ARADIĞIM KİTAP İŞTE BU Erdinç Üstündağ Psikolojik Danışman ve Kişisel Gelişim Uzmanı Yayın No: 41 Aradığım Kitap İşte Bu Erdinç Üstündağ Genel Yayın Yönetmeni / Ahmet İzci Editör / Ünal Bolat İç Tasarım / Adem Şenel Kapak / Yunus Karaaslan Baskı - Cilt / Kenan Ofset Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 258 Topkapı-İstanbul (Tel: 0212 613 31 20) 1. Basım, Şubat 2013 İstanbul, Şubat 2013 ISBN: 978-9944-979-70-2 T. C. Kültür Bakanlığı Sertifika No:14111 © Avrupa Yakası Yayıncılık 2013 Avrupa Yakası Yayınları, İlgi Yayınlarının markasıdır. Avrupa Yakası Yayıncılık Çatalçeşme Sokak. No: 27/10 Cağaloğlu / İSTANBUL Tel: 0212 526 39 75 Belgegeçer: 0212 526 39 76 www.avrupayakasiyayinlari.com www.ilgikultur.com e-mail: [email protected] ARADIĞIM KİTAP İŞTE BU Erdinç Üstündağ Psikolojik Danışman ve Kişisel Gelişim Uzmanı Psikolojik Danışman ve Kişisel Gelişim Uzmanı Erdinç Üstündağ kimdir? Almanya doğumludur. İlköğretim okulunu Türkiye’de Malatya’da tamamladı. Eğitimine daha sonra Almanya’da devam ederek Psikolojik, Kişisel ve Mental Eğitimlerini Almanya´da tamamladı. Bu alanda NLP, YOGA, HİPNOZ eğitimi aldı. Psikoloji ve Kişisel Gelişim Uzmanı olarak Avrupa Psikoloji Merkezini kurdu. Avrupa’nın 15 ülkesiyle çalışmaya başladı. İstek üzerine Azerbaycan’a da psikoloji ve eğitim danışmanlığı ve kekemelik üzerine hizmet sundu. Psikolojik konulu makaleleri ulusal ve yerel medyada yayınlandı. STV, FOX Türk, SHOW Türk, TGRT EU, Kanal 7 Int, ATV Avrupa, Euro D, Euro Star, TRT kanallarında değişik zamanlarda uzman konuk olarak programlara katıldı. Değişik konularda ve yerlerde seminerler, eğitim konferansı, kişisel gelişim toplantılarında uzman olarak görev aldı. Özel ve kamu kurum ve kuruluşlarında, değişik şirketlerde mentörlük yaparak personel ve yönetici motivasyonu kursları düzenledi. Kekemelik üzerine hizmet sunarak on günde kekemeliğe son vermeyi başardı ve başarısını televizyonda canlı yayında ispatladı. Çok sayıda ulusal ve uluslararası tanınırlıktaki sanatçı ve mankene “Kariyer Koçluğunda” bulundu. Avrupa’da ve Almanya Kulüplerin futbolcularının bir kısmına danışmanlık hizmeti verdi. Bütün bu görevlerine aktif olarak halen devam etmektedir. Kendisi çok sayıda derneğin üyesi, buna paralelde Fransa Türk Tabipler Birliği üyesi olan Psikoloji ve Kişisel Gelişim Uzmanı Erdinç Üstündağ Türkçenin yanında Almanca ve orta düzeyde İngilizce biliyor. Eserimi aileme, meslek yaşantıma başladığım günden itibaren sürekli yanımda bulunan ve destek olan eşime ve oğlumuza ithaf ediyorum. Önsöz * Şu an size kalbimi ortadan ikiye açsam da hangi duygular ile yazıma başladığımı bir gösterebilsem… O kadar çok heyecanlıyım ve bir o kadar da mutlu… Malumunuz psikoloji, yani insanları anlama sanatı çok geniş kapsamlı olduğu kadar, çok da derin bir konudur. Mesele, evvela kendimizi anlamaktan geçiyor. Bakın ben kendimi nasıl anladım? * Erdinç Üstündağ, bir gurbetçi ailenin çocuğuydu. Yani günümüzün modern söylemiyle Eurotürk, bir zamanların klasik söylemiyle Alamancı… Şimdiki tanımlamayla Avrupalı Türk vatandaşı… Kim ne isim verirse versin beni ilgilendirmiyor… Beni ilgilendiren ne biliyor musunuz? Biz yüreği memleketi için çarpan, vatan topraklarını, ezan sesini özleyen, yolda TR plakalı bir kamyon görünce çevirip bir çay içen bir çocukluk döneminden gelen bir nesiliz. Sonuçta ben ailemin ilk çocuğu olarak Almanya’da dünyaya gelmişim. Adımı da “er” ve “dinç” olsun diye “Erdinç” vermişler. Doğumevinde hayata gözerimi açtığımda başucumda annem ve babam bir de Maria isimli Alman bir ebe hanım varmış sadece… * Ah o yıllar… Buralarda Türk marketlerinin olmadığı yıllar… Dil bilmezlik sebebiyle şeker yerine tuz alınan yıllar Bir teyze pasta yapmış zavallım, tuzlu olmuş, ne bilsin şeker yerine tuz koymuş içine… Evlerde banyo bulunmuyordu iyi mi? Yıkanmayı bilmiyordu burada insanlar… Gurbetçi aileler evde leğende yıkanırdı o yıllarda Türkiye’den izin dönüşünde bulgurunu da alıp getirdikleri dönemlerdi. Hatta bağ ve bahçelerimizde yetiştirilen kiraz veya kayısılar var ya… İşte espri ile derlerdi ki o yıllarda: “Bunların iri ve iyileri Avrupa’ya gider… Allah Allah bizde mi iyiydik ki Avrupa’ya gittik?” * Malum o yıllarda iletişim de şimdiki gibi değil… Mektup yazarsınız iki ayda gider, komşudan telefon açmak ise çok lüks bir duygudur. Örneğin benim ilk resmim Türkiye’ye gönderilip de Türkiye’de hasretle bekleyenlerin ellerine ulaştığında ben iki aylık olmuşum. Allaha şükür, imkânlar dâhilinde hasbelkader büyüdük. * İki yaşımda iken pastam bölünmüş ve bir kardeş gelmiş evimize… Daha da pastayı kimselere böldürmedim. Şimdiki gibi yeni mobilyalar dizili evler yoktu o yıllar. Eskiciden alınan ve şimdi adına ikinci el denilen müstamel dedikleri eşyalar ve hatta sokağa atılan kimi kullanılabilir eşyalar ile hayatını idame ettirenler vardı. Gerçekten anlatması bile zor günlermiş o yıllar… Bazen kendime, “şimdikiler her şeye sahip de ne kadar mutlu?” diye sormadan geçemiyorum. Çünkü o zamanlar, hafta bir gün radyoda 15 dakika Türkiye’nin sesini duyacağız diye kimseden çıt çıkmazmış. O yıllarda misafirliğe gitmek randevusuz ve rezervasyonsuzmuş. Bazen sohbetin tadına doyamaz, sabahlara kadar oturup sabah da işe uykusuz ama o mutluluk içersinde giderlermiş. Böyle anlatırdı eskiler… * Neyse… Benim hayat çizgim okul çağında Türkiye’den geçecektir… Çünkü ailem beni okumam için Türkiye’de bırakır. “Aman çocuk Türkiye’de okusun eline bir ekmek alsın. Nasıl olsa biz de çok sürmez temelli döneriz bu gurbetten” Bu duygu vardır gönüllerinde. Ben ne olacağım peki? Türkiye’de, akrabaların yanında kalarak ilkokula başlayacağım. Annem babam Almanya’da gurbette, ben ise ülkemde ikinci gurbeti yaşıyorum… Bu eziklik ve hasret duyguları içinde bitirdim beşinci sınıfı ve hiç unutamadığım o çocukluk yıllarımı. Lakin evdeki hesap çarşıya uymadı ve bizimkiler Türkiye’ye temelli dönemediler. Ne olacaktı şimdi? Ne olacak, Erdinç Almanya’ya dönecekti. Kabak yine benim başıma patlamıştı anlayacağınız… Bu arada içimde kalan ukde gibi çıkmak bilmiyordu ağzımdan kelimeler… Kekeliyorsun sen diyorlardı bana… Ezkaza biri gelip de adres sorarsa, sorduğuna soracağına pişman oluyordu kekemeliğim sebebiyle. Ama ben ne yapayım suç benim miydi? Beni o halde alıp götürdüler tekrar Almanya’ya… İyi de bende Almanca yok ki… Ben Türkçe biliyorum. Türkçe ile de bu gurbette olmuyor. Burada büyüseydim bülbül gibi şakırdım Almancayı… Ama hayat devam ediyordu elbette. Beşinci sınıftan “devam” dedik Almanya’da öğretime… * “Sen misin beni döndürüp duran dünya?” dedim içimden… Almanca kurslarına yazıldım… Kesmedi, ardından İngilizce kursları… Sanki sonradan görme gibi nerede bir kurs var, orada ben vardım… Her türlü enstrüman kursu bana uyardı… Ailemizin maddi durumu da eskisi gibi değildi. E yıllardır çalışıyorlardı, olsun o kadar… Flüt kursu mu dersiniz, piyano kursu mu? Bir sürü aktivite ilgi alanımdı… Ama şu kahrolası kekemelik bir türlü yakamı bırakmıyordu. Lakin kendime öyle özgüvenim var ki “ben bunu da yeneceğim” diyorum içimden. İnat ettim içimden… “Şimdi
Description: