ebook img

2007 - okumaninsonunayolculuk.com PDF

297 Pages·2008·6.04 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview 2007 - okumaninsonunayolculuk.com

2007 OKUMALARIM DİZİN Yücel, Tahsin; Tolstoy Hayatı Sanatı Eserleri Lorenz, Konrad; Hz. Süleyman‟ın Yüzüğü (1983) Nazif, Ümran; Gar Saati Forest, Philippe; Sarinagara (2004) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina, Cilt 1 (1876) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina (1876) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina (1876) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina, Cilt 4 (1876) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina (TE 1) (1876) Erbil, Leyla; Karanlığın Günü Toptaş, Hasan Ali; Sonsuzluğa Nokta (1993) Botton, Alain de; Mutluluğun Mimarisi (2006 Yourcenar, Marguerita; Akan Su Gibi (1981) Yourcenar, Marguerita; Mavi Masal (1993) Roland, Romain; Tolstoy Hayatı (1911) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Üç Ölüm (TE 9) (1835-40) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Aile Mutluluğu (TE 7) (1859) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; İtiraflarım Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Karanlığın Kudreti Tolstoy, Lev Nikolayeviç; İvan İlyiç‟in Ölümü (TE 4) (1886) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; İvan İlyiç‟in Ölümü; Albet; Korney Vasilyev(1881) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Kroyçer Sonat (TE 6) (1889) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Kröyçer Sonat (1889) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; İnsan Ne İle Yaşar? (1881) Scarry, Elaine; Kitapla Hayal Etmek (1999) Washabaugh, William; Flamenko (1996) Nazif, Ümran; Aşk Üçgeni (1962) Dağlarca, Fazıl Hüsnü; Taş Devri (2006) Dağlarca, Fazıl Hüsnü; İçimdeki Şiir Hayvanı (2007) Dağlarca, Fazıl Hüsnü; Orda Karanlık Olurum (2007) Dağlarca, Fazıl Hüsnü; Genç (2007) Artun, Ali; Sanat Müzeleri 1 (2006) Artun, Ali, Ed.; Sanat Müzeleri 2 (2006) Özen, Esin; Tolstoy: Hayatı, Sanatı ve Eserleri (1975) Erbil, Leyla; Mektup Aşkları Erbil, Leyla; Zihin Kuşları Scott, Joan W.; Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi (1986) Tunç, Ayfer; Mağara Arkadaşları Aral, İnci; Yeni Yalan Zamanlar 3: Safran Sarı Asiltürk, Baki, Haz; Yeni Yapı Kredi Yayınları Şiir Yıllığı 2006 Çolak, Veysel, Haz; 2006 Şiir Yıllığı: Toplumun Şiir Yüzü Arslanbenzer, Hakan Haz; Türk Şiiri 2006: 71 Şairden 82 Şiir Smith, Zadie; Güzelliğe Dair (2005) Hartman, Heidi; Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği (1981) Haraway, Donna; Siborg Manifestosu (1991) Ibsen, Henrik; İki Oyun (Brand:1866, Peer Gynt:1867) Ibsen, Henrik; Nora Bir Bebek Evi (1879) Ibsen, Henrik; BO 2 [Nora Bir Bebek Evi (1879)] Ibsen, Henrik; Yaban Ördeği (1884) Ibsen, Henrik; Hortlaklar Ibsen, Henrik; BO1 [Denizden Gelen Kadın(1888)] Ibsen, Henrik; İbsen Oyunları 2 [Hedda Gabler(1890)] Ibsen, Henrik; John Gabriel Borkman Ibsen, Henrik; İbsen Oyunları 1 [Biz Ölüler Uyanınca(1899)] Tunç, Ayfer; “Ömür Diyorlar Buna” Kocagöz, Samim; Bütün Öyküler Kocagöz, Samim; Alandaki Delikanlı (1978) Dağlarca, Fazıl Hüsnü; Arkası Siz (2007) Tasker, Yvonne, Ed; 50 Çağdaş Sinemacı (2002) Paquet, Dominique; Bir Güzellik Öyküsü (1997) Bilsel, Şeref/Gündoğdu, Cenk, Haz; Şiir defteri: Şiir ve Hayat 2007 Kür, Pınar; Cinayet Fakültesi Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Şeytan (1898) Donleavy, J(ames) P(atrick); Zencefil Adam (1955) Donovan, Gerard; Schopenhauer‟in Teleskopu (2003) Fraser, Nancy; İhtiyaçlar mücadelesi (1989) Butler, Judith; Taklit ve toplumsal Cinsiyete kaşı durma (1991) Oğuzertem, Süha, Haz.; Leyla Erbil‟de Etik ve Estetik Değerler (2007) Meriç, Nezihe; Toplu Oyunlar Meriç, Nezihe; Toplu Öyküler I Meriç, Nezihe; Korsan Çıkmazı (1961) Meriç, Nezihe; Toplu Öyküler II Meriç, Nezihe; Yandırma (1998) Meriç, Nezihe; Alacaceren (2003) Şahiner, Seray; Gelin Başı (2007) Alkor, Can; Güneşdil (2007) Akın, Gülten; Kuş Uçsa Gölge kalır (2007) Akın, Gülten; Celaliler Destanı (2007) Pamuk, Orhan; İstanbul Hatıralar ve Şehir(2003) Göle, Münir; Fısıltılar Bin/Bir Kadın Sövgüsü (2007) Bahtin, Mihail M; Dostoyevski Poetikasının Sorunları (1929) Göktürk, Mete; Adaleti Gördünüz mü? (2006) Göktürk, Mete; Sen İşine Bak (Karikatür Albümü (2006) Yıldırım, İbrahim; Hal ve Zaman Mektupları: Vatan Dersleri(2006) Melville, Hermann, Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış (1846, Londra) Krutilin, Sergei; Sağanak (1970) Arslanoğlu,K./Yıldızoğlu, E./Ateş, N./Mert, A.; 5. Sanattan 5.Kola: Orhan Pamuk Güvemli, Zahir, Haz.; İbsen Akalın, Müslüm; Milli Mücadelede Urfa: Anılar Belgeler Auster, Paul; Yazı Odasında Yolculuklar(2006) İbrahimi, Nadir; Helya(1966) Kavukçu, Cemil; Mimoza‟da Elli Gram (2007) Kocagöz, Samim; Yılan Hikayesi (1954) İleri, Selim; Hepsi Alev (2007) İleri, Selim; Kapalı İktisat (2007) Durrell, Lawrence; Kara Defter(1937) Baran, Ethem; Unuttuğum Bütün Akşamlar(2005) Aksan, Doğan; Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı(2007) Moretti, Franco; Edebi Teoriye Soyut Modeller(2003) Bourdieu, Pierre; Karşı Ateşler(1998,2001) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Diriliş (TE 3) (1899) Çestov, Lev; Nietzche ve Tolstoy‟da İyilik Fikri (1900) Mevlana; Bugünün Diliyle Mevlana (1955), Çev. A.Kadir Kuspit, Donald; Sanatın Sonu (2004) Nakazawa, Keiji; Yalınayak Gen Hiroşima‟nın Öyküsü 1 (1972) Yalçın, Murat; Şen Saat (2006) Kocagöz, Samim; Onbinlerin Dönüşü (1957) Durrell, Lawrence; Sırbistan Üzerinde Beyaz Kartallar (1957) Ferah, Tülay; Dünya Çıplak (2006) Gülsoy, Murat; İstanbul‟da Bir Merhamet Haftası(2007) İskender, küçük; teklifsiz serseri (2006) Botton, Alain de; Görmek ve Fark Etmek (2007) Young-Ha, Kim; Kendimi Yıkmaya Hakkım Var Murakami, Haruki; Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında (1992) Meriç, Nezihe; Çisenti (2005) Meriç, Nezihe; Oradan Da Geçti Leylekler(2006) Meriç, Nezihe; Çavlanın İçinde Sessizce (2004) Meriç, Nezihe; Alagün Çocukları (1976) Jones, Steve; Neredeyse Bir Balina: Türlerin Kökenine Güncel Bir Bakış (1999) Acar-Savran, Gülnur; Özne-Yapı Gerilimi: Maddeci Bir Bakış (2006) Okur, Yiğit; Tutuklanacaklar Listesi(2007) McCall Smith, Alexander; Portekizce Düzensiz Fiiller(2003) Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Baskın Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Hacı Murat (TE 5) (1912) OKUMALAR Yücel, Tahsin; Tolstoy Hayatı Sanatı Eserleri Varlık yayınları, birinci basım, Ocak 1962, Ġstanbul, 93 s Romain Rolland ve Andre Cresson‟un Tolstoy üzerine çalışmalarına dayalı güzel bir özet. Tolstoy‟u tanımak için bence iyi bir kaynak. Ayrıntılı bir Tolstoy yapıtları kaynakçası içeriyor. Lorenz, Konrad; Hz. Süleyman‟ın Yüzüğü (1983), Çev. Evrim Tevfik Güney Cumhuriyet yayınları, birinci basım, Eylül 2006, Ġstanbul, 274 s. Avusturyalı davranışbilimci ve Nobelli Konrad Lorenz‟in bu çalışması hayvan davranışlarını inceliyor ve tek sözcükle büyüleyici. Sevdiğim bütün insanlara okutmak isterdim bu çalışmayı. Lorenz, bu bilge, bize bilinç veriyor, şunu kanıtlayarak: canlılığın bir parçasıyız hepi topu. Şu balık bize benziyor, şu küçük karga, kurt, kazlar, ördek yavruları… Onların ortaya çıkarken varlığa gelmekten, o sürtünmeden doğan hışırtıları kulağıma yabancı gelmiyor, ortak kaynağımızı anımsatıyor bana, kökleri. Olağanüstü bir kitap. Hayvan dünyasına bakış değil, hayır, evrensel ortaklığa, kardeşliğe işaret. Bunu yine okumalıyım. Nazif, Ümran; Gar Saati Yeditepe yayınları, birinci basım, Kasım 1951, Ġstanbul, 81 s Hayrullah Tiner‟in desenleriyle çekicilik kazanan öyküler bir ara CHP milletvekilliği de yapan Ümran Nazif‟in sanırım üçüncü kitabında yazınsal düzeyi tutturabildiğini ne yazık ki gösteremiyor. Bu öyküler ölçeğe vurulduğunda, 100 yıllık yazın geleneği içinde bir katkıya da işaret etmiyor, tüm gerçekçilik eğilimlerine, tüm içtenliklerine karşın. Devlet, bürokrasi başlıca eleştiri konusu... İçerik öyle önde ki, biçim, yapı gözden yitmiş… Dolayısıyla aslında içerik de. Forest, Philippe; Sarinagara (2004), Çev. Hakan Tansel Kanat yayınları, Birinci basım, Nisan 2006, Ġstanbul, 248 s. Bu kötü çeviri kurbanı (Hakan Tansel dil bilinci taşımıyor, sorun bu. Beğenisiz. Türkçeyi dilbilgisel anlamda yanlışsız kullanmak yetmez. Dil kendi güzelliğini sergilemeli) duyarlı, çarpıcı ve umutsuz kitaptan etkilendiğimi belirtmeliyim. Aslında Fransız yazar (1962 doğumlu) Forest‟in kemik kanserinden yitirdiği bebeği için yaktığı bir ağıttan başka bir şey olmayan anlatı, kişisel ağıtı için evrensel ağıtın içinde bir yer arama, dayanma gücü, yaşama gücü bulma girişimi, çabası. Forest‟in başka hiçbir konuda yazamayacağı bir gerçek. İlginç olan Forest‟in kendi acısını kendi kültürünün kaynakları içinde bir yere yerleştirmeyi reddetmesi, Uzakdoğu‟ya yönelmesi ve Japon geleneğine sığınması. Üç tema seçiyor. İlki yanılmıyorsam 18. yüzyıl Japon haiku şairi Kobayaşi Issa‟yı anlama denemesi. Forest‟in tutumunda çok anlamlı bir biçimde Batı bakışı‟nın (oryantalizm) ayıklanması öne çıkıyor. Benim için de metnin değeri buralardan geliyor. Yazar bir batılı olmasına karşın (kendi kültürüyle avunamayan yazar)… Çıkış imgesi, Issa‟nin şu haiku‟su: Çiğden dünya Çiğden bir dünya bu Ama yine de yine de Son dizenin Japoncası „sarinagara‟. Yaşam boş, anlamsız ama, acaba?... Yaşamın bir deja vu‟dan başka bir şey olmadığına, çocukluğa ilişkin bir an‟ın bir sanrı içinde anımsanıp yitirilmesiyle açıklanabileceğine inanıyor yazar. Bu yanılsama bize yaşam duygusunu sağlıyor. Bir düş… İkinci öykü yüzyıl başlarında yaşayan romancı Natsume Soseki üzerine. Neden Soseki? Onu Forest‟in derin umutsuzluğuyla buluşturan şey nedir? Bu batı kültürü ve dilini (İngilizce) özümsemiş Japon yazarın sırrı nedir? „Zamanın hızlanan devinimi karşısında, dünün ve yarının değerlerini de yavanlaştırarak, yardım ve itiraz hakkı olmaksızın canlıların huzursuz bilincini mutlak bir yalnızlığa terk eden hareket karşısında duyulan ürkek bir şaşkınlık mı sözkonusu‟ (103) Üçüncü öykü, tam da umulabileceği gibi Hiroshima‟nın fotoğrafçısı Yosuke Yamahata hakkında. Forest acısının tüm içtenliği ile büyük ağıtın bir parçasına dönüşüyor bu bölümde. Yamahata ordu görevlisi bir fotoğrafçı. Bir görevi yerine getirmek için bombanın ertesi günü (9 Ağustos mu?) trene atlayıp Hiroshima‟ya gidiyor Leica‟sıyla. Tanıklık, ama neyin tanıklığı bu? İnsanoğlunun bundan daha anlamlı bir fotoğrafı yok. Şimdilik yok. Yaşamanın bir anlamı yok. Yaşam bile yok. Bir yanılsama bu: deja vu. Bu kitabı önermeli, sevdiklerime okutmalıyım. Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina, Cilt 1 (1876), Çev. Hasan Ali Ediz Cem yayınları, Birinci basım, XXXX, Ġstanbul, XXX s. Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina (1876), Çev. Rasin Tınaz Halk El Sanatları ve NeĢriyat Aġ yayınları, Birinci basım, XXXX, Ġstanbul, 635 s. Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina (1876), Çev. Ergin Altay Ġnkilap yayınları, Birinci basım, 1996, Ġstanbul, 7XX s. Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina, Cilt 4 (1876), Çev. Hasan Ali Ediz Cem yayınları, Üçüncü basım, 1996, Ġstanbul, 301-607 s. Tolstoy, Lev Nikolayeviç; Anna Karenina (TE 1) (1876), Çev. Ergin Altay ĠletiĢim yayınları, Birinci basım, 2002, Ġstanbul, 836 s. Vladimir Nabokov; Anna Karenin, s.809-836 Mektuplarımdan: “Anna beni çok etkiliyor. Sarsıyor diyebilirim H. Bir yandan derin duygusal çalkalanmalar içerisindeyim, bir yandan da böyle bir yapıtla bir kez daha yüzleşmekten gelen inanılmaz mutluluğu yaşıyorum. Kitabı okuduğumu değil, içtiğimi söyleyebilirim: yudum yudum…” “Anna ölümünü büyütüyor bir yandan. Korkuyor, bedeninin sahipliği duygusu ona gizli bir gurur yaşatıyor, bazen Vronski‟nin varlığı bile bu kısa süren bilinci açıklamaya yetmiyor, Anna öleceğini neredeyse biliyor. Yaşamın katmanları arasında, laneti de göze alarak, buna cesaret ederek, kararsız kalarak, tutkuyu sevgiyle buluşturup ayrıştırarak, kurbandan bir fatih de çıkararak (Spartaküs), Anna bir kadın, bir anne de kalabilmeyi umarak, bütün dünyanın günahını yüklenip (İlk taşı içinizdeki en günahsız atsın) başını dik, daha dik tutmaya çabalayarak (gözyaşlarımı tutmam olanaksız) binlerce parçaya ayrılıp kendini yeniden kurma gücünü yine de bularak (kendi yangınının külünden yeniden doğarak), Anna Karenina, öyle, kendisi gibi olarak, başka türlü olamayacağından sadece ve sadece bunu yaşayarak, kendini yaşayarak, tüm uygarlıklar için ödenmiş bir bedelin hüznü gibi, bu inanılmaz hüznün inanılmaz güzelliği gibi duruyor...” Anna Karenina tartışmaya belki de çevirilerinden başlamak gerek. Türkçede birkaç çeviriyi karşılaştırabildim: Rasin Tınaz, Hasan Ali Ediz, Ergin Altay, Nesrin Altınova. Bunlardan ilk üçü Rusça aslından çeviri. Ve eski. Başka birçok çevirisi de var Anna Karenina‟nın. Çoğu başka dillerden... Bunların içinde Ediz, Altay çevirileri en iyileri… Yer yer biçimsel olarak da olsa Rusça aslıyla da çevirileri karşılaştırmaya çalıştım. Ediz‟in çevirisi aslına bağlı bir çeviri. Hatta biraz kuru sayılır, ama doğru. Altay‟ın çevirisi daha sanatsal olmasına karşın onun sorunu da düzeltme yetersizliği. Bu çevirinin önceki baskısı İnkilap, 1996. Sanki çevirmen ve düzeltmen çabası yetersiz. Altay‟ın gözünden kaçmış çeviri yanlışları var, gözünden kaçmış yalnızca. İnkilap ciddi bir okuma yapmadan dizgi yanlışları da ekleyerek basmış çeviriyi. Gelelim, İletişim‟in yaptığına. İletişim, Tolstoy Toplu Eserleri projesinde (Editörlüğünü Orhan Pamuk‟a yaptırdığı ve reklamından da geri durmadığı) tam anlamıyla çuvalladı bence. Çocukluğum‟un dizgi felaketinden sonra, Anna Karenina baskısı, İnkilap‟ı tıpkılamış. Tıp-kı-la-mış. Tek yaptığı dizgi yanlışlarını gidermek… Ama Tolstoy toplu yapıtları yayınına giren bir yayınevi (gerçi biraz sıkar, Rusçada neredeyse 80 cilt tutuyor) daha düzeyli, titiz bir eleştirel baskı düşünmeliydi. Bu bağışlanamaz asla. Dizi için özgün, yeni tek bir çeviri yapma, eski çevirileri kullan ve onları da eleştirisiz tıpkıla. Olmaz böyle şey. İletişim‟in işte Anna Karenina‟da yaptığı ayıp bu. Yoksa belki de Anna Karenina‟nın, eğer Leyla Soykut, Mehmet Özgül çevirileri yoksa, en iyi çevirisi Altay‟ınki. Ama bence bundan daha vahim bir şey var: Romanın girişindeki İncil‟den alıntı. Ergin Altay‟ın nasıl böyle bir yanlışı yapabildiğini anlayamadım, insan İncil‟e (Roma‟ya Mektuplar) bir bakar. Üstelik Tolstoy‟u çevirmek söz konusu… Tolstoy böyle bir alıntıyı, böyle bir yapıtın başına boşuna koymaz. İçim nefretle dolu, öcümü alacağım. Böyle değil. En çok doğruya yaklaşan Rasin Tınaz‟inki. Anna nefretle, intihar ederek, Vronski‟den öç mü alıyor? Böyle olsa bile Tolstoy‟un bu sözü başa yerleştirmesinin tersine bir anlamı var. Tanrı, Anna‟ya sesleniyor ve hayatın(ın) öcünü sen almayacaksın, onu bana bırak, diyor. Yani, İncil şunu diyor (Tolstoy‟un da katıldığı şey): Öç almaya kalkışma, ceza ve ödüllendirmeyi bana bırak! Bu çok farklı… Demek istediğim, sözü okurken Anna‟nın bakış açısı içinde değiliz, Anna‟yı da gören Tanrı‟nın bakışaçısı içindeyiz ve Anna gibilere sesleniyoruz. Günaha girme, benim yapacağımı sen yapma, bana bırak! İncil, Romalılar 12, Satır 19: Sevgili KardeĢler, kimseden öç almayın; bunu Tanrı‟nın gazabına bırakın, çünkü Ģöyle yazılmıĢtır: “Rab diyor ki, „Öç benimdir, ben karĢılık vereceğim‟”. Anna Karenina Rusça baskı, 1963: МНЕ ОТМЩЕНЙЕ, Й АЗ ВОЗДАМ. Anna Karenina Türkçe (Ergin Altay, İnkilap 1996, İletişim 2002): Ġçim nefret dolu, öcümü alacağım. Anna Karenina Türkçe (Hasan Ali Ediz, Cem 1968, 1996): (YOK) Anna Karenina Türkçe (Nesrin Altınova, Engin 1991, 1999): Tanrı, „kendimi öç almaya adadım‟, dedi. Anna Karenina Türkçe (Rasin Tınaz, Halk El Sanatları ve Neşriyatı AŞ, ?) Öç almak Tanrı‟ya özgüdür. Yukarıdaki örnekleri vermekle yetineceğim. Zaten her şey yeterince ortada... Ama İletişim Yayınları‟na bu gevşek Tolstoy Toplu Yapıtlar tasarısı ve özensizliği için yüklenmek istiyorum. Editör Orhan Pamuk‟la şişineceklerine (o da görevini yapmıyor, adını kullandırarak sanırım para kazanıyor) 90 ciltlik özgün baskının neresinden nasıl tutacakları üzerine kafa yorsunlar. Türk okurunu aldatmak nereye kadar bu denli kolay olacak. Şimdi Anna Karenina üzerine, yazılmış en iyi incelemelerden biri olarak gösterilen Nabokov çalışmasına geçmek istiyorum, İletişim baskısının (2002) sonuna eklenmiş. Bana kalırsa da Anna Karenina‟yı doğru bir yerden yakalayan yazı, yapıtın tümünü kavramak, yani bir olanaksızın peşine düşmek yerine, bilimsel, doğru bir yaklaşımı benimseyerek roman üzerinde belli izlekleri saptayıp bunların izini sürmüştür. Zaten Tolstoy‟un yapıtı kapalı bir dizge (sistem) gibi durmadığından (tıpkı yaşamlarımız gibi) her okurca ayrı deneylenir (yaşantılanır), yeniden kurulur, tam bu aşamada Bahtin‟in „monolojik‟ Tolstoy yargısını tartışmayı ise biraz daha erteliyorum. Burada daha derinde, doğalcılıkla (natüralizm) derinlik kazanan, sanatın tıpkılama işlevi konusuna girmek gerekebilir. Bahtin‟in diyalojik başvuruları böyle bir tıpkılamayı amaçlamasa gerek. Bir sanat yapıtını sanat yapıtı yapan şeyin (böyle bir öz ya da bir tözden söz edilebilir mi? Hayır!) „yapılmışlık‟la bir ilintisi olmalı. Orada öyle duran ve çokluğu içinde akan şeyi (cennet) sanatın içinde görmek zor. Öte yandan mimetik (yatay, düzdeğişmecesel) eğretilemeye dayalı bir eşdeğerlilik ve bundan türeyen çokrenklilik, çoğulluk duygusunu da nereye kadar yabana atabiliriz. Ben karnaval‟dan vazgeçme yanlısı da değilim işin kötüsü. Bunu tartışmayı dediğim gibi sonraya bırakıyorum. Tolstoy‟dan (Anna Karenina) söz eden birinin neredeyse kitabı tümüyle alıntılamaktan başka seçeneği yoktur. Öyle eşsiz sayfalar içeriyor ki ve bu sahneler, diyaloglar öyle göndermelerle öyle derin katmanlar içeriyor ki, sonunda benim söyleyebileceğim şey, Tolstoy‟un daha 22 yaşlarından başlayarak bütün bunları hem bilinçle, hem bilinçsiz yaptığı olabilir. Nabokov, ABD‟li okuru gözeterek önce bir düzeltme yapıyor (bize ters). Rusça‟da evliliklerde kocanın soyadı kadınca dişil takıyla kullanılır. İngilizcede bu yok. Orada Mr., Mrs. denilerek yapılır ayrım. Buradan hareketle Nabokov, Anna Karenina yerine Anna Karenin diyor. Ona göre Tolstoy, Rusçanın (Puşkin, Lermontov bir yana) en büyük yazarı. Sıralaması şöyle: Tolstoy, Gogol, Çehov, Turgenyev. Nabokov da benim gibi düşünüyor. Ondaki vaizi sanatçıdan ayıramayız. Doğru. Aynı kalın, acelesiz ses… Ayırmak olanaksız diyor. İleri gidiyor. Tolstoy kendine rağmen, gerçeğe ulaşmaya çalışır. Bunlar onun için gerçeğe ulaşmanın farklı yollarıdır o kadar. Sanat günahtır, derken ve vaaz verirken de peşinde olduğu şey, „gerçek‟ti. Şöyle bir notu var: “İnsanı üzen, onun gerçekle yüzyüze geldiğinde kendi benliğini her zaman tanıyamamış olmasıdır” (810) Tolstoy pravda‟nın (Rusça, gündelik gerçek) değil, istina‟nın (Rusça, özdeki gerçek) peşine düştü, iflah olmaz bir biçimde. Üzerine üzerine giderek… Çehov da bunu yaptı. Farklı biçimde. Nabokov, Tolstoy‟un yaptığı önemli bir buluşu (kendisi de farkında olmadan) eleştirmenlerin ıskaladığını söylüyor, yazısının da bence eksenini bu yargısı oluşturuyor. Bunu, Tolstoy açısından iyi anlamak gerekiyor: YaĢamı, çok hoĢa gidecek biçimde, tastamam, biz insanoğullarının zamanına denk düĢecek biçimde canlandırma yöntemi. “Saati, sayısız okurlarının saatiyle aynı giden, bildiğim tek yazar odur”(811) Yazısının, büyük diye anılan birçok özelliği, bir çok yazarda da olan özelliklerdir. Tolstoy‟u onlardan ayıran şey olarak vurguluyor Nabokov bunu. Alıyorum: “Gerçekte ortalama okura çekici gelen, Tolstoy‟un yazdığı kurmacaya, bizim zaman duygumuza tıpatıp denk düşen zamansal değerler katabilme yeteneğidir. Bu…dehanın fiziki yanına ilişkin esrarengiz bir beceridir”. Bu konuda kimi Tolstoy çelişkilerini önemsiz bulan (Troyat‟dan farklı olarak) Nabokov, Tolstoy‟un zaman‟ın okura somut olarak kavratılışı konusundaki yeteneğine Proust‟un, Joyce‟un erişemediğini belirtir. Çünkü onlardaki zaman bile Proust, Joyce zamanıdır, Tolstoy‟daki „standart‟ zaman değil. Okur Tolstoy için dev yazar derken işte bunu amaçlıyor: diğer yazarlara göre dev ya da cüce oluşunu değil, tam tamına kendisiyle aynı boyda oluşunu kastediyor. Şimdi burada Bahtin‟le Nabokov arasında bir karşıtlık söz konusu. Çünkü Nabokov aynen şöyle diyor: “Bu bağlamda, sürekli kendi kişiliğini işin içine sokan, roman kişilerinin yaşamına karışan, sürekli okura dönüp konuşan Tolstoy‟un…”. Bahtin‟in gördüğü, ama Nabokov‟un göremediği ne? Tolstoy‟un yapıtı diyalojik mi, değil mi? Tolstoy‟un kimi başyapıtlarında görünmezleştiğini, sanki romanının kendi kendini yazdığını, kendi malzemesi, kendi konusu tarafından yazıldığını da söyler (övücü bir dille). Ama vaazın ipin ucunu kaçırdığı da olur. Levin‟in bitmez tükenmez tarım projeleri, örneğin… Şimdi burada bir yapıtın yazanı için bir hesaplaşma da olduğu söylenebilir. Haksızlık yapmamak için. Bir yazar bunun için (de) yazar. Kendini kendi gözünde temize çıkarır. Peki bu büyük imgeyi neden atlamalıyız? Benim sorum da bu? Yapıtının arkasındaki yazar, döneminin toplumsal gerçekliği içinde bir soru işareti, bir sorgu gibi durmaz mı? Bu önemsiz bir gösterge olabilir mi? 19. yüzyıl ortalarında Çarlık Rusya‟sındaki toplumsal değişme dinamiklerinden söz ediyoruz. Tarıma burnunu sokan kapitalizmden ve büyük çiftlik sahiplerinin, aristokratların bu „tarım‟ la nasıl baş edeceklerinden… Ve köleler ne olacak? Onların köle statüleri bu yeni zorlamayı üretim ve tüketim (hatta paylaşım) bağlamında nerelere taşıyabilir? Tolstoy aynı zamanda bir aristokrat köle sahibi ve önündeki sorun bu. Bana kalırsa yazmasının nedeni de bu. Tolstoy kişisel açmazına bir çözüm bulmak, bir halkın kendisini yeniden üretebilmesinin koşullarını da tartışmak için yazdı Savaş ve Barış‟ı, hele Anna Karenina‟yı. Ha, bir de niye yazdı. Bana göre, böyle bir tez var mı, ileri sürüldü mü bilmiyorum, „kadın‟ kavramını, gerçekliğini anlamak için. Onda kadın bir kavram olarak sürekli gelişti, değişti. O kadını aldı bir yerlere taşıdı (Anna Karenina‟ya). Dönersek, bu dersler, vaazlar konusuna okur açısından da (taşıdığı işleve bakarak) farklı bir yaklaşım sağlanabilir. Ben gerekirse sonra buna girmek istiyorum. Nabokov‟un bir tümcesinden şu alıntıyı yapmadan geçemem, Nabokov diyorsa önemlidir: “Dünya edebiyatının en çekici kişilerinden biri olan Anna…”. Bir kere Troyat, Rolland ve bu eksende yaklaşımların, hatta zaman zaman Tolstoy‟un bile (bu arada binlerce master, doktora izlencelerindeki Tolstoy tezlerinin) „iffetsiz, günahkar Anna‟ takınağını artık aşmak gerek. Romandaki Anna, çocuk kitabı yazacak kerte, en seçkin metinleri okuyup anlayacak kerte ve üst düzeyde etik değerleri onurla taşıyan biri olarak görünür. Güzelliği bir yana, ortanın çok üstünde bir zekanın ve keskin bir duyarlığın da sahibidir. Üstelik bunlara kitlelerin ortalama korkaklıklarından farklı olarak, yaratıcı kişilere özgü bir cesareti de eklemek gerek. Nabokov, Anna Vronski aşkında kimin nereye kadar cesur olduğunu, cinsiyet ayrıcalığının kimin nereye kadar işine geldiğini, gerçek yitirenin ve yitirmenin ne olduğuna da değinmeden geçmiyor. Yitiren, vazgeçmek zorunda kalan Anna‟dır, Vronski değil. Romanın temelinde yatan ahlaki sorun, Anna‟nın kurduğu evlilik dışı ilişkinin bedelini ödemesi değildir elbette (816). Her şey ona bağlıydı, benzeri birçok kadın gibi durumunu çok rahat ve herkesin gözü önünde yaşayabilirdi. Hiç kimse bunu sorun etmezdi. Günahı çok kolayca idare edebilirdi. Koşut Levin-Kitty öyküsünde gizli sorun. Bu ilişkideki özverinin yerini, Anna- Vronski ilişkisinde „cinsel aşk‟ almaktadır ve Nabokov‟a göre de yıkımın nedeni budur. Bir kere benzer hemcinslerinden farklı olarak, dürüst, bahtsız Anna ahlaklı biri olarak aldatmaca peçesine bürünmez. Tolstoy‟un söylemek istediği şey, ders (Nabokov‟a göre) şudur: aşk yalnızca cinsel olamaz. Çünkü o zaman bencilcedir ve bencilce olduğu için de yaratmaz, yıkar. Böylelikle de günahı içerir. Bu yüzden Tolstoy karşıt iki aşkı koşutlar; Vronski-Anna çiftinin cinsel aşkları (duyumsal açıdan zengin ama bahtsız, tinselliği kısır heyecanlar içersinde debelenip duran aşk) öte yanda adını Tolstoy‟un koyduğu otantik, Hristiyanca sevgi, duyumsallığın zenginliğinden yoksun olmayan ama sorumluluğun, sevecenliğin, gerçeğin ve aile sevinçlerinin katışıksız atmosferinde denge ve uyum bulan Levin-Kiti çiftinin aşkları. İncil alıntısı da bunu gösterir. Toplumun Anna‟yı yargılamaya hakkı yoktu; ikincisi, Anna‟nın da öç duygulu intiharıyla Vronski‟yi cezalandırmaya hakkı yoktu. (817) Şimdi bu konuyu biraz tartışmalıyım. Bu Nabokov yaklaşımı fazla biçimsel görünüyor, kimi doğrular sezdirse de. Buna birkaç açıdan itirazım var. Bir kere Tolstoy, romanın hiçbir yerinde iki öyküde akan iki ilişki biçimini „değer‟ bağlamında karşılaştırmıyor. İki öykü birkaç noktada birbirine dokunuyor, duyarlı kesişim noktaları, sonra birbirlerinden kopuyor. Toplumsal yaşamın iki ayrıntısı… Hem, her iki ilişki biçimi de romanın bittiği yerde bir biçimde sürüyor ve bağırlarında taşıdıkları olumsuz olumlu gizilgüçler açısından birbirlerine üstün de değiller. Yani Levin‟in Kiti‟yle huzurunun altında saklı o büyük huzursuzluğu görmezden gelmek (aynı şey bir ölçüde Piyer‟le Nataşa için de söylenebilir) Tolstoy‟a büyük haksızlık olur en azından. Sorun Tolstoy‟un kendisinde zaten, kendi kişiliğinde (buna sorun denebilirse). Bunun için Günce‟sine, İtiraflarım‟a bakmak gerekiyor. Yani eğer Tolstoy, bir karşılaştırma yapmış olsaydı, bir eğilim belirtseydi, bu yapıtını zedelerdi kanımca. Bunu bir büyük (gizli) biçemci (üslup) olarak yapamazdı. Ama dışarıya çıkar, oradan evin içinde (hayatta) olan bitene ilişkin yargılar verebilir, bir ahlakçı gibi konuşabilirdi. Hangi insan (bir büyük sanatçı da olsa bu nesnelliği) yakalayabilir diye sorulursa, belki bu doğru soru olabilir, ama bakılacak şey, çok az yazarda olduğu kadar Tolstoy‟un bireysel sorunsalı ile (paradigma) yapıtının (poetika) sorunsalının örtüşme düzeyidir. Tolstoy kendi ikilemini, kendi biçilmesini boydan boya, sona erdirmek, kendini aklamak, arındırmak için yazdı. Kendi kopuşunu yalın ve dürüst bir tutumla sergilemeyi göze alacak denli cesurdu da. Çünkü İtiraflarım‟da söylediği gibi erken büyümüştü. Nabokov‟un yaklaşımı biçimsel, çünkü doğasında şöyle bir çelişki de barındırıyor. Daha önce yazının başında belirttiği, Tolstoy‟un anlatısındaki görünmezlik, doğallık, biraz da yaşamın boyutlu kavranılabilmesiyle ilgili… Tolstoy, yalınkat biçimsel karşılaştırmalarla sorun‟u geçiştiremeyecek denli usta bir yazar bir kere. Böyle bir biçimsel karşıtlığa çok da güvenemezdi. Yani okurunun önüne Ak ve Kara örneği koyarak, doğruyu vaaz etmeyi gönülden istese de, Tolstoy‟un içindeki ve onu büyük yazar yapan Tolstoy, buna izin veremez, katlanamazdı da. Bu yaklaşım sıradan, yüzeysel, sığ olurdu. Bana kalırsa, eğer bu romanı ben de okuduysam, bir lanetleme ya da kutsamadan söz edemeyeceğimizi söylemek isterim. Olağanüstü Anna kadar, Kiti de, Vronski kadar, Levin de ve diğer karakterlerin tümü de (diyelim Sonya) hep bu ikili, çelişik bireyliklerini sürdürürler roman boyunca. Bizdeki etkileri romanın yapısal özelliklerine bağlı olarak imgesel geçerliklerinden gelir, taşıdıkları karakterin gücü ya da zayıflıklarından değil. Bir kere şu açık ki, romanın bütününde Anna‟dan Kiti‟ye göre daha çok söz edilmiştir. Önemli bir roman kişisi olan Kiti, Anna‟nın ışığı karşısında sönüktür ve bunu Kiti de çok iyi anlar, sezinler. O zaman ben diyorum ki, yapıtı karşıt kavram çiftleri içinde kolayından kavranılır kılma çabaları yerine, Anna karakterinin „başkaldıran‟ yanına (biraz Camus‟den esinlenerek) vurgu yapmak gerekir. Çünkü Nabokov‟un çelişik yazısında da yakaladığı üzere, ortada bir „günah‟ meselesi ve Tanrısal cezadan çok, dönemin kurulu değerlerine dönük bir tehdit algısı var ve Anna belki de bu kadarını ummadan, istemeden kendisini bir isyancı olarak buldu orta yerde. Tolstoy‟u rahatsız eden bu olabilirdi belki. Tolstoy‟un feminizm eleştirileri bu konuda yardımcı olabilir. O bu konuda da gelenekçi bakış içinden yapmaz eleştirisini, sadece teknoloji vb. konusunda olduğu gibi daha ileri bir mevziden geri düşmeye itiraz eder. Gelelim özyaşamına... Tolstoy‟un (Levin-Kiti örneğinde aktardığı) kendi evliliğinin seyri Nabokov yaklaşımını yerle bir etmeye yeter. Erken dönemlerinde Evlilik Mutluluğu adlı romanı gerekli ipuçlarını taşıyor. Romanı anlatan genç kadın, bir evliliğin nelerden vazgeçerek sürdürülebileceğini sonunda anlar. Tolstoy öyle sanıyorum 35-40 yaşlarından sonra (yaşadığı bunca deneyimi göz önünde tutarak) kadın-erkek ilişkileri konusunda tüm umutlarını yitirmiştir ve sürecek şeyin aldatmalarla, vazgeçerek süreceğini bilir. “O yılları, dehşete düşmeden, iğrenmeden ve yüreğimde derin bir sızı duymadan anımsayamam. Savaşta insanlar öldürdüm, insanları düelloya zorladım, kumarda para yedim, köylülerin çalışmalarını engelledim, onları cezalandırdım, sefih bir hayat sürdüm, insanları aldattım. Yalan, hırsızlık, her çeşit şehvet, sefahat, ırza geçme, öldürme… İşlemeyeceğim suç yoktu. Bütün bunlar için alkışlıyorlardı arkadaşlarım beni. Beni vasat ahlaklı bir insan sayıyorlardı ve öyle de sayarlar. On yıl işte böyle yaşadım.” (İtiraflarım,1881; Çev. Orhan Yetkin, s.16) Kendisi için öyle sanıyorum abartarak, tezini bilemek için bunları, Savaş ve Barış‟tan, Anna Karenina‟dan 4 yıl sonra söyleyen bir Tolstoy var karşımızda. Evliliğe gelince: “Benim için hayatın henüz araştırmadığım ve bana kurtuluş ümidi veren bir yanı daha vardı: Aile hayatı”(age, s.23) “Oradan geri döndüğümde evlendim. Mutlu bir aile hayatının oluşturduğu yeni şartlar, beni, hayatın anlamını araştırmaktan tamamen alıkoyuyordu. Bu sıralarda bütün hayatımın merkezinde, ailem, eşim, çocuklarım ve onlar için evin imkanlarını genişletmek yer alıyordu. Mükemmelleşme çabalarının yerini –daha önceleri bir ara farkına varmadan onun yerine genel bir mükemmelleşme, ilerleme çabası girmişti- elden geldiği kadar kendimin ve ailemin rahat etmesi çabasına bırakmıştı” (age.24)

Description:
Akın, Gülten; Ku Uçsa Gölge kalır (2007) Akın, Gülten; Celaliler Destanı (2007) Pamuk, Orhan; İstanbul Hatıralar ve ehir(2003)
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.