BEKTAŞİ GÜLBENGİ Bismişah Allah Allah Vakitler hayrola, Hayırlar feth ola. Şerler def ola. Müminler saf ola. Münâfıklar berbat ola. Gönüller şâd ola. Meydanlar âbâd ola. Kalplerimiz mesrûr, sırlarımız mestûr, zahirimiz mâmûr, bâtınımız pür nûr ola. Er hak Muhammed Ali iftiradan saklayıp, gözcümüz, bekçimiz ola. Merd ü namerde, hiçbir ferde muhtaç eylemeye. Dert verip derman aratmaya, hastalarımıza şifa, dertlilerimize deva, gönüllerimize iman, kalplerimizi musaffa eyleye. Zümre-i salihinden ve gürûh-ı naci’den eyleyip, dualarımızı dergâh-ı izzetinde kabul ve makbul eyleye, nefesimiz Hakk, nutkumuz can bula. Oniki imam ve ondört masum pâk, onyedi kemer bestegân efendilermizin yolundan, erkânından, didârından, katarından, destinden, dâmeninden, cemâlinden, visâlinden ayırmaya. Âl-i Âba emrine inkiyâd eden, arifân, sadıkân, muhibbânın cümlesi azîz ola. Ferdi bi hemta rezzâk-ı mahlûkat seyyid-i kâinat, es-seyyid Muhammed Hacı Bektâş Veli kaddesallahu sırrahu'l-azîz ve Pîr-i Sâni Balım Sultan Erenlerimizin de himmetleri üzerimizde hâzır ve nâzır olup, desteklerimiz piş-i penâhımız ola. Yerden hayırlı kısmet, gökten hayırlı rahmet, bol feth-i fütûhatlar kerem-i inâyet ola. Ordu ve donanmamızı havada, karada, denizde her umurda mansur ve muzaffer eyleye. Ordularımıza savaş yüzü göstermeye. Savaşmak zorunda kalırlarsa, kışlalarına eksiksiz bir şekilde dönmeleri nasip ve müyesser ola. Ricâl-i devletimizin ömrü şeriflerini Müjdat buyura. Vatana, millete, haklı, hayırlı, adaletle hükmedecek işlerde daim ve kaim eyleye. Çocuklarımıza hayırlı aş, hayırlı eş, hayırlı işler nasip ve müyesser ola. Dil bizden nefes Hazret-i Pîr efendimizden ola. Cumhuriyetimizin kuruluşuna vesile olan Yüce Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ve silah arkadaşlarının ve günümüze kadar gelmiş geçmiş, bütün şehitlerimizin de ruhları şâd ola. Buraya uzaktan yakından gelmiş olan, bilcümle dostlarımızın, buraya maddi, manevi katkısı olan herkesin de hizmetleri kabul, Hakk divanda makbul ola. Cümleyi de gûrûru naciden ve zümre-i sâlihinden olmayı nasip ve müyesser eyleye. Dil bizden nefes hazreti Pîr efendimizden ola. Vakitlerin hayrı gele. Dem-i Pîr keremi evliyâ gerçeğe hü! 1 A Ç I L I Ş K O N U Ş M A L A R I Prof. Dr. M. Saffet SARIKAYA Toplantı Yürütücüsü Sayın Bakanım, Sayın Diyanet İşleri Başkan Yardımcım, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Rektörüm, Kıymetli Hocalarım, Değerli Misafirler, Sevgili Dinleyiciler Sempozyum düzenleme kurulu adına hepinize HOŞ GELDİNİZ diyerek sözlerime başlıyorum. Bu Sempozyumun çok ilginç bir serüveni var….Ancak bu serüveni anlatıp değerli vakitlerinizi almayacağım. Bugün burada bir avuç seçkin bilim adamı, bizlere inanan kıymetli misafirlerimiz, Türkiye’nin önemli bir olgusunu ele almak üzere toplandı. İddia ediyorum ki daha önceki örneklerinden farklı olarak Türkiye’de bir İlahiyat Fakültesi tarafından ilk defa böylesi geniş ve farklı katılımlı bir Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumu yapılmaktadır. Bu gün burada, farklı branşlardan ilahiyatçılar, tarihçiler, edebiyatçılar, sosyolog ve antropologlar ve hepsinden önemlisi kendilerini konu edindiğimiz Bektaşi ve Alevi araştırmacılar var. Bize güvenen misafirlerimizin değerli katkılarıyla biz Sempozyumumuzun amaçladığı hedeflere ulaşacağız. Neydi bu amaçlar; Avrupa Birliğiyle ilişkiler çerçevesinde ve uyum sürecinde dile getirilen Alevilik ile ilgili konuları bilimsel bir platformda ortaya koyup, değerlendirmek; bunu yaparken Alevi ve Bektaşi zümrelerinin halen yaşadıkları sosyo-dini hayatlarının bilimsel bir fotoğrafını çekmek. Bu fotoğrafa Almanya, ABD, Arnavutluk, Makedonya, Yunanistan ve Bulgaristan’ gibi ülkelerde yaşayan ve Türkiye ile doğrudan veya dolaylı bağları bulunan Alevi ve Bektaşi zümrelerini de eklemek. Medeniyet ve Kültür farklılıklarının bir araya getirilmeye çalışıldığı günümüzde; asırlardır bir arada yaşayan, fakat son zamanlarda haklarında farklı kimlik nitelemeleri yapılan, bununla birlikte büyük çoğunlukla Müslüman ve Türk olduklarını dile getiren Alevi ve Bektaşi zümrelerinin problemlerini kendi katkılarıyla bilimsel bir toplantıda ele almak. Türkiye’nin ana yapısını oluşturan kütleyle aynı sosyal ve kültürel çevreden gelen Alevi ve Bektaşi zümrelerinin öncelikle bu insanlarla bir arada yaşabildiklerini, bundan sonra da yaşayabileceklerini ifade etmek. Bu hedeflerin yerine gelmesinin vazgeçilmez şartı konunun bütün boyutlarıyla eğitimdir. Üniversiteler sahip oldukları misyon ve vizyonla Türkiye’de bilimsel bilgininin üretildiği ve değerlendirildiği önemli kurumlardır. Bilimsel bilgi olmadan ne ülkemizde bazı sorunların üstesinden gelebiliriz; ne de küreselleşen dünya konjonktüründe hak ettiğimiz yeri elde edebiliriz. Bundan dolayı mazeret üretmeden, mevcut imkanları en iyi şekilde kullanarak müspet bilimler kadar sosyal bilimlerde de doğru bilgiyi üretmeli ve kullanmalıyız. İşte bu bilinçle Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak Bektaşilik ve Alevilik olgusunu Sempozyum sınırları çerçevesinde farklı boyutlarıyla ve farklı perspektiflerden ele alarak konuyla ilgili doğru bilgiye ulaşmayı ve bunu kullanıma sunmayı amaç edindik. Bu amaca ulaşmada en önemli yardımcılarımız başından itibaren Sempozyumumuza ilgi duyan bilim adamlarımız; kendi tecrübelerini bizlerle paylaşmak için aramızda bulunan Bektaşi ve Alevi büyüklerimizdir. 3 Kendileri her türlü şükrana layıktırlar. Burada bildiri göndermesine rağmen sağlık nedenleriyle son anda Sempozyumumuza gelemeyen Prof. Dr. Havva ENGİN’e acil şifalar diliyorum. Yine özel mazeretleri nedeniyle aramızda bulunamayan Reha ÇAMUROĞLU ve Rıza ZELYUT Bey’e ilgilerinden dolayısıyla teşekkür ediyorum. Sempozyum çalışmalarımızın daha verimli olması için bildirileri önceden mümkün olduğu kadar dengeli şekilde seçtiğimiz araştırmacılara müzakere ettirdik. Bu konuda, önceden ilan ettiğimiz çalışma takvimine uyamadığımız için özür diliyorum Ancak yine de müzakerecilerimize bildirileri önceden okuyup değerlendirecek ve katkılarını ifade edecekleri bir zamanı verdiğimize inanıyorum. Sempozyumumuzdan elde edilecek sonuçların yeni yetişen nesillerin ufkunu açarak farklı gibi görünen halkımızın bir arada yaşamasının sırlarını keşfetmeye yarayacağına ve bu ufukla ötekilere, her türlü peşin hükümden uzak, daha geniş bir hoşgörüyle bakmalarına katkı sağlayacağına inanıyorum. Son olarak başından itibaren Sempozyumumuzun yapılması için her türlü desteği sağlayan Rektörümüz Sayın Prof.Dr. Metin Lütfi BAYDAR’a; konuyu fikir olarak gündeme getiren Dekanımız Prof.Dr. Ekrem SARIKÇIOĞLU’na; proje aşamasında finansman destek sağlayarak önümüzü görmememizi sağlayan TÜBİTAK kurumuna ve yetkililerine; maddi ve manevi desteklerini bizden esirgemeyen şu anda aramızda bulunan Sayın Dursun GÜMÜŞOĞLU’na; Sempozyumumuza verdiği desteklerden dolayı sayın Valimiz İsa PARLAK, Sayın Eğirdir kaymakamımız Ömer ULU; Sayın Gelendost Belediye Başkanımız Mehemet SEZGİN ve Sayın İl Müftümüz İsmail ÖNCEL Beylere, IYAŞ A.Ş.’ye ve başından itibaren sempozyumun gerçekleşmesinde her türlü desteklerini gördüğümüz çeşitli birimleriyle Rektörlüğümüzün ve Fakültemizin arka planındaki kahramanları, personelimize teşekkürü bir borç bilirim. Düzenleme kurulu adına hepinize HOŞ GELDİNİZ der, saygılar sunarım. 4 Prof.Dr. Ekrem SARIKÇIOĞLU SDÜ İlahiyat Fakültesi Dekanı Sayın misafirler, Peygamberimizin ebedi hayata göçmesinden bir süre sonra Müslümanlar arasında önce siyasi konularda sonra da dini konularda görüş ayrılıkları ortaya çıktığı gibi, Türkiye Cumhuriyetinin selefi olan Osmanlı döneminde de önce siyasi ona bağlı olarak da dini konularda ihtilafların olduğunu ve bunların günümüze miras olarak kaldığını görüyoruz. Örneğin Yavuz Selim’le Şah İsmail arasındaki siyasi rekabet, zamanın sosyal dini kuruluşlarından olan tarikatları da etkilemiş; Şah İsmail’in şeyhliğine bağlı olanlar, sapıklıkla itham edilerek binlerce kurban vermişlerdir. Yine Yeni Çeri ocağının benimsediği ve onlarla özdeşleşen Bektaşilik devletin üst düzey, 1. Sınıf tarikatı sayılıyordu. Şeyhleri Şeyhülislâmlar tarafından tayin edilirdi. Kadiri, Nakşi vs. gibi tarikatlar ise ikinci sınıf sayıldıkları için, şeyhlerinin tayinleri kadıaskerler tarafından yapılırdı. 1826’da Yeni Çeri Ocağının kaldırılması yüzyılların meşru Bektaşi tarikatının birdenbire gayri meşru ilan edilmesine sebep oldu. O zamana kadar devletin birinci sınıf Sünni Müslüman sayılan tarikatı, siyasi bir olayla gayri meşru sayılıverdi. Devlet baskısı ve yasaklaması onları camilerden uzaklaştırdı ama ortadan kaldırmadı. Devlet idarecilerinin yok saymasıyla yok olmadılar. İçlerine kapandılar, farklı söylem ve yorumlar geliştirerek günümüze kadar geldiler. Kabul etsek de etmesek de kendilerini Sünni toplumdan ayıran, farklı bir cemaat oluşturdular. Günümüzde kurdukları Cem Evleriyle biz cami cemaatinden farklıyız, mesajını fiilen dillendirmeye başladılar. Sosyal hayatta asırlardan beri de birlikte, iç içe yaşadığımız sayıları kendilerine göre milyonları bulan farklı bir kardeş cemaatın varlığı bir gerçek. Ülkemizin sosyal ve dini bir gerçeği. Kendilerini Alevi veya Bektaşi olarak isimlendirilen bu Müslüman kardeşlerimizin tarihi siyasi sebeplerle kendi içlerine kapanmaları ve haklarındaki siyaset kaynaklı ithamlar, zamanla onların komşuları tarafından doğru tanınmalarını önlediği gibi, Onların da savunma gayesiyle Sünni Müslümanlar hakkında ürettikleri karşıt ithamlar, cemaatler arası mesafeleri açmıştır. Başlangıçtaki siyaset kökenli kopuş, onları çoğu kez camilerden de kopar, kendilerine özgü bir mezhep haline dönüştürmüştür. Günümüz siyasi liderlerinin birlik ve bütünlüğü teşvik edici sözleri ise, toplantılarda söylenmesi moda olan kibar nutuklar olmaktan ileri gidememiştir. İnandırıcı olmamıştır, kalplere inememiştir. Her iki tarafın dindarlarını bir birine kalben yaklaştırmamıştır. Alevi-Bektaşi cemaatinin varlığını ifade eden hukuki bir ifadenin olmayışı, problemin çözümü önündeki bir engel olarak kalmış, sorun günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde ilahiyatçıların ele alınması ve açıklığa kavuşturması gereken konulardan birinin “mezhep” ve tarikat kavramlarının içeriği konusudur. Başlangıçta tarikat olan bu cemaatlerin halen tarikat özelliklerini devam ettirdikleri, yoksa farklı bir mezhep mi oluşturdukları konusunun açıklığa kavuşturulması gerektiği kanaatındayım. Sorunun bilimsel tartışılması, dine ve hukuka ışık tutacağı şüphesizdir. 1980 sonrası Batı’dan esen Dinlerarası Diyalog rüzgarı, merhum Reisi Cumhur Turgut Özal’ın sinyali ile ülkemizde de esmeye başlamıştı. Bugün Turizm festivallerine kadar indi. Ancak İslâm dışı inançlara ve cemaatlere gösterdiğimiz ilgiyi maalesef bizden biraz farklı düşünen kendi din ve soy kardeşlerimize gösterdiğimiz söylenemez. Halbuki Batı, diyalogu önce 5 kendi mezhep ve cemaatleri arasında büyük küçük demeden başlattı; askarî ortak noktalarda anlaştı. Kiliseler Birliği teşkilâtı altında bütünleşti, daha sonra Hıristiyanlık dışı dinlerle görüşme kapılarını açtı. Biz ise, önce İslâm Dışı dinlerle diyaloga giriştik, Müslümanlar arasındaki mezhep ve meşrep farklılıklarını görmezlikten geldik. İç diyalogu ihmal ettik, geleneksel siyasi tarihin etkisinden kurtulamadık. Ancak dışa dönük diyalog arayışlarının faydası, İlahiyatçıların içe dönük diyalog eksikliğini daha çok hissetmelerini sağladı. Alevi-Bektaşi ve Caferi aydınlarla yaptığımız özel sohbetlerde dile getirilmeye başlandı. Osmanlı dönemi ve politikaları tarihe karıştı. Gelişen teknoloji ve sosyal şartlar dünyayı küreselliğe doğru ilerletirken, diğer din mensupları kendi aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak ortak değerlerinde birleşirken, bizim yerimizde saymamız, gelişmelere ve olaylara seyirci kalmamız düşünülemezdi. Gerçi dini birliğimizin ortak sembollerinden Hacı Bektaş Veli hakkında bazı sempozyumlar düzenlendi. Şüphesiz takdire şayan, sevindirici adımlardır. Bu adımların atılmasında sayısız yararlar vardır. Bu düşüncelerle Fakültemiz bir adım daha ileri giderek, sempozyumumuzun adını “Bektaşilik - Alevilik” sempozyumu koyarak konuyu biraz daha müşahhaslaştırmak istedik. Sempozyumun, birbirine sırt dönmüş kardeşlerin tekrar birbirlerine yüzlerini çevirmelerine katkıda bulunacağına, birbirlerini tekrar tanımanın kapılarını aralayacağına inanıyoruz ve ümit ediyoruz. Yine ümit ediyoruz ki, bu bilimsel çalışmalar, kardeşleri diyaloga daha çok yaklaştıracaktır. Eksikliklerimizi veya fazlalıklarımızı görmemize daha çok yardımcı olacaktır. Buna ihtiyaç yok diyenlerin olacağını tahmin etmiyorum. Bunun zaruretini bazı dış misallerle vurgulamak ve konunun güncel önemine işaret etmek istiyorum: 1960’lı yıllara kadar Katolik ve Protestan kiliseler Mısırlı ve Habeşistanlı Hıristiyanları kendi mezheplerine kazanmak için, birbirleriyle yarışıyorlardı. Hatta İkinci Dünya savaşı sonunda Habeş Hükümdarı Haile Selasiye’ye kabul ettirilen barış antlaşması şartlarından biri, Katolik ve Protestan misyonerlerin Habeşistan’da çalışmalarına engel olunmaması idi. Günümüzde ise, iç misyonu ve mezhep farkını bırakmış İslâma karşı tarihi monofizit Hıristiyanları güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Mısırda da Katolik ve Protestan kiliselerce benzeri politika güdülmektedir. Çünkü 1956 yılında 10.000 kadar Hıristiyan’ın Katoliklik veya Protestanlık yerine İslâm’ı kabulü, Batı Kiliselerinin misyon politikalarını değiştirmelerine sebep olmuş; Monofizit Hıristiyanları kendi mezheplerine kazanma yarışından vaaz geçmişler; İslâm’a karşı yerli Hıristiyanları destekleme kararı almışlar, iç misyonu bırakarak, farklı mezhepdaşlarına dini, kültürel, eğitim ve iktisadi yönden yardım etmeye, desteklemeye başlamışlardır. Böylece Mısır ve Habeşistan Hıristiyanlarının İslâm’a koşuşmalarını önlemişlerdir. Tarih hep böyle olmadı mı? iç mücadeleden kazançlı çıkanlar hep dışardakiler olmadı mı? Misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştığı ülkemizde farklı mizaçtaki kardeşlerin birbirlerine mesafeli durmak yerine, birbirlerine destek olmaları, el ele vermeleri gerekmez mi? Sayın Misafirler, Sizlere biraz da Fakültem hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. SDÜ İlahiyat Fakültesi 25 şubat 1993 tarihinde faaliyete geçmiştir. 2005 şubatında da inşaatı tamamlanan yaklaşık 1500 öğrenci kapasiteli kendi binamıza geçtik. Öğretim kadrosu olarak halen, 5 profesör, 11 doçent ve 25 yardımcı doçent, 6 okutman, 1 uzmanımız vardır. Araştırma görevlilerimizle birlikte bu sayı 70 bulmaktadır. 6 Öğrenci yıllık kontenjanımız bir zamanlar 206 bulmuşken, son zamanlarda azaltılmış 21 e düşürülmüştür. Halen bu yıl kaydolan yeni öğrencilerimizle birlikte tüm öğrenci sayımız, ders tekrarı eden öğrencilerimizle birlikte toplam 105 dır. Bu yıl fakültemize gelen öğrencilerin taban puanları ise, tıp ve elektronik bölümlerine paraleldir. Ülkemizin Diyanet ve Milli Eğitim kadrolarındaki yüksek öğrenim görmüş görevlilere ihtiyacı dikkate alınarak, kontenjanın artmasının ülkemiz manevi kültürüne katkıda bulunacağına inanıyorum. Benzeri ihtiyacın Bektaşi-Alevi cemaatleri için de zaruret olduğu kanaatındayım. Son olarak, sempozyumun düzenlenmesinde bize maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen, bizi daima cesaretlendirerek bu sempozyumun gerçekleşmesine imkan veren Rektörümüz sayın Prof.Dr. M. Lütfi Baydar’a özellikle teşekkür etmek istiyorum. Yine davetlerimizi kırmayarak yurt dışından ve yurt içinden teşrif eden misafirlerimize, Sempozyumu maddi katkısıyla destekleyen TÜBİTAK’a, sempozyumun mutfak hazırlığını yapan Prof.Dr. Saffet Sarıkaya başkanlığındaki komisyon üyesi arkadaşlarıma, isimlerini burada unutup söyleyemediğim tüm katkıda bulunanlara teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. 7 Prof. Dr. M. Şevki AYDIN Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Saygıdeğer Bakanım, Sayın Valim, Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Bilim insanları, Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle size saygıdeğer Başkanımızın selamlarını, iyi dileklerini iletmek istiyorum. Her şeyden önce böyle bir toplantıyı düzenleyen SDÜ yetkililerine, başta sayın rektör ve İlahiyat Fakültesi Dekanı olmak üzere ve bu sempozyuma emeği geçen, katkı yapan herkese teşekkür etmek istiyorum. Bu toplantı son derece önemlidir. Çünkü bu Alevilik ve Bektaşilik gibi, son derece önemli bir olguya politik gerginliklere yol açmadan, soğukkanlı bir şekilde bilimsel bir yaklaşımla ele alıp tartışmaya imkan hazırlamaktadır. Teslim etmeliyiz ki Alevi kardeşlerimiz son zamanlara kadar inançlarını dile getirme, kendilerini ifade etme konusunda pekte şanslı değillerdi. Genelde inançlarını saklamayı tercih ederlerdi. Bunun sorumluluğu hepimize aittir. Ama Allah’a şükür onlar da başkaları gibi kendilerini her platformda rahatça ifade edebilmektedirler. Ne var ki ülkemizdeki din konusundaki genel bilgisizlik, bilgi yetersizliği, diğerleri gibi Alevilik-Bektaşilik gerçeğinin de neliğini ortaya koyma hususunda tam bir kargaşaya yol açmaktadır. Bugüne kadar Alevilik-Bektaşilik üzerine yapılan araştırmalara, İlahiyat camiamızın beklenen açılımı sağladığı, bu konuda başat rol oynadığı söylenemez. Popüler çalışmaların ise sorunu iyice içinden çıkılmaz hale getirdiği söylenebilir. Aleviliğin neliğini ortaya koymaya çalışan bu yazarların formasyonu dikkate şayandır. İslâmla, İslâm kültürleriyle sıkı ilgisine rağmen Alevilik ve Bektaşiliğin neliği konusunda tam bir karmaşa sergileniyor. Kimileri Aleviliğe, Bektaşiliğe yeni bir teoloji üretmek kaygısıyla yaklaşırken, başkaları onu teolojiden uzaklaştırma, arındırma çabası içindedirler. Kimileri Aleviliği, Bektaşiliği Sünnilik içinde eritmeye çabalarken, kimileri onun genel İslâm çerçevesinden koparmaya çalışmaktadır. Kimileri onun eklektik bir dinsel oluşum olarak görürken, başkaları onu felsefi bir anlayışa indirgeye bilmektedir. Alevilik ve Bektaşilik konusuna ilişkin konuşmalarda ve yazılarda, temel yazılı kaynaklar yerine, daha çok şifahi kültüre atıflar yapılmaktadır. Bu tutum Alevilik ve Bektaşiliğin gerçekte ne olduğunu, nasıl tanımlanacağı meselesini çıkmaza sokan başlıca etkenlerden biri, belki birincisidir. Alevilik ve Bektaşiliğin öncelikle genel İslâm çerçevesinde geliştirdiği inanç örgüsü bağlamında ele alınması, hangi şartlardan ve hangi teolojik formulasyonlardan neş’et ettiğinin bilimsel yöntemlerle ortaya konması gerekir. Bu yapılırken Alevilik ve Bektaşiliğin tarihsel birikiminin ve günümüzdeki literatürünün, tezahür biçimlerinin çok iyi okunması şarttır. Hemen her Alevi ve Bektaşinin üzerinde karar kılacağı bir bakış açısına ulaşmanın zorluğu aşikardır. Alevilere rağmen, bir Alevilik tanımının yapılamayacağı da tartışma götürmez bir gerçektir. Diyanet İşleri Başkanlığı diğerleri gibi, Alevilik ve Bektaşiliği de asla tanımlamaya kalkışmamıştır ve kalkışmayacaktır. Bütün yaptığı topluma inanç, ibadet ve ahlak konularında sahih ortak bilgisini sunmak, genel İslâmi çerçeveyi ortaya koymaktan ibarettir. Bundan ötesi insanlarımızın kendi dindarlık tercihlerine bırakılmalıdır. Bu boyutu Diyanet İşleri Başkanlığı organize etmekle yükümlü değildir, uygun da olmaz. Başkanlığın topluma hizmet sunarken sıkı sıkıya bağlı kalmayı önemsediği Laiklik ve Cumhuriyetin temel ilkeleri de, zaten bunu öngörmektedir. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı birleştirici, bütünleştirici, kaynaştırıcı olmak durumundadır, itici, ayrıştırıcı değil. Bu bağlamda 8 Diyanet İşleri Başkanlığı, topluma din hizmetleri sunarken muhatap kitlelere ilişkin değerlendirme yapmayı da hem sahip olduğu dini bilgilerin sağladığı bir hak hem de üstlendiği görevi gereği olarak görmektedir. Yeni bir oluşumun dini neliği konusunda yukarıda belirttiğimiz genel İslâmi çerçeveye göre Diyanet İşleri Başkanlığı görüş beyan etmeyecekse, hangi kurum veya kim edecektir? Kaldı ki Diyanet İşleri Başkanlığı İslâmın evrensel sabitelerini önemsemekle birlikte İslâm için çoğulcu anlayışının içtihat ve yorumunun bağlayıcılığının, ne olduğunun bilincindedir. Dolayısıyla dinle ilgili bilgiyi, yorumu kendi tekelinde görmemekte ve ortaya koyduğu bilgiyi ve yorumu hiç kimseye dayatmamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı Alevi-Bektaşi vatandaşlarımız için de, din hizmeti olarak neler yapılabileceği ve bunları gerçekleştireceği konusunu da kendisine problem edinmiştir. Bu tür toplantılarda ortaya konan bilgilerin, düşüncelerin bu bağlamda katkı sağlayacağına inanmaktayız. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da Üniversitelerin ürettiği bilimsel bilgiden yararlanmaya açığız ve hazırız. Bunu kendimize görev sayıyoruz. Bu toplantının başarılı geçmesini, ülkemiz, milletimiz ve devletimiz için hayırlı sonuçlara vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyor, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. 9 Prof Dr. Metin Lütfi BAYDAR Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörü Sayın Bakanım, Sayın Valim, Sayın Milletvekilleri, Saygıdeğer Diyanet İşleri Başkan Yardımcım ve Saygıdeğer Konuklar. Öncelikle I.Uluslararası Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumuna Üniversitem adına hepinize hoş geldiniz diyorum. Bilindiği gibi Alevilik ve Bektaşilik günümüz Türkiye’sinde üzerinde en fazla spekülasyon yapılan sosyal olgulardan biridir. 1980’li yıllardan itibaren giderek artan dozda başlayan tartışmalar 1990’lı yıllarda bir yayın enflasyonunu beraberinde getirmişti. Son onlu yılda taşlar nispeten yerine oturmuş görünüyorsa da, bu konudan nemalanmak isteyen ve konuyu farklı platformlara taşıyanlar görünmektedir. Bunların yanında Alevi Bektaşi vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun her türlü art niyetli teşebbüslere duyarlı ve tepkili olduklarını görmek de memnuniyet vericidir. Küreselleşen ve siyasi konjonktürde yeni dengelerin oluştuğu günümüz dünyasında ülkemizin de hak ettiği yeri elde etmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle ulusça birlik ve beraberlik içinde hareket etmeliyiz. Birlik ve beraberliği sağlamamız her şeyden önce ulusça birbirimizi hoş görmemize, birbirimize tahammül etmemize bağlıdır. Esasen dikkatli bir bakış hangi farklılıklar olursa olsun ulusumuzun aynı inanç, aynı kültür, aynı örf, aynı töreye sahip bir bütün olduğunu göstermektedir. Farklılık gibi görünen pek çok sosyal olgunun arka planında ön yargılar, bazı sosyal sıkıntıların getirdiği tahammülsüzlükler, ulusça birbirimizle doğru diyalog ortamının kurulamamış olması gibi nedenler yatmaktadır. Günümüzde artık yaşanan bir gerçeklik olan sosyal fenomenleri görmezlikten gelmek, yok gibi farz etmek veya toplum bilim mühendisliğine soyunarak baskı yoluyla dönüştürmeye çalışmak boş bir çabadır. Bilgi çağını yaşadığımız şu günlerde bu nedenleri ortadan kaldırmanın yolu doğru bilgiden geçer. Doğru bilginin adresi ise öncelikle Üniversitelerdir. Alevi ve Bektaşi zümreleri kaçınılmaz olarak ülkemizdeki diğer sosyal grupların yaşadığı sosyal süreçten geçmekte ve bu geçiş döneminde bazı sorunlar yaşamaktadır. Çünkü ulusumuz geçtiğimiz yüzyıldan beri tarım toplumundan sanayi toplumuna ve bilgi toplumuna geçiş sürecinin sıkıntılarını yaşamaktadır. Bu sıkıntıların başında kentleşmenin getirdiği problemler vardır. Kentlerdeki grupların kimlik tanımlamaları, herkesin inandığı biçimde yaşayabilmeleri, bu yaşam biçimini sağlayacak eğitimi almaları bunların başında gelmektedir. Bu sorunların çözüm mercii farklı mihraklar değil yine ulusumuzdur, ulusça oluşturduğumuz kurumlardır. Atatürk bu ülkeyi kurarken çağdaş, laik özgürlükçü bir sistemi oluşturup bizlere emanet etmiştir. Eğer biz bu emanete sahip çıkmayı bilir ve sistemi doğru işletmeyi becerebilirsek kendi içimizdeki bütün sıkıntıları kendimiz aşabiliriz. Bu bağlamda Alevi ve Bektaşi zümreleri de her türlü spekülatif ortamdan uzak öncelikle kendilerini doğru tanımlamalı ve tanıtmalıdırlar. Bunun için gerekli eğitimin yeri resmi öğretim kurumlarıdır. Üniversite olarak biz de Alevi-İslâm anlayışının doğru öğretilmesinde üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumuzu ifade etmek isteriz. Onun için buraya özellikle Bektaşi ve Alevi inancını yaşayanları davet ederken onların kendilerini bilimsel bir ortamda ifade etmeleri istedik. Böylece konu art niyetli düşüncelerden ve tek taraflı bakışlardan uzak bütün muhatapların katıldığı çok yönlü bir platformda ele alınmış olacaktır. İnanıyoruz ki Üniversite olarak sahip olduğumuz misyonla ülkemizi ve ulusumuzu doğrudan ilgilendiren sosyal bir olguyu bilimsel veriler ışığında değerlendirme fırsatı bulacağız. Yine inanıyoruz ki Alevilik Bektaşilik için 10
Description: