ebook img

Andrzej Sapkowski - Elflerin Kanı The Witcher 3 www.CepSitesi.Net PDF

390 Pages·2017·4.38 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Andrzej Sapkowski - Elflerin Kanı The Witcher 3 www.CepSitesi.Net

Andrzej Sapkowski - Elflerin Kanı The Witcher 3 www.CepSitesi.Net Sözlük Dryad: Orman Perileri. Hepsi Dişidirler Ve Okçuluk Becerileriyle Tanınırlar. Graveir. Gulyabanilerden Daha İri, İlik Kemiren Yaşayan Ölü Bir Canavar Türü. Griffon: Vücudu, Ayakları Ve Kuyruğu Aslana; Başı, Pençeleri Ve Kanatları İse Kartala Benzeyen Bir Canavar Türü. Lamya: Vücutlarının Üstü Güzel Kadınlara, Altı Yılana Benzeyen Bir Canavar Türü. Mantikora: Aslan Başlı, Yarasa Kanatlı Ve Akrep Kuyruklu Bir Canavar Türü Rusalka: Nehir Kenarlarında Yaşayan Bir Peri Türü. Silf. Hava Perileri. Minik Çiçek, Elflerin Ninnisi Ve Sayma Tekerlemesi Şunu bilin ki gün olup kılıcın, baltanın ve kurt fırtınalarının çağı gelecek. Beyaz Ayaz ve Beyaz Işık, Cinnet Çağı ve Nefret Çağı ve Tedd Deireâdh yani Sonun Çağı gelecek. Dünya donarak yok olacak ve yepyeni bir güneşle yeniden doğacak. Eski Kan‟ın içinden ve Hen Ichaer‟den —serpilerek ekilmiş tohumdan— doğacak. Filizlenmeyen, onun yerine alevlerle sarılan tohumdan... Ess‟tuath esse! Öyle olacak! Alametlere dikkat edin! Hangi alametlerin geleceğini müjdeleyeceğim size; ama her şeyden önce toprak Aen Seidhe‟nin kanma, elf kanma doyacak... Bölüm 1 Kent yanıyordu. Hendeklere ve terasa doğru uzanan dar sokaklardan duman ve yakıcı sıcaklık yayılıyordu; alevler, birbirlerine bitişik saman çatıları yutuyor, ardından kale surlarını yalıyordu. Batı yönündeki liman kapısından çığlıklar yükseliyordu; amansız bir mücadelenin gürültülerine bir şahmerdanın darbeleri karışıyor, surlar zangır zangır titriyordu. Saldırganlar kızın çevresini bir anda sarmıştı; adamlar birkaç askerin, halkın arasından teberli bir iki kişinin esnaf locasından tatar yaylı okçuların savunduğu barikatları yıkarak gelmişlerdi. Sırtları siyah eyer örtüleriyle kaplı atlar, surların üzerinden vampir misali uçuyor, ayna gibi parlayan geniş bıçaklı kılıçlar, kenti savunan muhafızların arasında ölüm saçıyordu. Ciri, onu eyerin üzerine oturtan şövalyenin atını mahmuz- ladığını hissetti. Hatta adamın çığlık attığını duyuyordu. “Sıkı tutun,” diye bağırıyordu adam. “Sıkı tutun!” Cintra renklerine bürünmüş başka şövalyeler yanlarından hızla geçiyor, Nilfgaardlılarla birlikte ileriye doğru at koşturuyorlardı. Ciri göz ucuyla bir an baktı; sarı—mavi-siyah pelerinlilerden yükselen çelik şakırtıları, kalkanlara indirilen darbeler ve at kişnemeleri arasında çılgın bir girdaptı bu... Bir çığlık duydu. Hayır, çığlık değil, haykırıştı kulağına çalınan. “Sıkı tutun!” Korku. Her sarsıntı, her ani hareket, atın her sıçrayışı, tırnaklarını geçirerek kayışı doladığı ellerini yırtarcasma acıtıyordu. Var gücüyle kendine doğru çektiği bacaklarına söz geçiremiyordu kız, gözleri dumandan yaşlarla dolmuştu. Ona dolanmış olan kol, küçük kızı sıktıkça sıkıyor, soluğunu kesiyor ve ezdiği kaburgalarını sızlatıyordu. Çığlıklar, kulaklarını sağır ediyordu; böylesini ömrü boyunca duymamıştı. Bir insanı böylesine bağırtabilen ne olabilirdi acaba? Korku. Bayıltıcı, felç eden, soluk kesen bir korku. Yine demir şakırtıları ve at kişnemesi duyuluyordu. Çevreyi saran evler titreşiyor, pencereler alev kusuyordu. Az önce bataklık gibi görünen dar yola cesetler ve kaçanların ellerinden savurdukları eşyaları saçılmıştı şimdi. Kızın arkasında oturan şövalye ansızın tuhaf ve boğuk sesler çıkararak öksürmeye başladı. Kayışları sımsıkı tutan ellerinin üzerine kan fışkırıyordu ve oklar havada uçuşuyordu. Düşme, çarpma ve zırhına inen sancılı bir darbe... Kızın yanı başında nallar gümbürdedi, eyer kemeri çözülmüş bir atın karnı tepesinden hızla geçti, derken bir at karnı daha, arkasından siyah eyer örtüsü dalgalanarak indi. Bir oduncunun baltasını savururken çıkardığı iniltiyi duyuyordu sanki. Ama ortada odun yoktu, demir demirle tokuşuyordu. Boğuklaşan çığlık sesinden sonra, kızın hemen yanı başında kocaman ve simsiyah bir şey çamurun içine devrilip her yere kan sıçrattı. Zırhlı bir ayak ileri geri oynayıp seğirdi, devasa mahmuzuyla toprağı kazıdı. Ani bir hareket oldu, derken bir güç kızı tuttuğu gibi havaya kaldırdı ve bir eyerin üzerine oturttu. Sıkı tutun! Tekrar nal sesleri yükseldi ve hayvan çılgın gibi dörtnala koşuyordu. Elleri ve ayakları çaresizce bir dayanak aradı. At, şaha kalktı. Sıkı tutun! Tutunabilecek bir yer... Yok... Yok. Onun yerine kan vardı. At devrildi. Kız atlayamadı, onu saran zırhlı gömlek giymiş kollardan kendini kurtaramadı, bedenini çözemedi. Başından ve boynundan aşağiya oluk oluk akan kandan kendini kurtaramadı. Ani bir hareketle bataklığın çamurları üzerine sıçradı, yere pat diye çarptığını hissetti ve atların yerleri zangırdatan çılgınca koşturmalarından sonra zeminin sükûnetine şaşırıp kaldı. Sağrısını yerden kaldırmaya çalışan atın kulakları sağır eden kişnemesi duyuldu. Sonra nalların, hızla geçip giden üzengilerin şakırtısı... Siyah pelerinler ve eyer örtüleri... Çığlıklar. Sokak alevler içindeydi, haykıran ateşten bir duvar sarmıştı âdeta her yeri. Böyle bir manzaranın ortasında bir atlı belirdi, öyle uzun boyluydu ki başı, alev almış çatılara üstten bakıyordu sanki. Sırtında siyah eyer örtüsünü taşıyan at salınarak yürüyor, başını sağa sola atıyor, kişniyordu. Atlı, kıza baktı. Ciri, adamın gözlerinin ışıldadığını yırtıcı kuş kanatlarıyla bezeli kocaman çelik miğferin nişangâhının ardından fark edebiliyordu. Adamın yere uzattığı elinde tuttuğu geniş kılıcın üzerinde alevlerin yansımasını gördü. Atlı kızı süzdü. Ciri hareket edemiyordu. Ölü adamın, belini hâlâ saran güçsüz kolu onu engelliyordu. Kız hareket edemiyordu, çünkü ağır ve kandan ıslanmış bir şey kalçasının üzerine yatmış onu yere çiviliyordu. Kız ayrıca korkusundan hareket edemiyordu. Bütün duyularını felce uğratan müthiş bir korkuydu bu; öyle ki küçük kız yaralı atın iniltisini, alevlerin çağıltısını, insanların öldürülmeden önce attıkları çığlıkları, trampetlerin gümbürtüsünü algılayamıyordu. Var olan, önem taşıyan tek şey korkusuydu. Tüylerle bezeli miğfer takmış atlı görünümüne bürünmüş korkusu, çağıldayan alevlerin sardığı kızıl surların önünde hareketsizce dikiliyordu. Adam atını mahmuzladı, miğferindeki yırtıcı kuşun kanatları dalgalandı ve kuş uçmaya başladı. Hedef, korkudan taş kesilmiş savunmasız kurbana saldırmaktı. Kuş —ya da atlı belki de— kulakları tırmalamasına korkunç, zalimce ve zaferini kutlamasına haykırdı. Siyah at, siyah üniforma, siyah pelerin ve bunların hepsinin ardında alevler, alevlerden bir deniz... Korku. Kuş, çığlığı bastı. Kanat çırptı, tüyleri kızın yüzüne çarptı. Korku. İmdat! Neden bana kimse yardım etmiyor? Yalnızım, küçüğüm, savunmasızım, hareket edemiyorum, gırtlağım kasılmış, sesim çıkmıyor. Neden kimse yardımıma koşmuyori Korkuyorum! O kocaman, tüylerle süslü miğferin nişangâhının ardından gözler parıldadı. Siyah pelerin her şeyi örtüyordu... “Ciri!” Kız kan ter içinde uyandı, kaskatı kesilmişti. Onu uyandıran kendi çığlığı hâlâ bedeninin içinde, göğüs kafesinin altında çınılıyor, kurumuş boğazını yakıyordu. Yorgana sımsıkı sarılmış parmakları acıyor, sırtı ağrıyordu... “Ciri. Sakinleş hadi.” Geceydi, kapkaranlık ve fırtınalı bir geceydi; rüzgâr karaçamların tepesini tekdüze bir ahenkle hışırdatıyor, ağaç gövdelerini sallayıp gıcırdatıyordu. Ateş de bitmişti, çığlıklar da; tek duyduğu sakin bir ninniydi. Hemen yakınında yakılan ateşin ışığı ve sıcağı titreşirken, alevler çitleri ışığa bürüdü, yerdeki eyere dayalı duran kılıcın sapma ve kınına vuruyordu. Ortada ne başka bir ateş ne de başka bir kılıç vardı. Küçük kızın yanağını okşayan el, kan değil, mis gibi ten ve kül kokuyordu. “Geralt...” “Düş gördün yalnızca. Kötü bir düş.” Ciri tir tir titremeye başladı, kollarını ve bacaklarını iyice kendine doğru çekti. Düş, yalnızca bir düş. Kamp ateşi kora dönüşmüş, ak kayın kütükleri kızıla boyanmış, şeffaflaşmıştı, ateş çıtır çıtır yanarken aralardan mavi alevler çıkıyordu. Kızın üzerine battaniye ve pelerinini örten adamın ak saçları ve keskin profili alevlerle aydınlandı. “Geralt, ben...” “Yanındayım. Hadi uyu, Ciri. Dinlenmelisin. Önümüzde çok uzun bir yolumuz var.” Kulağıma müik seslen geliyor, diye düşündü kız ansızın. Bu çağıltılar arasından... müik sesi geliyor. Lavta müziği. Ve de sesler. Cintralı küçük prenses. Kader çocuğu... Eski Kanın çocuğu, elf kanından olma. Rivyalı Geralt, Bey a{ Kurt ve kaderi. Hayır, hayır şairin birinin uydurduğu efsane bu. Yok artık öyle bir efsane. Yaşamıyor artık. Başını alıp giderken kentin sokaklarında vurdular onu... Sıkı tutun... Sımsıkı... "Geralt?” “Ne var, Ciri?” “Ne yaptı o adam bana? Vaktiyle neler oldu? O bana... ne yaptı?” “Kim?” “Şövalye... Miğferinde tüyler olan kara şövalye... Hiçbir şeyi anımsayamıyorum artık. Bağırıyordu... Bir de yüzüme bakıyordu. Neler olduğunu anımsamıyorum. Tek bildiğim, korktuğum. Öylesine korkuyordum ki...” Adam kıza doğru eğildi, kamp ateşinin alevleri gözlerinde titreşiyordu. Tuhaf gözlerdi bunlar. Hem de çok tuhaf. Ciri bu gözlerden eskiden korkardı, içlerine bakmaya çekinirdi. Ama bu eskidendi. Çok eskidendi. “Hiçbir şeyi anımsayamıyorum,” diye fısıldadı kız ve adamın işlenmemiş ağaç kadar sert ve kuru eline uzandı. “O kara şövalye...” “Düş gördün sen. Güzel güzel uyu hadi. Bir daha girmez düşüne.” Ciri bu ve benzeri güvenceleri vaktiyle çok duymuştu. Gece yarıları kendi çığlıklarıyla uyandığında ona bunları defalarca söylemişler, defalarca sakinleştirmişlerdi onu. Ama şimdi farklıydı. Çünkü ona bunu söyleyen Rivyalı Geralt‟tı, Beyaz Kürt‟tü, Witcher‟dı. Witcher onun kaderiydi. O da Witcher‟ın kaderiydi. Witcher Geralt onu savaşın, ölümün ve çaresizliğin ortasında bulmuştu, yanma almıştı ve bir daha asla ayrılmayacaklarına söz vermişti. Kız, Geralt‟ın elini bırakmadan uykuya daldı. Ozan şarkısını bitirdi. Başını hafifçe yan yatırmış, lavtasında baladın girişini usulca, yavaşça tekrarlıyor, ona eşlik eden öğrenciden bir ton daha tizden çalıyordu. Kimse tek kelime etmedi. Dev meşenin altında sesi giderek alçalan müziğin dışında yaprakların hışırtısı ve dalların çıtırtıları duyuluyordu yalnızca. Derken ansızın bir keçi melemeye başladı; hayvancık ulu ağacın çevresine çepeçevre dizili arabalardan birine bağlanmıştı. Genişçe bir yarım daire oluşturarak oturan dinleyicilerden biri sanki işaret verilmişçesine ayağa kalktı. Kenarları sarı yaldızlı biyeyle çevrili çivit mavisi pelerinini omuzlarından geriye atıp saygıyla eğildi. Tok sesini yükseltmeden, “Teşekkür ederim, Üstat Dandelion,” dedi. “İzninle, bendeniz Radcliffe‟li Oxenfurt, gizemli sihirlerin ustası, kuşkusuz burada hazır bulunan herkes adına yüce sanatın ve yeteneğin için sana teşekkürlerimi iletmek istiyorum.” Sihirbaz gözlerini orada toplanmış kişiler üzerinde gezdirdi. En az yüz kişi yarım daire şeklinde meşenin dibinde boylu boyunca uzanıyor, ayakta duruyor ya da arabaların üzerinde oturuyordu. Dinleyiciler başlarını sallayıp bir şeyler fısıldadılar. Birkaç kişi alkışlamaya başladı, yine birkaç kişi ellerini havaya kaldırarak ozanı selamladı. Duygulanmış olan kadınlar burunlarını çekip gözlerindeki yaşları konumlarına, mesleklerine ve maddi güçlerine uygun koşullarda siliyorlardı: Tüccar karılarının mendilleri ketenden, elflerin ve soylularmki patiskadandı; ünlü ozanı dinleyebilmek için maiyetiyle birlikte yaban avını yarıda kesen Baron Vilibert‟in üç kızı, sonbahar tonlarındaki şık yün şallarına yüksek sesle sümkürüyorlardı. Sihirbaz Radcliffe, “Üstat Dandelion,” diye devam etti, “bizi derinden etkilediğini, yüreklerimize dokunup bizi hissetmeye ve düşünmeye yönelttiğini söylersem, abartmış olmam. Sana teşekkürlerimizi ve büyük saygımızı iletmekten mutluyum.” Ozan ayağa kalktı ve eğilerek selam verdiği sırada küçük şapkasına tutturulmuş balıkçılkuşu tüyü dizine değdi. Öğrencisi çalgısını çalmayı yarıda kesti, o da eğilerek selam verdi ancak Üstat Dandelion ona tehdit dolu bir bakış atıp, kısık sesle bir şeyler mırıldandı. Delikanlı hemen başını önüne eğip kendini lavtasının tıngırtısına verdi. Halk canlanıvermişti şimdi. Kervanlarının önünde dikilen tacirler kendi aralarında fısıldaştıktan sonra hatırı sayılır bir bira fıçısını yuvarlayarak meşenin altına getirdiler. O sırada Sihirbaz Radcliffe, Baron Vilibert‟le sohbete dalmıştı. Baronun kızları burunlarını çekmeyi bırakıp hayranlıkla Dandelion‟ı izliyorlardı. Ozan bu ilgiyi fark etmemişti, çünkü suskun ama sürekli hareket halinde olan bir elf grubuna bakıp gülümsemekle, göz kırpmakla ve ağzını yayarak şirin görünmekle meşguldü. Aslında bütün ilgisi siyah saçlı, iri gözlü, başına küçük bir şapka takmış güzeller güzeli bir dişi elf üzerinde toplanmıştı. Dandelion‟ın rakipleri vardı: Dinleyicilerinin arasındaki şövalyeler, okul çocukları ve gezgin ozanlar da iri gözlü, küçük şapkalı kızı fark etmiş, gözlerini ondan akmıyorlardı. İlginin hoşuna gittiğini açıkça belli eden elf kızı, bluzunun dantelli manşetlerini çekiştiriyor, gözlerini süzüyordu ama yanındaki erkek elfler çevresini sarmışlar, kıza yaranmaya çalışan erkeklerden nefret ettiklerini gizlemiyorlardı. Bleobheris meşesinin yanındaki açıklık alan, sıklıkla halk toplantılarının yapıldığı, yolcuların dinlendiği, seyyahların buluştuğu bir yerdi, sakinleri hoşgörüleri ve samimiyetleriyle tanınırdı. Yüzlerce yıllık ağacı korumaları altına almış olan dru- idler, bu açıklık alana “Dostluk Yeri” adını vermişlerdi ve gelen her konuğu burada gönülden ağırlarlardı. Ama dünyaca ünlü bir ozanın az önce son bulmuş gösterisi gibi en sıra dışı olaylarda bile konuklar her zaman sınırları açıkça çizilmiş kendi gruplarının içinde konumlandırılırlardı. Elfler, elflerin yanında yer alırlardı. Cüce zanaatkarlar, ticari karavanları koruma birliğini oluşturan tepeden tırnağa silahlanmış soydaşlarından ayrılmazlardı. Yakınlarında olsa olsa yer cücesi madencilerin ve buçukluk çiftçilerinin bulunmasına izin verirlerdi. Bu arada bütün insan olmayanlar aynı şekilde insanlarla aralarına mesafe koyarlardı. İnsanlar da insan olmayanlardan uzak dururlardı ve kendi aralarında bile kaynaşmaya onlar da hiç yanaşmazdı. Aristokratlar, tacirlere ve seyyar satıcılara tiksinircesine tepeden bakarlardı; askerler ve paralı askerler, kepenekleri leş gibi kokuyor diye çobanları görünce yollarını değiştirirlerdi. Sayıları az olan

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.