SIRADAN ŞEYLERİN SIRADIŞI KÖKLERİ Charles Panati Çeviren: Melis Aktaş 1. Baskı, İstanbul 2009 Orijinal adı: Extraordinary Origins of Everyday Things Copyright: Kayi Telif Hakları Ajansı Tüm yayın hakları Maya Kitap’a aittir. Yayına Hazırlayan: Tahir Malkoç Çeviri: Melis Aktaş Redaksiyon: Serdar Soydan Kapak Uyarlama: Ali Doğan Maya Kitap Merkez Mah. Kocamansur Sok. No: 6/4 34381 Şişli / İstanbul Tel: 0212 296 97 12 e-mail: [email protected] www.mayayayinlari.com 1. Bölüm Batıl İnançlarda Bazı Batıl İnançlar: 50.000 Yıl Önce, Batı Asya Napolyon kara kedilerden korkardı; Sokrates ise nazardan. Jül Sezar rüyalardan çekinirdi. 8. Henri bir büyünün kendisini tuzağa düşürüp Anne Boleyn ile evlenmesine sebep olduğunu iddia ediyordu. Büyük Petro köprülerden geçerken hastalık derecesinde bir korkuya kapılıyordu. Samuel Johnson binalara sağ ayakla girip çıkıyordu. Kötü şans hurafeleri hâlâ birçok insanı merdiven altından geçmekten, içeride şemsiye açmaktan ya da on üçüncü Cuma uçağa binmekten alıkoyuyor. Öte yandan aynı insanlar iyi şans umut ederek parmaklarını çapraz yapıyor veyahut tahtaya vuruyor. Batıl inançların, akıldışı tabiatları sebebiyle eğitim ve bilimin yaygınlaştığı bir dünyada ortadan kalkmaları gerekirdi. Ama objektif delillere değer verilen günümüzde bile çok az insan bir ya da iki batıl inancı olduğunu inkâr edebilir. Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna insanların “şanslı” sayılarından ziyade aşağı yukarı hiçbir şeye dayanmayan on binlerce piyango bileti işaretleniyor ya da alınıyor. Belki de bunun böyle olması gerekiyor; ne de olsa batıl inançlar insanlık mirasımızın eski birer parçası. Arkeologlar, elli bin yıl önce Batı Asya boyunca dolaşmış Neandertal insanın ilk batıl ve dinsel inancı yani ölümden sonra hayat inancını ürettiğini tespit etmiştir. Daha önceleri Homo Sapiens’ler ölülerini terk ederken Neandertal’ler ölülerini, öbür dünyada lazım olacağına inandıkları yiyecek, silah ve kömürle gömerek cenaze törenleri yapardı. Dolayısıyla batıl inançla dinin doğuşunun yakın ilişki içinde olması şaşırtıcı değildir. Zira tarih boyunca bir kimsenin batıl inancı diğerinin diniydi. Hıristiyan imparatoru Kostantin paganizmi batıl inanç olarak; pagan devlet adamı Tacitus ise Hıristiyanlığı zararlı ve mantıkdışı bir inanç olarak adlandırmıştı. Protestanlar Katoliklerin azizlere ve kutsal emanetlere gösterdikleri saygıyı boş inanç olarak tanımlarken aynı şeyi Hıristiyanlar Hindu adetleri için düşünüyordu. Diğer yandan bir ateist için tüm dini inançlar batıl inançtır. Bugünse neden lades kemiği iyi şansı sembolize ederken kırık aynanın bunun tam tersinin işareti olduğunun mantıksal hiçbir sebebi yokmuş gibi gözükmekte. Hâlbuki eskiden her batıl inancın belli bir amaca yönelik bir kökeni, kültürel bir arka planı ve pratik bir açıklaması vardı. Yıldırım, şimşek, tutulmalar, doğum ve ölüm gibi olaylara cevap arayan, aynı zamanda tabiat kanunlarının nasıl işlediğinden haberdar olmayan ilk insanlar görünmeyen ruhlara ait bir inanç geliştirmişti. Hayvanların altıncı hislerini gözlemlediler ve ruhların sanki gizlice onları uyardıklarını hayal ettiler. Bir tohumdan fışkıran bir ağaç gibi, iribaştan oluşan bir kurbağa gibi mucizeler onların gözünde öbür dünyanın eserleriydi. Kendi günlük yaşamlarında hep zorluklarla boğuştuklarından dünyanın iyi ruhlardan daha çok kinci ruhlarla dolu olduğunu farz ederlerdi. (Dolayısıyla devraldığımız batıl inançların çoğu bizi kötülüklerden korumaktadır.) Karmakarışık bir dünyada kendini bir şekilde korumak için eski insanlar tavşanayağı, yazı tura atmak için sikke ve dört yapraklı yonca edindiler. Bu insan iradesini tüm o kargaşaya rağmen hâkim kılmaya yönelik bir teşebbüstü. Ve bir muska işe yaramadığı zaman diğerini, sonra tekrar başkasını denerlerdi. Böylelikle binlerce sıradan şey, tabir ve büyü sihirli bir anlam kazandı. Bir bakıma biz de bugün aynı şeyi yapıyoruz. Bir öğrencinin ödül kazandığı yazısını yazdığı kalem, bir anda onun “şanslı” kalemi haline gelir. At yarışında yağmurlu bir günde yüksek ödül kazanan bir kimse için hava, bahislerinde önemli bir faktör olur çıkar. Biz sıradanı sıra dışı yaparız. Aslında çevremizde herhangi bir kültürün batıl inançla süslemediği nadir şey vardır: ökseotu, sarımsak, elma, at nalı, şemsiye, hıçkırık, tökezleme, çapraz parmaklar, gökkuşağı… Ve bunlar henüz başlangıç bile değildir. Şimdilerde eskiden esrarengiz sayılan fenomenler için bilimsel açıklamalarımız var. Ama buna rağmen günlük yaşam hâlâ yeterli öngörülemezliğe sahip olduğundan özellikle talihsiz anlarımızda açıklanamayanı açıklamak ve temennilerimizi dünyanın iniş çıkışları üzerinde hâkim kılmak için batıl inançlara yöneliyoruz. O zaman başparmaklarımızı yukarıya kaldırıyor ya da çaprazlıyoruz. Ve bilimsel bir doğru gibi kabullendiğimiz mantıkdışı inançların kökenleri. Vallahi ve billahi. At Nalı: 4.Yüzyıl, Yunanistan İyi şans tılsımlarının en evrenseli olarak düşünülen at nalı, atın var olduğu her çağda ve ülkede güçlü bir muskaydı. Batı kültürüne at nalını 4. yüzyılda sokan ve onu iyi talihin sembolü sayanlar Yunanlılar olmakla beraber efsaneler, at nalını alıp kötülüğe karşı bir güç olarak kapının üstüne astıran Aziz Dunstan’a itibar ediyor. Rivayete göre 959’da Canterbury’nin başpiskoposu olacak olan demirci Dunstan’ın yanına günün birinde bir adam geldi ve Dunstan’dan, şüphe uyandıracak bir biçimde ayrık ayaklarına at nallarını takmasını istedi. Dunstan hemen müşterisinin Şeytan olduğunu anladı. Adama, bu isteğini yerine getirebilmek için kendisini duvara zincirlemesinin gerektiğini izah etti. Aziz kasıtlı olarak işini öyle acı verecek şekilde yaptı ki zincirle bağlı olan şeytan hiç durmadan ondan merhamet diledi. Dunstan ise bundan böyle kapısının üstünde at nalı asılı olan hiçbir eve girmeyeceğine dair yemin edene kadar onu serbest bırakmayı reddetti. Onuncu yüzyılda bu öykünün ortaya çıkmasından itibaren Hıristiyanlar at nalına, onu kapı üzerine ve daha sonra hem tılsım, hem de tokmak olarak iki işe yaradığı kapının ortasına asarak hürmet ettiler. İşte nal şeklindeki tokmağın kökeni! Ayrıca bir zamanlar Hıristiyanlar Mayıs’ın 19’unu Aziz Dunstan’ın ziyafet günü olarak at nalı oyunlarıyla kutluyorlardı. Yunanlılara gelirsek, at nalının sihirli gücünün kaynağı başka faktörlerdi. At nalı demirden yani kötülüğü uzak tuttuğuna inanılan elementten yapılırdı ve uzunca bir süre bereket ve iyi talih sembolü olduğuna inanılan hilal şeklindeydi. Romalılar da bu nesneyi hem pratik olarak atlar için kullandılar, hem de bir tılsım olarak. At nalının sihirli gücüne duydukları inanç da bu batıl inancı Aziz Dunstan’la özdeşleştiren Hıristiyanlara geçti. Cadılardan korkulan Ortaçağ’da at nalına bir güç daha eklendi. Cadıların atlardan korktukları için süpürgeler üzerinde seyahat ettiklerine inanıldı. Ve nasıl ki haçlar vampirleri korkutuyorsa, atı anımsatan nallar da cadıları korkutuyordu. Cadı olmakla suçlanan bir kadın, tabutunun üzerine at nalı çakılıp öyle gömülürdü ki bir daha canlanmasın. Rusya’da at nalı döven bir demircinin cadılara karşı beyaz büyü kabiliyetine sahip olduğuna inanılırdı. Ayrıca evlilik, iş ve mülkiyet anlaşmalarına ilişkin yeminler de İncil üzerine değil, at nallarının dövüldüğü örsler üzerinde ediliyordu. At nalı her şekilde asılamazdı. Şans bitip tükenmesin diye nalın uçları yukarda olacak şekilde asılırdı. İngiliz Adaları’nda on dokuzuncu yüzyıla kadar güçlü bir şans sembolü olarak kaldı. Aziz Dunstan efsanesine dayanan, kötülüğe ve hastalığa karşı söylenen popüler İrlanda dizeleri şöyledir: “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh! Şeytanı direğe çivile.” 1805’de Trafalgar Savaşı’nda İngiliz Amiral Lord Horatio Nelson ulusunun düşmanlarıyla karşı karşıya geldiğinde bir at nalını, emri altındaki Zafer adlı geminin direğine astırdı. Anısına 1849’da Londra’nın Trafalgar Meydanı’na Nelson Anıtı’nın dikildiği askeri zafer, Napolyon’un İngiltere’yi işgal etme rüyasını sona erdirdi. At nalı İngiliz halkına şans getirmiş olabilir ama Nelson’un kendisi bu savaşta hayatını kaybetti. Lades Kemiği: MÖ 400 Öncesi, Etrurya Gizlice dilekler tutan iki kişi kuşun kurutulmuş, V şeklindeki kemiğinin uçlarından tutup çeker. Büyük parçayı çeken kişinin dileği kabul olur. Bu gelenek en azından 2.400 yaşında ve kökeni Apeninler’in batı ve güneyini, Tiber ve Arno ırmakları arasındaki İtalyan yarımadasını işgal eden Etrüsklere dayanıyor. Medeniyetlerinin zirve yaptığı altıncı yüzyılda, oldukça kültürlü bir halk olan Etrüskler tavuk ve horozun kâhin olduklarına inanırdı. Zira tavuk gıdaklayarak yumurtlayacağının haberini önceden veriyor; horoz ise ötüşü ile yeni bir günün şafağını müjdeliyordu. Bir kehanet yöntemi olan “tavuk kehaneti” en zor problemlere cevap bulmak için kullanılırdı. Yere Etrüsk alfabesini temsil eden yaklaşık yirmi parçaya bölünmüş bir çember çizilirdi. Her parçaya tahıl taneleri konur, çemberin ortasına da kutsal bir tavuk oturtulurdu. Tavuğun tahılı gagalaması bir dizi harfi ardı ardına üretirdi, bunu da bir başrahip belirli soruların cevaplarını bulmada kullanırdı. Kutsal bir kuş öldürüldüğünde kuşun köprücük kemiği kuruması için güneşe bırakılırdı. Kâhin kuşun gücünden yararlanmak isteyen bir Etrüsk, sadece kemiği yerden alıp kırmamaya dikkat ederek okşamalıydı; böylelikle bir dilekte bulunabilirdi. İşte lades yani dilek kemiği isminin kaynağı. İki yüzyıldan fazla bir süre Etrüskler bu kırılmamış kemiklerle dilekte bulundu. Biz ise bu batıl inancı Etrüsklerin çoğu özelliğini benimsemiş Romalılardan biliyoruz. Roma
Description: