> DÜBAM ALMAN GÖZÜYLE GÜLEN HAREKETİ > 2014 OCAK DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI www.dunyabulteni.net DÜBAM ALMAN GÖZÜYLE GÜLEN HAREKETİ Genel Yayın Yönetmeni Akif EMRE Yayın Koordinatörü Aynur ERDOĞAN Özetleyen ve Çeviren Mehmet SAKARYA DÜBAM Yayınları Küresel İletişim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net Sunuş Elinizdeki rapor Günter Seufert tarafından Alman vakfı SWP-Studie (Bilim ve Politika vakfı - Stiftung Wissenschaft und Politik Deutsches Institut für Internationale Politik und Sicherheit) için hazırlanmıştır. Rapor, son günlerde Türkiye medyasının gündemine oturan Fethullah Gülen hareketine dair dışarıdan ve kapsamlı bir bakış sunmaktadır. Hareketin doğuş koşulları, düşünsel kökenleri, Türkiye inanç, düşünce ve siyaset dünyasındaki yeri, askeri darbeler karşısındaki tutumu, siyasi ve toplumsal hedefleri, küresel bir aktör olarak ABD’de, Asya’da ve Avrupa’daki rolü ve bu bölgelerde algılanış biçiminin yanı sıra Avrupa devletleri için bu harekete yönelik üretilecek politika/tutum önerileri gibi başlıkları bünyesinde taşıyor. Bilim ve Politika vakfı, Uluslararası Alman Politika ve Güvenlik Enstitüsü, Berlin merkezli bir think-thank kuruluşudur. 50 yıldan daha fazla bir süreden beri, Alman federal parlamentosuna ve Federal hükümete, iktisat ve dış politika alanlarında yapmış olduğu çalışmalarla danışmanlık hizmeti veren ve lobi çalışması yapan bir kuruluştur. Kuruluşun ana destekçisi, Ebenhausen Forumu tescilli dernektir. Bu dernek vakıf ile sıkı ilişki içerisindedir. Ebenhausen Forumu üyeleri arasında ve dolayısıyla SWP vakfını destekleyenler arasında Allianz SE, BMW Group, Deutsche Bahn AG, Deutsche Shell Holding GmbH, Deutsche Telekom AG, Robert Bosch GmbH, Siemens AG ve Volkswagen AG gibi kuruluşlar vardır. Cemaat’e dışarıdan, Almanya’dan bakışı ortaya koyan bu raporun, Mehmet Sakarya, Dünya Bülteni okurları için özet-çevirisini yaptı. Almanya gibi Türklerin yoğun olarak bulunduğu bir ülkenin Türklere ve Müslümanlara yönelik politikalarının anlaşılmasında ipucu vermesi bakımından, içeriğine tümüyle katılamasak da, Alman bakışını yansıttığı için bu raporu yayınlamaya değer görüyoruz. DÜBAM SI A S A M A M R TI Ş A R A Nİ E T L Ü B YA 4 N Ü D > ALMAN GÖZÜYLE GÜLEN HAREKETİ < FETHULLAH GÜLEN HAREKETİ HADDİNİ Mİ AŞIYOR? Ulusal ve uluslararası aktör olarak bir Türk dini cemaati Günter Seufert Almanya’da hiçbir İslami hareket hakkında, kendisini Türk vaiz Fethullah Gülen’e isnat eden hareket kadar çelişkili yargıda bulunulmamıştır. Gülen hareketi aynı zamanda tıpkı diğer batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da Türk kökenli vatandaşlar arasında en hızlı yayılan akım durumundadır. Gülen’e yakın duran yaklaşık 300 dernek, devlet tarafından da tanınan 24 okul ve yaklaşık 150 okul-dışı eğitim desteği kurumlarını [dershane] işletiyorlar. Resmi olarak bu kurumların hiçbirinde İslami bir eğitim söz konusu değildir. Bu okulların mezunları yeni, sosyal-etik açıdan muhafazakar bir iyi eğitim almış eliti oluşturuyorlar. Bunlar büyük bir adanmışlıkla yeni okulların kurulması için çalışıyorlar ve bunun için de siyasetle, hükümetle ve kamuoyu ile irtibat halindeler. Türkiye’de Gülen’in destekçileri bugün devlet tarafından örgütlenmemiş İslam’ın en büyük grubunu oluşturuyorlar. Türkiye’de de Gülen hareketine dair değerlendirmeler birçok çelişkileri içinde barındırıyor. Sekülerler ve Türk milliyetçileri onların totaliter bir eğilim içinde olduklarını, muhafazakar İslam ve etnik Türk milliyetçiliğinin bir karışımından beslendiklerini söylüyorlar ve onları devlet bürokrasisine, özellikle de polisin ve hukuk kurumlarının içine sızmakla suçluyorlar. Fethullah Gülen’in kendisi 1999 yılından beri Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor, ki bu bazı Türkler için onun ve destekçilerinin ABD çıkarlarını savundukları yönünde yeterli bir kanıtı oluşturuyor. Bunun karşısında bazı liberallere göre ise hareketin en önemli karakteristiği Türk toplumunun göbeğinden çıkması ve aynı zamanda İslam içinde dini özel teşebbüse dayalı bir iktisadi sistem ve parlamentarizm ile uzlaştıran modernleşmeci bir akımı temsil etmesi. Peki niçin hem Türk hem de Alman kamuoyu için Gülen hareketine dair vazıh bir değerlendirmeye varmak bu kadar zor? Kendisini bir vaize isnat eden ama kamuoyunun karşısına dini bir aktör olarak çıkmayan bir hareketin dini karakterini nasıl değerlendirmek gerekir? İdolleri kendisini hem Ortodoks hem de reformcu olarak sunarken ve hem Türk milletini hem de milletler arası konumları temsil ederken, böylesi bir hareketin dini ve siyasi yönelimini nasıl tanımlamak ve değerlendirmek gerekir? Kendisinin bir takım bağımsız okul işletmecisi, medya holdingleri, firmalar ve iktisadi kuruluşlardan oluştuklarını ve sadece Gülen’in öğretilerine kulak verdiklerini ve bunlarla motive olduklarını söyleyen bir hareketi bir arada tutan nedir? Öncelikle Gülen’in takipçileri farklı sosyal gruplardan oluşuyorlar ve bunlar kısmen K A C 5 O 4 1 0 2 > birbirlerine karşıt eylem gücüne sahipler. Bunların ilki bir eğitim ve öğretim hareketi. Hedef olarak kendilerine manevi ve dini değerlerle olduğu kadar modern standartlarca da eğitilmiş insanlar yetiştirmeyi koymuşlar. Türkiye dışındaki sayısı 140’ı aşkın okul, Türklerin çoğunun gözünde ülkenin elçisi, Türk kültürünün yayıcısı konumundalar. Bu sebepler de eğitim hareketi sadece Sünni-Müslüman değil aynı zamanda Türk milliyetine de güçlü bir şekilde bağlı hedeflere sahip. Bunun yanında sayıları belli olmayan ve faaliyetlerini dinler arası diyaloga adayan kültürel merkezler söz konusudur. Hareketin bu kolu daha çok Avrupa ülkelerinde ve ABD’de öne çıkıyor ve buralarda büyük ölçüde olumlu bir imaja sahip. Bütün bu faaliyetlerin finansmanını ise çoğunlukla Anadolu kökenli ve Türkiye’de TUSKON adındaki bir çatı organizasyon altında birleşen Türk müteşebbisler karşılıyor. TUSKON net bir siyasi pozisyon almaktan kaçınmakta, değerlendirmelerinde Türkiye’ye dair çatışmasız bir toplum resmi sunmakta ve günlük siyasi