boyunca hep birlikte göreceğiz. İlk yıllarda beni Kur’an hakkında çelişkilere sevkeden az önceki örnekleri biraz açmak istiyorum. 1) ABD ve Avrupa gibi demokrasi ile yönetilen ülkelerin her bakımdan İslam ülkelerinin önünde olmaları önemli bir çelişki: Bu konuda kendi kendime ‘mademki iddialara göre Kur’an’ın arkasında kainatın yaratıcısı vardır, o halde neden daha dün keşfedilen ABD şu an dünya lideri durumunda ve İslam tarihine baktığımızda buraya hiçbir peygamber de gönderilmemiş. İslami kaynaklara göre 124 bin (hatta bazı rivayetlere göre 224 bin) peygamber -genelde- Mısır, Hicaz, İsrail, Filistin bölgelerine gönderildi de ne halledildi, tanrı niçin pes etti, neden elini uzattığı yerler (her yönüyle) geri kaldı? Başka bir deyimle, neden Amerika ve Avrupa (gerçi Hıristiyanlık Avrupa’ya ithal edilip onun yüzünden birçok zayiatlar oldu, engizisyon 6 ÖNSÖZ mahkemelerinde sayısız bilim adamları süründü ise de, Avrupa sonunda din olayını arka plana çekebildi) tanrı modeli dışında kendi kurdukları sistemleriyle bu günkü aşamaya gelebildiler de tanrının o kadar özen gösterdiği bölgeler geri kaldı? Tabi ki bu gibi soruların yanıtını şimdilik vermiyorum; kitapta benzer soruların temel yanıtları bulunacaktır. Ancak yanıt mahiyetinde şimdilik kısa bir bilgi vermek istiyorum. Kur’an’a göre Kur’an’ın kendisi Allah’ın kelamıdır ve kıyamete kadar da tüm sistemlerin önünde/ üstünde olmalıdır. Tabi ki durum böyle olunca insanın fikrinde gelişme olamaz. Çünkü Kur’an’î anlayışa göre her şey bu kitapta vardır. Bu durumda da doğal olarak toplumda tıkanma meydana gelir. Basit bir örnek vereyim. Türkiye’de, Bediuzzam Sait Nursî’nin (1876-1960) mimarı olduğu Nurculuk hareketi meşhur. Şu an Türkiye’de varolan tüm dini cemaatler içerisinde en etkili olanın bu olduğu zaten tartışmasızdır. Sait Nursi Kur’an’daki, “Yaş, kuru her şey kitapta vardır” anlamındaki ayetlere (örneğin, En’am suresi, 59) takılarak nerdeyse bütün teknolojik ürünler için Kur’an’da yer bulmağa çalışmış, bu yöntem için de kendi kaynaklarında ilginç örnekler vermiştir. Kur’an’da “Sebe” suresinin 15.ayeti, Sebelilerin evlerini anlatır. Sait Nursi bu ayeti, (ebced hesabını uygulayarak) İstanbul’un 1453’te fethedileceğine kanıt olarak göstermiştir. Yine kıyamet günü Allah’ın peygamber ve inananlardan hoşnut olacağını ifade eden “Tahrim” suresinin 8. ayetine de kendi kurduğu “Nurculuk” hareketini yerleştirmiş, tabir caizse kendi yazdıklarına da bu ayette yer edinmeğe çalışmıştır. Muhammed zamanında olmayan, daha sonra icadedilen tren için de “Yasin” suresi 42. ayette yer bulmaya çalışmıştır. (Sırf ebces/ matematiksel yöntemle olayları zorla Kur’an’a yerleştirme konularına “Sikke-i Tasdik-i Gaybi” adlı eserini ayırmıştır. İstanbul’un 1453’te fethedileceğine ilişkin açıklamayı ise “Büyük Sözler” adlı yapıtında yapmıştır/ Hele şu örnek gerçekten çok ilginç: Kur’an’da Al-i İmran suresinin 154.ayetinde/ cümlesinde nerdeyse Arap alfabesinin tüm harfleri geçiyor. Ayet bir savaş esnasındaki Müslümanların halini anlatıyor. Sait Nursi bu ayetteki harflerin sayıları hakkında şunu söylüyor: Allah öylesine adildir ki, bakın bir cümle oluştururken cansız olan harfler arasında bile eşitlikten vazgeçmiyor. Kendisi burada öyle bir hesap yapıyor ki (ebced hesabı) bunun gerçekle hiç ilgisi yoktur. Kaldı ki, yaptığı hesap da yanlıştır. Çünkü bu cümledeki harfler arasında bir eşitlik söz konusu değildir. Üstelik Kur’an’daki 7 bine yakın ayetten buna benzer ikinci bir ayet de yoktur. Yani diyelim 7 bin ayetten bir ayetteki 7 ÖNSÖZ harflerin sayısı tesadüfen eşit çıktı; bundan kalkıp olağanüstü bir anlam çıkarmak doğru olur mu? Gerçekten şahsen merak ediyor acaba bu anlayışta olanlar, hızla icadedilen teknolojinin bu sayılmayacak yeni ürünlerini Kur’an’ın neresine yerleştirecekler! En ilginci, bazı İslami yazarların (ki gerçekle hiç ilgisi olmadığı halde) Kur’an’a yerleştirmeğe çalıştıkları şeyler de hep gayrimüslimlerin icatları. Yani inanmayanlar teknoloji ürünlerini var ediyorlar, İslami yazarlarsa Kur’an’a yerleştirmek için bunlara ayet bulmakla meşguller; ama Kur’an’ın ayetleri bitti fakat teknoloji sonsuza dek devam edecek. Maalesef bir toplumda inanç bu olunca onun ilerleme imkânı hiç mümkün olamaz. Sait Nursi aynı zamanda kendi kitaplarında, “Avrupa İslamiyete gebedir, er geç Müslüman olacaktır” diyor. Kendisi 1960’da vefat edince, hemen akabinde Türkiye’nin o günkü yöneticileri Avrupa Birliğine üye olmak için müracaatta bulunuyorlar. Demek ki iş İslam düşünürlerine kalırsa Türkiye yaklaşık 40 yıldır boşuna Avrupa Birliğine üye olmak için uğraşıyor. Ona göre nerdeyse an meselesidir ki tüm Avrupa İslamiyeti kabul etmek üzeredir! Benzer İslamî düşünürler çoktur; ancak Sait Nursi’nin Türkiye’de 1. derecede etkili bir isim olması nedeniyle ben burada bilerek ondan birkaç örnek sundum.(*) (*) Sait Nursî aktif mücadeleye başladığı ilk yıllarında Kürtlerin haklarını savunan, hatta bunun için zaman zaman değişik aktivitelerde bulunan (Gazete, cemiyet, dergi gibi), en önemlisi de bu konuda dönemin padişahı A. Hamit’e istekte bulunarak, Van ili merkez olmak üzere “Med-Zehra” adı altında bir Kürtçe üniversitenin kurulmasını, yine bu bölgede aynı üniversiteye bağlı farklı branşlarda Kürtçe diliyle fakültelerin açılmasını talep eder. Bu teklif yüzünden padişah ona deli damgasını vurur ve “Topbaşı” tımarhanesine gönderir. Kitaptaki bilgilere göre onu muayene eden doktorlar kendisine hayran kalarak ondan özür bile dilerler. Bu hadise, Sait Nursi’nin kitaplarından hala Osmanlıca olarak piyasada bulunan Asar-ı Bediiyye’de anlatılmaktadır. İlginçtir ki, bütün kitapları Osmanlıca’dan Türkçe’ye çevrildiği halde bu eser hala piyasalarda Osmanlıca olarak satılmaktadır. Sormak lâzım: Türkiye’de şu an kim Osmanlıca okuyabiliyor ki bu eser hala Osmanlıcıdan Türkçe’ye çevrilmemiş ve yine cemaatinden sormak lâzım: Acaba neden bugüne kadar bu kitabı da diğerleri gibi öz Türkçe’ye çevirmediniz; bu mudur üstadınıza bağlılığınız? Devlet yetkilileri şeyh Sait ayaklanmasıyla ilgili ‘belki Sait Nursî de Kürt hareketine katkı sunar’ hesabıyla, onu memleketinden alıp batı tarafına sürgüne gönderir; orada her ne hikmetse bambaşka bir Sait Nursi/ eski Sait yerine yeni Sait denmeğe başlanır. Kısaca diyebilirim ki, Sait Nursi’nin gerçek kimliği, İslamî bir çerçevede Kürtlerin haklarını savunmaktı. Şahsen kendi kitaplarından çıkardığım şudur ki, onun defalarca mahkemelere gitmesinin nedeni her ne kadar görünürde İslamî faaliyet/ irtica olarak gösterilmişse de, işin perde arkasında hakimlerin, onu göz hapsine alıp mimik ve jestlerinden, psikolojisinden Kürtçülük ruhunun hala kendisinde varolup olmadığını tespit etmekti; hakkındaki irtica iddiaları bir taktik olarak uygulanıyordu. Nitekim kitaplarının devlet tarafından bedava bastırılıp yayınlanması için dönemin iktidar milletvekillerinin, başbakan Adnan Menderes’e teklif götürdükleri belgelerle sabittir. Bu konuda Malmisanij’in Sait Nursi ile ilgili yazdığı kitabında önemli bilgiler mevcuttur. Eğer onun devletle problemi irtica olsaydı, devleti yönetenler bugün de kitaplarını ve buna bağlı olarak cemaatinin faaliyetlerini yasaklamaları gerekmez miydi! Bana göre sürgünden sonraki kitapları kesinlikle onun asıl kimliğini yansıtmıyor. 8 ÖNSÖZ 2) Dediğim gibi beni Kur’an hakkında ilk etapta şüpheye sevkeden noktalardan biri de Müslüman Araplarla İsrail’in durumu oldu. Bu konuda kısaca şöyle diyeyim: Maide suresinin 64. ayetinde Kur’an’ın Allah’ı, “Biz, Yahudilerin aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin bıraktık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez” demesi ve yine Allah’ın Muhammed’e hitaben aynı surenin 82.ayetinde yeminle başlayarak, “iman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun. Yine inananlara sevgi bakımından en yakın olarak da: “Biz Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun. Çünkü onlar içinde kibirlenmeyen keşişler ve rahipler vardır” demesi, bugünkü İslam-İsrail ilişkisi noktasında ciddi bir çelişki olarak karşıma çıkıyordu. Burada iki nokta önemli: Birincisi, kutsal kitaplara göre Allah ilkin Yahudilik dinini gönderiyor, bunu yaymak için de birçok peygamber görevlendiriyor; hatta bazen baba-oğul (Davud, Süleyman ve Yakup-Yusuf gibi), bazen abi-kardeş (Musa, Harun gibi) birlikte gönderdiği halde olumlu bir sonuç almadan onları terkediyor ve İslamiyet adı altında yeni bir din yollayarak Muhammed ve taraftarlarının eliyle onların, Beni Kureyza, Beni Nadir ve Beni Kaynuka gibi savaşlarda -nerdeyse- sonlarını getiriyor. Burada demek istediğim, kutsal kitaplara göre Yahudilik de temelde Allah’a dayanır; ama aynı Allah günün birinde kalkıp kendi adamlarını düşman ilan eder. İkinci bir çelişki de, az önce sözünü ettiğim ayetlerle onlardan hayat boyu ne köy çıkar, ne de kasaba dendiği halde bugünkü İsrail pratiğinin benzer ayetleri yalanlaması. Örnekler çoğaltılabilir. İşte ilk başta benzer görsel çelişkiler kafamı kurcalıyordu. Tabi ki zaman için işin içine girince gerçeği anladım ve sonuç bu aşamaya geldi. B) Bilindiği gibi Avrupa’da 15. asırda Hıristiyanlığa karşı başlatılan reform hareketleri amacına ulaştı ve Avrupa bugünkü aşamaya gelmeyi başardı. Ben, “Batı aleminin bu hale gelmesinin yegane nedeni dinde yapılan reformdur” iddiasında bulunmuyorum; ancak Avrupa’nın değişiminde dinde yapılan reformun önemli etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Açıkçası, eğer beş asır önce dinde reform denilmişse artık bugün kafaların dini masallardan tamamıyla arındırılması gerekir, insanoğlu kendi sistemini kendisi bulup kurmalıdır diyorum. 9 ÖNSÖZ Zaten tarihe bakıldığında insanı kurtarabilecek ancak kendisidir; bunun dışında reçete aramak beyhudedir, abesle iştigaldir. Daha net konuşmam gerekirse; İslamiyette de reform yapılsın demek istemiyorum. Çünkü dinde yapılan reform, insanı belli bir süre daha oyalar ki, bu çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Nitekim günümüzde bazı İslamî yazarlar (Türkiye başta olmak üzere), demokrasinin nimetlerini İslama pompalamak suretiyle dine tekrar taraftar toplamağa çalışıyorlar. Millet eskiden beri Müslüman olduğu ve de hem pratikte, hem de teoride kendisini tatmin edici bir idare ve idareci sınıfı bulmadığı için (çaresizlikten) tekrar dine sarılıyor. Örneğin; 3 Kasım 2002’de Türkiye’de yapılan milletvekili genel seçimlerinde dinci bir parti ezici bir çoğunlukla meclise girip iktidarı ele geçirdi. Peki bu dinci parti sanki her alanda alternatif bir proje hazırlayıp halka sundu da ondan mı halk kendisini birinci yaptı! Onları birinci yapan sadece ve sadece din faktörüdür, din sömürüsüdür. Sormak lâzım: Acaba dinin propagandasını yapan hocalar olsun, siyasal İslamı getirmek isteyen partiler olsun, demokrasiyle yönetilen Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde seçime girip ora halkına bu masalları anlatsalar kimse onları dinler mi! Kimse bu sözlerimden, “Demek ki din sayesinde iktidara gelen AKP kazanmayıp onun yerine başka birisi kazansaydı Türkiye’nin durumu daha iyi olurdu?” anlamını kastettiğimi çıkarmasın. Amacım bu değildir. Bana göre şu an varolan partilerden hangisi kazansaydı hemen hemen durum aynıydı; toplum zaten hepsini denedi. Burada vurgulamak istediğim, dinin toplum üzerindeki kapsamlı etkisidir. Arkadaşlar bazen bana, “Nasıl olsa zaman içinde din masalları bilime ve teknolojiye yenik düşecek; sen boşuna bu riskli işi yapmış oluyorsun. Bir de din inancı, bir nevi polis görevini yapıyor, toplumda düzeni sağlama konusunda yardımcı oluyor. Hele fakir fukara için psikolojikmen moral kaynağıdır; eğer bu inanç da yok olursa o zaman her yönüyle toplumda tahribat meydana gelir...” gibi sözlerle güya dinin kalması daha iyidir tezini destekler mahiyette ifadeler sarf ederler. Hayır, bu söylem kesinlikle yanlıştır. Bir kere işi sadece zamana bırakmak, gafletten başka bir şey değildir. Bir de ağrı kesici mahiyetinde eğer dinle fakir fukara uyutulursa o zaman onların kalp, göz, böbrekleri... de gider haberleri bile olmaz. 10

Description:
eğitim ve siyasetin adı ilkel de olsa kutsal dinlerin ortaya çıkmasını sağlayan çok güçlü bir alt yapı niteliğini taşır. (11). Analecta Biblica, 12, Roma, s.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.