ebook img

04-tamam-ahmet yavuz-makale PDF

39 Pages·2014·0.28 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview 04-tamam-ahmet yavuz-makale

Mukayeseli Hukukta Yaşama Hakkı MUKAYESELĐ HUKUKTA YAŞAMA HAKKI Ahmet YAVUZ Seferihisar Cumhuriyet Başsavcısı Giriş Yaşama hakkı en temel haktır. Yaşama hakkı karşısında diğer haklar türev, ikincil haklardır. Diğer bütün hakların kullanımı ve varlığı bu hakka bağlıdır. Bu açıdan yaşama hakkı mutlak bir haktır. Bütün hakların ön şartı olan yaşama hakkına, savaş veya ulusun varlığını tehdit eden diğer genel bir tehlike halinde meşru harp fiilleri sonucu meydana gelen ölüm halleri haricinde ne barış, ne savaş, ne de başka bir olağanüstü durumda herhangi bir sınırlama getirilemez. Yaşama hakkı, Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’nde dokunulmaz haklar ya da hakların sert çekirdeğini oluşturmaktadır.( 1 ) Bu açıdan yaşama hakkı, demokratik toplumların temel değerlerinin en başındadır. 1945 yılında San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması ile insan hakları ilk kez uluslararası hukukun konusu haline gelmiştir. 10 Aralık 1948 yılında yayımlanan Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (ĐHEB) kendisinden sonra gelen uluslararası hukuki metinlere kaynaklık etmiştir. Nitekim II. Dünya Savaşı’nın acılarını en şiddetli şekilde yaşayan Avrupa’nın Roma şehrinde 4 Aralık 1950’de imzalanan Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi (AĐHS) başta olmak üzere birçok uluslararası sözleşmede Birleşmiş Milletler Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesine atıfta bulunulmuştur. Yaşama hakkı tüm hakların ön şartı olarak yukarıda belirtilen uluslararası metinlerde ve Anayasamızda hukuki koruma altına alınmıştır. ĐHEB madde 3’te ve AĐHS madde 2’de herkesin yaşama hakkının olduğu ve bu hakkın yasanın koruması altında bulunduğu belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti (1) Yargıtay Avrupa Konseyi Đnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal Komitesi Türkiye Barolar Birliği, Đnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Sempozyumu, Đnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Adli Yargı, Tarih: 26-27 Eylül 2003, Yer: Yargıtay Konferans Salonu Bakanlıklar/Ankara, Yrd. Doç. Dr. Muharrem Özen, “Đnsan Hakları ve Temel Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi Bağlamında Yaşama Hakkı ve Đşkence Yasağı Konularında Đç Hukuktaki Düzenlemelere ve Türk Mahkemelerindeki Davalardaki Sorunlara Bir Bakış”, Yaşama Hakkı Đle Đlgili Đç Hukuk Kurallarının ve Uygulamanın Değerlendirilmesi; Naz Çavuşoğlu, (1994), Đnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, Ankara, s. 8-10.; Akt. Seyfullah Çakmak; (2004), Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi Hükümleri ve Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi Đçtihatları Işığında Yaşama Hakkı, Adalet Dergisi, Sayı 19, s. 149. 82 Ahmet YAVUZ Adalet Dergisi, Yıl:2014, Sayı:48, (s. 82/120) Anayasasının 17 nci maddesinde de herkesin yaşama hakkına sahip olduğu açıkça düzenlenmiştir.(2) I. Yaşama Hakkı A. Genel olarak Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesinin 2 nci maddesi, devletlerin, yaşama hakkını, yasayla koruma pozitif yükümlülüğünü ve belli istisnaî durumlar hariç hayattan yoksun bırakmama negatif yükümlüğünü üstlenmelerini şart koşmuştur. Öncelikle AĐHS’nin 2 nci maddesinde geçen “yaşam” kavramından ne anlaşılması gerektiği, kapsamı ve içeriği hakkında kısaca bilgi vermek gerekir. Komisyon, önüne gelen bir kısım şikayette “hayat” deyiminin cenini de kapsayıp kapsamadığına dolaylı olarak değinmiştir. Ancak, soruna açık ve kesin bir yanıt vermemiştir. Gerek 2 nci madde içerisinde geçen “hayat” ve “herkes” terimlerini, gerekse Sözleşmenin diğer maddelerinde geçen bireye ilişkin terimleri yorumlayarak, “yaşam”ın doğumdan sonraki hayatı ifade eder göründüğü sonucuna varmıştır. Zira birinci fıkradaki “herkes” deyimi doğacak çocuğa uygulanabilir görünmemektedir. Keza, yaşam hakkı cenin bakımından güvence altına alınsa bile bu hak tıbbi neden ve gerekçelerle iradi olarak son vermeyi meşru kılan zımni sınırlamalara konu olabilecektir. Komisyon aynı kararda ceninin mutlak surette koruma dışı bırakılmadığına vurgu yapmıştır. Buna göre her özel hal kendi koşulları içerisinde ele alınıp çözülecektir.(3) AĐHM’nin kürtajı 2 nci maddenin ihlali olarak nitelendiren bir kararına rastlanmamıştır. Nitekim, Mahkeme Almanya’daki yasal düzenleme açısından Sözleşmeye yönelik bir ihlal görmemiştir. Yaşamın niteliği denince ilk akla gelen ne olursa olsun yaşamın çok değerli olduğudur ve bu değere binaen yaşam aynı zamanda kutsaldır. Yaşamın kutsallığı kabul ediliyorsa ölümcül bir hastalığı veya ölmek üzere olan bir hastanın kendi iradesiyle veya bilinci kapalı olan bir hastanın yakınlarının iradesiyle öldürme işleminin yapılmasının istenmesi ve bu isteğin hastanın acılarını dindirmek için gerçekleştirilmesi olanaksızdır.(4) Yaşam çok değerli olduğundan ve yaşama hakkı bütün hakların oluşması için gerekli olduğundan yola çıkarak varacağımız nokta yaşamın (2) Ahmet Nezih Kök; (2007), Yaşam Hakkına Yönelik Suçlarda Kanıt Elde Edilmesi, EÜHFD, Cilt XI, Sayı 1–2, s. 4-5. (3) Seyfullah Çakmak; age., s. 149. (4) Arzu Beşiri; (2010), Ötenazi ve Yaşam Hakkı, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı 86, s. 194. 83 Mukayeseli Hukukta Yaşama Hakkı dokunulmazlığıdır. Zaten yaşamın dokunulmazlığı kavramı yaşama hakkının bir parçasıdır. Hukuk karşısında insan, kendi kişiliğine bağlı bir somut temel hakkın sahibidir; bu somut temel hak da, “Bireysel Kişilik Hakkı”dır.(5) Bu hakkın tezahür ettiği ilk alan “Beden Bütünlüğü”dür ve beden bütünlüğü de içinde temel olarak yaşam ve sağlığın sürdürülmesi hakkını barındırmaktadır. Bireyin yaşamı sona ermedikçe hak ve özgürlükler ortadan kalkmaz. Bu hak ve özgürlüklerden insanın yaşamı sona ermedikçe vazgeçilemez. Bireyin hak ve özgürlüklerinin sınırını bir başka bireyin hak ve özgürlükleri oluşturur. O yüzden yaşama hakkı mutlak değildir ve istisnası vardır. Đstisnası da meşru müdafaadır.(6) Yaşama hakkı bir haklar paketi olarak görülebilir. Buna göre, bu paketin içerisinde yer alan ve konumuz bakımından dikkate alınabilecek unsurlar özetle şunlardır: 1) Kişinin devlet görevlileri başta gelmek üzere, başkaları tarafından öldürülmemesi, 2) Kişinin yaşamının başkaları tarafından tehlikeye atılmaması, 3) Kişinin, kendi yaşamını savunabilmesi ve gerekli her tür yolla koruyabilmesi (bilhassa meşru müdafaa hakkı), 4) Kişinin, ölüm tehlikesinden kurtarılmayı talep edebilmesi (devlet görevlilerine ya da ilgili diğer kişilere yüklenen pozitif ödev). Kısaca, “yaşama hakkı, kamu makamlarının emri ya da izni üzerine öldürülememe ve yaşama yönelik tehlike ya da risklere karşı yine kamusal otoriteler tarafından korunma hakkıdır. Devlet, bir tür aktif ve pasif olmak üzere çifte mecburiyet karşısındadır.”(7) Anayasamızın 17 nci maddesinin birinci fıkrasında yaşama hakkı düzenlenmektedir. Buna göre, “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Yaşama hakkı, hukuk sistemimizde, hem cezai hem de hukuki korumanın konusunu oluşturmaktadır. TCK’nin 24, 25, 27, 81, 82, 83, 84 ve 85 inci maddeleri bu hak bakımından cezai korumanın sınır ve koşullarını ortaya koyan hükümlerden bazılarıdır. TCK başta olmak üzere, yaşama hakkı bakımından Türk hukukunda kuşkusuz en önemli gelişme ölüm cezasının kaldırılmış olmasıdır. B. Türk hukuku açısından yaşama hakkı 1. Anayasamızdaki düzenlemeler Anayasamızın kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 2. Bölümünde 17 nci maddede yer alan düzenlemeye göre; (5) Bahri Savcı;(1980), Yaşam Hakkı ve Boyutları, SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara, s. 6. (6) Bahri Savcı; age., s. 21. (7) Ertuğrul Cenk Gürcan; Ötanazi: Yaşama Hakkı Açısından Bir Değerlendirme, AÜHFD, 60 (2) 2011, s. 268. 84 Ahmet YAVUZ Adalet Dergisi, Yıl:2014, Sayı:48, (s. 82/120) “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. (8)Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.” 2. Türk Ceza Kanunundaki düzenlemeler a) Genel olarak Öldürme fiillerinin cezalandırıldığı, dolayısıyla yaşam hakkının korunduğu maddeler 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Đkinci Kitabının Birinci Kısmının Birinci Bölümü ile Đkinci Kısmın Birinci Bölümünde düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanununun 76 ncı maddesinde soykırım amaçlı kasten öldürme fiilinin cezası, 77 nci maddesinde insanlığa karşı suç kapsamında kasten öldürme fiilinin cezası, 95/4 üncü maddesinde işkence neticesinde öldürme fiilinin cezası, 81 inci maddesinde kasten insan öldürme fiilinin cezası; 82 nci maddesinde kasten insan öldürme fiilinin nitelikli hallerinin cezası, 83 üncü maddesinde, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi fiilinin cezası; 84 üncü maddesinde intihara yönlendirme fiilinin cezası; 85 inci maddesinde taksirle öldürme fiilinin cezası düzenlenmiştir. Suçun sanığının bir askeri şahıs olduğu durumlarda tatbik edilecek kanun, suçun mahiyetine göre değişmektedir. 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu bir askeri suçun mevcudiyeti halinde yargılamada, 353 sayılı Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu uygular. Askeri şahsın bir kamu suçu işlemesi halinde Anayasanın 145 inci maddesinin birinci fıkrası ve 353 sayılı Kanunun 9 ve 14 üncü maddeleri hükümleri devreye girer. (8) 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle, 15 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan “ile, ölüm cezalarının infazı” ve aynı Kanunun 3 üncü maddesiyle de 17 nci maddenin dördüncü fıkrasının başında geçen, “Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile” ibareleri madde metinlerinden çıkartılmıştır. 85 Mukayeseli Hukukta Yaşama Hakkı Büyük zararlar veren itaatsizliğin cezaları başlıklı 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 89 uncu maddesi hükmü bir şahsın hayatının tehlikeye maruz bırakılmasını askeri bir suç saymaktadır. Bu gibi hallerde sivil müştekiler ceza usul kanununda belirtilen makamlara veya söz konusu kişinin üstüne müracaat ederler. Öldürme fiillerinin soruşturulmasına başlanması Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 158, 159 ve 160 ıncı maddeleri hükmü uyarınca yapılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununun 158 inci maddesinde ihbar ve şikayet, 159 uncu maddesinde şüpheli ölümün ihbarı; 160 ıncı maddesinde bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi düzenlenmiştir. Asker kişilerin işlediği askeri suçlarda, 353 sayılı Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun hükümleri uyarınca askeri mahkemelerde davalara bakılacaktır. Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinde, Askeri mahkemelerin genel olarak görevi; 14 üncü maddesinde ise savaş halinde Askeri mahkemelerin görevi düzenlenmiştir. 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nin 24, 25, 27, 76, 77, 95/4, 81, 82, 83, 84 ve 85’inci maddeleri doğrudan ve dolaylı olarak yaşam hakkı ile ilgili düzenlemeler içermektedir.(9) b) Yaşama hakkının başlangıcı sorunu ve kürtaj Görüldüğü üzere mevcut düzenlemelerle yaşam hakkı doğrudan ve dolaylı şekilde koruma altına alınmıştır. Ceninin yaşama hakkı, sadece bizim hukukumuz açısından değil, pek çok ülke hukukları bakımından tartışmalı bir konudur. Bu kapsamda cenin, anneden bağımsız olarak yaşama imkanına sahip olmayan, anneye bağımlı, gelecekte yaşama ümidi bulunan bir varlıktır, yaşam başlangıcıdır. Yaşam hakkının bir başka boyutunu oluşturan ve belki de bu hakkın temelinde yatan sorun; döllenmeyle gelen yaşam hakkı yahut kürtajla sona eren yaşam hakkıdır. Bu tartışmaların özünde yatan soru ise, yaşamın ne zaman başladığı ile ilgilidir. Sözleşmenin 2 nci maddesi kapsamında “insanın” yaşam hakkının, fiziki varlığının korunmasının hangi safhada başlayıp nereye kadar devam edeceği ciddi tartışmalara yol açmıştır. Ana rahmindeki çocuğun (ceninin) korumaya dahil olup olmadığı ve buna bağlı olarak kürtaj olayı ile ilgili farklı görüşler ortaya atılmıştır. (9) M. Sezgin Tanrıkulu; (2006), ĐHAM Kararlarında ve Türk Hukukunda Yaşam Hakkı, TBB Dergisi, Sayı 66, s. 67-68. 86 Ahmet YAVUZ Adalet Dergisi, Yıl:2014, Sayı:48, (s. 82/120) Anayasalar bu konuda genellikle çekimser kalmaktadırlar. Anayasa koyucuları, ya sorunu göz önüne almamış ya da açık bir çözüm yolu getirmemişlerdir. Bu konuda başlıca iki görüş belirtilebilir. Đlki, yaşamın başlangıcından itibaren insana saygı gösterme gereği, diğeri ise doğumla beraber yaşama saygı gereğidir. Đnsan hayatını korumaya ilişkin hüküm öngören uluslararası belgeler, “yaşamı” tanımlamamaktadır. Bu belgeler, daha çok yaşayan varlığın korunmasını öngörür. Evrensel Bildiri, insanın varlığının tanımını yapmak için ruhsal yaşam ölçütünü biyolojik hayat ölçütünün önüne geçirmiştir. Amerikan Đnsan Hakları Sözleşmesi, yaşam hakkını genel olarak gebelik anından itibaren koruma altına almıştır. Anayasalarda bu konuda iki farklı uygulama belirtilebilir. Amerikan Yüksek Mahkemesi, kürtaja başvurma imkanını aşırı derecede sınırlayan bazı düzenlemeleri iptal etmiş, kürtaja başvurma yolunu daha da genişletmiştir; bunun aksine Federal Alman Anayasa Mahkemesi, kürtaja başvuruyu fazla serbest bıraktığı için kanun koyucuyu denetime tabi tutmuştur. Dolayısıyla Anayasa hakimleri genellikle, “yaşamın başlangıcından itibaren insan varlığına saygı ilkesi”nin zedelenmesine ancak “zorunluluk durumunda ve anayasanın tanımladığı koşul ve sınırlar çerçevesinde” izin vermektedirler. Buradan hareketle, kürtajla ilgili çeşitli kararların verildiğini görmekteyiz. Bunlardan biri; AĐHK tarafindan, X v.United Kingdom Kararında annenin yaşam hakkının, doğmamış çocuğunkinden üstün olduğu sonucuna vararak; annenin sağlığını korumak için gebeliğe bilinçli olarak son verilmesi ve bunun Sözleşmenin 2 nci maddesine aykırı bulunmadığı yönündeki kararıdır. Ceninin durumu ve yaşam hakkına sahip olup olmadığıyla ilgili bir diğer başvuru da, bir Norveç vatandaşı tarafından yapılan, gebeliğe bazı hallerde son verilmesini hukuka uygun gören Norveç Kanununun Sözleşmenin garanti ettiği yaşam hakkının ihlalini oluşturduğu iddiasıyla Avrupa Đnsan Hakları Komisyonuna (AĐHK) yapılan başvurudur. Yapılan başvuru Komisyon tarafından incelenmiştir. Şikayetçi, Komisyon’dan ceninin yaşamının da insan hakları kapsamında korunup korunmadığının ve hangi gelişme süresinde bu haklardan yararlanacağının belirlenmesini istemiştir. AĐHK başvuruyu, şikayetçinin somut olaydan zarar görüp görmediğinin anlaşılamadığı, Mahkemenin soyut bir şikayeti inceleme yetkisi bulunmadığı ve 34 üncü madde ile bağdaşmadığı gibi gerekçeler ile geri çevirmiştir. AĐHM ise, kürtajla ve yaşam hakkıyla ilgili olarak önüne gelen bir takım şikayetlerde “yaşam” deyiminin cenini de kapsayıp kapsamadığından dolaylı olarak bahsetmiştir. Mahkeme 19 Mayıs 1992 tarihli H./ Norveç kararında soruna net ve kesin bir cevap vermemiş olmakla beraber, bu 87 Mukayeseli Hukukta Yaşama Hakkı maddede geçen “herkes” ile “yaşam” deyimlerini, Sözleşmenin öteki maddelerinde bireye ilişkin olarak kullanılan ifadeleri yorumlayarak, söz konusu hükmün doğumdan sonraki yaşamı işaret ettiği kanısına varmıştır. Mahkemeye göre, birinci fıkradaki “herkes” deyimi doğacak çocuğa uygulanamaz. Keza yaşam hakkının, gebeliğin başlangıcından itibaren cenin açısından da güvence altına alındığı varsayılsa bile, bu hak tıbbi sebep ve gerekçelerle (annenin sağlığı gibi) gebeliği bilinçli olarak sonlandırmayı meşru kılan zımni sınırlamalara konu olabilecektir. Yine de bu konuda mutlak ve genel kurallar koymak mümkün olmamakla birlikte, her durumun özel koşulları ayrı ayrı dikkate alınmalıdır. Bu yolla, ceninin korunması ile korumaya değer diğer menfaatler arasında bir denge kurulmalıdır. Dolayısıyla, cenin mutlak surette koruma dışı bırakılmamıştır. Ancak genel kabul gören prensip, korunan insan yaşamının doğumla birlikte başlayıp ölümle son bulmasıdır. Kürtaj konusu, ülkemizde olduğu gibi bütün dünyada çeşitli görüş, anlayış ve yaklaşımlarla ele alınmış ve bu konu ahlaki, siyasi, dini, sıhhi ve hukuki alanlarda çelişkili bir şekilde değerlendirilmiştir. AĐHM’nin bu konuda çeşitli içtihatları vardır. Mahkeme Norveç’le ilgili bir olayda konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışmışsa da, ortaya net bir çözüm yolu sunamamıştır. Olayda erkek kürtajı istemekle beraber kadın karşı çıkmıştır. Mahkeme, ceninin yaşamının ana rahmine düştüğü andan itibaren Sözleşme kapsamında korunmadığına işaret ederek, aslında Sözleşmenin amacına aykırı olmakla birlikte, bazı tıbbi zorunlulukların bu konuda bir müdahaleyi haklı kılabileceğini, ancak çok farklı uygulamalar dolayısıyla bu konuda üye devletlere takdir yetkisi tanınmasının uygun olacağını belirtmiştir. Ülkemizde nüfus planlaması 1960’lı yıllara kadar yasaklanmış; bu yönde uygulamalar 765 sayılı eski TCK’de “Çocuk düşürme ve düşürtme cürümleri” başlığı altında 468 ve 472 nci maddelerinde düzenlenmiş idi. Ekonomik, tıbbi ve sosyal nedenlerin sonucu olarak ilk kez 1965 yılında, daha sonra da 1983 yılında 2827 sayılı Nüfus Planlaması Kanunu kabul edilmiştir. Kanunda nüfus planlaması kavramı, 2 nci maddesi birinci fıkrasında “fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri kadar çocuk sahibi olmaları” şeklinde açıklanmaktadır. Kanunun 5 inci maddesine göre, gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar, isteğe bağlı olarak gebelik sona erdirilebilir. On haftadan sonra ise, kürtaj, gebeliğin annenin yaşamını tehlikeye sokması, doğacak çocuğun ya da onu takip edecek nesillerin ağır maluliyetine sebep olacağının tespiti halinde mümkün olabilir. Çocuk düşürme eylemi, belirli istisnaların haricinde, annenin rızası olsa bile suç sayılmaktadır. Bu fiilin hukuka aykırılığını rıza ortadan kaldıramamaktadır. Tıbbi çocuk aldırma annenin hayatını kurtarma amacı ile yapılabildiği gibi, 88 Ahmet YAVUZ Adalet Dergisi, Yıl:2014, Sayı:48, (s. 82/120) normal bir gebeliğin gelişiminin olanaksız olduğu hallerde ve hatta çocuğun, ırza tecavüz veya fücur sonucu olan hallerde ve deforme, anormal bir çocuğun doğmasının yüksek risk taşıdığı durumlarda ayrıca, annenin sosyal ve iktisadi sıkıntılarından ötürü de yapılabilmektedir. Dolayısıyla, yukarıda da belirtildiği gibi, Nüfus Planlaması Kanununda tıbbi zorunluluk halleri açıklanmakta ve bu sebepler haricinde, kürtaj hukuka aykırı sayılmaktadır.(10) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 99 ve 100 üncü maddeleri çocuk düşürütme ve çocuk düşürme suçlarını düzenlemektedir. Hukukumuzda cenin henüz bir kişilik olarak kabul edilmediğinden, yaşam hakkı bakımından ayrıntılı değerlendirilmemiştir. YTCK madde 99’da çocuk düşürtme, madde 100’de ise çocuk düşürme suçları yer almaktadır. YTCK madde 99/1’de rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi; madde 99/2’de tıbbi zorunluluk bulunmadığı halde rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi, madde 100’de ise kadının çocuğunu düşürmesi ayrıca ve özel olarak düzenlenmiştir. Örneğin TCK madde 99/1’de korunan hukuksal yarar hem ceninin yaşam hakkı hem de annenin sağlık ve vücut bütünlüğünün korunması hakkı iken; aynı maddenin ikinci fıkrasında korunan hukuksal yarar öncelikle ceninin yaşam hakkıdır. Özel hukukçular cenini “kendisine gebe kalınmış çocuk” olarak tanımlarlar. Cenin, hukuk karşısında henüz kişiliğe sahip değildir. Bununla birlikte, her hukuk düzeninde ceninin haklarının korunması amacıyla birtakım önlemler alınarak düzenlemeler yapılmıştır. Türk Medeni Kanunu kişiliğin, tam ve sağ doğum ile kazanılacağını kabul etmekle beraber, hak ehliyetinin başlangıcını saptama bakımından ceninin hak ehliyetini doğumdan daha önceki bir andan itibaren tanımıştır. Medeni Kanun madde 28/2’ye göre “Çocuk hak ehliyetini sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder”; Medeni Kanun madde 582/1’de de durum miras hukuku düzenlemeleri bakımından tekrarlanmıştır. Kanun koyucu bu düzenlemeleriyle cenine medeni haklardan yararlanma hakkını diğer bir ifadeyle hak ehliyetini açıkça tanımıştır. Ceninin hak ehliyetine sahip olabilmesi için var olması, diğer bir ifade ile “ana rahmine düşmüş olması” gerekir. Ceninin hangi andan itibaren varlık kazandığı, tıp biliminin saptayacağı bir sorundur. Medeni Kanun tıp biliminin verileri doğrultusunda gebeliğin en çok üçyüz gün devam edeceğini kabul eder. Sağ olarak doğan çocuk, doğumdan itibaren geriye doğru hesaplanacak üçyüz üncü günde cenin olarak varlık kazanmış, ana rahmine düşmüş sayılır. Türk Ceza Kanununa baktığımızda burada da cenininin açıkça tanımlanmadığını (10) Mine Yıldız; (2004), Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesine Göre Yaşam Hakkı ve Sınırları, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, s. 14-17. 89 Mukayeseli Hukukta Yaşama Hakkı görmekteyiz.(11) Kanunlarımıza göre ceninin yaşam hakkı annenin yaşam hakkı ile birlikte değerlendirilmektedir. C. Mukayeseli hukukta yaşama hakkı 1. Genel olarak Yaşama hakkı ve bununla bağlantılı konular Türk Hukukundaki düzenlemelere paralel olarak Kara Avrupası hukukunda da düzenlenmiştir. Yaşama hakkının sınırlarının belirlenmesinde ölüm cezası, meşru müdafaa, tutuklama ve kaçmanın önlenmesi, ayaklanma ve isyanın bastırılması, savaş eylemleri, ötenazi ile intihar tartışmaları ayrı bir önem taşımaktadır. Diğer bir deyişle bu durumlar yaşam hakkının sınırlarını oluşturmaktadır. Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi, hak ve hürriyetlerin sınırsız olmadığı bilinciyle hazırlanmıştır. AĐHS’de ilgili haklarda birtakım ölçütler sayılmış ve sınırlamaya imkan verilmiştir. Bunlar; kamu yararı, kamu güvenliği, kamu düzeni, ülke bütünlüğü, genel sağlık, ahlakın korunması, başkalarının haklarının korunması, suçun önlenmesi gibi ölçütlerden oluşmaktadır. “Yaşam hakkı”, tam manasıyla, sınırı olmayan bir hak değildir. Bu hakkı öngören 2 nci madde, aynı zamanda yaşam hakkının sınırlarını (istisnalarını) da belirtmiştir. Sözleşmenin 2 nci maddesinde öngörülen sınırlamalar “kısıtlayıcı” nitelikte olup; bu istisnai haller dışında insan hayatına kasten son verilemez. Savaş durumunda dahi devletler, yaşam hakkının kapsamına aykırı önlemler alamazlar. Madde 2’ye göre, “kanunun ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçun işlenmiş olması nedeniyle hakkında mahkemece hükmedilen bir cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.” Ancak bu maddede, bu hükmün hemen ardından bazı şartlar altında meydana gelen ölüm olaylarının bu maddenin ihlalini oluşturmadığı öngörülmektedir. Buna göre, kişilerin cebir ve şiddet olaylarına karşı korunması, tutuklunun kaçmasının önlenmesi ve bir ayaklanmanın yasal olarak bastırılması amacıyla kişinin yaşamına son verilebilir. Ancak, sayısı sınırlı ve son derece kısıtlı olan bu hallerde dahi, kuvvet kullanarak kişinin yaşamına son verilmesi, mutlak zorunlu halleri gerektirmektedir.(12) a) Yaşama hakkının konusu ve önemi Đnsan hakları içinde değer sırası bakımından ilk ve temel olan yaşama hakkı, kamusal makamlar tarafından öldürülememe ve yaşama (11) Burcu Dönmez; (2007), TCK’de Çocuk Düşürtme Suçu, Mukayeseli Hukuk ve AĐHM’nin Bakış Açısıyla Ceninin Yaşama Hakkının Sınırlandırılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 9, Sayı 2, s. 99-141. (12) Mine Yıldız; age., s. 44-45. 90 Ahmet YAVUZ Adalet Dergisi, Yıl:2014, Sayı:48, (s. 82/120) yönelik tehlike ve risklere karşı yine kamusal otoriteler tarafından korunma hakkını içerir. Kısaca yaşama hakkı öldürülmeme hakkıdır. Öldürülmezlik ilkesinin sonuçları şunlardır: (1) Kişinin kendisine karşı korunması Đnsan haklarının korunması denilince, insanın hep dıştan gelen müdahalelere karşı korunması anlaşılır. Ancak bazen kişinin yaşama hakkına en büyük tehdit yine kendisinden gelir. Türk Ceza Kanununda kişinin bizzat kendi yaşamına son vermesi (intihar) suç olarak düzenlenmemiştir. TCK madde 84/1 intihara yönlendirme suçunu düzenlemiştir. Buna göre TCK’de suç olan şey başkalarını intihara yöneltmektir. Başka bir anlatımla bir kimsenin kendisini öldürmesi ya da öldürmeye teşebbüs etmesi suç değildir. Ayrıca kişinin bedeni üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabilme hakkı bulunmadığından kişinin kendisine karşı işlenebilecek suçlara karşı önceden izin vermesi (mağdurun rızası) de söz konusu olamaz. Ancak takibi şikâyete bağlı suçlarda mağdurun şikâyetinden vazgeçmesi mümkündür. (2) Kişinin 3. kişilere karşı korunması Üçüncü kişiler herhangi bir insanın beden bütünlüğüne zarar vermek suretiyle o kişinin yararını bozacak şekilde herhangi bir eylemde bulunamaz. Aksi takdirde ceza kanunlarına göre suç işlemiş olur (TCK madde 81, 82, 84, 86, 87). Ayrıca söz konusu eylem Borçlar Kanunu açısından da haksız eylem niteliği taşır. Yani üçüncü kişilerin hem cezai hem de hukuki sorumluluğu söz konusu olur. (3) Kişinin topluma ve devlete karşı korunması Uygarlık düzeyi insan haklarının gördüğü ilgiyle orantılıdır. Çağdaş uygarlıklarda kamu özgürlükleri kavramı beden bütünlüğünün dokunul- mazlığı boyutunu da kapsar. Bu durum 1982 T.C Anayasası madde 17 vd’da düzenlenmiştir. (4) Kişinin anarşizm ve fanatizme karşı korunması Đçinde yaşadığımız toplumlarda bir dördüncü tehdit olarak kişinin ideolojik nedenlerle yaşama hakkını ihlal eden anarşizm ve fanatizme karşı korunması gündeme gelmiştir. Anarşizm felsefesinden doğan terörizm ideolojik nedenlerle yaşama hakkına yönelmiş bir saldırıdır. Anarşizmin yaşama hakkına yaptığı acımasız saldırının aynısını başta faşizm olmak üzere fanatik öğreti ve görüşler de yapmaktadır. Faşizm, kapitalist toplumun liberal bireysel haklar kavramını kabul etmez. Daha doğrusu onu toplum adına ve yararına değiştirir, yumuşatır, içini boşaltır ve özünden yoksun kılar. 91

Description:
Yaşama hakkı tüm hakların ön şartı olarak yukarıda belirtilen uluslararası düzenlemelerin ĐHAS madde 2'ye aykırı olacağı konusunda bir yorum.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.