tartışmalardan uzak durmaktadır. Buna karşılık hareketin dördüncü kolunu oluşturan bürokrasi ve özellikle de polis ve yargı içindeki klikleri ise, siyasi tutumları açısından farklı değerlendirmek gerekiyor. İkinci olarak Gülen hareketine dair değerlendirmeler, değerlendirmeyi yapanın içinde bulunduğu siyasi bağlama ve özellikle de kendisini bağlı hissettiği ilkelere göre değişmektedir. Türk milliyeti temelli eğilimler bu sebeple Türkiye’de Türk göçmenlere ev sahipliği yapan Avrupalı ülkelere göre daha olumlu karşılanmaktadır. Bunun tersine, Fethullah Gülen’in İslam’ın ve demokrasinin uyumlu olduğuna dair inancı, Türkiye’de mesela ABD’de olduğundan daha az şaşkınlıkla karşılanmaktadır. Zira 90 yıldır seküler bir siyasi düzen altında yaşayan Türk toplumunun Müslüman çoğunluğunu, Gülen’in bu pozisyonu onların günlük hayatlarının sade bir yansımasıdır. Buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri kamuoyu için vaizin bu konumu onun hemen İslam’ın modernleştiricisi olarak algılanmasına yol açmaktadır. Türkiye’de harekete atfedilen merkezi anlam, manevi açıdan muhafazakar bir karşı elit yaratılmasına katkıda bulunmuş olmasıdır. Bunların yönelimi yine Avrupa’ya doğru olmakla beraber, seküler Cumhuriyet’in otoriter elitlerinin yerlerini alacakları düşünülmüştür. Bu süreç bir yandan muhafazakar katmanlar arasındaki SI eğitim çalışmaları aracılığıyla gerçekleşmektedir. Diğer bir sahne ise içinde amansız A S siper güçlerinin yer aldığı Türk bürokrasisi ve yargısıdır. ABD’de hareket kendisini A M İslamcılığa diyaloga açık Müslüman bir alternatif olarak sunmuştur. Bu da onlara A etkili siyasi çevrelerin takdirini kazandırmıştır. Almanya ve Türk göçmenlere ev M R sahipliği yapan diğer Avrupa ülkelerinde ise hareket, öncelikle İslam’ın tanınmasına TI Ş yönelik bir siyaset gütmeyen yegane Müslüman-Türk organizasyondur. Başka yerlerde A R olduğu gibi ne cami inşası ne de İslami eğitim ile ilgilenmekte, bunun tersine eğitimli A Nİ bir Müslüman elitin ortaya çıkmasını sağlayacak olan seküler bilginin öğretilmesi E T ile uğraşmaktadır. Fakat eylemlerdeki bu seküler tavır dini ilke ve değerlerin güçlü L Ü B YA 6 N Ü D > ALMAN GÖZÜYLE GÜLEN HAREKETİ < bir şekilde içselleştirilmesi ile kol kola yürümektedir. Gülen hareketinin kendisi için öngördüğü bu vazife, Almanya’da sanayileşme devrindeki, sosyal adanmışlıkları dini bilinçlerinden neşet eden ve aynı zamanda dini kimliğin güçlendirilmesini hedefleyen hayırsever Hristiyan dernekler ve girişimler ile karşılaştırılabilir. Gülen hareketine dair bu iki dinamikten hangisi Almanya’da baskın olacak, ve Federal Almanya devleti ve toplumu hareketin faaliyetlerine nasıl tepki vermeli? Türkiye’de Fethullah Gülen hareketinin gelişimi Türkiye’de 1999 yılına kadarki siyasi bağlam içinde Fethullah Gülen ve hareketi Fethullah Gülen 27 Nisan 1941’de dünyaya geldi. 1959’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nda imam ve vaiz olarak göreve başladı. 1962’de askerlik hizmeti sırasında, gayrı resmi vaazlarla “Devlete karşı ayaklanma” suçlamasıyla karşılaştı, fakat dava düştü. Askerden sonra Erzurum’a döndü ve burada aşırı milliyetçi ve Soğuk Savaş’ta Türk ve Amerikan gizli servisi tarafından desteklendiği düşünülen Komünizmle Mücadele Derneği şubesinin kuruluşunda yer aldı. Aynı dönemde, hâlâ Kemalist Cumhuriyetçi Halk Parti yönetiminde olan yarı devlet kuruluşu Halk Evleri’nin şubesinin içinde yer aldı. Bu dönemde vaizliğe devam eden ve gittikçe tanınan Gülen, 1968 yılında Ege bölgesi vaizi olarak atandı. Aynı dönemde Gülen’in takipçileri ilk ev cemaatlerini de kurdular. Gülen’in 1980 askeri darbesi karşısındaki tutumu 12 Mart 1971 darbesinden sonra Gülen de “gerici dinci çevreler” altında değerlendirilmiştir. Buna rağmen Gülen daha sonradan bu darbeyi olumlu yönleriyle değerlendirmiştir. Hakkında açılan davada suçlu bulunan Gülen, daha sonra aftan yararlanmış ve vaizlik görevine geri dönmüştür. 1978’de Gülen’in etkisi altında İzmir’de Ak Yazılı Vakfı, 1979’da ise Gülen’in başyazılarını yazdığı Sızıntı dergisi kurulmuştur. Fethullah Gülen 1973 yılında kurulan Milli Selamet Partisi’ne ise uzak durmayı tercih etmiş, bunun yerine egemen düzenin yanında ve İslam’ın siyasallaşmasının karşısında yer almıştır. Müslümanların vazifesi seküler devletle mücadele değil, K A C 7 O 4 1 0 2 > bilakis kendi manevi ve ahlaki yenilenmeleridir. 1977 yılında Gülen Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan İstanbul’daki dört merkezi camiden ikisinde vaaz verme imkanını bulmuş, dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve dışişleri bakanı Sabri Çağlayangil de onun en önemli dinleyicileri arasında bulunmuştur. 1980 darbesinden sonra Gülen yine yeni iktidar sahiplerinin yanında yer almıştır. Gülen’in bu şekilde devletten yana olması, hareketinin sonraki 17 yıl boyunca seküler güçler tarafından rahatsız edilmeden faaliyet göstermesinin önünü açmıştır. 1986-1997 arasında hareket, seküler hükümetlerin açık desteğini görmüştür. Gülen’i bugün kritik edenler, o günlerde aldığı pozisyonun kendi siyasi görüşünün özgün bir dışavurumu olduğunu söylemektedirler. Bugünkü liberal görüşleri ise yalnızca rol yapmadan ibarettir. Gülen’in erken dönem siyasi vizyonu Necmettin Erbakan’a siyasi olarak karşı da olsa, Gülen’in dünya görüşü 1980 ve 1990’lı yıllarda İslamcı muarızından ve onun partisinden çok az noktada ayrılıyordu. Gülen de Erbakan gibi, Batılaşmayı ve bununla bağlantılı bütün ilke ve hayat biçimlerini reddediyor, kendi ülkesinden Batılaşma taraflarını lanetliyor, Osmanlı İmparatorluğunu büyük bir Müslüman-Türk devleti ve İslam dünyasının öncüsü olarak görüyor, gayrımüslimlere, özellikle Hıristiyanlara karşı hınç duyuyor, Türk milletinin İslam olmadan düşünülemeyeceğini ve kavramın bütün anlamlarıyla bir İslam milleti olduğunu, ve belki de en önemlisi, Müslüman Türklerin manevi-ahlaki bir yenilenme yaşamaları gerektiğini savunuyordu. Bu sonuncu kanaat, kişisel özgürlüğü olduğu kadar dini ve temel dolayısıyla siyasi eşitliği de kapsayan kültürel çoğulluğa dair bütün düşünceleri de reddediyordu. Bunun karşısında, Gülen’in Erbakan’dan ve radikal gruplardan ayrıldığı noktalar şöyleydi: 1. Cumhuriyetçi devletin bir baskı aracı olduğu ve onunla mücadele edilmesi SI gerektiği düşüncesi. Radikal İslamcıların Türkiye’nin dar-ül harb olduğuna dair A S söylemine karşı Gülen, Türkiye’yi dar-ül hizmet olarak tanımlıyor, ve devletin A M mücadele edilemeyecek ve zarar verilemeyecek kadar önemli olduğunu söylüyordu. A M R 2. İslamcı bir parti ile devletin ele geçirilmesi kurumlarının değiştirilmesi TI Ş düşüncesi. Gülen bunun yerine, devleti idare edebilecek ve Batı’yla rekabet edebilecek A R kadar entelektüel ve Batı’nın teşebbüslerine kanmayacak kadar manevi ve ahlaki açıdan A Nİ gelişkin elitlerin yetiştirilmesi gerektiğini düşünüyordu. E T L Ü B YA 8 N Ü D > ALMAN GÖZÜYLE GÜLEN HAREKETİ < 3. Bir iktidar değişiminin ancak seçimlerdeki halk desteği ve kamusal eylemlerle mümkün olduğu ve bunun için de dindar seçmenlerin taleplerinin karşılanması gerektiği düşüncesi. Gülen, İslam’ın kamusal hayatta daha çok görünmesi, başörtüsü, hac ya da imam-hatip okulları gibi meselelerle ilgilenmemiş, bu sebeple de seküler çevreler onu kendi Avrupalılaşmış hayat tarzlarına karşı bir tehdit olarak görmemişlerdir. Bu da özellikle bugün yapılan, Gülen hareketinin politik bir akım olmadığına dair yorumlara yol açmıştır. Fakat Gülen’in ana görüşleri sadece İslamcı hareketle ortak yönlere sahip değildi. Aynı zamanda generallerin yönetimi altında darbeden sonra icbar edilen ve Türk-İslam sentezi olarak da bilinen kültür ve eğitim politikasıyla da aynı çizgideydi. Aslında bu Kemalizm’e İslami kıyafet giydirmek anlamına geliyordu. Devletin bu yeni ideolojik konumu ile birlikte Gülen hareketi, kendisi hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan devlet politikasının sivil toplumdaki karşılığı haline gelmişti. Bu da Gülen’in takipçilerinin ulusal-dini bir zihniyete ve sosyal-manevi bir muhafazakarlığı savunmalarını ve aynı zamanda güçlü devletin tarafını tutmalarını sağladı. Gülen’in dünya görüşünün yeni devlet ideolojisi ile bu şekilde paralel olması ve aynı zamanda muhalefet yapmaması, Fethullah Gülen’in darbenin ardından diğer dindar eylemciler gibi rahatsız edilmemesini ve takipçilerinin de faaliyetlerini sürdürebilmelerini açıklamaktadır. 1982 yılında 100 takipçisinin polis hizmetinden uzaklaştırılması, bu gayrı resmi birliktelikte hiçbir şeyi değiştirmemiştir. Devlet kurumlarının açık desteği ile İstanbul, Ankara, İzmir ve memleketi Erzurum’un büyük camilerinde vaazlar vermeye devam etmiştir. 1980 ve 1990’larda Gülen hareketinin devlet nezdindeki cazibesi ve fonksiyonu Fethullah Gülen’in popülaritesi ve etkisi Türkiye’de zirve noktasına doksanlı yılların ilk yarısında çıkmıştır. Bu dönemde bu sefer Refah Partisi bünyesinde İslami hareketin yeniden yükselişe geçtiği görülür. Bazılarının artık yeni bir dönemin açıldığını düşündüğü “İslamcılık tehdidi”, siyasi olmayan alternatif bir İslam’ı savunan Gülen’i dine ve devletin meşruiyetine dair kamusal söylem içinde merkezi figür haline getirdi. Doksanlı yılların başında Balkanlarda ve Orta Asya’da yeni bağımsız devletlerin oluşması karşısında hazırlıksız yakalanan Türkiye için, Gülen’in bu ülkelerde açtığı özel okullar en önemli dış kültür politikası enstrümanı haline geldiler. Gülen yurtdışındaki ilk okullarını devletin verdiği desteklerle kurdu. K A C 9 O 4 1 0 2 > Böylece Fethullah Gülen Türk devletinin iç ve dış politikadaki meydan okumalarının merkezine oturuyordu. Bu dönemde Gülen Turgut Özal, Tansu Çiller, Bülent Ecevit gibi siyasi figürlerle ve izledikleri katı seküler politikalarla tanınan birçok bakanla sıkı ilişkiler kurmuştur. 1994 yılında, Gülen’in siyasi düşüncelerini sempozyum ve konferanslarla dindar olmayan toplumsal çevrelere taşıyacak olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nı kuran Gülen, 1997 yılında Hıristiyan kiliseleri ile irtibat kurmak için uğraştı ve ilk dinler arası diyalog çalışmalarını başlattı. Bu faaliyetler çerçevesinde Şubat 1998’de Papa II. Jean Paul tarafından ağırlandı. 1980’lerden itibaren başlayan İslami uyanışa 1997 yılında generaller artık bir dur diyecek ve 28 Şubat 1997’de alınan Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla Erbakan hükümetinin düşmesine yol açacak bir kampanya başlatılacaktır. Gülen her zaman Erbakan’ın politikalarının karşısında yer almış ve mesela başörtüsünün kadınlar için mutlak uyulması gereken dini bir zorunluluk olduğu fikrini reddetmiştir. Gülen aynı zamanda MGK tarafından Erbakan hükümetine verilen ültimatomların da arkasında yer almıştır. Generallerin İslami kesime yönelik önlemleri Gülen’in okulları ve vakıflarına da yönelmiş olsa da, Gülen askeri desteklemeyi sürdürmüştür. Fakat Refah Partisi’nin iktidardan düşmesiyle beraber, Gülen de egemen elit karşısındaki merkezi politik fonksiyonunu da kaybetmiştir. Her geçen gün artan bir baskı ile karşı karşıyadır. 1999 yılında vaazlarından gerçek ya da sahte parçalar kullanılarak Gülen hakkında bir medya kampanyası başlatılır. Fakat Gülen zaten 31 Mart 1999’da tedavi görmek üzere, bugün hâlâ yaşadığı ABD’ye gidecektir. Türkiye’deki dini bağlam içinde Fethullah Gülen ve hareketi Fethullah Gülen’in İslam ilahiyatına dair görüşleri hakkında merak uyandırıcı değerlendirmeler yapılmaktadır. Tabii, Gülen bir reform ilahiyatçısı değildir, ortodoks Türk yaklaşımlarının dışında yer alan bir Kuran, hadis ya da sünnet yorumu yapmamaktadır. Gülen Kuran’a hermönetik ya da tarihselci-eleştirel bakışa sahip reform ilahiyatçılarını da etkilemiş bir isim değildir. Kadının yeri gibi bazı noktalarda, SI Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da gerisine düşmektedir. A S A M A M R Nakşibendiye tarikatının etkisi TI Ş A R İlahiyat çerçevesinde bakılırsa, Gülen Nakşibendiye tarikatı geleneği içinde yer A Nİ almaktadır. Bu tarikatın öğretileri Müslüman toplumun Hz. Peygamber’in zamanındaki E T mükemmel konumundan her geçen gün uzaklaştığı kabulüne dayanır. Bu uzaklaşma L Ü B YA 10 N Ü D >
Description: