AKATALPA Ekim 2009 - Sayı 118 Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi ISSN 1305 - 7685 BURSA VURGUMUZUN GEREKÇESİ Tuğrul TANYOL Bu derginin kültür başkentimiz İstanbul’a da, resmi İŞARET FİŞEĞİ başkentimiz Ankara’ya da, uygarlık odağımız İzmir’e ve başka herhangi, yerli-yabancı bir şehre de, özel bir ilgisi olmamıştır, olamaz. zamanı kurcalayan adam Bunu ta Haziran ve Temmuz 2000 tarihli 6. ve 7. suya taş atan çocuk sayılarımızdaki “Ulusallığa Paydos!” ve “Evet Şiirde ve gün devrilirken altında kaldılar Sanatta Ulusallığa Paydos!” başlıklı yazılarımızla ortaya gece onları görmedi bile koymuştuk –daha o yıllarda! Yanlış anlaşılma korkusunu bile göze alarak. Ya neydi coğrafyaya ilişkin konumumuz? hepimiz zaman yolcusuyuz aslında Yereldik ve evrenseldik ya da evrenseldik ve yereldik. zamanla birlikte ilerleyen Ayak tabanlarımız buraya değdiği için yerel, yürek ve çocuğun attığı taştan kopan kale beynimiz evrenle ilişkide olduğu için evrensel. yüzer yavaşça denizin üzerinde Aslında aynı duruş bütün sahih sanatçıların duruşudur elbette. Arası arızi alandır. sen bir başka adla çağırsan da kendini İstanbul’da oturanlar, İzmir’de oturanlar, Ankara’da oturanlar diye bakmaya başladınız mı farkında olmadan, özü üzerine düşen gölge ıskalamaya başlarsınız. Kendiniz olmayı geri plana itersiniz. birlikte şekillenir seninle Kendinize bakmakla yetindiğinizdeyse iç denizinizin suyunu tüketebilirsiniz. oraya bak! oraya… şimdi Gariptir, anlı şanlı çoğu kurumsal dergide, yasalar fırlayacak kalbin işaret fişeği karşısındaki konumlarından hareketle herhangi bir durumda kendilerine fazla zarar gelmesin diye “yerel süreli yayın” ________________________________________________ yazarken, bizimkinde “yaygın süreli yayın” yazar, şüphesiz doğal bir meydan okuma olarak. Bunun nedeni, başından beri kale almadığımız ortalık bakıyor ve seviniyoruz. Ama her birinin şair ve yazarlarının yere tav olmak değil; dayatılan platformda bulunmayan farklı olması koşuluyla. Aynı olacaksa niye bu kadar dergi? “evrensel” seçeneğine zorunlu vurgu yapmaktı. Yerelliğimiz Dergilere de, buralarda yer alan şair-yazarlara da, zamanla adresimizden belli, ama yasa bize açık evrensel olma hakkı bir bölümü mutlaka bizlerin yerini alacak geleceğin şair- tanımıyorsa, biz bunu “yaygın süreli yayın” seçeneğini yazarları sevgili okurlara da haksızlık değil mi bu? İzninizle işaretleyerek gösterebilirdik, gösterdik. şair ve yazarlarımızı bu konuda daha duyarlı olmaya Son zamanlarda Bursa’ya biraz fazla bakmak zorunda çağırıyoruz. kaldıysak kusura bakmayın, Sevgili Arkadaşlar ve merak * Maalesef ya da ne güzel ki yayımlamak istediğimiz etmeyin; ayağımız yerdeyse başımız hep göktedir ve bu hep pek çok şiir bir sonraki sayıya kaldı. böyle kalacaktır. * Bir de müjde: Bursa Edebiyat Kültür Derneği (BEK) Şiir Atölyesi etkinliklerine 3 Ekim 2009 tarihinde başlıyor. Teknik Hatalar ve Duyurular Ayrıntılı bilgi: http://www.bursaedebiyat.org –RD * “Hayatı Şiirleştiren…” dizimiz geçen ay 10. olarak görünüyordu, doğrusu 12. olacaktı; dizi 13’üne bastı bu ay! * Asri zaman kes-yapıştır’ının gizli oyununa geldik: Geçen sayıdaki “ben hâlâ çırağım usta, sessiz bir körüm Cevat Akkanat, Sina Akyol, Adnan Algın, Yusuf Alper, Suat terazin yoksa.” dizesini Hüseyin Köse’nin şiirinin sonundan Kemal Angı, Gökhan Arslan, Sevil Avşar, Özer Aykut, alıp Salih Mercanoğlu’nun şiirinin sonuna eklemenizi rica Mehmed Arif B., İsmail Mert Başat, Yılmaz Bozan, Ahmet ediyor, başta şairlerimiz, herkesten özür diliyoruz. Cemil, Tahir Musa Ceylan, Mehmet Çakır, Ramis Dara, * Türkiye’nin zenginliği diye bakıp sevindiğimiz yüz Gültekin Emre, Özgün Ergen, Mustafa Eroğlu, Metin küsur derginin yüz küsurunda da yazmak isteyen Fındıkçı, İzzet Göldeli, A. Zeki Güney, İbrahim İspir, arkadaşlarımız var; ne diyelim, kaos ana kendilerine şifalar Muzaffer Kale, Arife Kalender, Selami Karabulut, Mustafa versin. Bilindiği üzere, ideali, üç ya da dört dergidir, hadi Ergin Kılıç, Hüseyin Köse, Hüsam Kurt, Cihan Oğuz, Musa olsun da beş olsun. Öz, Ahmet Özer, Pelin Özer, Zafer Özgekağan, Utku Bursa’da bir kilometrekarelik bir alanda da bir elin Özmakas, Halil İbrahim Polat, Tamer Sağır, Tuğrul Tanyol. parmakları dolayında dergi çıkıyor; buna da zenginlik diye ŞİİRİN KÖKLERİNE - Ben de Aristoteles’in, Tyro’da “Ah yürekteki çelik, sanki addaki çeliktir” diyerek ad-güç çevrilmemesinden, karşısındakileri YOLCULUKLAR (10) “ikna” adına yararlandığı için Sophokles’e takıldığını anımsıyorum. - Bana ise, takılmadan çok, “retorik” adına bir öneri gibi İsmail Mert BAŞAT gelmişti.. Çünkü insanlarda yerleşikleşen bu “algı” uzun zamanlar boyunca etkisini sürdürmüşe benziyor. Condillac da “..işaretleri şeylere iliştirip bağlamak âdeti, bizim için o kadar tabiî Adlandırmalar ve İmge-Ad oluvermiştir ki henüz değerini ölçecek durumda olmadığımız vakit, adları nesnelerin kendi gerçekliklerine bağlamamaya yatkınlaşıp- Ad’lar coğrafyasında yaptığımız hızlıca bir yolculuktan sonra alışmış ve bunların (varlıların) özünü iyiden iyiye açıkladıklarını yine mola verdik. Yolculukta şunu gördük ki, ad, imgeden doğmuş sanmış olduk.” diyerek bunu işaretliyordu. ama binlerce yıl ona tutunmuştur. Bununla birlikte “adlandırma” - Dilin, binlerce yıl “ad”lar üzerinden aktığı doğrudur. Başka ediminin kendisi de, imgeleme olanaklarını geliştirip- bir söyleyiş ile 17. yüzyıl ortalarına kadar sözcük, bir nesnenin adı zenginleştirmiştir. Devinimin içinden beliren “ad”ın kendisini ve o nesnenin niteliğidir. Bir nesnenin adına sahip olmak, o öznesine yapıştırarak izole edip-dondurması ise, adın simgeye ve nesnenin tözsel ediniminin, ben kılınmasının anahtarıdır. Bir gidimli dile, imgenin ise zihinsel imgeler üzerinden ikizlenmelerle, boğanın ya da kartalın adını almış olmak, o gücü de soğurup almış imgelemsel doğurganlığa doğru yol almasına uzanmaktadır. Yine olmaktır. gördük ki, toplumsal derinlikte ilksel dünyanın, bireysel derinlikte - Evet ama bu şişinmenin eylemsel olarak hak edilmiş, çocukluk döneminin nabzı, bugün hâlâ şiirde atmakta, çocuksu toplumca teyit edilmiş olması da gerekiyor. Eski Türk naivitesi o kaynaklardan beslenmeyi sürdürmektedir. Bu ve benzeri topluluklarında çocuğa doğumdan sonra geçici bir ad konulsa da konuları, yeni molamız sırasında arkadaşlarla birlikte gözden gerçek adın kayda değer bir beceri göstermesinden sonra ve “ad geçirmeyi ve yeniden değerlendirebilmeyi umuyoruz. k o y m a t ö r e n i ” i l e v e r i l d i ğ i n i b i l i y o r u z . B a z ı e s k i l t opluluklarda ise, Bu kez kamp kurmadık; Samoa’da, Scheurmann’ın konuğuyuz. yeni bir “başarı”, o insanın adının da değiştirilmesini, “rütbe Ağaçtan direklerle payandalanmış, yarım küre formunda ve almasını” sağlar. Kimi topluluklarda da her yeni “başarı”da ad kamışlardan kanaviçe gibi örgülenmiş bir çatının koruduğu, geniş değiştirme yerine ikinci, üçüncü,.. adlar ilk ada eklenerek ve tek hacimli bir evdeyiz. Scheurmann, gelişimiz onuruna bu çoğullaştırılır. akşam bize kava (o-le-ava) sunulacağını söyledi. Bu sunum, aynı - Tanrı Marduk’un taç giydikten sonra, tanrılar korosunca ona zamanda birleşip-kaynaşmayı amaçlayan bir ritüele sahipmiş. “elli ad” verildiğini biliyor musunuz? O, verilen elli ad yoluyla Arkadaşlar motiflerle bezeli yer hasırlarına yayılmış, gevezelik biricikleştirilmiştir. Bu adların her birisi ise, bir edimsellik ve bu ediyor ve şakalaşıyorlardı. Akşam güneşinin yumuşaklığında, edimselliğin ne’liğini içerir; “Tarımı-yaratan”, “Tahılların- yakın çevreyi dolaşmak için dışarı çıktım. Beni hemen çevreleyen, kenevirin-yaratıcısı”, gibi, uzar gider. yürüdükçe genişleyen yeşil bir dünyada buldum kendimi. Papaya, - Oates, Akadlarda kral Sargos ile birlikte “yıl adı” verilmeye kahve, kakao ve hindistancevizi ağaçları, meyveleri ile yüklü, başlandığını kaydediyor; ad ile güç ve başarı ilişkisi geleceğe benimle birlikte dolaşıyorlar gibiydi. Biraz daha ötede, dev kauçuk dönük beklentiler alanına da sıçratılmış ve her yeni yıl, bir önceki ağaçları yükseliyordu; aradaki ender boşlukları ise taro tarlaları ve yılın önemli bir olayının adını alır, onunla ifade edilir olmuş.. kava ağaççıkları kaplamıştı. Deniz kenarına yaklaştım; asırlık - Tek tanrılı yaşamda Allah’ın bilinen doksan dokuz esma-i çınarları anımsatan, dev bir ekmek ağacının gövdesine yaslanıp, hüsna’sı (güzel adı) vardır (yüzüncü ad sonsuzluğu ve özge gizemi oturdum. Denizde, ufka yakın, çok sayıda kano gördüm. Onlar kendi içine çekerek bilinemezleşir); Yezîdîlerde ise Allah’ın adı hareket ettikçe, güneşle denizi buluşturup-seviştiriyorlar duygusuna tam bin bir ada çoğalır. Yine de tek tanrılı dinlere gelindiğinde ad- kapıldım; kendimi denizin ve güneşin bitimsiz öpüşmelerindeki bir edim/güç özdeşliği de çözülmeye başlamıştır; ad, kudret, hayat, ışıldayıp, bir sönen pırıltılara bırakmışken, tanıdık bir sesin “İyi kelam, irade gibi “zâti sıfatlar” ve yaratan, bağışlayan, rızık veren, akşamlar..”, dediğini duydum. Bir önceki molamızda istemeden gibi “fiili sıfatlar” yoluyla “sıfat”lanmaktadır. konuşmasını böldüğüm, Hüsamettin’in öğrencisi olan gençti; - Kozmogonilerde söz verilidir; tek tanrılı dinlerde de sürer yanıma buyur ettim. Bulunduğumuz yere dair birkaç tümcelik bu; Tanrı, ilk iş olarak Adem’e adları öğretir.. Kuran’da olsun, konuşmanın ardından “Size bir şey sormak istiyorum. O gün neden Tekvin’de olsun … ‘fraktal’ konusuna girdiniz?” diye sordu. Bu soru üzerine - Oysa başlangıçta ne “söz” vardı, ne de “ol!” yaptığımız söyleşiyi size hemen aktarmayıp, bir sonraki “Yolculuk - “Olmakta bulunan” vardı.. Notları”mız arasına alıyorum. Çünkü kanolar sahile yaklaşmış ve - Goethe, “Başlangıçta eylem vardı.”, diyor. çevremizi çocuklarla kadınların sevinç ve coşku imleyen sesleri - Adlarla da pek arası yok O’nun; adların başlangıçtaki sarmıştı; yeşilliklerin arasından ve her yönden fırlayıp, sahile doğru erdemini bir yana bırakıp, “İsim gürültüden başka bir şey değildir. koşuyorlardı; kanoların sahile yanaşmalarını beklemeden suya Göklerin ihtişamını bizden gizleyen sistir.” diye hırçınlaştığını da girip, balıktan dönenlere el verdiler. Yüzden fazla insan onlarca biliyoruz. kanodan balık ağlarını çekerek sahile doğru yayıp-açarlarken, - En başa dönelim.. herkesin koro halinde katıldığı yumuşak ve ritmik bir şarkının - Evet, başlangıca.. ezgileri yükseldi. Balıklar ağlardan elbirliği ile toplanıyordu ve - O zaman elimizde, çıkarken dilin damağa, dudakların görüldüğünce, balıkların tümü ortaktı. birbirine değmediği tek ve tanıdık bir “ses” var demektir: Doğarken atılan çığlık! Bir beden, bir Toparlanıp arkadaşların yanına döndüğümüzde kendimizi, de bakir bir beyin eklersen, başlangıç için çok şey! İçine herkesin ‘destur’suz söze girdiği bir söyleşinin ortasında bulduk. yuvarlandığın doğayı ve … Son yolculuk adlandırmalar olunca, konu da buydu tabii: - Doğrusu, eldeki örnekler bizi başlangıca kadar götürmüyor. - ..sözgelimi Hatti kralı Ammuna’nın adı, Hattice bir kutsal Ama uzmanların sürdürdükleri izler, ilk sözcüklerin ünleyen dağın adıdır. Telipinu ise kral olunca, Hititlerin Hattilerden seslerden ibaret olduğunu gösteriyor. Sözgelimi Sioux’larda bir aldıkları bereket ve canlılık tanrısının adını kuşanır. insan adı olan Kartal Kanadı (Khe-tha-a-hi), başlangıçta ea-ai - Tebaasında “Obama” beklentisi yaratmış olmalı! ünleyenlerinden ibaret olmalıydı. Ya da Kızılderili Crow’larda yine - Başlangıç için elimizde, Foucault’nun kulağımızda yankısı bir insan adı olan Çok Vuruş* (Aleek-chea-ahoosh), aee-ea-a-oo süren sözü var: “Bütün kelimeler uyku halindeki adlardır.” g i b i b i r şeydi.. - Kratylos’un “Adları bilen nesneleri de bilir.” tümcesini - Maori’lerin gelip-yerleştikleri yeni ülkelerine (Yeni Zelanda) unutmayın. verdikleri Uzun Beyaz Bulut (Ao-t-ea-r-oa) adlandırmasında, veya - Herakleitos bunu duymuşsa, “Beni yine kıçından anladı”, Litçedeki Gök Gürlemesi (P-e-rk-u-n-a-s) –gürleyen gök; Tanrının diye çok öfkelenmiştir. 2 kendisi- adlandırmasında ilk sözcük kuruluşunun ünlü harflerden bulmak zorundadır.” dediğini de anımsarsak, konuşmaya geçiş (seslerden) oluştuğu ileri sürülebilir. Zamanla… halindeki çocuğun tek sözcüğü bir tümce değil midir? - “Sözcük” yerine, “sözcük-tümce” demek daha doğru; bir-iki - Hem evet, hem hayır. Çünkü insan varlığı mimus ve gestus ünlü sesin oluşturduğu seslem (hece), aslında sözcük gibidir; adın dediğimiz bedensel dile sahip; “hareketin dili” de diyebiliriz. Tek kendisi ise, ilksel tümce. sözcük, ancak bu dil ile birlikte kullanıldığında bir tümce olabilir. - Bilgisayarda derdin tamamını anlatmaya 0 ve 1 Ben, Vygotsky’nin “Sözcük bütün kısmi süreçleri yönlendirmek kombinasyonları yetiyorsa, onların elindeki ünlü ses sayısının için kullanılır.” dediğini de anımsıyorum. Ancak erişkinlikte sağladığı kombinasyon olanakları bitimsiz demektir. vurgulama, tonlama gibi kıvraklıklar edinildikten sonra, karanlıkta - Evet ama beynin bugün eriştiği yapısı bile bu bitimsiz duyulan “anne” sözcüğü bile oldukça değişik duyguların, öfkenin, kombinasyonları kucaklayıp, bellekte servise hazır tutmaya merakın, eve gelmiş olduğunu bildirmenin, sevginin, korkunun, bir yetmiyorsa, o zamanlar hiç yetmiyor olmalıydı. Bırakın da, sözümü istekte bulunmanın, vbg anlamların aktarımsal tümcesini bitireyim. ..Zamanla, kimi ünsüzlerin seslendirilmesi oluşturabilir. Yine de “sözcük-tümce” başka bir açıdan ele başarılabildikçe, zenginleştirici bir değişim gerçekleşmiş olmalıdır. alındığında özne, nesne, yüklem, tümleç, tamlayan gibi tümce “Diftong”ları, iki ünlü sesin tek bir ses halinde kaynaşmasını ögeleri henüz tomurlanmamışken sözcük halindeki “imge-ad”, anımsayalım; sonra bir-iki ünsüz harf (ses) ile yan yana gelmeleri varlığın, içinde onun öyküsünü taşıyan “adı” olarak bir tümceydi, ve ardınca, uzun bir süreçte ve birlikte fonetizasyona uğramaları... diyebiliriz. Özne, yüklem (eylem) tarafından belirlenendi; aynı Bu gelişmeyi ise ses çıkartma yetisi olan insanın kendiliğinden zamanda ad, sıfattı. Vico da Greklerde “ad”ın hem