ebook img

Afrikalı Leo - Amin Maalouf PDF

423 Pages·2002·1.59 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Afrikalı Leo - Amin Maalouf

Amin Maalouf Afrikalı Leo Çeviri : Sevim Raşa Yapı Kredi Yayınları Yine de hiç kuşkunuz olmasın, Afrikalı Leo, gezgin Leo, benim. W. B. Yeats. İrlandalı şair (1865-1939) Ben, Hasan, tartıcıbaşı Muhammet'in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum ama Afrikalı değilim. Avrupalı da, Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeyyath da derler, ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. Ben yolların oğluyum. Ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olanları. Bileklerim ipeğin okşayışlarını duyumsadı, kaba yünden incindi, prenslere özgü bilezikleri ve ayrıca kölelik zincirlerini taşıdı. Parmaklarım bin tane peçe araladı, dudaklarım bin tane el değmemiş kızın kızarmasına neden oldu; gözlerim kentlerin yok olduğunu, imparatorlukların silindiğini gördü. Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyancası konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve bütün dualar benim dillerim ve dualarım. Fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrı'ya ve dünyaya aidim ve yakında bir gün yine onlara döneceğim. Fakat oğlum, sen benden sonra yaşayacaksın; senin anılarında olacağım. Kitaplarımı okuyacaksın. Baban bir Napolili gibi giyinmiş olarak, onu Afrika'ya götürmekte olan geminin güvertesinde, tıpkı uzun bir yolculuğun sonunda hesaplarını tutan bir tüccar gibi, bir şeyler karalamakta. Fakat benim de yaptığım bir tür hesap değil mi? Ne kazandım, ne yitirdim? Ulu Tanrı'ya ne diyeceğim? Bana, türlü yolculukların beni alıp götürdüğü yerlerde geçirdiğim kırk yıl bağışladı: zekâm Roma'da gelişti, tutkum Kahire'de, üzüncüm Fas'ta, Çocukluk saflığımsa daha Granada'da. I GRANADA KİTABI SELMA EL-HÜRRE YILI Hicri 894 (5 Aralık 1488 - 14 Kasım 1489) O yıl kutsal ay Ramazan yaz ortalarına rastlamıştı. Granada halkı günün sıcağında çabuk öfkeye kapıldığı için babam, çok seyrek olarak, gece basmadan önce sokağa çıkardı. Sık sık kavga olduğu için ağırbaşlı anlamlı bir yüz Tanrı'ya saygı işareti sayılırdı. Bunaltıcı sıcak altında, iç çatışmalardan bunalmış, dıştansa inançsızlarca tehdit altında bulunan bu kentte, ancak oruç tutmayan, ya da, Müslümanların yazgısıyla hiçbir ilgisi olmayan biri gülümseyebilir veya dostça davranabilirdi. Ulu Tanrı'nın sonsuz kayrasıyla Ramazan'dan bir gün önce, Şaban ayının son günü doğmuşum. Annem Selma iyileşene değin oruç tutmayacaktı. Babam Muhammet'se, açlıkla geçen sıcak günlere karşın homurdanmıyordu. Çünkü, adını taşıyacak, bir gün silahlarını kuşanacak bir oğlu olmak her erkek için bir sevinç nedenidir. Dahası ben ilk oğuldum; kendisine Ebu'l Hasan (Hasan'ın babası) dendiği zaman göğsü kabarmış, eliyle bıyıklarını düzeltmiş, yukarıdaki odada benim yatmakta olduğum bölmeye bakarken iki elinin başparmaklarını sakalı arasında yavaşça gezdirmişti. Yine de babamın sevinci, annem Selma'nınki denli derin ve yoğun değildi. Annem bedensel olarak henüz güçsüzdü, şanoları kesilmemişti ama bütün bunlara karşın benim dünyaya gelişimle o da yeniden doğmuştu; çünkü ev halkı arasında birinci kadın durumuna yükselmiş, ayrıca önünde uzanan uzun yıllar boyunca babamın ilgisini sağlama almış oluyordu. Uzun yıllar sonra bana, doğuşumla birlikte korkularının, tümüyle silinmeseler bile gitgide azaldığını söylemişti. Babamla ikisi kardeş çocuklarıydılar; evlenmelerine daha onlar çocukken karar verilmişti. Evlendikten dört yıl sonra gebe kalmıştı. Selma. Evliliğinin daha ikinci yılında çevresinde küçük düşürücü dedikodular yapıldığının ayırımına varmıştı. Bir gün Muhammet, satın aldığı, örgülü kara saçlı güzel bir kızla gelmişti. Askerler, Mursiya yakınlarına yaptıkları bir baskında ele geçirmişlerdi kızı. Babam kıza Verda adını vermiş, yukarı katta, iç avluya bakan bir odaya yerleştirmiş. Dahası onu, ut çalmayı, dans etmeyi ve yazmayı öğrenmesi için Mısırlı İsmail'e göndermekten söz etmeye başlamış. Tıpkı sultanların gözdelerini gönderdikleri gibi. Annem, şöyle diyordu: "Ben özgürdüm, o ise köleydi. O nedenle karşılaştırılamazdık, eşit koşullarda değildik. Verda durumu gereği, her türlü baştan çıkarıcı oyunu ve düzeni biliyordu; peçesiz dışarı çıkabiliyor, şarkı söyleyip dans edebiliyor, şarap doldurup göz kırpabiliyor, soyunabiliyordu. Oysa ben bir eş olarak utanıyor, babanı hoşnut edecek şeylere en küçük bir ilgi duymuyordum. Bana 'Dayıkızı', ya da saygıyla, el- Hürre' (Özgür) veya el-Arabiyye' (Arap) derdi. Verda ise bana, bir hizmetçinin hanımına duyduğu saygıyı gösterirdi." "Bir sabah," diye annem sözünü sürdürdü, aradan uzun yıllar geçmiş olmasına karşın sesi boğuluyor, titriyordu. "Bir sabah Süslü Sara kapıyı vurup geldi. Dudakları ceviz köküyle boyanmış, gözlerinden sürme neredeyse akmakta; elleri kınalı, baştan ayağa bürümcük ipekler içinde; tatlı kokular sürünmüş. Sık sık beni görmeğe gelirdi. Her neredeyse Tanrı onu korusun! Muska, bilezik, limon, amber, yasemin, suzambağı esansları satar, fal bakardı. Birden benim kıpkırmızı olmuş gözlerimi ayırt etti; daha ben ona derdimi anlatmadan, avcuma baktı, açık bir kitabın sayfalarını okur gibi okumaya başladı. Gözlerini avcumdan ayırmadan bu güne değin unutmadığım şu sözleri söyledi: 'Biz Granada kadınları için özgürlük, köleliğin aldatıcı bir biçimidir, kölelikse özgürlüğün kurnazca bir biçimi.' Sonra daha bir şey demeden saz sepetinden, yeşilimsi, ağzı tıpalı bir küçük şişe aldı, 'Bu gece bir bardak orjat[1] şurubuna bu sıvıdan üç damla karıştır, kendi elinle dayıoğluna ver. Kelebek ışığa doğru nasıl koşarsa o da sana öyle koşacak. Üç gece sonra bunu yine yap, yedi gece sonra yinele.' "Birkaç hafta sonra Sara geldiğinde aşermeye başlamıştım bile. O gün ona elimdeki bütün parayı verdim. Bir avuç dolusu dirhem. Sevinçten oynuyordu. Odamda paraları avuçlarında tutarken ayaklarını hızlı hızlı yere vuruyor, kalçalarını oynatıyor, paraların sesiyle, bütün Yahudi kadınların takmak zorunda oldukları cülcülün ince sesi birbirine karışıyordu. * * * Gerçekten de Selma tam zamanında gebe kalmıştı, çünkü Tanrı Verda'nın da o günlerde gebe kalmasını uygun bulmuştu. Gerçi kız özel durumundan ötürü gebeliğini gizliyordu ama iki ay sonra gerçek ortaya çıkınca, ikisi arasında hangisi erkek çocuk doğuracak diye bir tür yarış başladı. Her iki bebek de erkek olursa hangisinin daha önce doğum yapacağı önem kazanıyordu. Selma kuruntularla kıvranıyor, rahat uyuyamıyordu; Verda ise daha geç doğursa bile, bir erkek çocuk dünyaya getirirse çok mutlu olacaktı, çünkü yasalarımıza göre, kölelikten geldiği için tatlı hoppalıklarından vazgeçmesi beklenmeden Özgür bir kadın olabilecekti. Babama gelince, erkekliğinin bu çifte kanıtından ötürü pek mutluydu. Öyle ki çatısı altındaki bu olağandışı yarışma havasını sezinlememişti bile. Bir akşam güneş batmadan önce, her iki eşinin de kendisiyle birlikte, arkadaşlarıyla buluştuğu, Bayrak Kapısı yakınındaki hana kadar gitmelerini istedi. Eşlerinin durumu artık gözlerden gizlenemiyordu. İki kadın el ele, evlerinin üst kat pencerelerinden, perdelerin arasından gizlice bakan kadınların alaylı gülüşleri arasında ve erkeklerin meraklı, araştırıcı bakışları altında, -el Bayyazin'de en dedikoducu ve en boş işlerle zaman öldüren semt bizimkiydi- özellikle annem, utançtan neredeyse büzüşmüş olarak babamın birkaç adım arkasından yürüyorlardı. Onları yeterince gösterdiğine karar verince, kendisi de gizli bakışlardan yeterince etkilendiğini duyumsayınca, evde bir şey unuttuğunu ileri sürdü, el Bayyazin'in karanlık, ilkbahar yağmurlarıyla kimi çamurlu, kimi kaygan, kimi taşlı, iki anne adayı için bin bir tehlike gizleyen yollarından -oynayan bir kaldırım taşı hepsinden bile daha tehlikeli olabilirdi- gerisin geri eve yürüdüler... Yorgun ve zihinleri karışmış iki kadın, Selma ve Verda, dayanabilecekleri en son noktaya varmış olarak, ve ilk kez gerçek bir birliktelik duygusuyla kendilerini aynı yatağa, köle kızın yatağına, zor attılar, çünkü el-Hürre'nin kendi odasına gitmek için merdivenleri çıkacak gücü kalmamıştı. Babam, her iki çocuğunu da aynı anda yitirebileceği olasılığının bilincinde olmadan yeniden hana dönmüş. Anneme göre, doğacak iki oğlu için arkadaşlarının iyi dileklerinin tadını çıkarmak ve komşumuz Berber Hamza'yla tavla oynayabilmek amacıyla, hiç kuşkusuz koşa koşa gitmiş. Kilitte anahtarın döndüğünü duydukları zaman iki kadın da kahkahalarla gülmeye başlamışlar, sakinleşmeleri için epey bir zaman geçmesi gerekmişti. On beş yıl sonra annem o günü anımsayınca, böyle bir çocukluktan dolayı yüzü kızardı ve biraz da utanarak o günlerde Verda'nın on altı, kendisininse yirmi bir yaşında olduğuna dikkatimi çekti. Bu olaydan sonra aralarında, ilişkilerini yumuşatan bir bağ oluştu. Süslü Sara aylık ziyaretlerinden birine geldiği zaman Selma, bu gezici falcı, gerektiği zaman ebe, masajcı, berber olan ya da istenmeyen tüyleri söken bu kadına karnını göstermesi için köle kızı da çağırdı. Süslü Sara, haremlerde kapalı kalan sayısız müşterisine, kentte ve bütün sultanlıkta yer alan yüzlerce, yüzlerce skandalın öykülerini anlatırdı. Sara, yeminler ederek anneme çok çirkinleştiğini, bunun oğlan doğuracağı anlamına geldiğini, Verda'ya ise acıyarak çok güzel olduğunu söyledi. Selma, Sara'nın söylediklerine öylesine inanıyordu ki o gece bunları Muhammet'e anlatmaktan kendini alamadı. Ayrıca çok utanarak Sara'nın bir uyarışını aktarmak zorunluğunu duydu. Bebeğe zarar vermemek ya da erken doğuma neden olmamak için Muhammet her iki karısından da artık uzak durmalıydı. Uzun ve çok dolaylı yollardan anlatılmış olmasına karşın bu uyarı babamın kuru bir çıra gibi parlamasına yetti. İçinde "zibil" (süprüntü, gübre), "bunalmış büyücüler", "şeytan karı" gibi sözlerin de bulunduğu bir sövgüler denizine dalmasına, havanelinin havanda çıkardığı tekdüze sesler benzeri tekdüze homurtularla bunları yinelemesine, ilaçlar, kadın aklı ve Yahudilere ilişkin daha nice, çok da övücü olmayan sözcükler sıralamasına neden oldu. Selma eğer gebe olmasaydı kocasının onu döveceğini, bir yandan da gebe olmasaydı böyle bir sorunun ortaya çıkmayacağını düşündü kendi kendine. Kendi kendini rahatlatmak için çok akıllıca davranıp anne olmanın getireceği mutluluğun böylesi tatsız durumları unutturacağım yineledi. Muhammet, bir tür ceza olsun diye o "Zehirleyici Sira"nın eve gelmesini yasakladı. Babanım şivesi, tipik Granada şivesiydi, ölünceye değin de konuşması değişmedi. Örneğin anneme Silma, odalığına Virda, kapıya "bab"yerine "bib", kentimize "Girnata", sultanın sarayına da "Elhimra" derdi. Öfkesine eşdeğer bir özen göstererek her iki eşinin de yatak odalarından lohusalık dönemlerinin bitimine dek uzak durdu. Bu olaydan iki gün sonra, Verda'nın sancıları başladı. Akşama doğru sancılar seyrekleşti, ancak sabaha karşı sancılar sıklaşınca kendini tutamayıp bağırmaya başladı. Babam, komşumuz Hamza'ya koşup kapısını vurdu ve çok

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.