ebook img

Peter Pan Ölmeli PDF

371 Pages·02.031 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Peter Pan Ölmeli

JOHN VERDON PETER PAN ÖLMELİ ÇEVİRMEN: ENVER GÜNSEL PETER PAN ÖLMELİ’YE ÖVGÜLER Bu kitap hayatım boyunca okuduğum en iyi gerilim romanları arasında ilk sırada... Dilbaz ve kalp parçalayıcı; okuyucuyu son sayfaya kadar şüpheli bir bekleyiş içinde bırakıyor. Zekice işlenmiş kurgusu nefesinizi kesecek... Asla kaçırılmayacak türden!" John Lescroat Gerçekten de elinizden bırakamayacaksınız. Daha önce hiçbir eser beni bu kadar içine çekmemişti... John Verdon kusursuz karakterlerle bezeli kusursuz bir kurgu yaratmış ve işini biliyor? Nelson DeMille "Bağımlılık yapıcı ve zihin kurcalayıcı... en derin, en ilkel korkularımıza kadar iniyor... Bu hikaye sizi demir çene tuzağı gibi yakalayacak " Joseph Kinder Okuyucuyu yerinde kıpır kıpır eden, sayfalardan fırlayacakmış gibi canlı karakterlere sahip, zarif ve titizlikle yazılmış bir ilkyapıt * Faye Kelleman *Baştan sona zekice yazılmış, hızlı bir anlatıma ve keskin virajlara sahip. Aklından Bir Sayı Tut Özgünlüğü ve kışkırtıcı konusu ile sivrilmeyi başarıyor. John Katzenbach "Çok, çok uzun zamandır okuduğum en iyi gerilim romanlarından biri olan Aklından Bir Sayı Tut aklınızı başınızdan alacak... John Verdon Öyle ışıl ışıl ve incelikli yazıyor ki kıskanmadan edemedim" Tess Gemisen “Sherlock Holmes gibi Gurney de gerçeğe o derece susamış, hassas ve mantıklı' New York Times "Verdon’un dokuduğu bu eseri girift bir kumaş haline getiren şey karışıklıkların çözümsüz gibi görünen bir düğüme dönüşmesidir? Chicago Snn-Time 'İyi yazmak ve iyi hikaye anlatmak aynı şey değildir. Verdon bunları bir arada yapıyor? Newark Star Ledger 'Verdon bu kitapta karakter tahlilleri ile psikolojik açılımlarını birlikte işleme konusunda pek çok iyi yazarı cebinden çıkarır' New York Journal of Books 'Ancak usta bir yazarın kağıda dökebileceği bir gizem...' Bookloons 'Birden ona kadar bir sayı tutun. Şimdi onu sıfırla çarpın. İşte bu kitabı da elinizden o kadar düşürmek isteyeceksiniz' MyrteryScene 'Sayı oyunu, Verdon’un edebi hünerini sergilediği eşsiz eserinde tehlikeli bir ağ örgüsü olarak karşımıza çıkıyor. People Weekly GÖZLERİNİ SIMSIKI KAPAT'A ÖVGÜLER Nitelikli bulmaca severler için paha biçilemez bir kitap CNN.com Yine ilki kadar şaşkınlık verici bir olay ve yine dahice çözümler. Publishers Weeldy "John Verdon gizemli bir olayın akıl almaz Örgüsünü işlerken hikayenin en beklenmedik anında ortaya çıktveren, şeytani bir kurnazlığa sahip. Yazarın büyük ilgi gören AKLINDAN BİR SAYI TUT kitabından sonra beklediğinize değecek Washington Post ŞEYTANI UYANDIRMA’YA ÖVGÜLER "Zeki bir adamı karmaşık bulmacalar çözerken izlemek müthiş bir keyif. Gurney işte bu yönüyle farkım ortaya koyuyor." New York Times "Her sayfada artan gerilimle, bir psikopatın iç dünyasının derinliklerine ineceksiniz." Publishers Weekly "Şaşırtıcı bir son ve tam bir şaheser. Tırnaklarınızı kemirtecek kadar heyecan verici." New York Journal of Books Giriş Cinayetler Başlamadan Çok Önce Bir zamanlar büyük bir ulusun, nükleer bir gücün başkanı olmayı hayal etmişti. Başkan olarak parmağı nükleer silahın tetiğinde olacak, parmağının ufacık bir hareketiyle nükleer füzeleri fırlatabilecekti. Büyük şehirleri yıkıp mahvedebilecek, insanlığın pis kokularını yok edebilecek, çürükleri ortadan kaldırıp, her yeri tertemiz edebilecekti. Fakat olgunluk çağıyla beraber, daha pratik bir perspektif, mümkün olabilecekler konusunda daha gerçekçi bir anlam çıktı ortaya. O artık nükleer tetiğe hiçbir zaman ulaşamayacağının bilincindeydi. Fakat başka tetikler de vardı ortalarda. Zamanla bir gün gelecek, bir kere, bir tetik çekmekle çok daha fazla şeyler yapılabilecekti. Gelişme çağında, yirmi yaşından önce, başka bir şey düşünmemişti zaten ve şimdi de düşünürken, geleceğiyle ilgili bir plan kafasında şekillenmeye başladı. Özel yeteneğinin, sanatının, uzmanlık alanının, yani tam olarak özelliğinin ne olacağını anlamaya başladı. Ve bu da az bir şey sayılmazdı, çünkü daha önce kendisi hakkında hemen hiçbir şey bilmiyordu, kim ya da ne olduğu konusunda pek bir bilgisi yoktu. On iki yaşma gelene kadar, çocukluğu konusunda hemen hiçbir şey hatırlamıyordu. Sadece bir karabasan kalmıştı aklında. Ve o karabasanı, o korkunç kabusu tekrar tekrar gördü. Sirk vardı o rüyada. Annesi diğer kadınlardan daha ufak te- fekti. Korkunç bir kahkaha, atlıkarıncanın müziği, hayvanların derin, sürekli homurtuları vardı. Sonra palyaçoyu hatırladı. Dev gibi palyaço ona para veriyor ve sonra da canmı acıtıyordu. Hırıltı gibi bir sesle konuşan palyaçonun nefesi de çok pis, adeta kusmuk gibi kokuyordu. Sonra o kelimeleri hatırladı. Kabusta duyduğu sesler o kadar netti, açıktı ki, kenarları taşa vurulup kırılmış buz parçası kadar sivriydi, keskindi. "Bu bizim sırrımız. Bunu başkasına söylersen dilini kesip kaplana yediririm. " Ölümün Gölgesi New York'un kuzey bölgesinde, Catskill Dağları’nda Ağustos ayı dengesiz bir aydı, bazen Temmuz ayının o dayanılmaz sıcaklan hissedilir, bazen de gelecek olan uzun kış aylarının kapalı havalan, fırtınalan yaşanırdı. İnsanın zaman ve mekan duygusunu aşındıran bir aydı Ağustos. O ay Dave Gumey'e, hayatta ne yapacağım bilemiyormuş gibi bir his, bir kafa kanşıklığı getirdi sanki. Ve bu kafa kanşık- lığı, üç yıl önce, yirmi beş yıl çalıştıktan sonra NYPD’den (New York Polis Departmanı) emekli olunca başladı ve Madeleine'le beraber doğup büyüdükleri, yetiştikleri, eğitim aldıktan ve çalıştıktan şehirden aynlıp taşraya gidince daha da arttı. O sırada, Ağustos’un ilk haftasında, kapalı bir havada, uzaklarda gök gürültüleri duyulurken, alçak Barrow Tepesi'ne tırmanıyorlardı. Yaban ağaççileği çalılanyla dolu ve uzun zaman önce terk edilmiş üç küçük göztaşı madenini birbirine bağlayan toprak yolu izlediler. Madeleine her zaman durup dinlendikleri alçak kayaya doğru çıkarken o da onu takip ediyordu. Kansı hep orada durur ve ona öğüt verirdi: Etrafına baksana, cennet gibi yer. Çok güzel bir yer burası, rahatına bak, bunun tadını çıkar. Kansı birden durdu ve “Bu bir dağ gölü mü?” diye sordu. Guraey gözlerini kırpıştırarak baktı. “Ne dedin?” Karısı yıllar önce terk edilen göztaşı madeninin çukuruna dolmuş durgun suyu göstererek, “Şunu diyorum,” dedi. Yuvarlak bir göl değildi bu, yol üzerinde oturdukları yerden diğer yandaki söğüt ağaçlarına kadar yaklaşık yetmiş metre genişliğinde bir su birikintisiydi ve üzerine düşen ağaçların gölgeleriyle göz aldatan fotoğrafları andırıyordu “Bir dağ gölü mü dedin?” Kansı heyecanlı bir ifadeyle, “Geçen gün tskoçya dağlarında yapılan bir gezinti hakkında harika bir kitap okudum,” diye devam etti. “Yazar birçok kez dağ göllerinden söz etmiş. Ben de onlan bir tür kayalık havuz olarak hayal ettim." “Hımm, olabilir.” Uzun süre konuşmadılar. Sonunda Maddeme, “Şurayı görüyor musun?” diye sordu. “İşte, ben tavuk kümesini oraya, kuşkonmaz tarlasının yanına kurmamı 7 r daha iyi olacağım düşünüyordum.” Guraey o sırada söğüt ağaçlannır sudaki yansımasını seyrediyordu. Başını kaldırdı ve ağaçların arasından geçen, terk edilmiş bir ormancılar yoluna, sonra da hafif yamaçtan aşağıya doğru baktı. Yürüyüşe çıktıkları zaman hep bu eski maden yanındaki kayada durup dinlenirlerdi, çünkü arazileri - eski çiftlik evi, bahçedeki tarhlar, elma ağaçlan, havuz, yeni yap tiki an ahır ve ambar, etraftaki tepelik çayırlar (uzun süredir biçilmemiş, otlayan hayvanlarla dolu çayırlar), arazilerin çevresi ve yollan - bu noktadan çok iyi görünürdü. Madeleine her zaman yaptığı gibi, bu kayaya çıkmış, hayran gözlerle manzarayı seyrediyordu. Fakat Guraey başka şeyler düşünüyordu. Madeleine bu noktayı, buraya yerleşmelerinden kısa bir süre sonra keşfetmiş ve ona da gösteımişti. Ama Gumey-o zamandan beri, bu noktayı, çiftliklerine girecek ya da çıkacak tehlikeli bir adamın en kolay avlanabileceği, bir keskin nişancı için en ideal nokta olarak görmüştü (Bunu karsına söyleyemezdi elbette, çünkü Madeleine haftanın üç günü bölge psikiyatri kliniğinde çalışıyordu ve onun bir paranoyak olduğunu düşünüp tedaviye götürmek isteyebilirdi.) Tavuk kümesinin yeri, büyüklüğü, nasıl olacağı konusu her gün kokuşup tartıştıkları konulardan biriydi. Bu konu da yine fCfadcleine’i heyecanlandırıyor, ama onu oldukça sinirlendiriyor- du. Madeleine'in ısrarıyla Mayıs ayı sonunda dört tavuk almış, onları ambara koymuşlardı ama evin yakınında bir kümes inşa etme fikri kabul edilmişti. Karısı neşeli bir sesle, “Kuşkonmaz bahçesi ve elma ağaçlan arasındaki boşluğa güzel, etrafı çevrili küçük bir kümes yapabiliriz,” dedi. “Böylece hayvanlar sıcak havalarda sığınacak gölgeli bir yer bulurlar ” Gumey, “Tamamdedi ama bunu bıkkın bir ifadeyle söylemişti. Konuşmaları daha fazla devam etmeyecek gibi görünüyordu. Ama Madeleine aniden bir şey görmüş gibi başını kaldırdı. Gumey şaşkın şaşkın ona bakıp “Ne var?” diye sordu. “Dinlesene.” Gumey’in işi gereği her zaman yaptığı şeydi dinlemek. Kulakları iyi işitirdi, ama Madeleine’in işitme duyusu daha güçlüy- dü. Birkaç saniye sonra, rüzgarın titrettiği yaprakların hışırtısı azalınca, Gumey tepenin aşağısında, uzaklarda, belki de onların araba yolunda son bulan kasaba yolunda bir ses duyar gibi oldu. Ses biraz daha yaklaşınca, gürültülü bir V8 motorunun homurtusunu duydu. Motoru aynen böyle ses çıkaran eski model bir araba - bir kısmı yenilenmiş 1970 model, kırmızı bir Pontiac GTO - kullanan adamın kim olduğunu çok iyi biliyordu. O arabanın sahibi Jack Hardwick’ti. Birlikte garip bir ölüm kalım savaşı verdiği, profesyonel başarılara imza attığı ve kişisel çatışmalar yaşadığı dedektifin bu şaşırtıcı olmayan ziyareti karşısında yüzünü buruşturdu. Aslında onun yakın zamanda zi- yaretme geleceğini tahmin etmişti. Adamın Cinayet Masast’ndan zorunlu ayrılışını duyunca bunun başına geleceğini biliyordu Güney. Hardwick’in işinden ayrılmasından önce yaşanan bir olayı hatırlayınca, onun gelişine neden sinirlendiğini, neden böyle gerildiğini anladı. İşin içinde ciddi bir borç meselesi vardı, bir tür ödeme yapılması gerekiyordu. Alçak kara bulutlar, sanki kırmızı arabanın homurtusundan kaçar gibi, tepenin arkasına doğru kayıyorlardı. Şimdi Gumey’in bulunduğu yerden görünen kırmızı araba çayırlı yoldan çiftlik evine doğru yaklaştı, önce Hardıvick gidene kadar tepede kalmayı düşündü, ama bunun işe yaramayacağını, adamın onu bekleyeceğini bildiği için vazgeçti. Bir şeyler homurdanarak kayanın üzerinden kalktı. Madeleine merakla onun yüzüne baktı ve “Onu bekliyor muydun?” diye sordu. Hardwick’tn arabasını hatırlıyor olması Gumey’i şaşırtmıştı. Karısı onun yüzündeki ifadeyi görünce, “Sadece arabanın homurtusunu, gürültüsünü hatırladım,” dedi. Gumey tepeden aşağıya doğru baktı, tekrar yüzünü buruşturdu. Kırmızı GTO çok geçmeden evin yanındaki otopark gibi gözüken yere girdi ve onun tozlu Outback’inin yatımda durdu. Koca Pontiac'ın güçlü motoru susmadan önce birkaç kez yüksek sesle, gürültüyle çalıştı. Gumey, "Bir gün geleceğini tahmin ediyordum, ama bugün beklemiyordum,” dedi. “Görmek istiyor musun o adamı?” “Aslında o beni görmek istiyor ve ben de bu işi bir an önce bitirmek istiyorum.” Madeleine başını salladı, kayanın üzerinde oturduğu yerden kalktı ve alnına düşen kısa, kahverengi saçını geriye doğru itti. Tepeden aşağıya doğru ağır adımlarla inerlerken, maden çukurunda oluşmuş küçük gölün ayna gibi parlayan sulan hafifçe dalgalandı ve üzerine düşen söğüt ağaçlarının yansıması bozuldu, gri ve yeşil karışımı binlerce şekilsiz parçaya bölündü. Gumey hurafelere, kehanetlere manan bir adam olsaydı, bu bozulmanın kötüye işaret olduğunu söyleyebilirdi. 2. Bolüm Dünyanın Pisliği Barrovv Tepesi’nin yansını henüz inmişlerdi, ormanın içindeydiler, evlerini göremiyorlardı ve Gumey’in cep telefonu çaldı. Arayan Hardvvick'ti, onu numarasından tanıdı. “Merhaba, Jack.” “İkinizin arabası da burada, bodrumda mı saklanıyorsunuz yoksa?” “Ben çok iyiyim, ya sen nasılsın?" “Hangi cehennemdesin sen?” “Şu anda senin ban tarafında, kiraz ağaçlarının altından aşağıya iniyoruz, yaklaşık dört yüz metre uzaktayız." “Şu san yapraklı ağaçların olduğu yamaçtan mı söz ediyorsun?” Hardwıck kendisini Gurney'e pek sevdirememişti. Aralarındaki anlaşmazlık sadece küçük sürtüşmelerden, ya da dedektifin yaptığı soğuk şakalardan ibaret değildi, Gumey’in çocukluğundan kalma garip bir sesin, bir yanlanın da etkisi vardı bunda - babasının hiç kesilmeyen alaycı sesiydi bu. 'Tamam, işte lam oradayız şu anda. Senin için ne yapabilirim, Jackr Hardwick iğrenç bir sesle boğazını temizledi ve “Esas mesele, ikimiz birbirimiz için ne yapabiliriz, değil mi?” diye konuştu. “Baksana, gördüğüm kadarıyla kapını açık bırakmışsın. Seni içende beldesem olur mu acaba, ne dersin? Burada, dışarıda bir sürü lanet sinek var da.” Sett ifadeli bir yüzü olan güçlü kuvvetli Hardwıck’in vaktinden önce kırlaşmış asker tıraşlı saçlan, bir Alaska kızak köpeği gibi mavi gözleri vardı ve alt katın yansını kaplayan büyük, kapısı açık odanın ortasında duruyordu adam. Bir uçta kır evlerine özgü bir mutfak vardı. Çift kanatlı bir cam kapının önünde, kuytu bir köşede çam ağacından yapılmış yuvarlak bir kahvaltı masası duruyordu. Yan tarafta, biraz daha ilerde, büyük bir taş şömine ve aynca bir sobanın bulunduğu oturma bölümü vardı. Büyük odanın ortasında sade, Shaker tarzı bir yemek masası ve yarım düzine kadar arkalan deh kaplı sandalye görülüyordu. Gurtıey eve girince Hardwick'in yüzünde garip bir ifade görüp şaşırdı. Adamın o garip ifadeyle ev sahibine bakarak, “Tatlı Madele- ine nerelerde bakalım?” diye soruşunda bile normal olmayan bir şeyler var gibiydi sanki. O sırada Madeleine de hafifçe gülümseyerek ve meraklı bakışlarla içehye girip lavaboya doğru ilerlerken, “Geldim,” diye cevap verdi ona. Elinde, evin yan tarafından topladığı yıldızçiçe- ğine benzer çiçeklerden yapılmış bir demet vardı Çiçekleri musluğun yanına bıraktı, Gumey'e baktı ve "Bunları şimdilik buraya bırakıyorum,” dedi. “Daha sonra bir vazo bulur koyanm içme. Şimdi yukarıya çıkıyorum, biraz işim var.” Kadın merdivenden çıkıp gözden kaybolduktan sonra, Hard- wick Gumey'e baktı ve “Çalışmak kadını güzelleştirir,” diyerek sırıttı. “Karın ne işle uğraşıyor?” "Çello (viyolonsel).” “Yaa, vay canına, ya. İnsanların çelloyu neden çok sevdiğini bilir misin sen?” “Sesi çok güzel olduğu için mi acaba?” Hardwick dudaklarını yaladı ve “Ah, Davey dostum, yine o ünlü saçmalıklarından birini yumurtladın,” diyerek bir kahkaha attı. “Ama onun lam olarak ne olduğunu, ona bu güzel sesi neyin verdiğini bilir misin sen?” “Bunu neden sen söylemiyorsun bana, Jack?” "Söyleyip de seni bu küçük müthiş bulmacayı çözmekten mahrum mu edeyim yani?" Dedektif durdu ve teatral bir tavırla başım iki yana salladı. “Bunu asla yapmak istemem. Senin gibi bir dehanın karşısına meydan okuyan insanlar, olaylar çıkmalı, değil mi? Aksi takdirde hamlarsın.” Gumey ona bakınca yanlış olan şeyin ne olduğunu anladı. Bu adam her zaman insanlara böyle takılır, herkesle dalga geçerdi, ama şimdi bu alaycılığının altında, pek alışık olmadığı bir gerginlik vardı. Hardwick aslında alıngan bir adamdı, ama bugün alınganlıktan ziyade asabiyet belirtisi gösteriyordu, sinirli gibiydi. Gumey neler olacağını merak etti. Adamın garip tavrı düşündürücüydü. Üst katta Madeleıne’ın viyolonsel çalışmak için hareketli bir parça seçmesi pek etkilemedi onları. Hardwiçk büyük odada sandalyelerin arkalarına, masa köşelerine, çiçek saksılarına, süslü kaselere ve Madeleine’in pahalı olmayan antikacı dükkanlarından bulup aldığı şişelere ve şamdanlara dokunarak dolaşmaya başladı. “Çok sevdim bu evi. Gerçek bir yuva burası. Çok hoşuma gitti bu salon....” Durdu ve asker tıraşlı, kısa kesilmiş saçlı başım sıvazlayarak, “Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi dostum?" diye sordu. “Gerçekten güzel bir yer olduğunu mu söylemek istiyorsun yani?" “Buradaki her şeyde bir kır havası var... Şu eski odun sobasına bakar mısın? Gerçek bir çiftlik sobası bu. Kendin de zaten çıta gibi, sağlıklı bir delikanlısın, Robcrt Redford'a benziyorsun sen, biliyor musun? Şu geniş tahta döşemelere bakar mısın, ağaçlardan kesildikleri kadar güzel görünüyorlar.” “Aslında şunlar.” “Anlamadım, ne dedin sen?” Şuradaki geniş tahta döşemeleri kastettim. Oradakileri değil. ” Hardwick yürürken birden durdu ve “Ne diyorsun be lanet olası herif," diye homurdandı. Ev sahibi derin bir iç çekti ve “Her neyse, boş ver," dedi. “Buraya gelişinin nedeni nedir?” Hardvvick yüzünü buruşturdu ve “Ah, Davey, Davey,” diyerek başını iki yana salladı. “Her zamanki gibi hemen iş konuşmak istersin, değil mi? Birkaç şaka, espri, sosyal sohbet, evın-n güzelliğiyle ilgili birkaç dostane laf konuşamayacak mıyız sen nle?” “Jack, dinle beni...” “Tamam, tamam, esprinin, şakanın, sohbetin canı cehenn rme, hemen konuya gelelim, değil mi? Nerde oturuyoruz?" Gumey cam kapının yanındaki yuvarlak, küçük masayı gösterdi ona. Masada karşı karşıya oturdukları zaman Gumey arka sına yaslandı ve ziyaretçisinin konuşmasını bekledi. Hardvvick gözlerini kapadı ve sanki yanaktan kaşınıyormuş gibi, bir sûre elleriyle yüzünü ovaladı. Sonra ellerini masanın üstüne koydu ve “Buraya neden geldiğimi sordun, değil mi?” sorusuyla başladı konuşmaya. “Buraya gelmemin bir nedeni var elbette ve bu neden de bir fırsat. Julius Caesar konusuyla ilgili olayda adamların meselesini biliyorsun, değil mi?” “Ne olmuş orada?” Hardwick sanki hayatının çok gizli bir sırrını söyleyecekmiş gibi masanın üzerinden ona doğru eğildi. Yüzündeki o eski, alaycı ifade birden kaybolmuştu.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.