karakter, hem (kendi-içinde) başardığı söylenemez. Karşılaşmalar yoluyla gelişip- de tanım ile aynı anlamda olduğunu kaydediyor. çoğalan etkileşimler olmadan, ifade etmeyi şiddetle talep eden - Yani şunu söylüyorsun: imge-ad, henüz etlenip de toplumsal ortam bulunmadan, hayvan seslerinin kurabildiği dillerin biçimlenmemiş tümcenin iskeletiydi; özne yoktu, çünkü her ad ötesine geçilemeyeceği, ortaya konulmuştur. Beyin-beden ayrımını birbirinden farklıydı ve ad, tözü ile birlikte öznenin kendisiydi; reddediyorsak, beynin ve bedenin çevre etkileşimleri karşısında nesne yoktu, çünkü tüm nesneler ayrı birer özne olarak birlikte, ayrıca birbirlerini diyalektik bütünlük içinde besleyerek algılanıyordu. Özne, eylemi tarafından belirlenip kurulduğu için geliştikleri aşikârdır. Boğumlama dediğimiz, ciğerlerden gelen öznenin sıfatı da adın içindeydi. Sonuçta ad özneyi, yüklemi havanın ses yolunun belli bölgelerinde açılma, kapanma, daralma, ve sıfatı kendi çekirdeğinde tutuyordu. Eskil şiirsel dilin kuruluşu hışırdama gibi hareketlerle sese dönüştürülmesi; dil ve dudak gibi, bugünün şiir dilinin de gidimli dilin dışında bulunuşu kullanımındaki plastikleşme hem doğa ile ilişkilerden, hem açısından bana dikkate değer geliyor. toplumsal ilişkilerdeki zorlanmalardan, hem de zihinsel gelişimden - Gördük ki bu imge-ad konusu, binlerce yıllık bir süreci verimler derleye derleye ve ses örgenlerinin tümünü de fiziken kaplamış. Vico, Latin asıllı Varro’nun, tümü de “yaşam” geliştire geliştire yol alabilmiştir. Doğadaki tüm varlıklardan çıkan kavramının içinden gelen tam otuz bin tanrı adını derlemek için binlerce ses de, bu oluşuma destek vermiştir. Taşın taşa gösterdiği çabaya işaret ederken, Greklerin de otuz bin kadar vurmasından gök gürlemesine, çağlayan sesinden çalı hışırtısına, tanrıları olduğunu ekler. Bottéro’nun verdiği örneği de hayvan seslerine, yağmurun ya da dolunun seslerine, kuşların anımsıyorsunuz herhalde; diyelim, “Enki, İsumu’ya bağırdı” diye birden havalanışlarındaki kanat seslerine ve ötelerine uzanan yoğun çevrilen bir tümcenin aslı, “Enki-İsumu-çığlık” biçimindeymiş. Ve bir sesler kümesi, sert ve yumuşak ünsüzlerin seslendirilmesinde Bottéro da, tüm Mezopotamya’nın insan adları geleneğinin, bir işbirliğine hep hazır bulunmuştur. kutsal (tanrı) adın yanına getirilmiş ve “yaşam”a ait sözcük - Karşılaşmalardaki çevresel etkenlerin çeşitliliği, diller eklemelerine dayandığını belirtiyor. arasındaki çeşitliliğin kökensel bir kaynağını içinde saklamaktadır - Bence derlediğimiz imge-adlardan bir bölümünü olsun, zaten. Yolculuk Notları’na almalıyız. - Kimi düşünürler, ünsüzleri birer harf olmaktan önce, harf-ses - Haklısın, önceliği o örneklere verelim.. özdeşliği içinde “ses sürekliliğinin hammaddesi” olarak görüyorlar ve başlangıçta “ünsüzler, vurgu ve duraklar oluştururlar”, diyorlar. Bu arada bir arkadaşımız, bir süre önce sessizce gelip bir - Şu, doğadan yükselen sesler, dedin; gürlemeler, mırıltılar, köşeye oturarak konuşmalarımızı izleyen Scheurmann’dan Samoa hışırtılar.. Yani ilksel “onomatopoeia”nın** abartılmaması ama göz dili hakkında kısa bilgi vermesini rica etti. Scheurmann hafifçe ardı da edilmemesi gerektiğini söylüyorsun. Kuşkusuz bu, gülümsedi, sonra şunları söyledi: “Tüm Malaya-Polinezya dilleri konuşmaya ilk geçiş aşamasındaki çocukların hav hav, miyav gibi gibi Samoa dili de cümle yapısı bakımından bitişmeli diller yinelemelerinde de gözüküyor. Ama bunu ‘taklit’ olarak görmek grubundandır. Kelimeler birbirine bitiştirilir ve bu kelime grubu yanıltıcı olur; çünkü çocuk zihnindeki köpek imgesi, köpeğin bütün bir cümlenin anlamını verir. Örneğin tailo ‘anlamıyorsun’ görsel imgesi ile işitsel imgesinin birbirlerine yaptıkları demektir ve ta-te-le-iloa kelimelerinden oluşmuştur. Bu dili göndermeler içinden belirmektedir. Ve köpeğin imgesi, “havhav” öğrenmek hiç de kolay değildir, çünkü aynı kelime, telaffuz olarak aynı zamanda onun adıdır. edilişine ya da cümle içindeki yerine göre bambaşka anlama gelir. - Onomatopoeia’dan söz edilince, “Doğa, kendine özgü bir ses Örneğin Mama isim olarak yüzük, fiil olarak su almak (bir kayığın çıkartan her şeyde, dilimiz Almancayı konuşur.” diyen bir yazarı su alması), mama sıfat olarak hafif, isim olarak ciğer; mamâ saf, anımsadım. Biraz eğlenelim diye anlatıyorum. Eco’nun temiz demektir, vs. Dolayısıyla bu dili konuşurken de dinlerken de aktardığına göre yazar, 1644 tarihli kitabında doğanın dilini ne kadar büyük özen gerektiğini siz düşünün. (…) İfade başköşeden iteliyor ve asıl “kutsal” dilin Almanca olduğunu, zenginlikleri bir doğa halkı için hayli fazladır. Gerçek bir tulafale Almancanın kök sözcüklerinin (adların) Tanrı tarafından verilmiş (sözcü) konuşurken adeta sel gibi benzetmeler ve teşbihler kutsallıkları nedeniyle doğanın da bu dili kullandığını ileri sürüyor. döktürür. (…) Halktan bir çocuk bile ‘yabani’ce ya da karman Böylece gökler Almanca kök sözcük ile gürlüyor, bir başka kök çorman değil, belirli bir görkem ve dil terbiyesiyle konuşur.” sözcükle rüzgâr uğulduyor, at kişniyor, eşekarısı vızıldıyor, serçe cıvıldıyor, geyik Almanca bağırıyor, yılan fıslıyor, aslan kükrüyor.. O sırada kava içkisini hazırlamak için uzun süredir uğraşan - Şu bildik ırkçılığın temeli bir hayli derinde demek. Ben, yerli grubundan bir genç ayağa kalkarak kuvvetlice el çırpmaya ünlülerin yan yanalığının ilk seslemleri (heceleri) kurduğu başladı. Kavamız hazırdı ve tören başlıyordu. konusuna dönmek istiyorum. Çeşitli kaynaklarda yolculuk yaptıkça, bu seslemlerin kopuşlu yan yanalıklarının o nesnenin hem * imgesini, hem de adını birlikte ördüklerini anlıyorum. “İmge-ad”ın, İmge ile Adın Yol Ayrımında aynı zamanda bir tümce olduğu vargısına da katılıyorum. Yeni Kava hem iştahımızı açmış, hem de inanılmaz bir zindelik konuşmaya başlayan çocuk da “anne” dediğinde aslında her vermişti. Tören sonrasındaki akşam yemeğinin zenginliği seferinde, amacına dönük ayrı bir tümce kurmuyor mu? iştahımızı karşılamıştı ama gecenin şu saatinde hâlâ dipdiri idik. - Vygotsky’nin “Bir çocuğun düşüncesi, tam da bulanık ve şekilsiz bir bütün olarak doğduğu için ifadesini tek bir sözcükte 3 Yolculuk grubumuzdan bir bölümü ile bu kez kumsala gittik. “Söz, hareket dilinin yerini alınca onun özelliğini muhafaza Hepimiz yakamozlanan suyu seyre dalmışken ben, kavanın süren eylediydi. Düşüncelerimizi anlatmak için başvurulan bu yeni tarz etkisiyle olsa gerek, söze bodoslamadan girdim: ancak, birinci tarz örnek tutularak tasarlanabilirdi. Böylece, - Ad, imge kuruluşunun gölgesinde belirir ve imgede çözünür. gövdenin ses hareketlerinin yerini tutmak için ses, pek belli Şiirsel dilin (ilksel konuşmanın) temelinde yer alan imge-ad, bu fasılalarla yükselmiş ve alçalmıştır. (…) ..dillerin kaynağında, birbirlerine tutunmuşluklarını giderek kaybedecek ve birbirlerinden insanlar yeni kelimeleri tasarlamakta aşırı engeller buldukları için, uzaklaşacaklardır. Ad, bu müşterek fondan taştıkça bu kayma, bir uzun müddet ancak yapma işaret özelliğini vermiş bulundukları an kendilik’ten, kendi-için’e doğru bir özgürleşmeyi temsil eder birtakım tabii işaretlere sahip olmuşlardır. İmdi tabii haykırışlar, gibi görünür ama aynı zamanda kendi esaretinin kökü olur; çünkü zaruri olarak, sert ses iniş çıkışlarını kullanmayı işe benim adım, ya da herhangi bir ad imgesel yükünü hafiflettiğinde, karıştırıyorlardı; çünkü başka başka duyguların işaretleri, türlü bir hiyeroglif mühür olarak sabitlenerek dışa vurulmuş, tonlar üzerinden çıkan aynı değişik sestir. Meselâ telâffuz edilmiş belirlenmişliğin sınırlaması içinde tutuklanmıştır. Benim “ad”ım olduğu tarza Ah: takdiri, elemi, hazzı, hüznü, sevinci, korkuyu, artık bir simgedir; benim boynuma takılı “elmas”ımdır. Ama elmas, tiksintiyi, dolayısıyla da hemen hemen bütün ruh duygularını ifade saflığın en derin halinde, kendiliğin en saf halinde kendini eder. (…) ..ses ahengi ilk insanlara o kadar tabii idi ki, fikirlerin dondurmuş ve bedelini de devinimini, iç diyalektiğini kaybederek sayısınca kelimelerin sayısını artıracağı yerde, türlü türlü tonla ödemiştir. İmge ise özgürce yoluna devam eder. Çünkü nesne ile telâffuz edilen aynı kelimeyle başka başka fikirleri ifade etmeyi ilişkilerinden kök alır ama nesneye bağımlı değildir; onun yansısı daha kolay bulmuş olan herkeste bu ahenk göreceği işi görmüştü. olmadığı gibi, temsiliyeti de değildir. Çünkü zihnimin hem Bu dil Çinli’lerde hâlâ tutunmaktadır. Çinlilerin beş ton üzerinden öncesidir, hem de kulaktan ileri taşan boynuz gibi, farkındalığımın, değiştirdikleri sadece 328 tane tek heceleri vardır; bu ise, l640 düşüncemi düşünmemin önündedir. Benim içimdedir ama işaretin eşdeğeridir.” E. B. Condillac edimlerin kurduğu her yeni momentte benim ötemdedir ve aradaki mesafeyi benim kapamamı ister. Ad simgeleştikçe, imge bağımsızlığını artırır; başka imgelemlere de defalarca sıçrar ve Adlandırma Örnekleri yeniden tomurlanır; nektarını bırakıp, hayat kadar serseri, uçar gider. Mbya-Guarani (Doğu Paraguay) : Yay çiçeği Ok Işıklı karanlıkların arasından bir ses, beni “Ad konusunda sana Sisler iskeleti Pipo katılıyorum.” diye yanıtladı ve başlatmayı denediğim söyleşiye Çiçek dalları Tanrı Namandu’nun parmakları katıldı: Denizlerin köpüğü Tanrı Kontiki Virakoça - Ad, imge-adın dağılmaya başladığı uzun süreçlerde yalnızca Güneş-deniz-götür Günbatımı simgenin değil, birer simge olan sözcükler üzerinden, gidimli dilin Zuni (Kuzey Amerika) : de baş kurucularından. Belki de simgeye dönüşen “ad”ın imge- Gülen su Çağlayan ad’ın rahminden imge ile birlikte çıkmış olmaları, simgenin şiir Bulut-yiyen Kuraklığa yol açan canavar tanrı diline uzun süreler musallat olmasının da bir açıklamasıdır. Ugarit: Derken, bir başka ses de söyleşiye eklendi: Bulutların binicisi Bereket tanrısı Baal -Aslında adlandırma, simgenin ve gidimli dilin olduğu kadar, Lapon: tüm anlatıların da kurucusu olmalı. Yalnızca mitlerin, destanların, Kürklü yaşlı adam Ayı masalların değil, öykünün de… Değil mi ki her adlandırma, Altay Türkleri: öyküsünü içinde taşır.. May-Tara’nın akan kanı Yeryüzünün kanı: lavlar - Evet, ad bir öyküyü taşırken, imge sonsuz öykülere açılır Gallo-Roma: diyebiliriz belki de. Büyük tedarikçi Bereket ve gereksinimler tanrıçası - Şilili şair Huidobra, anlatı dili ile şiir dilinin ayrışan yollarını Saygın Augustus bu nedenle işaretlemedi mi? Nambikwara (Amazonlar) - Evet, Samoa gecemizi, Şiirde gül anlatılmaz, şiir ile gül Çiçek öpen Sinek kuşu yaratılır diyen Huidobra ile tamamlayabiliriz elbette.. Parlak fasulyeler Ham elmas barındıran taşlar Köpek dişleri “ “ “ “ Göz yalayıcı Arı (insanın ter, vb salgısına meraklı YOLCULUK NOTLARI yaygın bir tür) Mısır “..insanlar birleştirilmiş şiirsel konuşma parçalarını bir cins Güneşin parlak çehresi Tanrı Aten altında toplayarak ve bir tek kelimeye sığdırarak nesir türü Aten’i memnun eden Kral Amenhotep konuşmayı oluşturmaya başlamışlardır. Örneğin şiirsel bir sözcük Yunan ‘kalbimde kan kaynar’ doğal olarak ebedi ve bütün insanlarda ortak Parlak gökyüzü Zeus olan bir özellik üzerine temellenir. Örneğin kan, kaynama ve kalp Gök gürültüsü / gürültücü Zeus bir araya getirilerek sanki bir tek cinsi ifade ediyormuş gibi tek bir Gül parmaklı Şafak kelime oluşturulmuştur. Bu kelime, Grekçede stomachos, Ateşe iten Hades (cehennem tanrısı) Latincede ira ve İtalyancada collera’dır.” G. Vico Öldüreni cezalandıran Erinys adı Saygın-görkemli Herakles (Hera+Kleos) “İlkel Arilerin ‘mit-yapanlar’ oluşlarının sebebi dillerinin Hint-İran mecazlarla dolu olmasından değildi; aksine, anadilinin mecazlarla Bütün insanlara ait olan Ateş (Vaicvanara) dolu olmasının sebebi, bu dili konuşan kadın ve erkeklerin ‘mit- Mali yapanlar’ olmasından kaynaklanıyordu. (…) Güneşten, yorulmak Aslan cesareti-bufalo gücü Kral adı bilmez bir yolcu ya da rakipsiz bir okçu; fırtına bulutundan, siyah Doğurtan-yaman-mağara Varlıkların kaynağı bir şeytan olarak bahsettiler ve cansız nesneleri de canlılar gibi dişi Bu ülkenin insanı Ma-o-ri ve erkek olarak ayırdılar. (…) Açık konuşmak gerekirse ilkel Mohawk insanlar anlatmak istediklerini mecazlarla anlatmadılar; şimdi Dik duran taş halkı Mohawk’lar bizim şiirde kullandığımız mecazlar olan bu benzetmelere ve İskandinavya kişileştirmelere tamamıyla inandılar. Homeros’un yuvarlanan bir Öfkeyle kabaran Baş tanrı Oden taşa (…) yearning (dönmeye devam eden) demesi bizim için Yerleşilmiş yeryüzü Oden’in karısı Frigg mecazi bir ifadeyken, ilkel insan için sadece bir gerçeğin ifade Gemileri kuşatan Deniz; bereket tanrısı; rüzgâr ve edilişiydi.” J. Fiske denizin yöneticisi 4 Kuzey Kutbu Ahmet ÖZER İnsan İnuit (Eskimoların kendilerine verdikleri ad) Çiğ-et-yiyen Eskimo (komşu Abnalülerin İnuitlere YORGUN İNSANLAR BULVARI verdikleri ad) Polinezya Parlak-sarı-gök Güneş; kral güneş aklım Sioux büyük kentlerin meydan saatleri gibi Ayılar tarafından kovalanan Yerli adı ayarsız Bulutlara Dokunan Yerli adı gece yorgun insanlar dağılıyor paris’e Ölüm şarkısı Yerli adı Apache kimi sarhoştur / kaldırımlara yalnızlığı taşıvermiş Kara atmaca Yerli adı (Ma-ke-tai-me-she-kia-kiak) kimi sevişmeye gidiyor Irokua (Kanada) ömrünün arda kalan yıllarıyla Gökten düşen kadın Suların ortasında yeryüzünü kuran kimi mültecidir yurdundan uzakta. tanrıça; toprak. aklım büyük kentlerin meydan saatleri gibi ayarsız __________________________ yaşadığım yıllar uçuşuyor rüzgâr altında kaldırımlarda bir gencin çığlığı savruluyor bir albümün sayfaları yağmurda paris altmış sekiz (*) : Öldürmekten çok daha fazla cesaret isteyen işlerde çok yüzünde polis yumruğu bir genç başarısı olan, anlamında. tam da düşüyor montaigne’in heykelinin önüne (**) : Bir nesne ya da eylemin çıkardığı ya da çağrıştırdığı sesleri kestane ağacından bir güvercin havalanıyor taklit ederek sözcük oluşturmak. birdenbire. aklım Kaynakça büyük kentlerin meydan saatleri gibi Annemarie Schimmel; İslamın Mistik Boyutları; Çev. Ergun ayarsız Kocabıyık; Kabalcı Y.; 2001 İstanbul karadut şairini düşünüyorum sen mişel bulvarı’nda. Aristoteles; Retorik; Çev. Mehmet H. Doğan; YKY; 1995 İstanbul esmer yüzüyle nâzım’a gülümsüyor Bahaeddin Ögel; Türk Mitolojisi C. I; MEBY; 2001 İstanbul “yiğidim aslanım”ı yineliyorlar birlikte Cihangir Gener; Ezoterik-Batıni Doktrinler Tarihi; kendi y. 7. bs.; sese söz katmadan 2002 İstanbul aragon şiiriyle yürüyorlar Claude Levi-Strauss; Hüzünlü Dönenceler; Çev. Ömer meçhul asker anıtına. Bozkurt;YKY; 1994 İstanbul Dona Rosenberg; Dünya Mitolojisi; Çev. Koray Atken vd.; İmge KY 3. bs.; 2003 Ankara trampet çalan izciler E.B.Condillac; İnsan Bilgilerinin Kaynağı Üzerinde Deneme; Çev. geçiyor ressamlar sokağından Miraç Katırcıoğlu; MEBY 3. bs.; 1992 İstanbul karanlık usul usul iniyor ıhlamurlara Ekrem Akurgal; Anadolu Kültür Tarihi; Tübitak Y. 10. bs.; 2000 eyfel’in ışıkları ekleniyor paris’in gözlerine Ankara seine nehrinin yeşilliğinde Erich Scheurmann; Göğü Delen Adam Samoa’yı Anlatıyor; Çev. bembeyaz vapurlar. Erol Özbek; Ayrıntı Y.; 1993 İstanbul Ethem Rûhi Fığlalı; Çağımızda Îtikâdi İslâm Mezhepleri; Selçuk Y. 3. bs.; l986 Neuchâtel, Haziran 2009 Fernand Comte; Mitoloji Sözlüğü; Çev. Mukadder Aslan; Piya-Zed Y.; 2000 İstanbul Giambattista Vico; Yeni Bilim; Çev. Sema Önal; Doğubatı Y.; 2007 Ankara İsmail Taş; Türk Düşüncesinde Kozmogoni-Kozmoloji; Kömen Y.; 2002 Konya ______________________________________________________ Jean Bottéro; Mezopotamya; Çev. M. Emin Özcan, Ayten Er; Dost KY; 2003 Ankara Jean Oates; Babil; Çev. Fatma Çizmeli, Arkadaş Y.; 2004 Ankara John Fiske; Mitler ve Mit Yapanlar; Çev. Utku Tuğlu; Öteki Y.; Şefik Can; Yunan Mitolojisi; İnkılap ve Aka Y.; 1963 İstanbul 2002 Ankara T. C. McLuhan; Yeryüzüne Dokun; Çev. Ece Soydam; İmge KY 2. L. S. Vygotsky; Düşünce ve Dil; Çev. S. Koray, Toplumsal bs.; 2001 Ankara Dönüşüm Y. 2. bs.; 1998 İstanbul Umberto Eco; Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı; Çev. Martin Lings; Simge ve Kökenörnek; Çev. Süleyman Sahra; Hece Kemal Atakay, Literatür Y.; 2004 İstanbul Y.; 2003 Ankara Zeki Tez, Mitolojinin Kültürel Tarihi; Doruk Y.; 2008 İstanbul Michel Foucault; Kelimeler ve Şeyler; Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Zeynep Korkmaz; Gramer Terimleri Sözlüğü; TDKY.; 1992 İmge Y. 2. bs.; 2001 Ankara Ankara 5 İzzet GÖLDELİ dokunacak bir elin sıcaklığı bile kalır [kalmaz kahırla bilenmiş hançeri, AYNANIN YALNIZLIĞI bir gülüşün sahiciliği ateşe sarılı yükü Mansur’un ağlamanın sağaltıcılığı küskün neyi avare suların Şavkar Altınel’e beklemezdim ardımda kalır yalnız cama dönüştüm durgun suydum unutmasam derim orta yerinde meydanın kayan yıldızların yaban kuşlarının barınağı sırı sıyrılmış ay ışığının sindiği göçebe çadırlarını ışığını yitirmiş bozkırda yangınlarla donanmış bin adla çağrıldığımı Acemde tınısız karanlığa Hind’de hiçle tartıldığımı düşerken çığlık bir gelen olsa durgun suydum gelip geçse karşıma - beliren, silinen görüntülerden Buhara’da duvarlarında kandil beklemezdim başım döner kimi [ışığının yalnız cama dönüştüm bir su yükselse ötelerde acıyla kıvrandığı taş evleri orta yerinde meydanın bir su değiştirse Sultan Keyhüsrev’i ağaç kendini biçimleyen yatağını [altında ya da yaka paça getirilmiş leylaklarla bilirim avda resmeden altın varaklı lalelerle [minyatürleri elmastan damlalarla kimi yağmur altında yol alan buğday düşten dallarla kınından çıkmış yeni güne benzerim [yüklü ıslak atları bekledim tutuşmayı saplanır kalırım duvarlarda boğan, deli, buzlu nehirleri bir çivi izi gibi Hazar’da yoksul balıkçıları kapan yol açmıştım ak gerdanlı güllerle [dalgaları anlatsa unuturdum yalnızlığımı unuturum kimi Süleyman’ın dilsiz tuğrasıyla yansıtmaktan başka bir şey Hürrem’in yaşamadığım hayatların öyküleriyle [olmadığını sevda sancağıyla ayakta dururum hayatımın düşündünüz mü öyle soğuk, ölgün, dilsizim gelmiştim orta yerine meydanın ayna deyip geçtiğinizi yalansız, kesin hilebazın hüneriyle çilekeşin sabrıyla isterdim birisi gezdirsin üstümde meddahın hevesiyle bir gelen olsa parmak uçlarını, avuçlarını görünmeyeni reddederek gelip – okşasın pürüzsüz görünene diz çökerek hasret yüzümü ama durmaz giderler ah boyun eğmeyle isyan arasında sessiz sedasız olmazdı [geçilen günler giderler bahtsız şairlerin mendilin katlanıp kaldırılması gibi olmadık anda bulurum karşımda beyitlerine, gazellerine kenetlenmiş mendilde ayrılık işaretlerinin dikerler gözlerini sözcükleri birkaç damlanın kuruması gibi olup bitenden kıvılcım ve külleri mendilde kederin saklanması gibi beni sorumlu tutarlar gibi zahiri uğruna feda edilen kanlarını bir şey alabilecek usta ve çırakların yalnız cama dönüşürüm yol soracakmış gibi kitapların rahminde bekleyen orta yerinde meydanın kestiremezler [bereketi ne istenebileceğini bir aynadan kutsal metinlerdeki gizi -bekler durur zamana direnen altını ardımda kalır gölgeyle aydınlık arasında hayatın yerine geçen ne varsa dille dudak - ne kalmışsa kekeme bellek güneşin topraktan silemediği çöl kesen kanayarak bekler sermiştim orta yerine Magrip güneşi karanlık vursa da başını meydanın Kudüs’ü döven salgın gidemez - fırtınayı kuşanmış tersle yüz bir olmuştur alıp giderler Salahaddin aynayla imge 6 HAYATI ŞİİRLEŞTİREN edilen şiirlerden, toplam 16 şiir yer alıyor. İkisi düzyazısal, biri “koşma”msı, ikisi uzun, diğerleri kısa şiirler. Yüksek perdeden KİTAPLAR, 13 konuşan bir benin söyleyiş ve söylenişleri, bazen takur tukur doğrudan eleştiri, benzer sesli sözcükleri arka arkaya sıralayarak hoşluk yaratma çabası, gizli ve açık alay, biraz da Ramis DARA malumatfuruşluk. En ağırlıklı şiir de, o “vaat” edilenlerden, lütfedip yazılıp yayımlanan: Tam 89 sayfa! Ancak önceki kitapta “Dinosorus’un Rinoseros’a Bitimsiz Şiir dünyasında neredeyse yere göğe konamayan ilk dört Yakınması” olarak duyurulan bu şiirin adında küçük bir değişiklik kitabı Geceleyin Bir Koşu (1966), Evet İsyan (1969), Cinayetler yapılmış, proje gerçekleştirilirken; “Rinoseros’a” ifadesi Kitabı (1975), Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin “Rinoseroslara”ya çevrilmiş. Arkasındaki Satırlar (1984) kitaplarının yayımından 15 yıl sonra Dinosorus dinozor da, Rinoseros ne, derseniz, bu da Bir Yusuf Masalı’nı (1999) yayımlayan ve bu kitabı biraz da düş “gergedan” oluyor, Latinceye bakarsanız. kırıklığı yaratan İsmet Özel (1944), 2000’ler sonrasında iki kitap Belli ki şair özel birine, belki de şiirlerine eleştirilerde bulunan daha yayımladı; ama bu iki kitap pek çok yayınevi ve ilgili birine yakınmalarda, eleştirilerde bulunacakken, sonradan muhatabı tarafından tek kitap olarak algılandı; sonuncusu öncekinin ilaveli genelleştirme ihtiyacı duymuş. baskısı sanıldı ya da öyle sayıldı. Oysa durum hiç de böyle değil. Özellikle bu en uzun şiirde dize ya da ikilik kurma kaygısı Bu kitaplardan ilkinin adı Of Not Being A Jew [Yahudi neredeyse hiç yok, ille de olması gerekmiyor elbette, ama bütünden Olmamak Üzerine]; ikincisinin ilk adı da aynı ve devamı İlaveler de şiirsel bir atmosfer çıkmıyor bana göre pek fazla. ve Vaat Edilmiş Bir Şiir. Kitapların ortak adını ve kapaklarının Şairin megalomanisiyse dur durak bilmiyor, tırmanış hep benzerliğini gören, içine bakma zahmetine katlanmayan basın sürüyor: Önceki kitapta Dante-Baudelaire ikilisiyle bir yayın dünyası, andığım yanılgıyı yaşadı ve bu yönde duyurular karşılaştırılma söz konusuyken bu kitabın ikilisi Homeros ile yaptı, yapmaya da devam ediyor. Yunus oluyor. Peki bu karışıklık nereden doğdu, İsmet Özel iki kitabına niye “Yunus’a bir temenna”da bulunulup “Homeroscul bir aynı adı verdi? merhaba”dan söz ediliyor önce (s. 93); sonra da “Ve bu yağma Şundan: Dördüncü kitap sonrasındaki fetret döneminde iki yığma dangıl dungul kes yapıştır kalabalık / Kurduğun her kitap daha yayımlayıp öleceğini söyler bir yerlerde İsmet Özel. Bir harikulâde masalı ey şair / Ey Homeros ey Yunus Emre / Sanma ki Yusuf Masalı’nı yayımladıktan sonra da kalan tek kitap çıkarma durduracak durduğu yerde” (s. 105) diyerek şair hiza ve kontenjanını kullanırken böyle bir oyuna başvurma ihtiyacı duyar. istikametini, peşine taktığı şairleri netlikle gösterdiği gibi, Bu altıncı ve sözde son kitabının “İçindekiler” sayfasıyla iç hoşnutsuzlarıyla kendisini eleştirecekleri de peşinen telef etme sayfalarında daha sonra yazacağı 6 şiir adı verir. Böylece de o altı önlemini alıyor. şiirin yer alacağı kitap ya da kitaplar da artık altıncı kitabın eki ya Önceki kitapta “Savaş Bitti” gibi güzel şiirler bulunurken da ekleri sayılacaktır. bunda o düzeyde şiir de yok üstelik. Bunun yerine “Ey teki tekine “Öyle söyledim, ama durum değişti” deyip geçeceğine, tekinde tekinden seken terliğim (s. 37), Günlerden bir gün bütün gerekiyorsa özür dileyeceğine, böyle tuhaf bir oyuna başvuruyor büğüm bürüntülü bücür bürüncek (…) Müsademe bak bık bük / İsmet Özel. Kitaba, özellikle şiir kitabına ilginin zaten sınırlı Taka söke sıka vuruşma (s. 78), Karada derin derdirin derdittirin olduğu ortamda bir de böylesi oyunlarla uğraşılıyor. dert ittirin” (s. 121) tarzında tuhaf tekerlememsi dizeler Gelelim bu iki kitaba. yaygınlaşıyor. Of Not Being A Jew’de, başlığı ve boşluğu bulunan 6 hayalet Sonuca doğru, elbette hakkını yiyecek değilim; İsmet Özel şiir sayılmazsa 12 şiir var. Bazıları sadece bir sayfayken, birkaçı genel olarak yetenekli bir şair. Ancak aşırı kendini beğenmişliğinin, uzun; “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” şiiri yaşayanlar arasında kendisini tek, eşsiz, biricik, erişilmez sayma ise tam 60 sayfa. tavrının, başta siyasi, ekonomik, dini konular olmak üzere her 14 dörtlüklü “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı” alanda en iyiyi, güzeli, kapsayıcıyı kendisinin bildiğini, şiiri bir dizesi hariç 14’lü hece ölçüsünde. Ölçüyü bozan düşündüğünü ileri sürme tutumunun, bu konuda yaptığı “Müşteriye havasını almadan bakmayayım” (s. 87) dizesindeki konuşmaların, yazdığı yazı ve kitapların şiirine zarar verdiğini, “havasını” yerine, halk şiiri geleneğimizdeki gibi “havasın” sonuçta bunların kendisinin yeterince yoğunlaşmasını engellediğini demekle kurtulabilecek ölçüyü kurtarmak istememiş Özel. sanıyorum. Peygambersi söylem (s. 66), padişahi söylem (s. 67), derken, Toplumumuzda biraz tutarlıca en kendini beğenmiş tavırlar daha sonra günlüksü söylem adlandırmaları geliyor aklıma kitabı sergileyen, bağırıp çağıran, çevresini biraz aşağılayan kişiler büyük okurken. otorite sayıldığı, baş tacı edildiği için, şiirde de inanılmaz bir etki Toplamın yarıya yakınını kaplayan “John Maynard gücüyle 1990 ve 2000’ler şairlerinin birçoğunu etkilemiştir İsmet Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” şiirinden bazı alıntılar: Özel, etkilemeye de devam etmektedir. Bunlardan bazıları bu etkiyi Çocuk konusu: “Çünkü sahiden çocuktuk / Büyükler o doğal düzeyde tutup kendi şiirini ortaya koyabilirken, bazıları Allah’ın belaları” (s. 94), abuklayan metinler yazarı haline gelmiştir. İsmet Özel bu açıdan Alaysı ifade: “Korkma sönmez benim annem ne dediyse sen de genç şairlerin kendilerini sakınmaları gereken bir şairdir. de” (s. 99), Notlar: 1. Bekâr, tezgâh gibi sözcükleri ‘şapkasız’ bırakan Cemal Süreya’nın, şair şairler loncasına kabul edildiğinde şair yayıncının malumatfuruş (s. 59) sözcüğüne dört adet şapka olur, sözünün farklı bir anlatımı gibi: “Elmayı heyet karşısında / kondurması, mâlûmâtfürûş olarak yazması, sadece tutarsızlık değil; Isırmadıysan sana şair demezler / Denemeye gelmez güvenmezsen daha önce bir hatadır. dişine / Elmaya hart diye geçer sanma takma dişler.” (s. 108), 2. Bir Yusuf Masalı’nın sadece sonlarına doğru, Yusuf’un Şairin coğrafyadan-tarihten münezzehliğini ortaya koyduğu; insanlardansa cinlerden yana tavır almaya yöneldiği noktada şiirsel bir Osmanlıcılara, bir Cumhuriyetçilere giydirdiği dizeler: “Dünya bir kıvılcım canlanır gibi oluyor; ötesi ve berisi düz bir anlatı dedikleri parmaklıkla çevrili alana / Kaptırmamıştım son nefesimi sadece. vermemiştim / Paçaları tutuştu şalvarı şaltak Osmanlıların / Künye: İsmet Özel, Of Not Being A Jew, Şûle Yayınları, İstanbul, Suçüstü felç oldu Cumhuriyetçiler” (s. 117). Aralık 2005, 150 s. ve Of Not Being A Jew: İlaveler ve Vaat Edilmiş Kitap “Halbuki almıştı selâmını Dante’nin Baudelaire / Şimdi Bir Şiir, Şûle Yayınları, İstanbul, Aralık 2008, 142 s. Önceki kitap: Bir sen neci oluyorsun büyük müsün Baudelaire’den.” (149) Yusuf Masalı, Şûle Yayınları, İstanbul, Aralık 1999, 128 s. dizeleriyle, denebilirse grotesk bir biçimde sona eriyor. * Yeni bir kitap değilmiş havasıyla yayımlanan ve uzaktan Hakan Şarkdemir’in (1971), bağımsız şiirler olarak da bakılınca da böyle sanılan yedinci kitap Of Not Being A Jew: okunabilen ama asıl, 22 parçadan oluşma uzun bir şiir İlaveler ve Vaat Edilmiş Bir Şiir’de, biri önceki kitapta “vaat” konumundaki üçüncü şiir kitabı Yerçekimi Bilgisi, bilimsel bilginin 7 tek başına insanı mutlu etmeye yetmeyeceğini anlatma niyetiyle Yusuf ALPER yazılmış gibi görünüyor. Nedir tamamlayıcısı yetmezliğin, derseniz, şairin “aşk” diye başlayıp hakikat aranışından metafizik değerlere, İslam’a doğru uzandığı görülüyor. YAZIN ELİ KULAĞINDA Konu bir iki cümleyle çözümlenecek cinsten olmadığı için geçelim. Şarkdemir’in, İslami kesim içinde büyük bir iddiayla ortaya Artık çiçeklerle kediyle konuşuyorum çıkıp ağzını doldura doldura sözümona yeni tarz şiirler yazan, Civcivler yeme uçarak geliyor kuramlar ortaya koyan kuşaktaşlarından (diyelim Hakan Karşıda bir sürü ada, eşekler cenneti Arslanbenzer’den) ayrılan yanı, her şeyden önce, daha yetenekli bir Hani tekneleri coşkuyla karşılayan şair kumaşına sahip olması ve dilinin esnekliği, bükülgenliği, İnsanın olmadığı, eşeklerin mutlu mesut akışkanlığı, denebilirse şakrak bir anlatım tutturabilmesi. “ama her şey girebilir şiire / çıkabilir şiirden / değişebilir Güneş kırmızı bir top, dağların ardına hızla şiirle” (s. 51) dizeleri, bence neo epik, modern epik gibi adlarla Ritsos’a, Seferis’e, Elitis’e selam taşıyor tanımlanmaya çalışılan, bu adlarla ilişkilendirilmese de 2000’ler sonrasında yazılan bazı şiir türlerini betimlemekte. Artık karıncalarla kuşlarla konuşuyorum Şarkdemir bu kitabında kendi soyadından mülhem Şarko adlı Dallarda kayısı şeftali papaz eriği bir şiir kahramanı aracılığıyla temellendirmeye çalışıyor yer yer Tadı damağımda nice otlar meyveler poetikasını. Şarko şair adına konuştuğu gibi eski destan Maydanoz tere ebegümeci kahramanları gibi ortak bir ruhun temsilcisi olarak da konuşmakta Ellerimden ellerimden öpüyor kitapta. Yerçekimi Bilgisi; Hakan Arslanbenzer’in ikinci kitabı Şehidet’in Erken Günlerini Anarak ile Celâl Fedai’nin ikinci kitabı Yazın eli kulağında geldi gelecek İmtiyaz Sahibi’nde yapmaya çalıştıklarını, şiirsel evrenlerini Sıcaklar kavurmadan otları çiçekleri bütüncül bir çalışma içinde sunma çabalarını daha iyi biçimde ve Çam ağaçları zeytin ağaçları üçüncü kitap olarak yapıyor. Meyve ağaçları dikmeli yeniden Şarkdemir’in önceki iki kitabını da okudum ve bunlardan Emre’nin ve Cem’in oğulları kızları için ikincisini etkileyici buldum. Tadat, 83-98. sayfalara yayılan Arkadaşları dostları için onların “LXXXI. Kanto’ya Nazire” hariç, ilginç ve hoş bir kitap. Hatta en Nâzım’ın güzel vasiyeti için başta, 9.-13. sayfalarda yer alan “Ma Non Troppo” ve “Monarşi” şiirleri de çok hoş. Solumda Çeşme Dalyan Sakız Adası Künye: Hakan Şarkdemir, Yerçekimi Bilgisi, Ebabil Yayınları, Ankara, Nisan 2007, 79 s. Önceki kitaplar: Batık Değirmenler, Mavi Adnan’la soğuk biralar içtiğimiz kahve Yayıncılık, İstanbul, Haziran 1997, 64 s; Tadat, Ey Kitap, Mayıs 2006, Değil tersi dönmüş Alaçatı köşesi 110 s. Sakız’ın dizinin dibindeki * Sağımda Ildır Karaburun Börklüce İlk kitabını 2001’de yayımlayan İsmail Kılıçarslan’ın (1976) Torlak Kemal Bedreddin ve diğerleri üçüncü şiir kitabı Amerika Sen Busun’da altı bölüm halinde Bir gün bu topraklarda… sunulmuş 61 şiir bulunuyor ve kitap, adını, son bölümü oluşturan Bu suda tek şiir “Amerika”daki, sonu küfürle tamamlanan bir ifadeden alıyor. Şairin daha önceki kitaplarını da okumuş; genelde modern yaşam biçimiyle sorunları olan İslami bir entelektüelin hayata değen, espriyle, ince alayla ifade edilen gözlemleri, diye _____________________________________________________ düşünmüştüm. Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu gibi şairlere sevgisini dile getiren, yine Cahit Koytak’a adeta klasik şair gibi saygı sunan Kılıçarslan’ın Enis Batur’u modern ve olumsuz nesneler arasında anmasını (Ablam Uzak Ülkede, “Korse”, s. 12) haddini aşmış tuhaf ekranları başındaki milyonlarca insanı” (s. 88, “Zaman İlahisi”), bir espri mi saymalı bilmiyorum! “vaaz ettim, anlaşılır bulundu şiirim, sanırım şaşırttım ekabir Amerika Sen Busun’da ilk kitaplara göre daha az dize ve bent takımını…” (s. 89, aynı şiir). kaygısı güden; dağınık, parçalı, hep alaysı (ironik) anlatımlı; Hakan Arslanbenzer, Eren Safi ve arkadaşlarıyla birlikte Neo anlatımın içini göstererek okuyucuyu da ortama ortak etmeye Epik şiir adında parçalı anlatımlı, ironik, güncel sorunlara değinen, çalışan, bazı ünlü adları bağlamlı bağlamsız anarak da bunu ancak çözümü daha çok İslami ahlakın topluma içkinleşmesinde deneyen şiirler var. Yel yeperek akan anlatımı önce ilginç buluyor, gören, örneğin Abdullah Gül’ü bile yetersiz görüp, ülke havasına kapılıyor, sonra sıkılmaya başlıyorsunuz. Bu “sıkılma”lı yöneticilerinin “o mezara anı defterlerini” imzalamaya gitmesini cümleyi 37. sayfada, “Hayır Anlatamadım” şiirini okurken tiye alan bu arkadaşlar, bir de kitaplarında Türkçe hatalarından notladığımı söylemeli miyim?.. arınabilseler yazdıkları biraz daha kolay okunabilecek ve iddia Bu kitapta esenlenen şairler arasına, İsmet Özel’le Turgut ettikleri gibi şiiri toplumla daha çok buluşturabilecekler belki de. Uyar ve en gençlerden de Eren Safi katılıyor. En çok adı anılan Sözünü edegeldiğimiz “Amerika” şiirindeki şu cümleye bakar popüler kişilikse Müslüm Gürses. mısınız; Irak harekâtından hayal kırıklığıyla dönen askerin Gürses, Kılıçarslan’ın çalışma müziği adeta. (Hadi duygularından: söyleyeyim: Benimki de bir zamanlar Orhan Gencebay’dı.) “ah sevgili dostlarım böyle anlatmamışlardı ki bize üç kralda Alıntılar: orayı” (s. 119) “şiir yazmak için bulunuyorum aranızda bilin (…) yoklayarak Her şeye karşın İsmail Kılıçarslan’ı izlenmesi gereken ilginç buldum büyük türk şiirini” (s. 21, “Kitaptan”), “şiiri düşündüm, ve başarılı bir şair sayıyorum. (Özet: Şarkdemir – Kılıçarslan berrak ve aydınlık bir nehir gibi / bunu şöyle de yazabilirim: ey şiirleriyle; Arslanbenzer ve Fedai yazılarıyla iyi, denebilir.) büyük türk şiiri kapındayım işte” (s. 35, “Küçük Adamın Şiiri”), Künye: İsmail Kılıçarslan, Amerika Sen Busun, Nirengi Kitap, “en iyisi ben bu şiiri yazmayayım, ben yazarsam her şeye yeni Ankara, Eylül 2008, 120 s. ve Portakal, Turta, Bir de Kirpi, Birey baştan başlarım sanılacak / ben yazarsam belli ki sıkıntı basacak Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 2001, 64 s.; Ablam Uzak Ülkede, Birun Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 2003, 66 s. 8 Arife KALENDER Metin FINDIKÇI YÜZÜM SIR KIZIL ITIR ÇİÇEĞİ I. Bu akşam Seni rüyamda gördüm İstanbul kızıl ıtır çiçeği, pandanın derin gözleri Ya da bir perşembe akşamında içilen rakıya benzer. bir gündüzü yaşar gibi gördüm elmalar ısırıldı yarım “Beni bekleyen bedenini gördüm gölgelerin arasında.” gümüş iz kaldı şerbetinde o yılanı büyüttüm Kıyında umarsız bir şair küskün dolandı ten tene tane tenindeki sözcüklerin kıvrımlarında azarlanmış bir çocuk yüzüydüm tekil doğruları büke büke büyüdüm çoğul zebercet gölgesi. Seni rüyamda gördüm Utanmanın yüce varlığı Yaşadığımı yokladığım gecelerde yanlış kullanılan sözcükler gibi duruyor bir yerlere yazdım adımı üstünde bir yerlerden sildim süpürdüm veya zamanın ateşinde eyvah dedi inleyen kaya rüzgârın ektiği sesler hayırsız suydu tekil benden doğup çoğul bana öldüm saçlarının gölgesi. siz eeeyy kıyıdakiler! Gecenin şiir mesafesini anlatıyorsun bana yoklayın canınızı azalanlara bakın birbirimizde unuttuğumuz gözlerim taşıyamıyor gözlerinizi tanımadığımız insanlara aldırmadan içimin uğultulu havlamalarında sizler tekil üredikçe el ayak saç tel çoğul büyütülmüş zerreler ışıkların gölgesi. ağırsınız kasıt ve zapt içinde üstüme Ay gibi çoğalırken suda ışıltın Seni rüyamda gördüm gece derinliğin şehvetin ve cinayetin kösnül sevinci ateşin külden yatağında çemenzardan giderken göztepeye cesur bir hasretin dizi dizime değdi güneşte bekleyen nar ağacını anımsıyorum birden sevişme grevindeki bakirenin korkunun ve utancın o gizli bahçesini anlatan muhabbetinden sıkılan kuşlar ellerime karıştıkça bedeninin sesi değişiyor pencere demirlerinde açmayan lâle tekil elledim buz çoğul çözüldüm gölgeni ezberleme zamanın. o gün bugündür Bu akşam içimin çiçek hevesli böceği İstanbul kızıl ıtır çiçeği, pandanın derin gözleri uçup düşmekte Ya da seni çırılçıplak bulduğum uçup düşmekte karabiber ağacında çoğalan kuşlara benzer. II. ________________________________________________ Seni rüyamda gördüm içimin hurdacıları, eskicileri, geçmiş zamanlar okyanus sularında albatroslar çözerse dolaşığımı yüzüme pike yaparak dalıyordu hayır ve şer azteklerden kalma bir gemiyle çizgiler rakamlar kervanında kaçırdım kendimi düştüm bezirgânbaşı ve saatleri içen filler karıncaydım, kurbağaydım, balıktım konup göçmekte aşkın karşısına geçip güldüm konup göçmekte şimdi bir hırka mıdır tenimde asılı hece Seni rüyamda gördüm terki diyar mı, âsâ mı dokunsam büyü cellât ece, kötü kral, kahraman cüce Suya baktım ./... yüzüm sır 9 POETİKA / POLEMİKA severim, hem de çok severim. Kemal Tahir’i hiç sevmem” diye söze giriyor. Ardından sözü -öteden beri nefret ettiğini saklamadığı- Orhan Pamuk’a getiriyor –çok lazımmış gibi! “Kemal Tahir’in Cihan OĞUZ göklere çıkartılan Devlet Ana’sı Orhan Pamuk’un romanlarından da kötüdür” diyor. Ama Orhan Pamuk nefreti bitecek gibi değil. Hemen ardından ekliyor: “Herkes Kemal Tahir’den tir tir titrerken Şiir Yağmuru bu düşüncelerimi (tabii o zamanlar Orhan Pamuk anaokuluna . Dergiler, mübarek, yaz sezonunun ardından Eylül ayıyla gidiyordu belki) Dost (Nisan 1968) dergisinin soruşturmasına birlikte sanki bombardımana geçti! Değil okuyup da içindekilerle verdiğim yanıtta açıklamıştım” buyuruyor. ilgili değerlendirme yapmak, takip etmek bile ayrı bir efor istiyor. Doktoru mutlaka kendisine unutkanlıkla ilgili gerekli uyarıları Kurşun Kalem ile başlayalım. Veysel Çolak’ın editörlüğünde ilk yapıyordur; ama biz edebi alandan uzaklaşmadan Özdemir İnce’ye sayısı Eylül 2009’da çıkan Kurşun Kalem yeni bir İzmir dergisi. dersini verelim: Orhan Pamuk 1952 doğumludur. Dolayısıyla, Sunu’da “Şiir Bir Dünya Gücüdür” dediğine göre iddiasını en herkesin Kemal Tahir’den tir tir titrediği o yıllarda, yani 1968’de baştan ortaya koyuyor. Oya Uysal’ın “Peri” şiirindeki başlangıç ve 16 yaşında olduğu için anaokuluna değil, lise ikinci sınıfa final dizeleri dikkat çekici: “Tutunup evlere yürür şimdi el gitmektedir. Kısacası, Kemal Tahir’i okuyacak yaştadır. Özdemir yordamıyla sokaklar / kendini ıslatan bir yağmur dolaşır karanlıkta İnce her zaman yaptığı gibi işkembe-i kübradan atmadan önce - şehri”. öyle sıkı bir araştırmaya da gerek yok- Orhan Pamuk’un Sincan İstasyonu’nun Eylül 2009 sayısında Hüseyin Ferhad’ın kitaplarının kapağına baksaydı, bu gerçeği anlar, öyle bel altından “Ahmet Oktay’ın Hayalet’ine İtirazlar” başlıklı yazısı ilginç. darbelere tevessül etmezdi. Ama hasetinden dolayı Orhan Oktay’ın şiiri hakkındaki “Bir ‘intifada’ şiirdir Ahmet Oktay’ınki” Pamuk’tan tek satır okumadığı için bu pek mümkün değil. Zaten nitelemesi de Türk şiirine eklemlenmiş özgün bir saptama sanki. Hürriyet gazetesinde 12 Eylül 2007 tarihinde yayımlanan yazısında Emel Güz’ün “Şairler Barışın!” başlıklı yazısı da hayli cesur “Orhan Pamuk’un yazarlığı beni zerre kadar ilgilendirmez” satırlar barındırıyor: “Yapay ve derinliksiz ilişkilerle, basit ve diyerek topu taca atmıştı. egosantrik doyumlarla, sevgisizliğin belki de en keskin yaşandığı ortam şiir piyasası” diyor. Ben o satırlardaki “şiir” yerine “medya” Sonbahar: Şairin Metresi / Jigolosu sözcüğünü koysam yine “cuk” oturur! . Sözcükler dergisinin Eylül-Ekim 2009 sayısında Ahmet İbrahim Baştuğ’un “İçimdeki Mezarlık” şiirinde yer alan Telli’nin “Yoktur” şiiri özgün temposu ve müzikal fonuyla içinizi “Baktım olmadı kendi sesime sığınıp / koyup karşıma sessizliğin titretiyor: soğuk yüzünü / ıslık çaldım. Geçebilmek için / içimdeki mezarlığı” dizeleri hoş. “Unutuş: tenhâya açılan büyük Abdullah Şevki’ye, “Ölmüş Şairin Ardından Yazmak” başlıklı Kapı; uçsuz bir çölün ortayeri yazısı için teşekkür ederim. O da, ölmüş şairlerin ardından daha Kendini Mecnun sanır burada kırkı çıkmadan yazılan şiirleri samimiyetsiz buluyor. Aylardır Ceylanını kaybeden her düşkün bundan yakınıyoruz ama şairlerimiz galiba dürtülmekten pek Mesnevi sayfalarından hoşlanmıyor. Firar ederek”. Özgür Edebiyat dergisinin Eylül-Ekim 2009 sayısında küçük İskender’in Stockholm’de kaleme aldığı “Kajen” şiirinin finali Kitap-lık dergisinin Eylül 2009 sayısında Ali Ayçil’in “Kırk” müthiş: “Her insanda bir iskele bulur, yanaşır acı / Sahiller şiiri de çok klas: kayalıklarla ne kadar gizlense de”. Onur Caymaz’ın “Eylül Uçurtması” son derece ilginç ve “Diyelim ki yazdan kalma bir günde tartışmaya açık bir 12 Eylül şiiri. Uzun şiirin sonunda her ne kadar Diyelim ki yaşım kırk 1985 yılında Amasya Askeri Cezaevi’nde kaleme alındığı Nabzım yazılmışsa da, günümüze ilişkin kimi göndermeler “Acaba?” Uzak bir akraba gibi bana yatıya gelmiş dedirtiyor. “Türkü barlar, rock barlar” geçiyor örneğin şiirde. Oysa Otel defterlerine işlenirken yalnızlık. 1985’te henüz “türkü barlar” yok ortada. Sanırım “rock barlar” da. Üstelik şiirin o dönemde yazılmış olması için, şairimiz Onur Diyelim ki yazdan kalma bir günde Caymaz’ın (d. 1977) 8 yaşındayken askeri cezaevine girmiş olması Diyelim ki yaşım kırk lazım. Bu tuhaflığın sırrını çözemedim, herhalde şairin mantıklı bir El kadar bir sabahla dünyadan taşınırken açıklaması vardır. Ama final dizeleri hayli sarsıcı: Susmak da bir şivedir Güzel ayrılık…” “evet işte, Nusa Dua’da bir okyanus akşamıydı çocukluğum kadar uzak Asya yıldızları, ipek kervanlar Hece dergisinin Eylül 2009 sayısında İdris Ekinci’nin bir kızıl uçurtma; sus kalbim, aklım, halkım, devrim sus! “Sakınma Defteri” adlı şiiri sağlam, firesiz: tank paletlerinin izleri kaplayacak kör akşamlarınızı dergiler, filmler, herkes, her yer yılgınlık kokuyor diyecek, “Karşı kıyıya geçmeyi bilmiyordum, sessizdim, gölgelerim sokak aralarında telefon kulübesi arayan bir militan [hırçındı sivil şair, muhalif şair, memur şair, seyrediyorsun şair sus! Koltukların dibine bıraktığım yorgunluk kaç gündür aynı halkımın okumadığı kitaplarına eğ başını ve utan, yerde duruyordu -soluyor Çin fenerleri, hücremin kapısı yıllara kilitlenecek!- Ne söyleseler aynı ateşin içinde bekliyordum, konuşmuyordum Buruk bir cumartesiye dönüşmeyi bekleyen pazartesilerdim, Yuh Demenin Şiircesi bekliyordum . Şairler güncel politik yazılara bulaştıkça batıyor. İyisi mi hiç Arkadaşları dinliyordum, öfkeliydiler, acizdiler, saklamıyorlardı girmesinler o cenaha. En somut örnek ise Özdemir İnce. Ertuğrul Bazı mevsimleri unutmak güzeldir, bazı mevsimler Özkök’ün Paris yıllarından sevdiği dostu diye birkaç yıldır [unutulunca güzel Hürriyet’teki köşesinde ahkâm kesiyor. Deyim yerindeyse Söyledim, çözüldüler, üşüyen kesik su cesaretimizi kırdı birikimini harcamak için elinden geleni yapıyor. Son aylarda ise unutuyorlardı” uzunca süredir uzak kaldığı edebiyat dünyasıyla yeniden barışmak için taarruza geçmiş durumda. Ama ne taarruz! Özgür Edebiyat’ta Varlık’ta Tahir Abacı’nın “Andaç” şiirinden hoş dizeler: yayımlanan “Kırlangıcın Okuma Uçuşu, XI” başlıklı yazısında, “Unutulmuş evlerde unutmamış insanlar olur // Bilgisi için değil zırvanın doruklarında geziniyor. Güya Orhan Kemal ile Kemal anısı için saklanmış / Gazete kesiklerine takvim yapraklarına Tahir’i kıyaslayarak, tercihini ortaya koyacak. “Ben Orhan Kemal’i örtünüp geçirirler kışı”. 10
Description: