ebook img

Antikacı Dükkancı 1 - Charles Dickens PDF

336 Pages·1991·1.22 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Antikacı Dükkancı 1 - Charles Dickens

Charles Dickens ANTİKACI DÜKKÂNI Birinci Cilt Çeviren: BEHLÜL TOYGAR MÎLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYINLARI: 2188 BİLİM VE KÜLTÜR ESERLERİ DİZİSİ: 499 Dünya Edebiyatından Seçmeler: 80 Kitabın adı: ANTİKACI DÜKKÂNI I Yayın kodu 9134.Y.0002.768 ISBN 975.11.05013 (Tk. No.) Baskı yılı: 1991 Baskı adedi: 20.000 Dizgi, baskı, cilt: MÎLLÎ EĞiTiM BASIMEVİ Yayımlar Dairesi Başkanlığı’nın 13.7.1990 tarih ve 5711 sayılı yazıları ile üçüncü defa 20.000 adet basılmıştır. ePub düzenleme: Meritokrasi Birinci Sürüm: 2014 ANTİKACI DÜKKÂNI I Ben ekseriya geceleri gezmeye çıkarım. Yaz günleri, sabahleyin evden erken ayrılır, bütün gün kırlarda ve kır yollarında gezer dolaşırım. Bazan günlerce ve haftalarca yerime, yurduma dönmediğim olur. Eğer kırda değilsem, ortalık kararmadıkça sokağa çıkmam. Bununla beraber; çok şükür her mahlûk gibi güneşin dünyamıza saçtığı ışık ve neşeden hoşlanırım. Ben bu itiyadı hemen hemen hiç farkında olmadan kazandım. Çünkü bu, benim zayıf ve nahif bünyeme daha uygun olduğu gibi; sokakları dolduran insanların seciyeleri ve işleri güçleri hakkında tahminlere girişmek için bana daha uygun bir fırsat verir. Öğle vaktinin bol ışık ve telâşı benim gibi tembelce vakit geçirenler için elverişli değildir. Bir sokak lâmbasının veya bir dükkân vitrininin yardımı ile seçebildiğim geçici simalar, benim için onları gün ışığında ayan beyan görmekten ziyade uygundur. Şu hakikati de ilâve etmek icabederse; gece bu hususta gündüzden çok daha merhametlidir. Çünkü; gündüzün, havada kurulan bir şatoyu tam ikmal edildiği sırada; hiçbir nedamet duymaksızın ve hiçbir seremoniye tâbi olmadan yıktığını görmek, çok defa mümkündür. Fâsılasız gidip gelişler, sonsuz kaynaşmalar, kaba kaldırım taşlarım aşındırıp kaypaklaştıran ardı arkası gelmez adımlar! Dar bir sokakta oturan halkm bunu dinlemeye nasıl tahammül ettiği hayret edilecek bir şeydir! Saint-Martine Curt gibi bir yerde, acı ve usanç içinde — sanki bütün işi gücü bu imiş gibi — ister istemez ayak seslerini dinleyen; çocukların yürüyüşlerini yetişkinlerinkinden, pasaklı bir dilencinin eski pabuçlarının çıkardığı sesi zarif kunduralı kibar bir insanınkinden; tembel tembel gezinenlerin ağır adımlarım telâşlı adımlardan; salına salına etrafta gezip dolaşan bir serserinin hantal adımlarını, zevk peşinde koşanların kıvrak ve çevik yürüyüşlerinden ayırd- etmek mecburiyetinde kalan bir hastayı düşünün! Uğultu ve gürültü kulaklarından eksik olmayan, çağlayıp akan ve asla durmayan hayatı, hattâ huzursuz rüyalarında bile gören ve sanki yaşıyan bir ölü gibi gürültülü bir mezarlıkta asırlarca rahat ve sükûn ümidi beslemiyen bu zavallı insanı düşünün! Sonra, müruriye (Bir yerden geçerken ödenen para) vermeden geçilen köprüler üstündeki bitip tükenmiyen kalabalık arasında, güzel akşamlarda korkuluklar üstünde, kayıtsızca eğilerek hülyalara dalan ve belirsiz, müphem bir düşünce ile birkaç mil ötede gittikçe genişliyen yeşil sahiller arasından geçerek enginlere kavuşan suları seyredenleri; ağır yüklerinin verdiği yorgunlukla korkuluklara yaslanıp mola verdikleri sırada sevimsiz, ağır ve hantal bir mavna üstüne serilmiş bir muşambaya uzanarak kaygısızca çubuk tüttürmenin gerçek saadet olacağım tasavvur edenleri; yine bambaşka bir yük altında köprünün üzerinde duraklıyarâk boğulmanın zor bir ölüm değil, bilâkis intihar şekillerinin en iyisi ve kolayı olduğunu çok zaman evvel bir yerde duymuş veya okumuş olduklarını hatırlıyanları düşünün. Daha sonra; Covent Garden pazarında; bahar ve yaz günlerinde, sabahleyin güneş doğarken, etrafa yayılan güzel kokulan ile, sefahat peşinde geceleri gündüzlere katan solgun benizli kalabalığı bile mesteden çiçekleri; çatı arası penceresi dışında asılı duran kafesinde bütün geceyi geçirdikten sonra, ilk ışıklarla coşup neşelenen bir ardıç kuşunu — sarhoş müşterilerin hummalı ellerinden sıyrılabilenleri bitkin bir halde yolun kenarında serili duran; ve hem aklı başında müşterilerin hoşuna gitmek hem de oradan geçen yaşlı başlı tüccar kâtiplerini “bu kır hülyasına da nasıl daldık,” diye düşündürmek için derlenmeyi bekliyen, bağlı durmaktan pörsümüş, diğer küçük esirlerin biricik yakını olan şu küçük mahlûku düşünün! Maksadım gezintilerim hakkında uzun boylu tafsilât vermek değildir. Lâkin nakledeceğim macera bu gezintilerden biri esnasında doğduğu için bir girizgâh olarak — bunlardan bahsetmekten kendimi — alamadım. Yine bir akşam üstü: City’ye doğru bir gezintiye çıkmış, her zamanki yolumu takibederek — türlü hülyalar içinde — ağır ağır yürüyordum. Bana sorulduğuna şüphem olmayan pek anlıyamadığım bir sual karşısında durakladım. Sesin yumuşak, tatlı tonu beni cezbetmişti. Dönüp başımı çevirdiğim zaman, şehrin bambaşka bir kısmındaki uzak bir semtin yolunu soran, küçük ve sevimli bir kızcağız ile karşılaştım. Orası buradan pek uzak yavrum! dedim. — Kızcağız ürkek bir sesle: Evet; uzak olduğunu biliyorum; dedi» Çünkü bu — akşam oradan geldim! Hayretle sordum: Yalnız mı geldin? — Evet. Bunun hiç ehemmiyeti yok. Lâkin şimdi biraz — korkmaya başladım. Çünkü yolumu kaybettim. Peki ne diye yolunu bir başkasına sormayıp da bana — soruyorsun? Ya fana yanlış bir yol tarif edersem! Küçük kız: Hayır! dedi. Buna imkân yok. Siz yavaş yürüyen yaşlı — bir centilmensiniz. Yanlış yol salık, vermiyeceğinize eminim! Parlak gözlerine bir damla gözyaşı gelen ve yüzüme bakarken çelimsiz vücudu titreyen bu zavallı yavrucağın ricasındaki metanetin beni ne kadar rikkatte getirdiğini tarif edemem. Gel ben seni oraya götüreyim; dedim. — Beni sanki beşikten beri tanıyormuş gibi, büyük bir emniyetle, elimi tuttu. Birlikte yola koyulduk. Adımlarını adımlarıma uyduran kızcağızı himaye eden sanki ben değil; fakat beni koruyup yol gösteren o idi. Onu yanlış yola sevk etmediğime emin olmak istiyormuş gibi, arasıra, mütecessis (Gizliyi arayan) nazarlarla beni süzdüğünün farkında idim. Bu keskin ve zeki bakışların tekerrürü, her defasında, onun emniyetini bir kat daha artırmış görünüyordu. Benim ilgi ve merakım da hemen hemen onunkinden aşağı kalmıyordu. Her ne kadar çocuk denilecek bir yaşta idiyse de; çelimsiz ve cılız bünyesi ona garip bir körpelik vermişti. Aşın derecede sadelikle giyinmiş olmasına rağmen; kıyafetinde ihmal ve fakirliğe delâlet edecek bir emare yoktu. Üstü başı tertemizdi. — Seni buralara kadar böyle yalnız başına kim gönderdi? diye sordum. Bana karşı büyük şefkati olan birisi; dedi. — Peki buraya ne yapmaya geldin? — Kızcağız metin bir tavırla: Orasını söyliyemem! dedi. — Bu cevabın şekli; elimde olmıyarak; beni küçük mahlûka hayretle bakmaya sevk etti. Acaba onu' yolunu sora sora gelmeye mecbur eden işin mahiyeti he idi? Gözlerindeki bakışlar ne düşündüğümü anladığına delâlet ediyordu. Çünkü göz- göze geldiğimiz zaman, gördüğü işin zararlı bir iş olmadığını; fakat bunun büyük bir sır olduğunu ve bu sırrı kendisi de bilmediğini ilâve etti. Bu sözlerde hiçbir hile veya yalan çeşnisi yoktu. Çünkü kızcağız bu sözleri hakikat damgası taşıyan, şüphe edilmez bir açık kalplilikle söylemişti. Yürüyüşünü değiştirmeden yoluna devam ediyor ve yürüdükçe bana daha fazla ısınarak, arada bir, neşeli neşeli konuşuyordu. Oturduğu yer hakkında fazla bir şey söylemedi. Yalnız takibettiğimiz yolu tanımadığı için, bu yolun daha kestirme olup olmadığını sormaya lüzum gördü. Dostça yolumuza devam ederken, zihnimde, bu bilmeceyi çözecek yüzlerce izah şekli aradım durdum; fakat hiçbirisini kabul edemedim ve neticede merakımı tatmin etmek maksadiyle kızcağızın sâf kalbinden veya şükran hislerinden istifade etmek isteyişimden kendi kendime utandım. Bu küçük mahlûkları ben pek severim. Tanrının yakınları bu mâsum yavrucukların bize karşı gösterdikleri sevgi de küçümsenecek bir şey değildir. Bana karşı gösterdiği itimada önce memnun olduğum kadar, şimdi de hak kazanmaya azmettim ve bu itimada hürmet gösterdim. Diğer taraftan; onu böyle düşüncesizce, akşam karanlığında, yalnız olarak, uzak yollara gönderenin kim olduğunu anlamamak için ortada bir sebep yoktu. Hem evine yaklaştığını anlayınca, bana Allahaısmarladık diyerek ayrılması ve böylece beni merakımı tatmin etmek fırsatından mahrum etmesi de pek muhtemel olduğundan; kalabalık ve umumi caddelerden kaçınarak, sapa yollara saptım. Böylelikle, kızcağız ancak oturduğu evin bulunduğu sokağa gelince nerede olduğunu anlayabildi. O zaman küçük dostum sevinçle ellerini çırpıp önümden yürümeye başladı. Sonra bir kapının basamağı önünde durarak beni bekledi. Ben yanma gelince kapıyı çaldı. Önce, kapının, bir kısmının cam kaplı ve bir kepenkle muhafaza edilmemiş olduğunu fark edememiştim. Çünkü, içerisi sessiz ve karanlıktı. Her ikimiz de merakla içeri alınmamızı bekledik. Kapıyı iki üç defa çaldıktan sonra, içeriden ayak sesine benzer bir tıkırtı işitildi. Sonra, camdan solgun bir ışık sızdı. Ağır ağır yaklaşan ışık bana, gelişigüzel sıralanmış eşya arasından geçerek kapıyı açmaya gelen şahsın kim olduğunu ve nereden geçtiğini görmek fırsatını vermişti. Gelen, kır saçları uzamış, kısa boylu bir ihtiyardı. Kapıyı açmaya gelirken başının hizasına kaldırdığı ışığın yardımı ile simasını ve boyunu posunu kolaylıkla seçebildim. Yaşının tesiriyle pek fazla değişmiş olmasına rağmen; nahif ve cılız bünyesinde küçük dostumun çelimsiz ve narın bünyesinin bir örneğini görmek kabildi. Açık mavi gözlerdeki müşabehet, şüpheye mahal bırakmayacak kadar vazıhtı. Lâkin buruşuk çehresindeki ıstırap ve endişe o kadar büyüktü ki, bütün müşabehet burada kesiliyordu. Telâşsızca geçtiği yer bu şehrin bazı garip semtlerinde tesadüf edilen ve halkın nazarından kıskançlık ve emniyetsizlikle saklanan eski ve antika eşyanın — küflü bir hâzinenin — muhafaza edildiği bir yerdi. Burada hayaletlerin büründüğü sanılacak zırhlı elbiseler, eski manastırlardan getirilen acayip oymalar, çeşit çeşit paslı silâhlar, porselen, tahta, demir ve fildişinden yapılmış acayip heykeller, ancak rüyada tahayyül edilebilecek seccade ve kilimler, tuhaf mobilya parçalan göze çarpıyordu, ihtiyarın solgun benzi, yaşadığı yere ne kadar uygun düşüyordu. Sanki bütün bu eşyayı, eski kiliseleri, mezarları ve boş evleri dolaşarak kendi eliyle birer birer toplamıştı! Her antika parçası onun haline

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.