ebook img

Seyahatname c.5 PDF

423 Pages·26.041 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Seyahatname c.5

EV LİYA ÇELEBİ SEYAHATNAM ES BEŞİNCİ CİLT ج. ١ل٠ﻢ ﺒﻬ ﺣ 1 Ankara Cad. No : 46 SİRKECİ — İSTANBUL Tel: 5 26 4$ *٩4 - 5 27 83 32 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ ٠ Meh- med Zıllioğlu EVLİYA ÇELEBİ ٠ Tertip, tan- zim, tashih ve sadeleştirme : Mümin Çevik ٠ Cop. Üçdal Neşriyat ٠ Dizgi - Baskı: Tas­ vir Matbaası/İstanbul. 1984 - BismUlahirrahnianirrahim — (Vallalıu vehyyül Hîdaye ve bihî nestaîn) Elhamdülillâhillezi şerrefenâ bi-şerefi sahbeti şeyhissıddık. Ve lekaani bi-seyyâhâti seyyahınel berri ve’l-bahr ve ehlittahkik. Vessalati alâ men câe bi’d-delîlilhakik. Ve âlihi ve sahbihî ve’t-tâbiin ellezine hüm kânu ehl’- it-tevfiki ve’t.tasdik. 1 066 SENESİ 1066 senesi Cemaziyeîevvelinin birinci pazartesi günü idi ki; Sadra­ zam Süleyman Paşa Giıid hazırlıkları ile meşgul olup, tersâne-i âmire ٠ işleriyle uğraşırken sadrazamlıktan azledildi. Bütün devlet ve saltanat ileri gelenlerinin reyi ile mühür, Küçük sipahi Mehmed Ağa ile Girid’e Hüseyin Paşaya gönderildi. Zurnazen Mustafa Paşa kapudan iken Deli Hüseyin Paşanın yerine sadaret kaymakamı oldu. Ayın üçüncü günü idi ki; Kaliçecizâde Mehmed Paşa defterdarlıktan azledilip Kara Murad Pa­ şanın kethüdası Kara-göz Mehmed Efendi Başdefterdar oldu. Eski defter­ dar Kaliçeci-zâdenin muhasebesini görüp zimmetinde bin kese geçirdiği anlaşılınca hapsine fermamı çıktı... Adı geçen ayın beşinci cuma günü anılan olay meydana geldi ve bir­ çok üzücü hâdise cereyan etti. Ben o gün adamlarımla ödünç atlara binip Sadrazam Siyavuş Paşayı karşılamaya gittik. Çatalca menzilini geçtikten sonra Fener köyü menzilinde sadrazamı konaklamış bulduk. Kalabalık ara­ sında güçlükle yanına yaklaşıp mübârek elini öperek «Allah’a hamdolsun sultanımı sadrazâmlık makamında gördüm! Cenâb-ı Hak kolaylık verip, her işte yardımcın Allah ola» diye hayır dualar ettiğimizde sadrâzam «Van hududunda Melek Ahmed Paşa karşımızda ne haldedir?» dedi. Ben «duâ- mz hizmetindedir» dedim. Paşa: — înşaallah ben onları İstanbul’a getirip padişah hizmetinde görev­ lendiririm. Ben o değerli vezirin kıymetini henüz anladım idi. Daha nice konuşmalardan sonra ben «ziyareti kısa kesmek lâzımdır» deyip, giderken «Mutlaka hergün bize görün, aşiretimizdensin» buyurdu. Ben de el öpüp dışarı çıktım. Allah’ın büyüklüğü İstanbul âyânı insan de­ nizi gibi dalga dalga gelip o kadar hediye keseler getirdiler ki, hesabını Allah bilirdi. Buradan kalkıp yine Çatalca konağına geldik. Orada iken 6 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ sadrazama saadetlû padişah tarafından kılıç ve kaftan geldi. Büyük .mera­ sim yapılması ferman edilmiş. Siyavuş Paşa Silistre’den beri rahatsız ol­ duğundan «Alay ile girmeğe dermanımız yoktur. Hepimiz olduğu gibi gi­ reriz» deyip ertesi günü büyük alay ile İstanbul’a girmiştir ki, sanki Civan- Kapıcı-başı mühür ile Şam’dan İstanbul’a gelmişti. Ama Siyavuş Paşa alayından sonra padişahla buluşup, samur hil’atlar giyip, Müslümanların işlerine o derece dikkat ettiler ki, son Abdülmelik zamanı geri gelmişti. Ama ne çareki zorbaların isyan ve taşkınlıkları daha sükûnet bulmamış­ tı. Hemen o gün ikindiden sonra gümrük emini Haşan Paşa öldürülüp def- ter-i sultani üzere borcuna karşılık bütün mallarına el konuldu. Cenaze­ sini de tutup At Meydanında çınardibine bıraktılar. Ama, cesedini yeniçe­ riler asmağa cesaret edemediler. Üç saat sonra Haşan Ağayı adamları ta­ but ile kaldırıp Galata’da toprağa verdiler. Sonra Siyavuş Paşanın fermanı ile bütün öldürülenlerin malları hükümet tarafından tek tek mezat ile sa­ tıldı. Kasım Ağa - zâde sekban - başılıktan azledilip, Keçeci - zade Ali Ağa Sekban-başı oldu. Cemaziyelâhir ayının ikinci günü kaçan Deli Birader Ahmed Ağa öldürüldü. Azak kalesinden de kulun isyan ettiği haberi geldi. Adı geçen ayın beşinci cuma günü idi ki, Deli Hüseyin Paşaya mührü gö­ türenler Menkeşe kalesinde kalıp, fırtınadan ve küffarm çokluğundan Gi- rid adasına geçemedikleri için Seyyâhî Mehmed Ağa mührü Padişaha ge­ ri getirdi. Padişah da Siyavuş Paşaya teslim edince Siyavuş Paşa müsta­ kil sadrâzam oldu. Bu aralık Deli Hüseyin Paşa Girid odasında mührün gelip yoldan ge­ ri döndüğünü haber alınca tımarhâneden boşanır gibi boşanıp, coşup «Ben bu Girid adasında neden oturayım? Asker, yardım, zahire, cebhâne, me- vacib yok. Başımı alıp Cezair’e çıkarım!» diye İstanbul’a haberciler gön­ derir. Topkapılı Mustafa Ağa ve Tersâne emini Salih Çelebi bulunduru­ larak katledildi. Adı geçen ayın dokuzuncu salı günü, Mimar Mustafası Üsküdar’da Berber Yusuf adında birinin evinde gizlenirken bir müezzin minareden girip Siyavuş Paşaya haber verince buldurularak katledildi ve malına dev­ letçe elkonuldu. Çarşamba günü vezirlerden Gürcü Mehmed Paşa zorbalar tarafın­ dan bulunup, dilini tutması için Memik - zâde ve nakibüleşrâf Kudsi - zâde ile birlikte Kıbrıs adasına sürgün edildiler. Eğer bu günler cereyan eden olayları birer birer ve genişçe yazsak (Habnâme-i Veysi) gibi uzun bir tomar olur. Biz bir işaretle yetindik. Arif olan!.. Kara ağaların At Meydanında asıldıkları târih: «Arabalar cumbulk etti» sene 1066... 1066 yılı cemadielâhiresinin onuncu çarşamba günü, Sadrâzam Siyâ- vuş Paşa bana, emirler ve padişah fermanları vererek: EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 7 «Tiz Melek Ahmed Paşa karmcaşıma yetiş! Eyâletinde alacağı kal­ masın. Ve sonra gelecek emirleri bekleyip, ona göre hareket eylesin!» Diye bana ikiyüz altın harcırah verdi. El öperek dışarı çıkıp, doğru Kayâ Sultan’a gid.'p oradan da mektupçular ve harçlıklar alıp, Allah’a te­ vekkül ederek İstanbul’dan Van diyarına yollandık. Üsküdar’dan Gebze’ye, oradan İzmit, ondan Hendek’i geçip gece gündüz yol alarak (Bolu) şehrine, oradan da (Çerkeş) kasabasına geldik. Oradan da güneş batarken kalkıp yolda yedi harâmiye rastgeldik. Bir hayli konuşmadan sonra «Soyunun,» diye üzerimize dalkılıç olarak yürü­ düklerinde üç adamımla attan inip heybelerimizdeki emirleri ve mektup­ ları gösterdik. Birisi: «Bre nidek bunları? Altın ve cevahir var mıdır?» de­ yince «Yok vallahi billahi, işte bunlardır. Bu heybede donumuz ve göm- leklerimizdir.» Dedim. Bereket versin. «Biz dağ adamıyız, bize gömlek lâ­ zımdır.» diye heybesiyle gömlekleri aldılar. Biri de belindeki kılıca ya­ pışayım derken, ben dahi sıçrayarak alarga oldum; silâha davranıyorum sanarak yedisi de üzerime tüfek çevirdiler. Ben: «Ey gaziler! Altında atı kalmış, yorgun, argın, durgun adama saldır­ mak, hâmile kadına el kaldırmak gibidir. Nuru iman ehlinde yâd olmaz. Bu sizin yaptığınızı bu dağlarda Köroğlu yapmamıştır! Eğer merd iseniz sizden emin olalım ve hemen yol alıp gidelim!» Diye iyilikle konuşunca, birisi belinden kılıcı çözüp «Yiğit, bu kılıç pek iyi bir kılıçtır. Sana hediyem olsun! Sen de belindeki gümüşlü kılıcı bana ver. Ben de senin hediyeni taşıyayım» diye rica etti. Ben (nola) de­ yip kılıcı verip ve hepsiyle anlaşarak karındaş olup, Allah’a hamdolsun birşeyimize dokundurmadık. Oradan (Tosya) ya, o gece Osmancık’ı geçip. Gümüş ve Kerkez kasabalarını geçerek (Amasya)’ya, oradan Çengellibe- li’ni gece geçip Niksar kalesinde konakladık. Oradan (Koyulhisar) kona­ ğına ve aşağı uçurumdan uçarak (Keremli) köyüne geldik. Oradan Erzincan şehrini geçip, dinç atlar üzerinde Erzurum sahra­ sını geçip (Erzurum) kalesinde konakladık. Oradan doğu yönünde devam edip (Malazgird) ve (Erciş) kalelerine ve buradan dinç atlar alıp Amik kalesini geçerek Van kalesine geldik. Şafiî vaktinde Uğrun kapıyı açtırıp Allah’a hamdolsun sıhhat ve selâ­ metle onüçüncü günü Melek Ahmed Paşa efendimizin mübârek yüzlerini görüp, emirleri, padişah fermanlarını, bütün mektupları görüp, okuyup Si- yavuş Paşanın sadrâzam oluşundan dünya kadar hoşlanıp, bana bir kese kuruş ve bir kat samur kafası kürk ile elbise hediye ederek: «Evliyâm sen sağ ol! O Kâzım adındaki kölen öldü. îşte sana iki Gür­ cü köle!» EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ Diyerek beni memnun etti. Konağıma yollandım. Bir hafta dinlendik­ ten sonra bir gün iyi huylu paşa dedi ki: «Ulaklık ile hizmetimizde bulunup bize müjde haberi getirdin. Sana Bitlis Hanı oğlumun ve Zeriki Beyinin yerlerinde bırakıldıklarına dir emir­ leri götürmeği hizmet vermişim. Sabahleyin durma, zira vakit akşamlı­ dır ve Bitlis Hanı oğlumuzda bakaya kalmış yetmiş kese paranın tahsi­ line, orada olan Mataracı - başı ile bir ayak evvel mukayyed olarak tah­ sil edip, tizce gelesin. Zira getirdiğin emirlerle mektupların ne üslûp ile yazıldığım bilirsin!» Dedi. Ertesi günü rebiülahirin sonunda Bitlis şehrine hareket ettik. VAN’DAN BİTLİS’E VE ZERİKİ’YE GİDİŞİMİZ Evvelâ, paşadan yerinde bırakma emirlerini ve Han’a hitaben yazıl­ mış sevgi mektuplarını ve hediyeleri alıp, hayır duâsı ile ve Mallı - Kaya Çelebi ile çıkıp güney yönüne giderek (Vustan kalesi) nde konakladık. Buradan Van gölü kıyısında Kiyar Kayası denilen yerden geçip, Kuşkum dağını geride bırakarak (Tahtı Van) Han’ına vardık. Buradan Han’a ye­ rinde bırakıldığı haberini gönderdik. Ertesi günü Bitlis Hanının kethüdâ- sı Kara - Mehmed Ağa adlı yiğit onbin kadar Rajkili askeriyle emrin kar­ şılanmasına çıkıp, büyük alay ile Bitlis şehri içinden geçip, doğru Han ba­ ğına vardılar. Bir büyük divan kuruldu ve paşanın yerinde bırakma mek­ tupları okunarak, paşadan getirdiğimiz hil’atlar Han’a giydirildi ve hayır duâ ile Hanlık koltuğuna oturunca, Paşanın gönderdiği hediyeleri Ziyaed- din Han’a sundum. Dünya kadar memnun olup, ipekten olanlarını vâli- desine gönderdi. Han’ın hil’at giydiğini bağdan Bitlis kalesine işaret et­ tiklerinde Allah’ın büyüklüğü, önce kaleden, sonra şehrin damlarından bin­ lerce tüfek atılıp, peşinden kaleden üç yaylım top atılarak Bitlis şehri se­ mender kuşu gibi ateşler içinde kaldı. Üç gün şehirde kalıp, dördüncü gün Han’dan gitmek için izin aldığımızda bana iki kese ve bir samur kürk, bir gürcü köle ve iki at ihsan eyledi. Bu elbise ve kürkleri bir yere Allah emâneti verip, Han’dan yol arkadaşları alarak Zeriki Beyine diye yola düştük.. BİTLİS’TEN ZERİKİ BEYİNE GİDİŞİMİZ Evvelâ Bitlis’in güneyinde Senkmez deresini geçip taşlık ve uçurum yerden geçip (Kefender) kalesine geldik. Bitlis Han’ının idaresindedir. Oradan kıble tarafına Bitlis deresinin aktığı yere, göğe baş uzatmış yük­ sek dağları binbir güçlükle aşarak mâmur bir köyden geçtik. Buradan Ze­ riki beyine yerinde bırakılma haberini vererek, ertesi günü üçbin kadar seçkin asker ile Kethüdâsı Başâret Ağa adlı himmetli kişi gelip, alaysız, EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ ؛٠ ancak bir kısım tüfekli Kürdler ile (Zeriki) kalesine girdik. Beyin sarayı­ na varır varmaz divan toplandı ve paşanın yerinde bırakılma emri okuna­ rak hil’at giydirilip öteki hediyeler de kendisine verildi. Eski kaideleri ge­ reğince kaleden on parça şahî toplar atılıp güyâ sanki şenlik yapıldı. Bey bana havadar bir yerde konak verdi. Birkaç gün şehirde dolaştık. Zeriki hâkimliği Van eyâletinde ayrıca beyliktir. Altıbin nişancı askeri, yirmi adet aşiret beyleri var. Gerçi öteki Van beyleri gibi muhteşem de­ ğildir ama, derecesi yüksektir. Sefer sırasında ticaret erbabı altıyüz asker olup, çeri - başısı, alay - beyisi, yüzelli akçelik kadısı vardır. Ama müftü ve nakibüleşrâf gibi hâkimleri yoksa da âlimleri çoktur. Buradan yine Bitlis şehrine geldiğimiz yoldan giderek, han ile buluş­ tuk. Bize mükellef bir oda döşedi. Gece gündüz kendisi ve on adet arka­ daşım ile sohbet ederek, Allah’a hamdolsun gecemiz kadar gündüzümüz de bayram oldu. Paşanın emir buyurduğu gibi Mataracı - başı ile birlikte çalışıp tamam elli kese Hanın malından alıp, paşaya bizim mallarımızla beraber üçyüz silâhlı askerle gönderdim. Bitlis şehrinde yüksüz kaldık. Yeni Hanın zimmetinde ancak yirmi kese kaldı. Mataracı - başı onun dahi tahsili için gece, gündüz uğraşırdı. Ama ben bütün hanzâdelor, aşiret bey­ leri ve Bitlis ileri gelenleri ile ahbablık edip, her birinden çeşitli ihsanlar alarak az zamanda dört sepet sanduka esvâb ve kıymetli eşyalarla yedi tane külıeylan at edindim. Allah’ın hikmeti! Cemaziyelevvelin birinde, Melek Ahnıed Paşa efen­ dimizin Van’dan azil haberi geldi. Van eyâleti Pehleli - Ahn.ed Paşaya ih­ san olunmuş. Ama kış çok şiddetli olduğundan Van’da kalmış. Paşanın geri kalan parasının tahsili için Yusuf kethüdâmızdan bir kıt’a mektup gelmiş ve «Elbette malı tahsil etmeden gelmeyesiz» demiş. Adı geçen ayın onikinci günü onu gördük ki, Melek Ahnıed Paşa efendimizle 1065 senesi ramazanının yirmidördüncü pazartesi günü zabte- dip kaçan Abdal Han Bitlis şehrine girince şehir halkı birbirini؛ girip: «Hay Melek Ahmed Paşanın kafileşti ki, Abdal Han Mudni dağlarına kaçmışken yine Bitlis şehrine geldi. Gör bu şehre neler işler!» Diye herkes korku ve dehşetten eski Han’ı hediyelerle karşıladılar. Hemen ben dahi güzel yazılı Kur’an-ı Kerimle Abdal Han’a vardığımda ayağa kalkıp, beni yanına alarak aşırı derecede ikram ve hürmette bu­ lundu. — Pes Evliyâcığım, sen burada mısın? dedi. Ben de: Evet Han’ım, bu hânedamn yirmi senedenberi çöreğini yiyip, çana­ — ٠ ğım tuttum. Büyük atalarından Hz. Süleyman’ın temiz ruhu için, beni bu şehirde hizmetine alıp, kulluğuna kabul eyle... Ben artık Melek Paşa ka­ pısına gitmem! 10. EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ Dediğimde yanındaki bir çekmecenin kapağım açıp: — îşte sana bir ekmek kapısı boyahâne, her gün dört kuruş getirir. Ve ben sana müjde zeamet de veririm. Sana cariyeler verip evlendiririm, barklandırırım. Diye, bir Şehnâme, bir Gülistan kitabı ve yüz kuruş ile bir kat elbise verdi. Onu gördüm ki, Melek Ahmed Paşanın yetiştirdiği oğlu Ziyaeddin Han gelip, babasının ayağına kapanarak Melek Paşanın İstanbul’dan ge­ tirdiği yerinde bırakma emrini ve hil’atların hepsini babasının önüne ko­ yup, dedi ki: Vallahi pederim efendim! Melek - Paşa çenginde işimize başka ta­ — ٠ raftan kimse karışmaması için, bütün şehir halkının birliği ile beni Han istediler. Bir yıldır sana vekâlet ederim, işte Melek Paşa azledildi. Allah, yine tac ve tahtını sana mübârek eyleye... Bunları söyleyip, başım yere eğince, Abdal Han, ileriyi gören bir kim­ se olarak dedi ki: — imdi oğul, ben seksen yaşma, okum atıp, yayım basıp, nice kere yayımı göğe asıp, felekten nâm ve gamlar alıp bu dünyanın acı ve tatlısını tatmışım. Bundan sonra hiçbir şekilde hanlığı kabul edemem. Hemen siz iki ciğer köşem ve gözlerimin nuru el ve gönül birliği edip, Bitlis hükü­ metini güzelce ele geçirip nizama sokun ve halka gülünç olmayın! Bana da bir parça ekmek verin. Annen ehlimle bir köşecikte hayır dualarda olayım. Kaldır şu fermanları, Allah mübârek eylesin! Bu sözleri söyledi. Amma ciğeri kan ağlayarak konuşup, yukarıdan aşağı sözler söyledi. Sonunda, uzun konuşmalardan sonra yemek yenilip, eller yıkandıktan sonra Han: Evliyâm, bundan sonra, evvelce olduğu gibi bizimdir. Buna bir — ٠ oda döşeyin, bana yakın olup can sohbeti eyleyek... Dedi. Ve yine ben Han’ın elini öperek odama çekilip uykuya yattım. O a nrüyamda merhum pederimi gördüm, dedi ki: «Oğul, sana, Ahlat kalesi üzerinden bu şehirden kaçmak kolaydır. Üzülme. Hemen Hazreti Kur’an’ı okumağa devam et!» Uykumda bu hâli görünce hemen uyanıp o anda abdest tazeleyip, pe­ derimin ruhu için bir hatmi şerife başlayarak üçüncü gününde tamamla­ dım. EVLİYA NIN BİTLİS ŞEHRİNDE BAŞINDAN GEÇEN MACERA Bir gün Han bahçesindeki odamdan çıkıp Han’ın divan hânesinde ha­ zine odasında sabahleyin, herkesten uzak tek başıma zikir ve duâmı yap­ tıktan sonra istirahat ederken onu gördüm ki, haremden koca Han, bir gü­ müş sini içinde on adet fağfurî tabaklarda kebablı zeytin, karise, saf bal, EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 11 çeşitli macunlar, has ve beyaz pamuk gibi çörekler, bir kase anberli çor­ ba ve bir kâse avşele şerbeti olduğu halde göndermiş. Oturdum, yalnızca bir köşede yerken har^m kapısından Hadım Anber Ağa adlı bir hadım asık suratla bir bohça elbise ile gelip dedi ki: «Han’ım!.. Sultanım efendim, size selâm edip (bu bohça elbiselerinizi giysin ve durmayıp paşasına gitsin ve Kaya Sultan yanından biz âcizi duâdan unutmasın. Elbette durmayıp gitsin diyor!» Dedi. Bu lokman sıfatlı hadımdan haberin doğrusunu alınca, aklım başımdan gidip çeşitli kötü fikirlere kapıldım. Hemen Arab : «Bohça ve elbiseleri iyi saklayıp, kimseye göstermeyin!» Diyerek açıldı gitti. «Acaba böyle haber gelmekten maksat ne ola?» diye perişan bir şekilde kahvaltı ederken, yine harem kapısı açılıp içeri­ den Abdal Han’ın en büyük oğullarından Bedir Bey ve küçüğü Nurûddehr Bey, gecelik elbiseleriyle ve başlarında birer avakiye olduğu halde görü­ nüp yanıma geldiler. «Hayırlı sabahlar! Evliyâ Çelebi... Nedir mübârek hâlin? Yine Han babanın gümüş sinisiyle yemek yersin! Han baba sana iltifat edip, kah­ valtı göndermiş... Eğer ortak alırsan beraber yiyelim!» Deyip yanıma oturdular. Bep şu: Hep şenindir cân u dil tek bir kadem rencide kıl Yoluna nem var ise şükrânedir bilmez misin? Beytini okudum. Ve şaka olarak: «Bu yemek benimdir ama Han ba­ banızın malı gibi yiyin. Helâl hoş olsun!» dedim. Hemen Nurûddehr ye­ meğe elini uzatıp: «Allah’a hamdolsun! Han babanın Melek Ahmed Paşa çenginde yağ­ ma edilmemiş bir gümüş sini ve bu fağfurî tabakları kalmış!» Diyerek tebessüm etti. Anladım ki imtihana çekiyor. Asla cevap ver­ meyip (ekele, ye’külü) bâbını çekip yemek yerdim. Hemen Bedir Bey dedi ki: «Evliyâ Çelebi! İşte başınız azledildi. Maksadı ne idi ki, bu şehir için­ de öyle kılıç vurup, vilâyetimizi ve şehrimizi yokedip binlerce adamı kı­ lıçtan geçirip o mübârek ramazan gününde öyle kötülükler etti... Şehri­ mizden on Mısır hâzinesi yağma edildi. Acaba Evliyâ bu işler Melek Paşa ve adamlarının, Van askeri eşkiyâsının yanına kalır mı? Bu ganimet malı keselerine hayır eder mi?» Ben: «Vallahi beylerim! Bu dünyada dervişler çeşit, çeşittir. Ben de halk arasında bu çeşit atlı, donlu, yüklü, hizmetkârlı dervişim. Dünya işleri ile ilgili değilim. Cenk oldu, viâlyet harab oldu, yağma ve talan edildi. Öyle

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.