Makale ÖZGÜRLEŞTİRİCİ BİR EĞİTİM ARAYIŞI: ELEŞTİREL PEDAGOJİ OKULU1 A Search for an Emancipatory Education: The Critical Pedagogy School Nuran Aytemur Sağıroğlu* Öz Neo-liberal politikalarla birlikte, bireylerin kendilerini geliştirmesi açısından temel insan haklarından biri olarak kabul edilmiş olan ve devlet eliyle düzenlenip kamusal kaynaklarla finanse edilen bir hizmet olagelen eğitimin anlam, içerik ve sunumunda önemli değişimler gerçekleşmektedir. Toplumsal ve siyasal olanın piyasa mantığı içinde tanımlandığı neo-liberal politikalarla eğitim bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp piyasaya terk edilmeye çalışılmakta, eğitim yöntem ve içeriğinin belirlenmesinde (“toplumsal yararlılık” ilkesi göz ardı edilerek) piyasanın ihtiyaçlarının hesaba katılması gerekliliğine işaret edilmektedir. Bu çalışmada, eğitimin kişisel gelişim ve insani zenginleşmeye katkı sağlayabilmesi ve “özgürleştirici” po- tansiyelinin açığa çıkarılabilmesi için piyasa koşullarından kurtarılması gerektiğine işaret edil- mekte, eğitimi bireyin kendini gerçekleştirmesini sağlayan ve içinde bulunduğu gerçekliğe karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirerek toplumu demokratikleşme yönünde değiştirmeye 50 teşvik eden bir süreç olarak tanımlayan eleştirel pedagoji anlayışı, alternatif bir eğitim modeli olarak sunulmaktadır. Anahtar Sözcükler: Neo-Liberalizm, Özgürleştirici Eğitim, Eleştirel Pedagoji. Abstract Together with neo-liberal policies, there have been significant changes in the meaning, content and presentation of education which had been accepted as one of the fundamental human rights for self-development and arranged and financed by the state. With neoliberal policies which define the social and the political within the logic of the market, education has ceased to be a social service, being left to the market. It has been pointed out that in determining the method and content of education, the needs of the market should be taken into account (disregarding the principle of “social utility”). In this study, it is argued that in order to make education contribute to personal development and human enrichment and to arise the “emancipatory” potential of education, it is necessary to free it from the market conditions. Moreover, the critical pedagogy school which defines education as a process providing individual self-realization and encour- aging students to democratize society by developing a critical viewpoint is presented as an alternative model of education. Keywords: Neo-Liberalism, Emancipatory Education, Critical Pedagogy. * Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, Yrd. Doç. Dr., [email protected] Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:6 Say›: 24 Güz: 2008 Sayfa:50-61 Education Science Society Journal / Volume:6 Issue: 24 Autumn: 2008 Page:50-61 EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5500 2255..0055..22001100 1122::3322 Nuran Aytemur Sağıroğlu Giriş Kişisel gelişim ve insani zenginleşmeye katkısı açısından temel bir hak olarak kabul edilen ve devlet tarafından kamusal bir hizmet olarak sunulan eğitim, toplumsal ve siyasal olanın piyasa mantığı içinde tanımlandığı farklı bir siyasi-ekonomik paradigmanın -neo-liberalizm- başlangıcına tanıklık eden 1970’lerden itibaren istihdam politikalarıyla iç içe geçerek pragmatik ve işlevselci bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Eğitim-ekonomi ilişkisine yapılan vurguyla birlikte, okulların ve üniversitelerin işgücü piyasasının ihtiyaçları gözetilerek düzenlenmesi gerektiğine işaret edilmiş, OECD gibi ulusal eğitim politikaları üzerinde oldukça etkili olan kurumların eğitim sistemine yönelik reform önerilerine işgücü piyasasının kaygıları damgasını vurmuştur (Rubenson, 2009: 415). Eğitimin içeriğinin neo-liberal politikalar doğrultusunda dönüştürülmesinde temel rol oynayan kurumlar arasında yer alan IMF ve DB’nın eğitime yaklaşımı da “piyasa yönelimli” bir nitelik arz etmektedir (Ercan, 1998: 72-73). Her ne kadar eğitim ve öğretimi kişisel gelişim ve kendini gerçekleştirmeyle ilişkilendirse de, AB de eğitim ve öğretimi daha çok istihdam bağlamında ele almaktadır. AB Komisyonu, Öğretme ve Öğrenme Üzerine Beyaz Bülten: Öğrenen Topluma Doğru 51 (White Paper on Teaching and Learning: Towards a learning society) adlı çalışmasında ekonomi, bilim ve teknolojide yaşanan değişim ve gelişmelere dikkat çekerek eğitim ve öğretimin bireylerin gerekli bilgi ve becerileri kazanarak bu değişime uyum sağlamasında merkezi bir rol oynadığını öne sürmekte ve bireyleri yeni bilgiler kazanmaya teşvik etme ve okul ve iş sektörünü bir araya getirmeyi temel hedefler arasına koymaktadır (EC, 1995: 2-6). “Bilgi yoğun ekonomi”de okulların yaşam boyu istihdam için gerekli becerileri kazandırmakta yetersiz kaldığına ve sanayi sonrası emek piyasası ve yeniden yapılanan küresel ekonominin ihtiyaçlarına cevap vermeleri gerektiğini belirten neo-liberal eğitimciler de okul ve işyeri arasındaki yakın ilişkiyi vurgulamaktadırlar (McLaren, 2003b: 156-157). Kısacası, gelinen noktada eğitim, bireylerin “bilgi toplumu”na, “öğrenen toplum”a, ekonomik ve teknolojik değişim ve gelişmelere ayak uydurabilmesini sağlayacak bilgi ve becerileri kazanması gerekliliğine işaret etmektedir. Bu durum, eğitime verilen önemin artmasına, buna paralel olarak da eğitimin sermaye için yeni yatırım alanı, kar getirici bir sektör olarak algılanmasına yol açmaktadır (Ercan, 1998: 136). EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5511 2255..0055..22001100 1122::3322 Özgürleştirici Bir Eğitim Arayışı: Eleştirel Pedagoji Okulu Eğitimin bir kamusal hizmet olmaktan çıkarılarak sermayenin değerlenmesi için bir yatırım aracı olarak görülmesi, “eğitimin bireysel getirisinin toplumsal getirisinden fazla olduğu”nu öne sürerek vurguyu eğitimin bireye katkılarına kaydırmakta, eğitim birey açısından özel bir yatırım olarak görülmektedir (Ercan, 1998: 22-23)2. Bir başka deyişle, eğitimi üretenler için kar, eğitim hizmetinden yararlananlar için gelecekte elde edilecek kazanç belirleyici olmakta, buradan da bireyin gelecekte elde edeceği kazancın bugünkü maliyetini yüklenmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır (Ercan, 1998: 25, 30). Kısacası, eğitim “karlılık”, “etkinlik”, “verimlilik” ve “rasyonellik” ölçütlerine göre ele alınıp bireysel bir olgu olarak tanımlanmakta, maliyeti yüklenildiği ölçüde yararlanılan bir metaya dönüşmektedir (Ercan, 1998: 26). Eğitimin piyasalaştığı bu süreçte, eğitim ve öğrenmede nihai sorumluluk bireye yüklenmektedir. Bunu, vurgunun “eğitim”den ziyade “öğrenme”ye yapılmasında da gözlemlemek mümkündür. Rubenson (2009: 416), vurgunun “eğitim”den ziyade “öğrenme”ye yapılmasının öğrenmede sorumluluğu bireye yüklediğine ve bununla ilintili olarak da iş piyasasındaki “başarısızlık”tan 52 bireyin kendisinin sorumlu tutulduğuna, böylelikle de yoksulluk ve eşitsizliklerin rasyonalize edildiğine işaret etmektedir. Eğitimin piyasalaştırılması, okulların piyasaya terk edilerek birer işletmeye dönüştürülmesi, eğitimin mali yükünün velilere devredilmesi, geniş kesimler için eğitime ulaşma olanaklarının giderek daralmasına, dolayısıyla da eğitimdeki eşitsizliklerin giderek derinleşmesine yol açmaktadır. Eğitimin “sermaye için yeni yatırım alanı ve yüksek değer içeren meta olması” eğitimin içeriğinde de dönüşüme yol açmakta (Ercan, 1998: 160), eğitimin bireyin insani yeteneklerini geliştirebildiği, kendini gerçekleştirebildiği bir süreç olarak işlemesinin önünde engel oluşturmaktadır. Bilim araçsallaştırılmakta, bilgi insani ve toplumsal gelişime, özgürleşmeye değil becerilerin kazanılmasına ve kara yönelmektedir (Ball, 2007: 186). Bir başka deyişle, bilgi toplumsal niteliğini yitirmekte ve metalaşmakta, ekonomik büyüme ve uluslar arası düzeyde rekabet üstünlüğü sağlamak için gereksinim duyulan pazarlanabilir bilgi öne çıkmaktadır (Ercan, 1999: 23; Ercan ve Uzunyayla, 2009: 110). Bireyin soyut düşünmesini ve bütünsel gelişimini sağlayacak sanat, felsefe, edebiyat gibi alanların, tarihsel ve eleştirel bilgi biçimlerinin gözden düşmesini ve eğitimden dışlanmaya başlamasını (Ercan, 1998: 52, EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5522 2255..0055..22001100 1122::3322 Nuran Aytemur Sağıroğlu 160) da bu şekilde açıklamak mümkündür. Kısacası, neo-liberalizm eğitimin içeriğini ve amaçlarını ekonominin gerekleriyle uyumlu hale getirmekte, “şirket-merkezli” bir müfredatı desteklemektedir. Eğitim kurumları giderek şirketlere benzemekte, öğrenciler ise “aktif tüketiciler”, “pasif (ve sorumlu) öğrenenler” olarak görülmektedir (Ball, 2007: 189). Neo-liberalizmin etkilerinin ekonomiyle sınırlı kalmayıp siyaseti ve toplumun doğasını da (piyasa eksenli değerlerle) yeniden tanımladığı ve “eleştirel beyinler yaratma” hedefinin ve eğitimin kalitesini ve eğitime erişimi artırma mücadelesinin “verimlilik, işgücünü azaltma, karlılık ve işlevselci bir mükemmeliyetçilik dürtüleriyle” sekteye uğratıldığı bir ortamda (Giroux, 2007: 13-14), eğitimin bireyin kendini gerçekleştirdiği bir süreç olarak işlemesi ve özgürleştirici potansiyelinin açığa çıkarılması için eğitimin piyasa koşullarından kurtarılması gerekmektedir. Bu noktada, eğitimi bireyin kendini gerçekleştirmesini sağlayan ve içinde bulunduğu gerçekliğe karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirerek toplumu demokratikleşme yönünde değiştirmeye teşvik eden bir süreç olarak tanımlayan eleştirel pedagoji anlayışı, alternatif 53 bir eğitim modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Eleştirel Pedagoji Okulu Eleştirel pedagoji anlayışının temel argümanlarına geçmeden önce, eğitim sisteminin ve eğitim kurumlarının toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesinde oynadığı rolün yanında –ki bu eğitimin “muhafazakar” boyutu olarak nitelendirilebilir- bireyin kendini gerçekleştirmesinin, özgürleşmenin, toplumu değiştirmenin/dönüştürmenin bir aracı da olabileceği, yani “özgürlükçü/ özgürleştirici” bir rolü de olduğu belirtilmelidir. Eğitim sisteminin ve eğitim kurumlarının oynadığı bu ikili rol, eğitimin bir çelişki ve çatışma alanı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nokta, bu çalışmanın konusu olan “eleştirel pedagoji okulu” gibi eşitlikçi, özgün ve özgür eğitim alternatifleri arayışlarının da temel dayanak noktasıdır. Nitekim günümüzde bu okulun önde gelen isimlerinden olan Peter McLaren da okulların mücadele ve çatışma alanı olduğunu ve burada çeşitli direniş biçimlerinin ortaya çıkmasına olanak tanıyan bir göreli özerklikten söz edilebileceğini belirtir (2003a: 78). (Burada, öğretmenlerin kullanılacak kitaplar, disiplin kuralları ve belirli ders ve programların amaçları konusundaki mücadelesi anılabilir.) McLaren’a göre, eleştirel teorinin diyalektik doğası, okulun basitçe bir “endoktrinasyon”, EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5533 2255..0055..22001100 1122::3322 Özgürleştirici Bir Eğitim Arayışı: Eleştirel Pedagoji Okulu “sosyalizasyon” ya da “eğitim” alanı olarak değil, aynı zamanda öğrencileri yetkilendirmeye3 ve kendi kendilerini dönüştürmeye teşvik eden kültürel bir alan olarak görülmesini sağlar. Okul, aynı zamanda hem öğrencilerin “yetkilendirilmesi”nin, hem de egemen sınıfın itaatkar, uysal ve düşük ücretli işçiler yaratmaya yönelik çıkarlarını gerçekleştirme, meşrulaştırma ve yeniden üretmenin aracı olarak işlev görmektedir. Bir başka deyişle, okul, hem “baskı”nın (domination) hem de “özgürleşme”nin (liberation) alanıdır (McLaren, 2003a: 85).4 Eleştirel pedagoji, eğitim ve siyaset, toplumsal-siyasal ilişkiler ve eğitsel pratikler, gündelik hayatta ve dersliklerde (ve diğer kurumlarda) iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesi arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırır (Fischman ve McLaren, 2005) ve bilgi ve iktidar arasındaki ilişkiye odaklanır (McLaren, 2003a: 83). McLaren, okullardaki müfredatın bilgiyi iktidardan soyutlayarak teknik açıdan ele aldığını; bilginin belirli çıkarlarla ve toplumsal ilişkilerle bağlantılı bir “ideolojik inşa” olduğuna eğitim programlarında yer verilmediğini belirtir. Buna karşılık, eleştirel eğitim kuramcıları, okulda 54 edinilen bilginin asla “nesnel” ya da “tarafsız” olmadığını, belirli biçimlerde düzenlenip yapılandırıldığını, vurguladıklarının ve dışarıda bıraktıklarının “gizli bir mantığın” parçası olduğunu belirtirler. Bir başka deyişle, bilgi, kökleri iktidar ilişkilerine uzanan “toplumsal bir inşa”dır (McLaren, 2003a: 72). Eleştirel pedagoji, bilgi üretiminin daima tahakküm ve boyun eğme ilişkilerini içerdiği kabulünden hareketle, egemen bilgi biçimlerine ve bilgi oluşumunu “ideolojik varsayımları”ndan soyutlayan iddialara karşı çıkmalı ve bilgiyi oluşturan kodlanmış anlamları ve bilgiyi yorumlamada kullanılan söylemsel ve formel stratejileri ortaya çıkarmalıdır (McLaren, 2003b: 173). Eleştirel eğitim kuramcıları, öğrencilerin belirli bilgi biçimlerinin “toplumsal işlevi”ni anlamalarına yardımcı olan bilginin peşindedirler (McLaren, 2003a: 71-72). Dolayısıyla, diyalektik eğitim kuramının amacı da, öğrencilerin toplumun siyasal, toplumsal ve ekonomik temellerini incelemelerine olanak tanıyan bir model sunmaktır. Bu doğrultuda, eleştirel pedagoji, bilginin neden belirli biçimlerde yapılandırılmış olduğunu ve bazı gerçeklik inşalarının egemen kültür tarafından meşru görülüp onaylanırken neden diğerlerinin dışarıda bırakıldığını sorgular. Burada önemli olan, neden bazı bilgi biçimlerinin diğerlerinden daha fazla güce ve meşruiyete sahip olduğudur. EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5544 2255..0055..22001100 1122::3322 Nuran Aytemur Sağıroğlu Bu soru, söz konusu bilgi biçimlerinin kimlerin çıkarlarına hizmet ettiği, kimlerin dışarıda bırakıldığı veya dışlandığı sorularını da beraberinde getirir (McLaren, 2003a: 72). Bu soruları, toplumsal sınıflarla okulda öğretilen bilgi arasındaki ilişki, bilimsel bilgiye neden enformel bilgiden daha fazla değer atfedildiği, felsefecilerin ya da bilim insanlarının önemli çalışmaları yüceltilirken neden sıradan insanların ya da marjinal grupların “pratik bilgileri”nin değersiz kılındığı, neden belirli bilgi biçimlerinin toplumdaki iktidar ilişkilerini gizlemeye hizmet eden egemen ideolojiyi pekiştirmek için kullanıldığı şeklinde çoğaltmak mümkündür (McLaren, 2003a: 72-73). Ayrıca okul ortamında belirli eğitsel pratiklerin nasıl olup da öğretmenler tarafından “normal” ve “sorunsuz” kabul edilecek kadar “alışılagelmiş”, “doğal” pratikler haline geldiği; öğretmenlerin öğretmen-merkezli eğitsel yaklaşımlar, ödül ve cezanın kontrol aracı olarak kullanılması gibi okul pratiklerini ne sıklıkla sorguladığı; bu pratiklerin ne ölçüde öğrenciyi “yetkilendirme”ye hizmet ettiği veya sosyal kontrol yöntemleri olarak işlev gördüğü de eleştirel eğitim kuramcılarının gündemini işgal eden sorulardır (McLaren, 2003a: 82). 55 Burada belirtilmesi gereken nokta, eleştirel pedagoji için eğitsel ve toplumsal gerçekliği anlamanın eleştirel pedagojinin yalnızca bir boyutunu oluşturduğu; asıl önemli olanın ise eğitim ve emek gücünün üretimi ve yeniden üretimi arasındaki ilişkiye de dikkat çekerek bu gerçekliği “ortak bir praksis” aracılığıyla - kolektif toplumsal eylemle – dönüştürmek, radikal bir biçimde demokratikleştirmek olduğudur (Fischman ve McLaren, 2005). Dolayısıyla, eleştirel pedagoji, okuldaki eğitim, bilginin üretimi ve genel olarak toplumsal ilişkiler arasındaki ilişkiyi ele alıp sorgulamakla kalmaz, aynı zamanda onu dönüştürmeyi amaçlar (McLaren, 2003b: 160). Bu, özgürleştirici eğitimin iki boyutu olduğu anlamına gelir. Bunlardan ilki, öğrencilerin içinde yaşadıkları dünyanın “verili” olduğu düşüncesine karşı çıkmasını ve okuldakiler de dahil olmak üzere “baskıcı” inanç ve pratikleri sorgulamasını sağlayan “eleştirel bilinç”in gelişmesi, diğeri ise uygun beceri ve yeteneklerin gelişmesi yoluyla “yaratıcı” ve “özgürleştirici” toplumsal eylemin teşvik edilmesidir.5 Ancak McLaren (2003b: 166-167), gelinen noktada, eleştirel pedagojinin daha geniş anlamda özgürleşme mücadeleleriyle ilişkisinin zayıflamasına neden olacak ölçüde bir değişim geçirdiğini; eleştirel pedagojinin erken savunucuları radikal siyasal çizgileri nedeniyle suçlanırken, yeni kuşak eleştirel eğitimcilerin EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5555 2255..0055..22001100 1122::3322 Özgürleştirici Bir Eğitim Arayışı: Eleştirel Pedagoji Okulu toplumsal antagonizmalara “çoğulcu” olarak nitelendirilebilecek bir yaklaşımı benimseyip “tarihin sonu”nu ilan eden ve küresel kapitalizm eleştirisine neredeyse hiç yer vermeyen çalışmalar ortaya koyduklarını belirtir. Ona göre, eleştirel pedagojinin gündemi, onu postmodern kaygıların ötesine taşıyacak olan “ekonomik bölüşüm”e dair stratejileri içermeli, mülkiyet ilişkilerinin dönüştürülmesi ve sosyal refahın adil bir biçimde dağıtılmasını sağlayacak olan bir sistemin yaratılması konularına odaklanmalıdır. Bir başka deyişle, eleştirel pedagoji, basitçe mevcut kapitalist yapı ve kurumlardan tavizler koparmanın ötesine geçerek bir özgürleşme projesi oluşturmalıdır (McLaren, 2003b: 168).6 Tam da bu noktada, Henry A. Giroux’un pedagojinin toplumsal değişimle doğrudan ilişkisi olan “politik bir pratik”7 olduğu yönündeki vurgusunu hatırlatmakta yarar vardır (2007: 28). Giroux, eğitimin “bilgili ve eleştirel yurttaşlar yaratmanın önkoşulu” olduğunu belirterek, “eleştirel yurttaşlar” yaratmayı hedefleyen bir pedagojinin politikadan uzak duramayacağına ve durmaması gerektiğine işaret eder. Ona göre, “[p]edagojiyi politikadan 56 soyutlamayı reddetmek, öğrencileri sağlam diyaloglara yönlendirmek, edinilen bilgilerle ilgili eleştirel düşünmelerini sağlamak ve onların bireyler ve sosyal aracılar olarak güçlerini keşfetmelerine yardımcı olmak için gereken kamusal alanların yaratılması anlamına gelir” (Giroux, 2007: 29). Pedagoji, “politika ve temsil, bilgi ve iktidar, öznel konumlar ve değerler, öğrenme ve sosyal değişim arasındaki ilişkileri konu edinmeli” ve “tartışmaya, direnişe ve sorgulama kültürüne daima açık olmalıdır”. Böylelikle pedagoji, öğrencilerin demokratik kamu yaşamı ve eğitim arasındaki ilişkiyi anlamalarını sağlamakla kalmaz; aynı zamanda öğrendiklerini farklı alanlarda hayata geçirmelerini ve demokratik katılıma dair düşünmelerini sağlayarak onları “politik” bir alana yönlendirir (Giroux, 2007: 31-32). Böylesi bir eğitim tarafsız olmayıp, “somut bir demokratik toplum yaratma yolunda yönlendirici ve müdahaleci bir bakışa sahiptir” (Giroux, 2007: 32). Eleştirel eğitimcilere göre, eğitim kuramı “yanlı” olmalı; sömürü ilişkilerinin yokluğu ve sosyal adalet üzerine temellenen bir toplumun inşası ile herkes için daha iyi bir yaşam mücadelesine bağlanmalıdır (McLaren, 2003a: 70). Bir başka deyişle, bilgi ve eylem baskı, eşitsizlik ve acıyı ortadan kaldırmaya ve adalet ve özgürlüğü gerçekleştirmeye yöneltilmelidir (McLaren, 2003a: 85).8 EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5566 2255..0055..22001100 1122::3322 Nuran Aytemur Sağıroğlu Sömürü ilişkilerinin yokluğu ve sosyal adalet üzerine temellenen bir toplumun inşası ile herkes için daha iyi bir yaşam mücadelesine bağlanması gereken eleştirel pedagoji, kendi politikasını “ezilenlerin” bakış açısı ve yaşam deneyimleriyle eklemlemeyi ve bu deneyimlerin dile getirilmesini ve duyulmasını sağlamayı amaçlar. Burada kastedilen basitçe deneyimlerin dile getirilmesi değildir. Vurgu, kendi deneyimlerini anlamanın ve dönüştürmenin aracı olarak kendi kendini eğitme yoluyla kuramsal bir zemin kazanma üzerinedir – ki McLaren’a göre (2003b: 177), bu deneyimleri yorumlamak için çerçeve oluşturmak ve bu deneyimlerden kuram inşa etmek son derece acil ve önemli bir görevdir.9 Ancak bu tür deneyimler sorunsuz bilgi biçimleri değildir. Bu noktada, kişisel deneyimi yüceltme ve insanların halihazırda bildiklerini onaylamanın içerdiği “tutuculuk”tan nasıl kaçınılacağı; bir başka deyişle, öğrenci deneyimlerinin bir yandan “meşru” bir içerik olarak kabul edilirken diğer yandan nasıl sorgulanabildiği soruları gündeme gelir (Giroux ve Simon, 1989: 250). Burada altı çizilmesi gereken nokta, öğretmen ve öğrencilerin, tek bir söylemin kesinlik ve onay mercii haline gelmediği, farklı seslerin baskın bir söylem tarafından susturulmadığı biçimler bulması (Giroux 57 ve Simon, 1989: 243) ve öğrencilerin deneyimlerinin, ortaya çıktığı tarihsel ve bağlamsal özgüllükler içerisinde – bu deneyimlerin daha geniş ölçekte toplumsal ilişkiler tarafından şekillendirildiği göz önünde bulundurularak (McLaren, 2007: 312) - anlaşılması gerektiğidir (McLaren, 2007: 302). Kısacası, ihtiyaç duyulan şey, öğrencilerin gündelik deneyimlerinin dilini, gerçek bir demokrasi ve özgürlük arayışındaki grupların verdiği özerklik ve sosyal adalet mücadelesine bağlayacak olan bir pedagojidir (McLaren, 2007: 307). Bu durumda, okulların da eleştirel bilginin ve toplumsal-siyasal eylemin üretildiği alanlara dönüşmesi gerekir. Bir başka deyişle, okullar, öğrencilere kendi öznelliklerinin ideolojik olarak nasıl oluşturulduğunu çözümlemede yardımcı olmalı, onları eleştirel yurttaşlar olmalarını ve toplumsal dönüşümde aktif bir rol oynamalarını sağlayacak biçimde eğitmeli, onlara kendi istekleri ve özlemleriyle daha geniş anlamda toplumsal düzene dair kolektif özlemler arasındaki ilişkiyi sistematik bir biçimde kavramsallaştırmalarını da sağlayacak olan “eleştiri”nin ve “umudun” dilini sunmalıdır (McLaren, 2003b: 178-179). Daha açık bir anlatımla, öğrenciler hayallerin, özlemlerin ortaya EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5577 2255..0055..22001100 1122::3322 Özgürleştirici Bir Eğitim Arayışı: Eleştirel Pedagoji Okulu çıkarıldığı, gerçekleştirildiği, değersizleştirildiği ya da yok edildiği toplumsal ve maddi koşulları çözümleyebilmeli; daha da önemlisi, hangi hayallerin ve “hayalciler”in (ve neden) topluma zararlı olduğunu görebilmelidir (McLaren, 2003b: 179). Öğrenenleri dünyaya meydan okumaya ve onu değiştirmeye teşvik eden böylesi bir pedagoji anlayışının klasik eğitim sisteminin yöntem ve içeriğiyle yola çıkmayacağı açıktır. Şöyle ki; Freire’nin pedagoji anlayışı üzerine temellenen eleştirel pedagoji, düşünce ve eylemin birliğini ifade eden “praksis” kavramına vurgu yapar. Bu vurgunun, öğrenmeyi bireyin yaşam süreçlerine ve dönüştürücü toplumsal eyleme bağlayarak düşünce ve eylem (teori ve pratik) ayrımını ortadan kaldırmayı hedeflediğini belirtmek gerekir (Spring, 1997: 47-51). Bu nedenledir ki, eleştirel pedagoji, okullardaki entelektüel uğraşı, düşünce ve pratiği birleştirecek şekilde yeniden tanımlamayı ve dönüştürmeyi amaçlar (Aronowitz ve Giroux, 1985: 20). Bunun yanında, eğitim, öğretmenlerin ve öğrenenlerin aynı anda öğrendiği ve öğrettiği –hem öğreten hem öğretilen olduğu-, bilgiyi birlikte araştırdıkları “diyalogcu” 58 bir süreç olarak görülür. Bilgi, “bir veri parçası; durdurulan, sonlandırılan, bitirilen bir şey ve onu elde etmiş olan kişi tarafından onu henüz sindirmemiş kişiye aktarılacak bir şey” olarak görülmez (Freire ve Macedo, 1998: 86). Bütün bunlar, öğretenler ve öğrenenler arasındaki hiyerarşik ilişkiyi ortadan kaldırır ve öğretmen ve öğrencileri “içinde herkesin büyüdüğü bir sürecin sorumluları” haline getirir (Freire, 2006: 57). Böylelikle öğretmenler öğrenme sürecinin öznesi, öğrenciler ise nesnesi olmaktan çıkarlar (Spring, 1997: 52). Öğrenciler artık “uysal dinleyiciler” değil, “öğretmenle diyalog içinde eleştirel araştırma ortaklarıdır” (Freire, 2006: 58). Kısacası, diyalogcu yaklaşım, öğrenme sürecinde öğretmenin rolünü vurgulayan ve genellikle baskı ve tahakkümü sürdüren tek yönlü bir bilgi aktarımıyla sonuçlanan yaklaşımla tam bir karşıtlık içerisindedir. Berthoff’un (1998: 19) belirttiği gibi, Özgürlük için eğitim, … bir öğretimi özendirme sorunu değildir; kaydedilen fikirleri, bu fikirler ne denli “iyi” olursa olsun, aktarmanın bir aracı da değildir; öğretmenin, bilgisini eğitilmemiş olanlara yayması ya da onlara ezildikleri olgusunun bilgisini vermesi sorunu da değildir. Öğretme ve öğretme özyapısında diyalogcudur. Diyalogcu eylem, Freire’nin bilinçlenme olarak adlandırdığı bir tutum olan, kişinin kendisinin bir bilen olduğunun ayırdında olmasına bağlıdır. EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5588 2255..0055..22001100 1122::3322 Nuran Aytemur Sağıroğlu Dolayısıyla diyalogcu yaklaşım, öğrenenlerde eleştirel bir bakış açısının gelişmesini sağlayarak “öğrenme”yi bir özgürleşme aracına dönüştürür. Diyalog olmadan iletişimden, iletişim olmadan özgürleştirici eğitimden söz etmek mümkün değildir (Heaney, 2006). Sonuç Neo-liberal politikalarla birlikte piyasa mantığı içinde tanımlanmaya başlanan ve yöntem ve içeriğinin belirlenmesinde piyasanın ihtiyaçlarının göz önüne alınması gerekliliğine vurgu yapılan eğitim, bireylerin kendilerini geliştirmesi ve gerçekleştirmesine, insani zenginleşmeye katkıda bulunmak amacından epeyce uzaklaşmıştır. Söz konusu politikalarla birlikte eğitim temelde istihdam sorunuyla ilişkilendirilerek ele alınmakta, bireylerin ekonomik, sosyal ve teknolojik değişim ve gelişmelere, “bilgi toplumu”na ayak uydurabilmesini sağlayacak bilgi ve becerileri kazanması gerekliliğine işaret edilmekte ve “öğrenme”de sorumluluk daha çok bireylere yüklenmektedir. Eğitimin kişisel gelişim ve insani zenginleşmeye katkı sağlayabilmesi ve “özgürleştirici” potansiyelinin açığa çıkarılabilmesi, piyasa koşullarından kurtarılmasını 59 ve eğitim yöntem ve içeriğinin bu amaçlar doğrultusunda belirlenmesini gerektirmektedir. Bu noktada, eğitimi bireyin insani yeteneklerini geliştirip kendini gerçekleştirmesini sağlayan bir süreç olarak gören ve diyalogcu yaklaşımıyla öğrencilerin eğitsel ve toplumsal gerçekliği anlayıp bu gerçekliğe karşı eleştirel bir bilinç geliştirmelerini hedefleyen eleştirel pedagoji, onları kendi kendilerini ve içinde yaşadıkları gerçekliği dönüştürmek için eylemde bulunmaya da teşvik ederek özgürleştirici bir eğitim anlayışı sunmaktadır. DİPNOTLAR 1 Bu makaleye temel olan aynı başlıklı bildiri, 9-11 Aralık 2009 tarihleri arasında Türk Sosyal Bilimleri Derneği tarafından ODTÜ’nde düzenlenen 11. Ulusal Sos- yal Bilimler Kongresi’nde sunulmuştur. 2 Burada, “insan sermayesi” kavramsallaştırmasından söz etmek gerekmektedir. Eğitimi bütünüyle bireysel bir olgu olarak ele alan insan sermayesi yaklaşımla- rı, eğitimi “fetişleştirmekte” ve bilgi arayışını gelecekteki istihdam olanaklarına bağlayarak “metalaştırma mantığı”na ve insan sermayesine yatırıma indirgemek- tedir McLaren, 2003b: 173). “İnsanın sermayeleştirilmesi”yle eğitim bütünüyle bireysel bir olgu olarak ele alınmakta, eğitimin amacı da “bireyin gelecekte elde edeceği kazanç dolayımıyla tanımlanmaktadır” (Ercan, 1998: 24). 3 Freire’nin pedagoji anlayışının temel kavramlarından birisi olan “yetkilendirme”, EEBBTT SSAAYYII 2244..iinndddd 5599 2255..0055..22001100 1122::3322
Description: