Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS) Aralık 2017 December 2017 Yıl 10, Sayı XXXII, ss. 1-17. Year 10, Issue XXXII, pp. 1-17. DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh1181 Geliş Tarihi: 06.12.2017 Kabul Tarihi: 26.12.2017 ALİ FUAD BAŞGİL’DE İRADE TERBİYESİ-AHLAK EĞİTİMİ Nurten KİRİŞ YILMAZ Öz Ali Fuad Başgil’in çalışmalarında “İrade Terbiyesi” olarak ele aldığı kavramın ülkemizde eğitim sorunlarına bakış açısını nasıl değiştirebileceğine ilişkin yazılmış bu çalışmada, gençlerdeki irade terbiyesinin ya da eş deyişle ahlak eğitiminin, eğitime katkılarından bahsedilmektedir. Buna göre; eğer eğitim alanına felsefenin temel argümanları aracılığıyla yenilikler katılabilirse hem eğitimde, hem gençlerin istikbalinde hem de ülke menfaatleri konusunda olumlu değişiklikler olacaktır. Ancak gençlerde bir hastalık gibi var olan umutsuzluk ve melankoli hali, bilgiye ulaşma konusunda tembellik etme davranışı, eğitim alanında eksik bırakılan felsefi düşünüş ve yargılama eksikliği süreç içerisinde sürekli bir düşüşe neden olmaktadır. Çağdaş Türk düşüncesi üzerine çalışmalar yapan hemen herkesin hedefi ülkemizde var olan eğitim sorununu çözmek üzerinedir. Bunun için Batı medeniyetlerindeki çalışmalar ülkemize uyarlanmaya çalışılmış, tercüme faaliyetleri ile eğitim alanımız güçlendirilmiştir. Ancak kimi kesimlerde bu yeterli olmamıştır. Bunun sebebi ise Başgil’e göre en temelde var olan irade terbiyesi ya da ahlaki eğitiminin eksik kalmasından kaynaklanmaktadır. Çalışmamızda Başgil’in bu anlamdaki öğütlerine ve önerilerine yer verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Ali Fuad Başgil, irade, ahlak, eğitim. Ali Fuad Başgil’s “Education of Will” – “Education of Moral” Abstract In this study, it is written about how Ali Fuad Başgil's concept of "Education of Will" in his works can change the way of thinking about education problems in our country, the will of young people, or, in other words, education of moral, the contributions of education. According to this; if innovations can be incorporated into the field of education through the main arguments of philosophy there will be positive changes both in education, in the future of young people and in the interests of the Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe Bölümü. Nurten Kiriş Yılmaz country. However, as a disease in young people, such as hopelessness and melancholy state, laziness about access to information the lack of philosophical thought and lack of judgment in the field of education cause a continuous decrease in the process. Everyone who works on contemporary Turkish thought is aiming to solve the educational problem that exists in our country. For this, studies in Western civilizations have been tried to be adapted to my country, and our translation activities and education have been strengthened. However, in some sections this is not enough. The reason for this is that, according to Başgil, the most basic existent is the lack of educational of will or education of moral. In this study, Başgil's advice and suggestions were given. Keywords: Ali Fuad Başgil, will, moral, education. GİRİŞ Günümüzde global sorunların çözümünde en etkin rol oynayan etmen eğitimdir. Hemen her ülkede eğitime özel bir zaman dilimi ayrılmakta, en azından bir zorunlu eğitim süreci bulunmaktadır. Ancak ülkemizde ve pek çok ülkede eğitimin yalnızca bu zorunlu eğitim sürecinden oluşmadığı bilinci gelişmiş bulunmaktadır. Yapılması gereken bu bilinci pratiğe dökmek ve doğru eğitimin verilmesi için ne tür planlamalar yapılması gerektiği üzerinde durmaktır. Bu planlamalar yapılırken mutlak surette felsefeye başvurmak ve pozitif bilimlerin temeline felsefi eğitimi koymak gerekmektedir. Çünkü “felsefe, ilimlerin gayelerini aşar, fakat daima onlara dayanır. Böylece felsefe ile ilimler arasında bir münasebet vardır. Bununla birlikte, felsefe ilimlerden hiçbirine benzemez ve hiçbirinin gayesini takip etmez. Bu açıdan felsefe ilimler zümresine girmez ve özel bir ilim değildir.”1 Felsefe, sorgulama becerisi kazanma, tutarlı ve doğru düşünme, mantık ve dil bağlantısı kurma, sorunları doğru algılayıp etkili ve verimli çözümler üretmeye yardımcı olma gibi özellikleriyle eğitimde yer alır. Felsefenin değeri eğitimin içine katılmazsa eğitim alanı eksik olacaktır. Bu noktada önemli olan felsefenin kazanımlarının farkına varmaktır. Bu da ancak felsefenin alanını, katkısını ve sınırlarını belirlemeyle mümkündür. Aksi halde felsefe tam anlaşılamayacaktır. Eğer felsefe “(…) çok soyut, ulaşılmaz, gökyüzünde asılı ama işte hayranlıkla seyredilen avize gibi, bir yıldızlar topluluğu gibi sunulursa insanlar ona ulaşamayacağını düşünür.”2 Oysa felsefe hayatın kendisidir. Yaşadığımız her an içinde bir felsefe barındırmaktadır. “Çotuksöken’e göre, felsefi söylemlerin hangi kaygılarla -bu kaygılar halis felsefe kaygılarıdır- üretildiği, hangi soru bağlamlarının yanıtı olduğu 1 Altıntaş, Hayrani (1989), Mustafa Şekip Tunç, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 48. 2 Bolay, Süleyman Hayri (2006), “Türkiye’de Felsefenin Konumu” (Süleyman Hayri Bolay, Ceyhun Akın Cengiz), Felsefe Dünyasında Gezintiler, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, s. 407. [2] Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi konusunda bir bilinç aydınlanmasına gidilmezse, felsefe, öğrenene büyük yük olacak; anlaşılmaz bir söz yığını olarak kalmaya mahkûm olacaktır.”3 Bunun farkında olunmadığında yalnızca geçmişte yaşamış filozofların görüşlerini aktarmaktan öteye gidilmeyecektir ki bunun eğitime hiçbir katkısı olmayacaktır. Bolay bu hususta, “felsefe sistemlerini, filozofların fikirlerini belleyip de felsefi düşünceyi içine sindiremeyen, hareketlerine aksettirmeyen, felsefeye ideolojiyi sokup, kendi düşüncesinden başkasına tahammül edemeyen, hayat hakkı tanımayan her felsefeci, bu işin hamallığını yapmaktadır”4 diyerek güzel bir durum tahlili yapar. Türk düşünürleri özellikle Tanzimat’tan beri Batı medeniyetinin ilerlemesine karşı neden geride kaldığımızı, eksiklerimizin neler olduğunu, bir medeniyet kurmamızın mümkün olup olmadığını sorgulayıp buna çözüm aramışlardır. Günümüzde Türkiye’de hala Batı medeniyetinin karşısında ilerleme çabası güdülmektedir ancak aradan geçen bunca zamana karşın büyük bir ilerleme kaydedilememiştir. Bunun ana sebebi ülkemizde medeniyetin oluşmasını sağlayan eğitime, eğitimde de felsefenin gelişmesine özel bir önem verilmemesidir. Bunun yanı sıra ülkemizde felsefe yapılamayacağı, özellikle Türkçenin felsefe yapmaya uygun bir dil olmadığı gibi iddialar bulunmaktadır. Oysa Özlem’e göre, felsefe yalnızca bir millete, bir ülkeye ait hale getirilebilecek bir etkinlik olmadığından Türkiye’de de Türkçede de felsefe yapmak mümkündür. Özellikle Orta Asya Türkçesinin gramerine dayanan Osmanlıca kökü Türkçeyi felsefeye uygun hale getirmiştir. Nitekim Özlem, “Türkçe’de felsefe yapabiliriz, yapıyoruz zaten” diyerek Türkçenin felsefeye uygun bir dil olduğunu ve Türkiye’de felsefe yapmanın ve felsefi bilinç kazandırmanın en azından bu anlamda güç olmadığını dile getirmiştir.5 Demek ki ülkemizde felsefe yapma koşullarının başında gelen dil açısından sorun bulunmamaktadır. Özlem, “dil hususunda hiçbir dil diğerinden üstün değildir; en ilkel bir dil bile işlendiği takdirde bir kültür dili haline gelebilir ve Türkçe gelişmiş bir kültür dilidir; Türkçede felsefe ve bilim yapılabilir, yapılmaktadır, yapılması gerekir”6 diyerek felsefenin yolunu açar. Bu noktada eğitim sistemi üzerinden felsefenin gelişmemesinin ana nedenleri ele alınarak bazı düşünürlerin öneri ve görüşlerine dikkat kesilmelidir. Ülkemiz genç nüfus oranı açısından Batı ülkelerinin hayranlığını kazanacak kadar şanslıdır. Bu 3 Günay, Mustafa (2004), Süregiden Felsefe Üzerine Bir Deneme, Adana: Karahan Kitabevi, s. 76. 4 Bolay, Süleyman Hayri (2007), “Felsefe Yapmak ve Necati Öner”, Türk Düşüncesinde Gezintiler, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, s. 533. 5 Özlem, Doğan (2015), “Türkiye’de ve Türkçede Felsefe”, Türkiye’de Felsefe, İstanbul: Notos Kitap Yayınevi, s. 53. 6 Özlem (2015): 55. [3] Nurten Kiriş Yılmaz genç nüfus ülkemizin teminatıdır ve onların eğitimi bu sebeple çok önemlidir. Ancak bu gençlerin değerler buhranı yaşadığı, ahlaki bir boşluk içinde oldukları da malumdur. Bu sebeple gençlerin eğitiminde ahlaki değerlere büyük bir önem verilmeli, gençler bu anlamda terbiye edilmelidir. Bu terbiyeye irade terbiyesi ya da ahlaki eğitim denir. İrade terbiyesi ya da ahlaki eğitim felsefenin alanı olduğu için ve aynı zamanda bu eğitimi verebilmek için felsefi bakış zorunludur. Felsefe eğitimi verebilmenin ve eğitime felsefi bir bakış kazandırabilmenin temel koşulu ancak felsefi bilinç kazandırılmasıyla olacaktır. Bu sebeple ele alınan bu çalışmada eğitim sürecine katılan felsefe ve dolayısıyla irade terbiyesi ya da ahlak eğitimi ile gençlerde ne tür değişiklikler yaratılabileceği ve bunun sosyal bir varlık olan insanın merkezde bulunduğu sosyal yaşam için katkıları, modern Türk düşünürlerinden Ali Fuad Başgil’e göre ele alınmaya çalışılacaktır. Yapılan tahlilin ardından Türkiye’de eğitime katkısına değinilecektir. İRADE TERBİYESİ-AHLAK EĞİTİMİ VE RUH-BEDEN GÖRÜŞÜ Bir Türk düşünürü olan Ali Fuad Başgil, “Demokrasi Yolunda”, “Gençlerle Başbaşa”, “İlmin Işığında Günün Meseleleri” eserlerinde kendi tecrübelerinden hareketle gençlerde oluşan bu bunalım havasından, ataletten, cesaretsiz ve tembel yaşamaktan kurtarıcı önerilerde bulunarak, geleceğimizin teminatı olarak gördüğü gençliğin önünü tıkayan bu duygu durumlarından onları uzaklaştırmaya çalışmıştır. O gençlere yönelik yazdığı çalışmalarda eğitim sürecinde yer alan problemleri ve çözüm önerilerini ortaya koymuştur. Başgil’in ortaya koyduğu en belirgin fikir, irade terbiyesi yani ahlak eğitimidir. Eğitim alanında başarılı olmanın ancak ahlak eğitimiyle mümkün olacağını öne süren Başgil, günümüzde yaşadığımız sorunlara bir çözüm arayışındadır. “Gençlerle Başbaşa” kitabında Başgil, öncelikle başarılı olmanın ana etmenlerini ortaya koymuş ve başarılı olmanın yolundaki engelleri belirleyerek bertaraf etmeye çalışmıştır. O, “başarılı olma yolunun tehlikeleri ve düşmanları”ndan bahsederek gençleri uyararak işe başlamış ve başarının ilk düşmanı olarak ‘tembelliği’, ikinci olarak ‘kötü arkadaşı’ ve üçüncü olarak da kendilerinden etkilenilen ‘kötü örnekleri’ göstermiştir. Tembellik gençlerin üzerine çökmüş bir karabasan gibidir ve bunun farkına varıp kendilerini kurtarmazlarsa halinden hoşnut ama fakat ilerleme kaydedemeyen gençlerle karşılaşılacaktır. Tembelliğin; yerine, adamına ve çağına göre girmediği kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur. Dilimizde aldığı çeşitli isimlerde onun bu sinsiliğini gösterir. Tembelliğin adı uçarılıktır. Bir adı gevşeklik, bir adı hoppalık ve [4] Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi züppelik, bir adı uyuşukluk, üşengeçlik keyfine düşkünlük, bencilliktir. Tembellik herkesin karşısına her zaman aynı kılıkta çıkmaz. O mesleksiz aktör gibi daima rol değiştirir. Bazen en geçerli bir mazeret kılığına girer; hasta olur, yorgun düşer ve herkesi haline acındırır. Bazen iş yapar görünür; aslında hiçbir şey yapmaz. Bazen tatlı bir dille konuşur ve gönül çeler. Onun kandırıcı bir felsefesi ve boş sözlerden örülmüş bir edebiyatı vardır.7 Başgil, tembelliğin gençlerin karşısına nasıl sinsi bir düşman gibi çıktığını bu sözleriyle açıklamıştır. Başarılı olabilmek ancak iradeli davranarak, tembelliğin gizlenmiş bir şekilde de olsa karşımıza çıkan her halini ortadan kaldırmakta yatmaktadır. Başarının bir diğer düşmanı olarak ‘kötü arkadaşı’ ele alan Başgil, “dost ağzını kullanır, seni kollar ve yardımına koşar görünür. Seni kendisine imrendirmek için yapmadığı şaklabanlık kalmaz. (…) Zaman ile alışkanlık halini alarak içimize yerleşir”8 der. Arkadaşın kötüsü kendisi çalışmadığı, başarılı olma kaygısı olmadığı gibi karşısında çalışan ya da başarılı olma azmi olan kişilere de tepkili olur. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim atasözünde de belirtildiği gibi arkadaşlık ettiği kişiler gençlerin kimliğini ortaya çıkarır. Çünkü arkadaş iyiyse, çalışkan ve azimli ise, onun gibi olmaya çalışılacaktır. Yine aynı şekilde arkadaş tembel ve kötü niyetliyse, yine arkadaşlarını etkileyecek ve kendisi gibi olmasına sebep olacaktır. Başarılı olmanın önündeki diğer engel ise ‘kötü örnekler’dir. Başgil, “şarlatanlığın ve parazitliğin gösterişli hayatından gözlerin kamaşıp da sakın namuslu çalışmanın güvenilir sonucundan şüpheye düşme ve manevi kuvvetini kırma”9 diyerek, gençlerin kolay yoldan kazanılan her türlü kazançtan uzak durması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır. Tüm bu belirlemelere rağmen, başarılı olmak yalnızca bu düşmanları bertaraf etmekle kazanılmamaktadır. Başarılı olmanın bir diğer önemli koşulu da tüm bunların yanı sıra iradeli olmaktır. İradesi olmayan biri başarı yolundaki bu engellerden uzak dursa dahi başarılı olamayacaktır. Çünkü irade başarının ön koşuludur. Başgil gençlere öğüdünde “gevşekliğin, uçarılık, hoppalık, züppeliğin, türlü türlü şekilleri ile adına tembellik dediğimiz sefalet şeytanı ve başarı düşmanının yıldığı biricik silah iradedir. İyilik yolunda 7 Başgil, Ali Fuad (2016), Gençlerle Başbaşa, İstanbul: Yağmur Yayınları, s. 20. 8 Başgil (2016): 22. 9 Başgil (2016): 23. [5] Nurten Kiriş Yılmaz iradeni kullanabiliyorsan, korkma. Arkadaşın kötüsü semtine uğrayamaz” 10 diyerek iradenin önemini vurgular. İradeli olmak Başgil’e göre sadece bir toplum içinde, bir makam ya da mevki için başarılı olmak ya da bir eğitim aşamasında başarı sergilemek için değildir. Çünkü iradeli olmak, “maddi ve sosyal bir başarının değil, mutlu olmanın bile temel şartıdır.”11 Bu durumda iradenin ne olduğunu ele almak gerekmektedir. İrade; gayret ya da iyi bir eğitim ile elde edilebilen bir şeydir. Başgil eğitimci ve ahlakçı Jules Payot’un “İrade Terbiyesi” isimli kitabından çok etkilendiğini dile getirerek irade konusuna ayrı bir önem atfetmiştir. Payot, “hemen bütün başarısızlıklarımızın ve bütün felaketlerimizin sebebi bir tanedir: irademizin zayıflığı, çalışmaya, özellikle sürekli çalışmaya karşı şiddetli bir nefret duymak”12 şeklinde ifade ederek irade zayıflığının tüm başarısızlıklara sebep olacağını ortaya koyar. Aslında sağlam bir iradeye sahip olmak iyi bir eğitimle tamamlanır görünse de burada önemli bir faktör göz ardı edilmemelidir. Bu faktör, insandır. Çünkü iradeyi ortaya koyacak olan insandır. Bu sebeple irade öncelikle insanın temel özelliklerinin ortaya konulması suretiyle ele alınabilir. Bir ahlak varlığı olarak insanı ele almak, onun ruh ve beden olarak iki yönden oluştuğunu ortaya koymayı gerekli kılacaktır. Eğitimde yalnız bedene yönelik bir yaklaşım geliştirilirse insanın diğer temel yanı eksik kalacaktır. Bu durum da eğitimde başarısızlığa sebep olacaktır. Dolayısıyla ruh ve beden eğitimi bir bütün olarak ele alınmalıdır. İnsan beden ve ruhtan oluşan düal bir varlıktır. Onun ruhu ile ilgili kısmını ortaya koymaması yalnızca beden olarak kalması sonucunu doğurur. İnsan onu insan yapan, dahası “kişi” yapan yönünü ortaya çıkarmadıkça yalnızca yürüyen, konuşan, üreyen bir iki ayaklı bir varlık olmaktan öteye gidemez. Bu durum tıpkı bir hayvanın yaşamını sürdürmek için temel ihtiyaçlarını karşılamaktan ileriye gidememesi gibidir. Başgil’e göre eğer insanın ruhi/manevi yönü ortaya konulmazsa, “(…) dağlarda yaşayan kurtlar gibi gayri içtimai birer mahluk olur ve birbiriyle boğazlaşırlardı.”13 Çünkü “(…) cemiyet ve içtimai nizam; iyilik, adalet ve hakkaniyet hep maneviyat kuvvetinden doğan insani faziletlerdir. Yine çok kere denildiği gibi, insan moral, yani manevi bir mahlûktur. İnsanın bir tarifi de, onun "manevi bir mahluk" olmasıdır.”14 Ülken bu konuda, “halkın anlayışı, çoğu kere bu hakikatten gafildir. O, yalnız bedenin yetişmesiyle bir gayeye erişileceğini 10 Başgil (2016): 25-26. 11 Başgil (2016): 26. 12 Payot, Jules (1932), İrade Terbiyesi, (Çev. Münür Raşit), İstanbul: Kanaat Kütüphanesi, s. 7. 13 Başgil, Ali Fuad (2006), İlmin Işığında Günün Meseleleri, İstanbul: Yağmur Yayıncılık, s. 252. 14 Başgil (2006): 252. [6] Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi sanar. Bilmez ki ruhsuz bir bedenin büyüyüp yetişmesi düşkünlüklerin dizginini salıvermek; ot bitmeyen bir toprağı sulamaktır”15 der. Dolayısıyla insanın ortaya çıkarılması ancak ve ancak ruh ve beden bütünlüğünün sağlanması ile mümkün olacaktır. Bu sebeple yalnızca bedeni ilgilendiren bir eğitim değil aynı zamanda ruhun terbiyesi de gerekmektedir. Ruhun terbiye edilmesi ise bedenin terbiyesinden zor bir iştir. Ancak bu ruhun terbiyeye açık olmadığı anlamına gelmez. Ülken “ben diyorum ki, ruh, sürekli bir terakkiye elverişlidir”16, diyerek bu düşünceyi destekler. Burada herkese düşen görev, sonsuz bir çaba ve istek ile ruhun terbiyesi için uğraşmaktır. Ruhunun eğitimi için çaba sarf eden insan kudretli bir insandır. Burada yalnız bazı insanların becerisinden kaynaklanan bir durum yoktur. Sadece kralların, yöneticilerin, zenginlerin ya da üst sınıfların vs. ulaştığı bir hayalden bahsedilmemektedir. Burada herkese açık bir olanaktan bahsedilmektedir. Onu bulmak isteyen, arayan ve çaba sarf eden bulacaktır. Şekip Tunç’a göre ise “insan söz konusu edildiğinde (…); bilen, eyleyen, hedefleri ve gayesi olan bir varlık perspektifinden meseleye bakmak zorunludur. Zira insan iki dünyaya birden aittir. Bir yanıyla yani bedensel varoluşu itibariyle fizik, fizyolojik ve biyolojik dünyanın bir parçasıdır, diğer yanıyla ise değerler dünyasına ait olarak etik, estetik ve metafizik bir varlık hüviyetindedir.”17 Burada vurgulanmak istenen insanın beden ve ruh yönlerinden herhangi birinin ön plana çıkarılmasının hatalı olacağıdır. İnsan, ne sadece bedenden ne de ruhtan meydana gelir. İnsan bu ikisinin bir bedende vücut bulmasından ibarettir. Onun değer varlığı olduğunu unutmak sadece biyolojik bir canlıdan bahsetmeye benzer. Bu canlı şuurlu bir varlık olmadığı için, diğer biyolojik varlıklar gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için içgüdüleriyle hareket edecek, biyolojik doğasının istek ve arzularına boyun eğmek zorunda kalacaktır. Oysa “insan, tabiattaki diğer varlıklardan farklı olarak, manevi ihtiyaçları olan ve bu ihtiyaçları doğrultusunda manevi dünya kurabilen şuurlu bir varlıktır.(…) İnsan iradesi ve seçimleri ile kendini inşa eder ve kendi şahsiyetini kurar.”18 Kendi şahsiyetini kuran insan, tarih yapar, vatan oluşturur, milli değerlerini ve inançlarını sürdürür, olaylara ve durumlara çözümler üretir. Onu değerlerden ayrı düşünmek, dolayısıyla ruh yönünü işin içine katmadan düşünmek olanaklı değildir. Ahlakın da, ahlak eğitimine ilişkin kuramlarında temelinde bu düşünce yatmaktadır. Değerler kuran, değerler üreten bir varlık olan insan kendi 15 Ülken, Hilmi Ziya (1999), Aşk Ahlakı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 48. 16 Ülken (1999): 49. 17 Bayraktar, Levent (2014), Türk Düşüncesinden Portreler, Ankara: Aktif Düşünce Yayıncılık, s. 3. 18 Bayraktar (2014): 65. [7] Nurten Kiriş Yılmaz şahsiyetini oluştururken aynı zamanda çevresine ve kendisi gibi şahsiyetini kurmuş olan diğer değer varlığı insanlara saygılı olacaktır. Başkasını da kendisi gibi bir şahıs olarak algılayan kişi, davranışlarını da bu gerçeğe göre ayarlayacaktır. Bu kişi kendisi için kabul etmediği ve edemeyeceği davranışları başkalarına karşı sergilemeyecek ve onlar için de kabul etmeyecektir. Şekip’e göre tüm bunları yapabilmesi için insanın bu şuurunu geliştirecek bir eğitime ihtiyacı vardır.19 Bu eğitim de ancak irade eğitimiyle olacaktır. Çünkü insanın bir değer varlığı olarak şahsını kurmasının desteklenmesi ve bir de başka insanlara karşı da sorumluluk bilincini alması ancak ahlak terbiyesiyle oluşacaktır. Başgil’e göre, insan sadece fiziksel bir varlık değil, bir bilinç varlığıdır. Zaten bilinç varlığı olmaması durumunda iradeden bahsetmek olanaklı değildir. Başgil, fiziksel ya da bedeni yanımızı “refleksler ve otomatik hareketler”, “içgüdüsel hareketler” ve “telkinli hareketler” olarak ayırır ve irade ile eş tutmaz. İrade ancak bilinçli-şuurlu hareketler ile ortaya çıkar. “Şuurlu dediğimiz bu faaliyetler, şuurumuzun ışık demeti altında akıl ölçeği ile iyice ölçüp tarttıktan sonra, karar vererek yaptığımız hareketlerdir. İrade dediğimiz ruh gücü ve manevi enerji de budur. Yani, içimizin karar verip yapma ve gerçekleştirme kudretidir.”20 İrademizin bulunduğu alan ruhumuzdur. İnsanı ruhundan bağımsız yalnız bir beden varlığı olarak ele almak imkânsız olduğuna göre eğitim alanında muhakkak bu yön ön planda tutularak hareket edilmelidir. Başgil de bu noktada eğitim için önemli kavram olarak irade kavramını öne sürer. Ona göre “irade, aklımızın düşünüp karar verme ve yapılması aynı derecede mümkün olan çeşitli hareket tarzlarından birini beğenip tercih etme gücüdür.”21 Ancak burada işin içine tercih meselesi girmektedir. Tercih etme bazen iyilik için olabilirken bazen de kötülük tercih edilebilir. Bazen de istemeden iyi ya da istemeden kötü tercih edilir. Yine bazen de iyilik tercih edilmiştir ama sonuçları kötü ya da tam aksi olabilir. Başgil buna şu örneği verir, Muhtaç birine yardım elini uzatan bir hayır sahibi ile bir masumun canına kıyan bir caniyi göz önüne getirelim. Belli ki bunların her ikisi de düşünüp karar veriyor. Ve düşünerek hareket ediyor. Şu farkla, biri aklını ve bunun gerçekleştirme gücünü ifade eden iradesini iyilik yolunda kullandığı halde; diğeri kötülük yolunda kullanıyor. Biri içinin insani ve ahlaki yönlerine 19 Bayraktar (2014): 69. 20 Başgil (2016): 36. 21 Başgil (2016): 37. [8] Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi uygun hareket ettiği halde; diğeri hayvani his ve hırsları gereğince hareket ediyor.22 Bu nedenle burada tercihin, ahlaki açıdan önemli bir kavram olduğunu hatırlamak gerekir. Tercih yalnızca seçim yapmak değildir. Tercih, bilinçli bir şekilde iyiyi ya da kötüyü seçmektir. Eğer bir kişi iyiyi tercih ediyorsa bu onun erdemine göre eylediğini gösterir. Buna iyi isteme adı verilir. İradeye göre eyleme de, iyi isteme ya da tercih olarak ele alınır. Başgil bu noktada “iyi” olanın ne olduğunu tespit etmeye çalışır. İyilik, en yüksek içtimai bir fazilettir ve adaletten de üstündür. Çünkü iyiliği mükâfatlandırmak adalet olduğu gibi, kötülüğü cezalandırmak ta adalettir. İyilik ise, mükâfat ve mücazat gibi bir karşılık beklemeyen, ilahi bir haslettir ve bu sebeple içtimai nizamın en derin temelidir. Söylemeye lüzum görmem ki, bu hakikatleri genç nesil, evvela aile ocağında, ana baba görgüsünden sonra da bilhassa mektepte hocalarından öğrenir. 23 Aristoteles’ten beri süregelen felsefi gelenek bize iyi istemenin ve buna bağlı olarak tercihin ahlaklı isteme olacağını göstermiştir. Nitekim Başgil, İradeyi kör ve mutlak bir ruh gücü olarak değil; ahlaki anlamda almak ve aklın iyilik yolunda düşünüp karar vermesi, fiil ve hareketlerin iyisini ve faydalısını kötüsüne ve zararlısına tercih etmesi şeklinde anlamak gerekir ki, iradenin bu şekline ahlaki irade denir. Ahlaki irade ise, fiil ve hareketlerin iyisini seçip gerçekleştirme şeklinde beliren ruh gücüne sahip olmak; hareketlerimizde kötü örneklerin, kötü telkin ve alışkanlıkların esiri olmayarak kendi davranışlarımızın bizzat, sevk ve idare edici olması demektir.24 Asıl mesele bu aşamadan sonra başlamaktadır. Çünkü ahlaki irade bir gencin sahip olması gereken en önemli yetidir ve gençlerin eylemlerinde bu yetinin olup olmadığı tespit edilmeli, varsa desteklenmeli, yoksa da eğitimle teşvik edilmelidir. Bilindiği gibi eğitim, kültür, ahlak tabiatta yoktur, bunun gibi medeniyet de tabiatta yoktur. Bunlar insanın meydana getirdiği müesseselerdir. İnsan bu alanları, “bir imkânlar alanı içinde kendi tercihleriyle oluşturur.”25 Bu noktada sormamız gereken sorular şunlardır: gençler tercihlerini yaparken bir bilince (şuura) göre mi davranıyor, 22 Başgil (2016): 37-38. 23 Başgil, Ali Fuad (2014), Demokrasi Yolunda, İstanbul: Yağmur Yayıncılık, s. 89. 24 Başgil (2016): 38. 25 Bolay (2007): 537. [9] Nurten Kiriş Yılmaz tercihlerini etkileyen nedir? Yoksa insani doğadan gelen bir yetiyle ya da yatkınlıkla mı tercihte bulunuluyor? ve belki de hepsinden önemlisi tercih etmek eğitimle değiştirilip, geliştirilebilecek bir şey midir? Başgil gençlerle ilgili çalışmalarında bu sorulara cevap arar. Ona göre insanlar, hem fizyolojik olarak hem de ruhsal olarak birbirlerinden farklı varlıklardır. Bire bir aynı olan iki insandan bahsetmek olanaklı değildir. Örneğin bir ruh doktoru bir hastaya uyguladığı tedavinin aynısını bir diğerine uygulayamaz, hastaların özel durumlarını ifade eden hikâyelerini dinleyerek tedaviye başlar. Aynı şekilde her insanın kendisine has manevi yapısı vardır. Bu farklı manevi yapı insanların “şahsiyet” farklarını oluşturur. Başgil’e göre, “kişinin bu manevi yapısı ile ruh yönleri onda belli bir duyuş ve hareket ediş tarzı yaratır ki buna da karakter, huy, tıynet, seciye denir.”26 Karakter, huy, tıynet, seciye kelimelerinin ilk ortaya koyduğu şey kişiye özel olduğudur. Başgil bu kelimelerin birbiri yerine kullanıldığını ama aynı zamanda birbirinden küçük nüanslarla ayrıldığını ifade etmek için ise şu şekilde bir ayrıma gider; Karakter, şekillenmiş şahsiyet, terbiye görmüş irade, uyanık bir şuur, fikir ve hareketlerine sahip olma ve prensip adamlığı anlamlarına gelir ki, bunu Türkçede “seciye” kelimesi ile ifade edebiliriz. Bu anlamda karakterli adam, prensipli ve şahsiyet sahibi, düşünceli ve iradeli adam demektir. Karaktersiz adamda şahsiyetsiz, sözüne ve işine güvenilmez ve akıl ermez, düzensiz adam demektir. Başka bir deyişle, karakterli “seciyeli” insan, hayvani içgüdü ve eğilimlerin tutsaklığından kurtulup bu kuvvetleri hayat için birer hizmetkâr haline koymuş olan insandır. Karaktersiz “seciyesiz” insan da, hayvani içgüdü ve isteklerin hâkimiyeti altında kalmış olan insandır.27 Başgil’e göre ahlakın, ahlak eğitiminin özü gençlerin karakterli ve sağlam seciyeli olmasında yatar.28 Başgil karakterin değişip değişmeyeceğini sorgulayarak, felsefe tarihinde ele alınan olumlu ve olumsuz görüşlerin argümanlarını sıralar. Buna göre felsefe tarihinde karakterin eğitilemeyeceğini ifade eden görüş ve karakterin eğitim ile değiştirilebileceğini öne süren birbirine karşıt iki görüş vardır. Bu görüşlerden ilkine göre, insan doğuştan bir takım huylar ile doğar. Bu huylar, kıskanç olmak, çekingen olmak, uslu olmak, sessiz olmak, şımarık olmak vs. gibi ele alınabilecek olsa da en temelde iyi ve kötü olmak olarak ayrılabilir. Başgil’e göre bu ilk görüş; “insan iyi ve kötü huyları ile beraber doğar, bunların iyilerinden faydalanır, kötülerini 26 Başgil (2016): 40. 27 Başgil (2016): 41. 28 Başgil (2016): 41. [10]
Description: