Dr. Hikmet Kıvılcımlı 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi Yaynlar 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi Dr. Hikmet Kıvılcımlı Dijital Yayınlar Yaynlar İndir - Oku - Okut - Çoğalt - Dağıt Bu kitap ilk defa: 1970 yılında Ant Yayınlarında yayınlanmıştır. Bu kitap KöXüz sitesinin dijital yayınıdır. Kar amacı olmadan, okumak ve okutmak için, indirmek, dijital olarak basmak ve dağıtmak serbesttir. Alıntılarda kaynak gösterilmesi dilenir. Yayınları Yaynlar İÇİNDEKİLER 1. Bölüm: Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz 9 2. Bölüm: Devletçilik (Kapitalizm Fideliği) Üzerine Bir Küçük Burjuva Kuruntu Fikri 33 3. Bölüm: Devrimciliğin Birinci Sorunu Sınıf İktidarı (Birinci Kurtuluş ve 27 Mayıs Açısından) 91 4. Bölüm: 27 Mayıs ve İktidar 127 5. Bölüm: 27 Mayıs'ın Sentetik Açıdan İncelenmesi 199 27 MAYIS VE YÖN HAREKETİ'NİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ BİRİNCİ BÖLÜM Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz SOSYALİZMİMİZ VE DEVLETÇİLİĞİMİZ'*1 (Dayanabilirsek: Kendi kendimizi tenkit edelim.) Bugün, dünyanın her yerinde, Sosyalizm: Komünizme kar- şı alınmış bir tedbirdir; daha doğrusu, Elçi müşavirliği yapan bir eski Milli Birlik üyemizin deyimiyle: "Komünizme taşmayı önleyecek son bent"tir; herkesçe hoş görülen bir "ehveni şer: kötünün yeğ n iğ i" d i r. Ama bizim devletçiliğe kardırılan sosya- lizm anlayışımızla, Batı'daki sosyalizm yapılışları arasında, en az Ortaçağla Modern çağ arasındaki farklar kadar karlı dağlar ve uçurumlar vardır. Batı'da sosyalist devletçilik, işverenin he- saplılığına dayanır; bizde "Devletçi Sosyalizm" -bilerek, bilme- yerek- Ortaçağın tartısız, darasız keyfiliğini okşar. Boyuna unuturuz: Batı'da sosyalizm ne zaman, nasıl ve ni- çin doğdu? Batı'da, derebeyi düzeni köklerinden yolundu. Ortaçağın antika ağaları yerine, yeni sanayinin açtığı cihan pazarına ayak uydurup yontulmuş modern emlak sahipleri geçti. Dere- beyliğin yıkılış ihtilalleri içinde silah arkadaşlığı yapılırken alev- lenmiş halk ve işçi hareketleri önünde ansızın ürken işveren sınıfı, toplum içinde insanın insanı işletme ve sömürmesinin inceliklerini denemiş ortak aradı. Bu uğurda, tek başına diz- ginleyemediği sarsıntılarla herşeyi kaybetmektense, büyük arazi sahiplerine "kılıçlarının hakkı" olan "irat: Rant" adlı "as- lan payı"nı tanıyıp uzlaşmaktan başka yol bulamadı. Üst sınıf- ların ekonomi temelinde yaptıkları bu İrat - Kâr paylaşımı, devlet ve siyaset alanlarında üleştikleri İş - bölümü ile perçin- (,) TİP'in "sahnede" görünmediği 27 Mayıs ertesi (1961) günleri "Sorumlu Aydınlar"a okunan, hayli "Yönsüz" ve densiz bir devletçilik mavalı patlak ver- miştir. O zaman, bir adsız sendika yayınları arasına eksik gedik sıkışık yiten bu yazıcığı, sözcüklerine dokunmaksızın yeni kuşağa sunmayı yersiz bulmadık. Dr. Hikmet Kıvılcımlı lendi. Modern "serbest rekabet" kanunlarına uygun "Hür Par- lamento" düzeni sağlandı. Bu esnek sıkıyönetim altında yalnız kalan, ekonomide işleyici kol, politikada vergi ve oy ödeyici kul durumuna giren işçi sınıfı, Devlet dışında başının çaresine bak- tı. Ortaçağ toplumundan kendi saflarına ve çevresine düşmüş zümre ve tabakaların çeşitli insan ve temayüllerine [eğilimler- ine] göre bir sürü "Sosyalizm"lere sarılmak yollarına girdi. De- mek, Batı'da sosyalizm, devletin dışında ve karşısında doğdu. Devletçiliğe halâ, bir türlü, kolay kolay ısındırılamadı. Türkiye'de gidiş ve kavrayışlar hangi basamakta bulunurlar? Doğru konuşalım. Derebeyi kalıntılarımız, bütün dişleri ve tırnaklarıyla iliklerimize işlemiş olarak yaşarlar. Örnek alalım: bir İngiliz işvereni ile Lordu, anayurdunda: Devletin kanunu, hatta örf dışında kılını kıpırdattırmaz; dünyada: Hemen yarı yeryüzünü, sömürge ve yarı - sömürge gibi kullanır. Bir de bizim ağalarımızla bezirganlarımıza bakalım: hepsi Devlet koltuğunda şakşakçı teb'a, rüşvetçi müteahhit kenedir- ler; "yurtseverlik"i bu yönde anlar ve savunurlar. Dünyaya ge- lince, onlar ecnebi mallarına ajan ve yabancı nüfuzuna hayran olmaktan hiç tedirgin düşmezler. Bu, her çiğ ve acı güçlüyü kendisine "Metbu" (Süzeren: üst ağa) saymaya hazır insanla- ra Ortaçağda "Vasal" (Kul taifesi) denir. Demek, bizim yönetici sınıflarımız henüz vatandaş, modern yurttaş olmamıştırlar. Devletçiliğimize bu yönden bakalım. Uzun ve karanlık Şark tarihimiz örneklerle doludur. İslam anayasamız Kur'an'dır. Bir yanda Tanrıcıl kesinlikte Kur'an ayetleri, kör ha- fız ezberiyle, dediği anlaşılmaksızın, gözü kapalı hoş sesle oku- nurken, Ötede sarıklı talkıncılar, Kur'ana aykırı en keyfi salta- natlara fetva verirlerdi. Tıpkı o alışkanlığımızla, tercüme anaya- sa ve kanunlarımızı hiçe sayan en ilkel münasebetlerimiz, geri- liğimizi "kitabına uydurarak", bütün ekonomi ve toplumumuzu boğuyor. Mevzuatımız, yalnız ileri insan görüşlü bir ecnebi bize "şunu yapın" dediği vakit, "Kitabımızda o da yazılı" demek için, göstermelik, laf bitiğidir. Siyaset, idare, ahlak, hukuk, bilim ve sanat münasebetlerimiz, geri tepmede her şeyi mubah sayan kılıklarla soysuzlaştırılıyor. İç bağıntılarımız, dağların kayması gibi kendiliğinden ve önüne geçilemezmişçe, dış münasebetleri- mizde kapitülasyon gelenek ve göreneklerini diriltmek üzere inanılmaz, yarışlara kalkışıyor. En rahatsız olmuş görünenler bi- le, "Yaşasın devletçiliğimiz!" biçiminde, "Padişahımız, efendimiz öldü, Padişahım çok yaşa!" gülbankını çekiyorlar... İşte tam o sırada, işçi sınıfımız dışından ve ta yukarılardan bir sosyalizm gürültüsüdür gırla gidiyor. Hem de bütün iddia- sı ne? Kalkınmamızı özel sermaye yerine, Devletçiliğimiz eliy- le yapmak! Ne büyük laf! Bu neye benziyor? Aslan pençesine düşmüş eşeğin: "Aman aslanım, kendi pençeni ısır, mideni ye ve kalbini kopar! O daha lezzetlidir... " demesine. Bu eşeklik, bizim "sosyalist devletçiliğimiz" den daha mümkün bir şeyi is- temektir. Çünkü aslan da bir hayvandır. Gözü kararıp pençe- sini de ısırabilir. Devlet bir hayvan değildir. Yapacağını hiçbir zaman pençesindeki eşeklere danışmaz. Öyleyse bizim "dev- letçilerimiz" in sosyal eşeklikleri neye yarar? Çevremize azıcık göz gezdirelim. Bugün, ecnebi sermaye hepimizden daha devletçi! Ortaçağ artığı hacıağa ve bezirgan- larımızın Yassıada'dan başka işe yaramadıklarını göstererek: sıkı sıkıya, kıskıvrak bağlanacağımız devlet planları bekliyor. Tahttan indirilmiş Düyunu Umumiye saltanatı, başka türlü bir güvenilir Konsorsiyum sağlayamaz. Yalnız Ortaçağ lonca es- nafı kafalı "devletçilerimizde, Ortaçağ azmanı Hacıağa ve be- zirganlarımıza kurban Lala Paşalarımız, bu çeşit "Devletçi l iğ i - mizde "sosyalizm" veya "komünizm" kokusu alabilirler. Ecne- bi sermaye ile birlikte Sivas Kongresi şerefine kadeh kaldıra- rak kaynaşma sevdasına düşmüş güdücü sınıflarımız, milletle- rarası pazarlığını yığınlarımıza mal etmek için, sosyalizm gibi laf kalabalıklarını neden hoş görmesinler? Onun için, sosya- lizm hazır elbisesi, bütün makbul "Avrupa malı" yabancı nes- neler gibi, değerleri tartışma konusu edilemez "düsturlar" ha- linde ülkemize sokuluyor. Her pahalı satılmak istenen şey gi- bi, sosyalizm de, hayran kaldığımız Batı menşe'li "İthal malı" olarak piyasaya sürülüyor. Makineyi en iyi yapıldığı Avrupa'dan sokuyoruz da, "Sosya- lizmi" niçin Avrupa'dan almayalım? Birincisi: Bugün artık makinenin en iyisi Avrupa'dan başka yerde de yapılıyor. Hatta Avrupa'dan daha iyisi Amerika'da, yahut Japonya'da yapılıyor. Demek, Avrupa üstünlüğü, Avru- pa hayranlığımızın sebebi olmaktan çıkmıştır. Bugün, dünya- nın en ummadığımız başka birçok yerlerinde daha iyi teknik ve düşünceler bulunabilir. Maksat sırf iyi, doğru, güzelse... İkincisi: Niçin tekniği ve düşünceyi Avrupa'dan getirtiyo- ruz? Özrümüz kabahatimizden büyük. Geriliğimiz bizi daha iyi düşünmeye ve yapmaya koyvermiyor! Geriliğimiz bu dizginle- meyi nasıl başarıyor? "Devletçiliğimiz" sayesinde... Şimdi, oturup, o devletçiliğimizi "evamir'i aşere" yapmamız gerekir mi? Buna lüzum da yok. "Evamir'i aşere"miz (On emrimiz) de, yüz emrimiz de, her emrimiz de "0"ndan, kırk yıllık, bin yıllık "Devletçiliğimiz"den tepemize iner. Bizim ona hınk deyicilik et- memize hacet yokki... Üçüncüsü: Avrupa'dan alıyorsak, lütfen namusumuzla, tah- rif etmeden alalım. Avrupa'da hiçbir sosyalizm devletçilikle başlamadı. Tersine, her sosyalizmin, devletçilik yüzünden boynu altında kaldı. Almanya'da Lassalizm, bizzat Lassal'in öl- dürülmesiyle kapandı. Fransa'da Blankizm, "devletçi" "İş Atöl- yeleri" ile halk hareketinin başını yedi... Yani, devletçilik, ıs- marlama değilse, kendi kendisi için dahi, bütün ütopyalar gibi uğursuzluk getirir. Dördüncüsü: Avrupalı, kendisi işine daha elverişli bir maki- neyi keşfetmedikçe eskilerini bize tevekkeli yere vermediği gi- bi, bizim derebeyi sırlı küpümüz de, kalıbına en uygun olma- yan "sosyalizm"i içerisine sızdırmaz vs.vs. Bütün bu sebepler yüzünden şöyle bir paradoksla karşılaşı- yoruz: AVRUPA'DA: Sosyal yapı değişiklikleri kaçınılmaz bir gelişim sayılıyor. O gelişimi önlemek ve -söz yerinde ise- "amortize" etmek için fizik kanunlar uyguluyor. Kazanı aşırı istimle patlat- mamak için (iktisadi ve siyasi buhranlarla Batı dünyasını ha- vaya uçurtmamak için) Batı'nın güdücü sınıfları bir "Emniyet sübabı" arıyorlar. Sosyal emniyet sübaplarının en elverişlisini sosyalizmde buluyorlar. TÜRKİYE'de: Bütün sosyal ve politik çabaların sonucu, tam Batı'dakinin tersine dönüyor. Kılık ve saç sakal "devrim"leri bi- le, kadim devletçiliğimizden gelmiyorsa, isyan çıkarıyor. Tıraş "inkılapları" dışında en ufak bir toplumcul yapı değişikliği ise: Ölüm (Komünizm) sayılıyor. Modernleşme gidişini bütün ge- rekleriyle ve sonuçlarıyla benimseyeceğimize, o gidişin sosyal yapımıza getireceği her türlü değişiklikleri sansüre uğratmak için uykularımız kaçırılıyor. Ortaçağ münasebetlerimizin kilit mevkiini her ne pahasına olursa olsun dokunulmaz tutmak için bir maske aranıyor. Ve o maske Devletçiliğimizle karışık Sos- yalizmtrak "aydın" gevezeliklerinde bulunuyor... Devletçiliği- mizle sosyalizm arasında köprü kurmaya çalışan şövalyelerin kişicil iç kuruntu ve buruntuları ne olursa olsun, objektif etki ve emekler bu değirmene su taşıyor. Avrupa'da Büyük Sanayi'nin kuruluşuna yol açan işçi sınıfı- nın yığın hareketi sosyalizmi yaratırken, bizde "devletçiliğimiz" adıyla savunulan tutum, pratikte, işçi hareketlerini yer altına sokup, vergi kaçakçılığı ile sosyal adaletsizliği göklere çıkaran bir sanayileşme geriliğini bilerek, bilmeyerek kışkırtıyor. 1000 kişi çalıştıracak bir işletme, İş Kanunu sınırına girmemek için, 101 parçaya bölünüyor. 1936'dan beri çeyrek yüzyıl geçti. "Özel sermaye"nin bu köstebek oyununu, devletçiliğimiz gör- mek bile istemedi. "Mademki kanundur, İş Kanunu bütün işçi- ler için yürürlüğe girdi" diyemedi... Teb'asını kendi kanunları içine sokmayı bile bir imtiyaz haline sokmuş olan devletçili- ğimiz, o tavşan uykusu ile, sermaye birikişini değil, milli zenginlik israflarını en mirasyedi derebeyice arttırdığını, sanki kavrayamadı. İşçiyi domuzuna sömürmenin makineleşmeyi durdurduğunu, makineleşmesiz sermaye birikişinin olamaya- cağını sanki göremedi. - Canım, Tahtakale dükkancıklarına oranla, Sümerbank fabrikaları az çok modern işletmeler olmadı mı? Birincisi: Geriliğimizi korumak için tabii devletçiliğimiz ge- rekti. Tabii devletçiliğimizin ayakta durması için bazı teşeb- büslersiz olunamazdı. İkincisi: Demokrat Parti rahmetlik, bir tek sözünde durmuş olmak için Devlet işletmelerini satılığa çıkardığı zaman, bir tek ciddi özel sermayeci müşteri çıkmadı. Ancak, bedavaya verilir ve üstelik diş kirası para da ödenirse, Devletçiliğimizi utandır- mamak için devlet işletmelerini almaya katlanan bir özel ser- mayeci, ilk iş olarak bu işletmelerdeki personelin beşte üç ve- ya dört kişisini kapı dışarı edeceğini şart koştu. Üçüncüsü: 15 milyar yatırım yapılmış devlet işletmelerinde, bunca "drakonyen" (zor kötek) fiyat ayarlamalarına rağmen, tekel imtiyazları olmasa her yıl 300 milyon Türk lirası zararına çalışılıyor. Dördüncüsü: Hiçbir özel sermayenin yapamayacağı zamları, pervasızca yapan devletçiliğimizin, Meclis kontrolü dışında, ka- nun üstü işleyiş ve ihale mekanizması, memlekette pahalılığın ve işsizliğin zaptedilemez ve karşı konulamaz öncüsü oluyor. Beşincisi: En fecii, 1923 ile 1963 arasında tam kırk yıl geç- ti. Dünyanın bırakalım başka yerlerini 40 yılda aşiret çağının Japonya'sı, en modem Avrupa kapitalist üretimine öldürücü rekabetle karşı koydu. Devletçiliğimizin en büyük anıtı olan