REŞAD EKREM K O Ç V İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ (İSTANBULUN ALFABETİK KÜTÜĞÜ) KOÇU YAYINLARI MEHMED KOÇU Servili Mescid Sok. Kart İş Har 301 No. CAGALOGLU — İSTANBUL ★ ’ Maktup ve havale adresi : Posta Kutusu 419 — İSTANBU ★ SAYI: 161 CİLT: π Milli Eğitim Basımevinde Basılmış İstanbul — 1971 _ î3;îh KİLİT Alp Arılan’ın Malazgirt Zaferinin Dokuzyüzüncü Yılı, geçen ağustos ayı Radyo yayınlan, Törenler, Konferanslar, Hâtıra Posta Pullan ve Edebi ve T*· etüdlerle kutlandı. Kitap yayınlan arasında milli kütüphanemiz de Necati Sepetçioğlu'nun kah ile “Kilit” i kazandı. Evet o zafer, bir kilidin açılifi gibi, Alp Arslan’ın kılıcı ile 'Anadolu'nun Türk Yurdu olarak açılçıdır. Necati Sepetçioğlu usta bir tiyatro yazarı, usta bir romancıdır. Sohbeti g temiz bakan gözlerinin karşısındakilere sevgi ve güven veren ifâdesi sribi kal dili de tatlı olan adamdır. “Kilit” i, İstanbul Ansklopedisinin ve Tercüman Gazetesinin, devamlı yaz» yükü altında, elden düşürmeden, bir hamlede okuyacak zaman bulamadım. Ro- manlaştınlmış o tarihi İstanbul Ansiklopedisinin vefakâr dostlarına ve Tercüm» daki okuyucularıma bildirmek de vazifemdir, gecikdirmeyi de hoş, doğru bula dini. Kalemine güvendiğim bir dostun yazısından faydalanayım dedim. Aşağıdı yazıyı Hayat Tarih Mecmuasından alıyorum. R. E. KOÇU M. Necati SEPETÇİOĞLU Kilit. Türkiye Edebiyat Cemiyeti ve Selçuklu Tarihi ve Mede niyeti Enstitüsü yayınları. Dilek - İş Matbaası, İstanbul 1971. 281 sayfa, 15 lira. Roman ve tiyatro yazarı Mustafa Necati Sepetçioğlu, yeni romanını Kilit adıyla eylül ay. içinde yayınladı. Türkiye Edebiyat Cemiyetiyle Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü nün müş tereken yayınlamış bulunduğu 'bu roman, Alp Arslan’ın. 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu ebedî yurt olarak Türklüğe açan büyük Sultan’ın romanıdır. Fakat Kilit’te çok usta bir sentezle, 1071 ve daha öncesinin bu ebedî yerleşme ıztıraplan ve bu ıztırapların yoğurduğu devlet düşüncesi moder bir roman tekniğinde yalın ve kendine has bir biçimde ele alınırken, bir devletadamının bütün psi kol o j isi, sevinci, kederi, kendi kendisiyle ve çevresiyle mücadeleleri akıcı bir üslûpla aksettirilmek tedir. Yerli kaynaklardan gücünü alan ve bir tarihî roman gibi görünüp, beşerî çizgileriyle sevgi ve dostluk, inanç ve toprağa bağlıhk, bir milletin beşeriyet içindeki yeri gibi İnsanî temalarla çağı-' mız roman anlayışına ve çizgisine ulaşan Kilit romanında, yazar aynı zamanda bir sanatkârın kay naklardan nasıl istifade edebileceğini de göstermiştir. Bu bakımlardant Kilit romanını Türk edebiyatında bir merhale olarak kabul ediyoruz. İmaj ların canlılığı, üslûbun çok renkli ve kendine has oluşu, geçmişle, bugün arasında kurulan fevka lâde köprü, romanın değerini artırmaktadır. Eser, kitabın arka kapağında şu şekilde takdim edilmektedir: Alp Arslan Oğuzlar ı Malazgirt denilen büyük eşikte, Batı’ya geçmiş kardeşleri Karaoğuz ve Peçenekler le birleşerek Bizans ın paslı kilidini, ilmin. îmanın ve birlik ruhunun anahtarı ile aç mışlardı. Sepetçioğlu, o büyük günlerin romanını işte bu “kilit” senbolü etrafında verirken, bug»5··, nün, geleceğin, sanat, ilim ve fikir adamlarına, Türk’ün öz tılsımını bulmak için, “dilsiz Yûnus” laktan kurtulup. Yûnus-ı gûyende olabilmek için, daha nice kilitlerin açılması gerektiğini de göstermiş oluyor.” Mustafa Necati Sepetçioğlu nun Kilit adlı romanı Türkiye Edebiyat Cemiyeti ile Selçuklu ta rihi ve Medeniyet Enstitüsü nün bir Alp Arslan ve Malazgirt edebiyatı” çağı yolundaki çalışma larının ilk altın meyvesi olmuştur. Eserden bir pasaj alıyoruz: Bu kilit bil ki burada... Bu Dandanakan da bil ki yarım açıldı, al artrk. Yarısını nerede^ açaı sm sen bil gayri. Bana sorarsan, bu Sarı Hoca na, son nefesinde sorarsan, derim ki... Oğuzlu’yu, de nize ulaştır derim. Oğuzlu nun göğsü bağrı açık olmalı. Oğuzlu, göğsü bağrı açık düşünmeli de rim... Ne demeğe gelir? Dur Alp Arslan ım, ben derim... Bu şu demeğe gelir ki, deniz sonsuzdur. ura arı gibi kapalı kutu değildir. Kapalı kutuda boğma Selçuklu’yu. Kapalı kutuda ne yetişir ki... Üstüne kilidi vurdun mu hapissin... Denize kilit vur bakalım, hadi... Göğe kilit vur!...” Orhan YÜKSEL 5?&1 Kanlıcadâ Keçecizâde Fuad Paşa Yalısı (Bir tablodan Sabilıa Bozcalı eli ile) hamurlardı; dükkânlar üstündeki bekâr oda ları kaldınldıkdan sonra büe, geceleri de bir nöbet çalışmaya mecbur olan firm uşakları için firm üstü odalarda ikaametlerine izin verilmişdi. Fırın uşakları meslek hayatına 13 -14 yaş larında, çocukluk çağında pasacılık ile atılır lardı. FIRIN, FIRIN UŞAKLARI — İstanbul û- i Firm uşakları pişirici, hamurkâr ve pasacı nnlanmn çoğu fabrikalarmış, ekmek hamuru olmak üzere üçe aynlmışdır; bilhassa hamur- nun hamurkârlar tarafından büyük teknelerde kârlarla pasacı gençler ve gelişmiş oğlanlar gün temiz çıplak ayaklarla yoğurulması geleneği lük İŞ zamanlarında· don paça soyunuk çalışmış- terkedilmiş. (B.: Mahurkâr), fırınların yakıl lar, dolayısı ile kendilerine has bir kıyâfete sâ- ması, ekmeğin hamurhâneden pişirime nakli hib olagelmişlerdir. usûlü çok değişmişdir; eski firm uşakları da Fırınlarda gece çalışmaları da olduğu için ekmek fabrikaları ameleleri olmuşdur; değişen iş icâbı fırınlardaki bekâr odalarında yatıp kal çalışma şekli icâbı, işçinin, iş kılık kıyâfeti.de kan amele yatakdan çıkdıklan kılıkla iş başına değişmişdir. geçerlerdi, şu fark ile ki yatarken üstlerinde Yakın geçmişe kadar eski tarz çalışan fı bulunan don ve gömleklerini çıkarıp iş başında rınlarım bütün işçileri, çoğu Safranbolulu ve giydikleri unlu don ve gömleklerini giyerlerdi; havadisinden bekâr uşakları idi ve istisnâsız fı ve yalın ayaklara takunya geçirüir, saçların rınların üstlerindeki bekâr odalarında yatar, undan korunması için de başlarına basmadan FIRIN — 57G2 — İSTANBUL bir takke giyerlerdi. Bu kıyâfetdeki fırın uşak larına, eski usul çalışılan fırınlarda, zamanımız da da rastlanır. Son zamanlarda basma takke lerin yerini patiskadan boneler, külahlar al- mışdır. Hamurkârlar önlerine un çuvalından bir önlük bağlar; son zamanlarda bu çuvaldan ön lük yerine de omuzdan askılı ve göğüsden diz kapağına kadar iner patiska yahud amerikan bezinden önlük kullanılmaya başlanmışdır. Yakın zamanlara kadar fırınlarda ekmek, hamurkârlar tarafmdan ayakla yoğrula gelmiş, icâbında da pasacılar hamurkârlara yardım et- mişdir; aslında da pasacı oğlan bir hamurkâr yamağıdır. Hamur kar ve Pasacı, Göztepe Fırını (Resim: S. Bozcalı) Fınn uşaklarının günlük iş hayatmda yalın ayak don gömlekle yarı çıplaklığı, yukar da da kaydettik, ekmek hamu runun ayakla yoğrulmasının ve çabuk tozayıp bulaşan unun îcâb ettirdiği zaruretden gel- mişdir. Hamurkârlar ve pasacı oğ lanlar, iş molası zamanlarında fırınlan civânndaki kahvehane lere de o kılıkda giderler, otu rurlar, mevsim kış ise omuzla Tezgâhtar, Göztepe Fırını 1955 rına bir ceket atarlardı. (Resim: S. Bozcalı) ANSİKLOPEDİSİ 5763 FIRIN Pişirici, Göztepe Fırını 1955 (Resim: S. Bozcalı) Fırınlarda ekmek yoğurma makinalan ge Furunda uşaklar don paça çıplak reği gibi yerleşdikden sonra don paça yarı çıp Sayfü şitâ ruzü şeb yalun ayak lak firm uşakları tipi de kaybolmuş gibidir. Amma gör cümlemiz eşbeh zeberdeıt Pasacılar hamurkârlara yamak Hicrî 1285 (M. 1868 -1869) den 1325 (M. 1907) yılma kadar Koskada Hasfırmda kırk Bir odada uç yatak var aşikâr Pasacı üç hem üç usta hamurkâr sene kadar pasacılık ve sonra hamurkârlık yap Yamak ustasına terfik oiuna mış Hacı adında Safranbolulu ümmî bir saz Kanunu vaz iden pirimiz hünkâr şâiri “Serencam” adım verdiği bir manzumede Buğdayı un iden ceddimiz Âdem o tarihlerde firm uşaklarının günlük hayatım Amr ibai Umran’dır pirimiz de hem ve iş kılık kıyâfetlerini şöyle anlatmışdır: Hamurumuzda mâ ye muhabbet Aşkına hu çekip eyledik kasem Seksenbeşde düşdüm gurbet yoluna Ayak mühürlemiş irşada yamak Kadir Mevlâm muin Hacı kuluna Futüvvetde nişan mibrabdır ayak Yaşım henüz onbeş var yok idi San’atı aşk ile meşk eylemişiz Geldim pâdişâhın lstanbuluna Ahularımız pâkdir yüzlerimiz ak Cümle serencamlar tatlı kâh acı Günde un işleriz otuz kırk kile Safranbolu halkı cümle fırıncı Ganimet eyleriz şehri nân ile Soyundum Koskada pirin yoluna Ayak hem pençeye Hak kuvvet vire Hagfırında oldum ben de paıacı Cehdi Ferhad misâl bizdeki çile FIRIN — 5764 — İSTANBUL Cümle fotalarız pâkü pâkîze Müslüman Finn uşaklan — Fırıncı esnafı Dellâkânı pâkler reşk ider bize nın müslümanlan ve fırınlarında çalışan uşak Don paça aryan garibanız ki lar beş vakit namazını kılanlardan olacakdır, Esnafı celîle demişler bize içlerin bî namaz olanların haklarından gelinir Hakkı nâs dur masun göze dizlere ve işden çıkarılır. Müslüman fırıncılar gayri Her seher istihmam şarttır bizlere müslim uşak istihdam edemezler (Esnaf Nizâm Nâni aziz işler uşaklarız ki nâmesi) . Ayağımız abdestesiz basmayız yere Hamurkârlann ve Pasacıların her sabah Çıkmamış Şeytana ayak uyduran mutlakaa gıısul abdesti alma geleneği — Müs Herdâim yürekde din emri Fiirkan lüman edebinde Ekmek’e bir kudisyet atfedil- Zinhar kem nazarla bakılmaz bizde içimizde nice âfeti devran mişdir. Ekmeği yoğuran hamurkârlar ile on lara yamak gibi olan pasacılar, İstanbulda ka İzin nöbetimiz uç cumada bîr dim bir gelenek olarak her sabah mutlakaa fı Çayır çemenzâra bağa gidilir Târiki fütüvvet nizâmıdır ki rınlarına en yakın bir çarşı hamamına giderler Usta ile yamak dâim hiledir ve gusül abdesti alırlardı. Hattâ çarşı hamam larının kapuları açılır açılmaz ilk müşteriler on Eyyamı şitâda kahvehaneler Bekâr uşaklara olmuş lâneler lar olurdu. (Hacışeyhoğlu Ahmed Kemal, Not). Kasıd muhabbetdir can sohbetleri Fırınlarda Safranbolulular — Pişirici, ya Tutun kahve şerbet hep bahâneler mağı, tezgâhdar, hamurkâr, pasacı ve çırak İs- Serde âşıklık var saz alup deste tanbuldaki firm amelesinin büyük çoğunluğu Arzı hâl eyledik şikeste beste taşralıdır, taşralıların içinde de Safranbolulu Hâkim Safranbolu nâmımız Hacı lar fırmcıhk-ekmekciliği, İstanbulda kendileri Tam kırk yıl müdavim oldum hizmete için âdetek iş bilmişlerdir ve o işci-amelenin Pasacım şâhım ki nâmı Zülfikar çoğunluğunu teşkil ederler. Sokaklarda seyyar Güzellikde Yûsuf sâbibi vekar simid satıcılarının da büyük çoğunluğu Safran- Dilfüruz dilfirib dilfikârımdır İhsan iden anı Hak perverdigâr boluludur. İçlerinden hayli kişi de İstanbul fi rm sahibi olmuşlardır. Köylerinin isimleri ile de On yıl pasacılık sadâkat ile Hamurkârlık otuz doldurduk çile İstanbulun fınn uşakları Yörüklüler, Kuzyaka Evlâdu iyâlin hasretin çekdik klar, Bümüklüler, Gonanlılar, Akverenliler, Da- Amma hamdü şükrü vird ettik dile vudobalılar, Sırçalılar, Çerçenliler, Kirpeliler, Kâh şâd olduk kâhi bunaldık kaldık Toprakcumalılar, Pölütverenliler, Değirmencik- Bahti dûn elinden hayli câm aldık liler, Karapmarhlar, Kadıbüklüler, Yaylalılar, Deli poyraz misâl yeldik dolaşdık Sanyanlılar, îlbanthlar, Boyalılar, Kızılcaveren- Şehri istanbulda nâmü şan aldık y liler, Yassıköylüler, Memüklüler.. İstanbul fırın Mühmel fakat pitoresk kılık kıyafetleri ile larına nesil nesil evlâdlarını yollamamış Safran firm uşakları, halk hayatı geleneğine uyularak bolu köyü yok gibidir. Tahtakalede bunların yazılan destanlarda, esnaf civanları şânmda ka çıkdıklan, toplandıkları kahvehâneleri de, köy leme alman manzumelerde de tasvir edilmişler lerinin yakınlıklarına göre sıra sıra dizilmişdir, dir, aşağıya birkaç örnek kaydediyoruz: 11 kahvehânedir..” (A. Baha, İstanbul Etnog rafyası) . Fırın uşakları bir don bir gömlek Bekâr taifesi gaayet civelek Çarpdı mı hanımın fettan nazarı FIRIN ÇIKMAZI — Fatih İlçesinin Sam at- Yanıyor her sefer bir fırın ekmek ya Nâhiyesinin Alifakih Mahallesi sokakların (Aşık Râzi, Baskın Destanı) dan, bu mahallenin sınırında Hocakadın Cad desi üzerindedir. (1934 Belediye Şehir Rehberi, Şekerci kurbinde fodla furunu pafta 11/63); Hocakadın Camii ve çeşmesinin Nîm üryan uşaklar kadim kaanunu karşısına rastlar. Paket taşı döşeli olup kayde Gör orda ham ur kâr şol Feridunu değer bir şey görülmedi (Mayıs 1969). Şeyh köçeği el ayağı kınalı (Aşık Râzi, Benli Binnaz Destanı) Hakkı GÖKTÜRK ANSİKLOPEDİSİ — 5765 — FIRTINALAR FIRIN İSKELESİ SOKAĞI — Hasköyde F. Develioğlu “Türk Argosu” isimli eserin Keçecipıri mahallesinde alt başı Hasköy cad de bu argo kelime için şunu yazıyor: “Çocuk, desinde tek dirsekli bir çıkmaz sokakdır. Kuş Şıkırdım, Şorulu, Şopar, Kopil”. kucu Sokağı ile bir kavuşağı vardır. (1934 Be Değerli bilgin niçin aydınlatıcı notlar ekle- lediye Şehir Rehberi, pafta 17/189). Hasköy memişdir bilemeyiz, keydettiği kelimelerin beşi Caddesinden gelindiğine göre genişçe bir toprak de mücerred halde Fırlama karşılığı olamaz. yol olarak başlar. Sol kolda bir sandalya fab Çocuk. Bir çocuğa “Fırlama” denüirse onun rikası, sağ kolda da 3 tornacı, 1 demirci, 3 dö mutlakaa “Piç”, veya “Terbiyesiz ve serkeş ve kümcü atölyesi vardır. Bir dirsekle kıvrılan so mütecâviz”, yahud da o halleriyle beraber aynı kağın geri kalan kısmında da 1 odun deposu zamanda iffetsiz olduğunu imâ ve ifâde eder. ile 1 dam muşambası imâlâthânesi vardır (Ha Herhangi bir çocuğa “Fırlama” denilmez. ziran 1969). Şıkırdım. “Güzel ve iffetsiz bir delikanlı veya oğlan çocuk ve aynı zamanda belli bir FIRIN YAPICILARI — Yapı sanatında erkekle birlikde yaşayan öyle bir gene veya fırın inşâsı elbet ki ayrıca ihtisasa bağlıdır; Ev oğlan” anlamındadır; ve ekseriya “Falanın Şı- liya Çelebi XVII. Yüzyıl ortasında fırın yapıcı kırdımı..” diye kullanılır. Bir “Şıkırdım” Piç larının 10 nefer olduğunu kaydediyor; îstanbu- değüse, veya edebli, terbiyeli, itaatli ise ona lun büyüklüğüne nisbetle azımsamamak lâzım “Fırlama” denmez. dır; bütün işlerin gedik usûlüne bağlı olduğu Şorulu (veya Şorolo). “Güzel delikanlı ve o devirde yeni bir fırının yapılması bir mesele ya oğlan çocuk” anlamındadır. İffetini muha olduğuna göre on nefer firm yapıcının fırın in faza edebümiş de olabilir. Piç değilse, veya edeb şasından ziyade tâmir işleri ile uğraşdıklan li, terbiyeli ve itaatli ise ona “Fırlama” denmez. bellidir; bir de yangınlarda yanan fırınlan ye Şopar. Halk ağzında yaygın olan bu isim niden inşâ ve ihyâ etmişlerdir. sâdece tüylenmemiş çingene oğlanı demekdir. Kavdettiğimiz sıfatlan yoksa her şopara da Hüsnü K1NAYL1 Fırlama denmez. FIRLAMA — Argo: şu anlamlarda kulla Kod il. Yine halk ağzında yaygın olan bu isim sâdece tüylenmemiş gayrimüslim oğlan nılır: 1. Piç; bilhassa erkek ve bilhassa deli- anlamındadır. Kaydettiğimiz sıfatlan yoksa her kanlı-erkek çocuk için kullanılır; misâl: İki kopile de Fırlama denmez. adam konuşur: F. Devellioğlu lugatmda şu misâli veriyor: — Kaptanın yanındaki şu güzel ve terbi “.. dünkü fırlamalar adama bayağı kafa tutu yeli delikanlı oğlu mudur? yor..”; bu ifâdeden “.. dünkü piçler., edebsiz. — Evlâdlığı.. ama fırlama, Dârülacezeden iffetsiz çocuklar ve terbiyesiz, serkeş, rezil ço aldı.. cuklar..” mânâsı çıkarılır. 2. Piç olmaya bilir; iffetsiz erkek çocuk, fakat aynı zamanda serkeş ve terbiyesiz ve mü FIRTILOĞ LU (Trabzonlu) — Onvedincı tecaviz; aşağıdaki kıt’alar Hippi Mehmed Gök- asır ortasında yaşamış kaptan - armatörlerden: çmar’ındır: “Karamürsel” denilen tipde bir geminin sahibi idi: büyük türk muharriri ve seyyahı Evliya Bir yârim var bin güzelde bir tane Çelebi üçüncü seyahati olan Trabzon seyaha- Kaş çatmalar, topuk kakma, parlama tına hicri 1050 yılının cemâzivelevvelinde Gönlüm olmuş o çapkına pervane (ağustos 1640) Unkapanı İskelesinden bu kap Yanar ateş deli fijek Fırlama tanın gemisine binerek çıkmış idi ki Evliya o Püskül püskül belâ oldu başıma tarihde 29 yaşında idi (B.: Evliya Çelebi). Fır- Agu katar kopuk her gün aşıma tıloğlunun hayatı hakkında başka kayde rast Âbı diye hürmet etmez yayıma lanmadı. Bir şey sorsam sus ulan der dırlamn Bibi.: Evliya Çelebi, Scyahatnâme, II. Ama gel gor serkeşliği vahşeti FIRTINALAR — Vak’anüvisler eserlerine Sevdirmişdir bana berduy âfeti Şeytan sevdim istemem ben cenneti îstanbulu tahrib etmiş büyük zelzeleler, dep Bülbül olur şorolomda hırlama remler gibi tûfânı andıran yağmurlan ve halkı ISTANBUL FIRTINALAR — 5'66 — 20 ağustos 1968 fırtınasında Kadıköyünde parçalanan sandallar (Fotoğrafdan Sabiha Bozcalı eli ile) dehşete düşüren gök gürlemeli ve yıldırımlı fır vam etti, sellerin sürüklediği ağaçlar ve balçık tınaları da kaydetmişlerdir. Zamanımızda Istan yeni yapılmış olan su kemerlerinin gözlerini dol bulda görülen büyük fırtınalar, günlük gazete durdu, Muğlava Kemeri müdhiş bir gürültü ile lerde gereği gibi yer aldıkdan sonra gazete ko yıkıldı. Sellerin sürüklediği şeyler Kâğıdhâne- leksiyonlarında kalıp unutuluyor. deki çınar ağaçlarının doruklarına kadar yığıl dı. Eyyubsultan Kasabası su altında kaldı, Tür Aşağıdaki satırlar tarih kaynaklarımızdaki benin içinde bile su bir zira yüksekliği buldu. Fırtına kayıdlarmdan örneklerdir: Sellerle yükselen Haliç yatağına sığmadı. Yalı 1 safer 911 (20 eylül 1563) - “(Kanuni) ların ve deniz kenarındaki evlerin şehnişinleri Sultan Süleyman seher vakti Halkalıdere etra yıkıldı, harab oldu. Sarayburnu gaayet akıntılı fında ava çıkdı, yağmur alâmetleri görülünce yer iken bir hafta sapsarı balçık renginde akdi. deniz kenarında Ayastefanos Köyü yakınında Silivri, Büyük Çekmece, Küçük Çekmece ve Ha İskender Çelebi Bağçesine (Floryaya) gitti. Az- rami Deresindeki köprüler harab oldu. Yolcular sonra güm güm gökgürlemeleri ve yıldırımlarla 0 geçid yerlerinden bin zahmetle gemilerle geç- öyle bir fırtına kopdu ki ne işidilmiş ne de gö- diler..” (Selânikli Tarihi). rülmüşdür. Bir gün bir gece durmadan yağmur 27 şaban 1101 (5 haziran 1690) — ‘İkindi yağdı ve 74 defa yıldırım indi Halkalı Deresin den sonra şiddetli rüzgâr esip denizde büyük den derya misâli sel geldi, uğradığı yerlerde fırtına kopdu, deniz kenarında lenger atmış ge bulduğu hayvanı insanı helak etti. îskerder Çe miler ard arda gelip çarpan dalgalarla birbirleri lebi Bağçesini sanp Pâdişâhın bulunduğu kasn üstüne düşdüler; Karadeniz Boğazında ve Üs- su basdı. Tuvana ve uzun boylu bir enderun küdarla Beşiktaş arasında bulunan kayıkları da ağası padişahı omuzuna alıp musandıraya çıka birbirine katıp bir saat içinde 400 - 500 adam rarak kurtardı. Yağmur şiddetle bütün gece de boğuldu” (Râşid Tarihi). ANSİKLOPEDİSİ — 3767 — FISHER (Geoffrey) 22 muharrem 1114 (18 haziran 1702) — şehri allak bullak etti. Bora en büyük tahribatı “İkindiye doğru hava bozub deryâlar gibi yağ bühassa Boğaziçinde Emirgân ve Kuruçeşmede mur yağdı, sokaklardan seller akdi. Gök gür yapmışdır. Emirgânda asırlık üç çınardan en lemeleri ve şimşek ışıkları ortalığı dehşet içinde büyüğü ortasından kırılıp düşmüş, Kuruçeşmede bırakdı. Yirmi kadar yıldırım düşdü. Bunlardan de kömür depolarındaki ikiyüzkırkar tonluk iki biri Tersanede yapılmakda olan kalyonun kıçı vinç manyetik frenalerinden kurtulup deniz se na, biri de Unkapanı iskelesinde bir saman ka viyesinden otuz metre yükseklikde çarpışmışlar yığına indi, kayıkda iki rum gemici telef oldu. dır ve yere düşmüşlerdir, enkaz hâline gelmiş Bir yıldırım bir kerestecinin mutfağında börek lerdir. Beylerbeyinde koca bir ağaç yıkılarak tavasına, bir yıldırım Avretpazanndaki dikili ana caddeyi kapatmış ve o havalide elektriğin taşa, bir yıldırım da Balatda bir yahudinin evine de kesilmesine sebeb olmuşdur. Mazgallar sulan indi ve yahudinin bir uşağını öldürdü” (Râşid alamamış, Şişli Meydanı bir göl hâline dönmüş- Tarihi). dür..” Hürriyet Gazetesi. 30 cemâziyelâhir 1131 (20 mayıs 1719) — 20 ağustos 1968 — “İstanbulda yine bir fır “Pek çok yağmur yağdı ve İstanbul sokakların tına ve ardından gelen şiddetli vağmur can ve dan derya gibi seller akdi. Halk bulunduğu yer mal kaybına sebeb olmuşdur. Gece yansından den bir adım atmaya imkân bulamadıkdan başka az sonra baslavan yağmur sabaha karşı kuv pek çok yıldırım indi. Edimekapusunda bir fı vetli sağnak hâlini almış, bora ve ceviz büyük rına inen yıldırım firm içindeki taş direği yarıp lüğünde dökülen dolu dehşet uyandırmışdır. bir nefer ermeniyi yakıp öldürdü” (Râşid Ta Saatde 80 kilometre ile esen yıldız karayel fır rihi). tınası İstanbulda ağaçlar devirmiş, çatılar uçur- 12 muharrem 1175 (13 ağustos 1761) - muşdur. Kadıköy evlendirme dâiresinin de cat’sı “Hava birden çok karardı sonra öyle dehşetle olduğu gibi uçmuş, kıyıdaki sandallann üstüne gök gürledi ki halkın aklı başından gitti. Ca düşmüşdür. Sandalcüann çoğu sandallannın içinde yatmakda olub içlerinden 38 yaşındaki milerin minârelerine yıldırımlar indi “Vâsıf Ta rihi). sandalcı Mehmed Vedad ağır yaralanarak Öl- müşdür. O civarda ağaçlar üstünde vuvalan olan 8 safer 1236 (12 kasım 1820) - “Batıdan binlerce kuş ölmüş ve yerlere dökülmüşlerdir. esmeye başlayan rüzgâr birden şiddetlenip bir Büyük şehrin hemen her tarafında binlerce evi çok binânm kiremitlerini camlarım dağıtıp kır su basmışdır. İstanbulda 1 saat içinde metre dı, kurşun örtüleri söküp büküp attı, ağaçları kareye 25 litre yağmur düşmüşdür; sokaklar devirip kırarak pek çok zarar yapdı. Şiddetli yağ dere, meydanlar göl hâlini almış dır. Yüzlerce mur ve fındık kadar dolu yağdı, yıldırımlar nakil vasıtası yollarda kalmış, bir çok yerde düşdü. Halk olanları dehşetle seyretti. Hasköy hammallar sırtda adam taşımışlardır. Bir çok önünde bağlı frenk tüccar gemilerinden birini semtde elektrik cereyanı kesilmişdir” (Hürriyet bağlı olduğu yerden alıp Tersâne Önüne kadar Gazetesi). sürükledikden sonra orada devirip batırdı. Ga- “Dünkü fırtınada en büviik zarar Kadıköv. ribdir ki bu fırtına Emirgândan öteve geçme Beşiktaş, Zevtinburnu. Evvub. Hasköv ve Ba miştir. Karadenizden gelen gemiler îstanbulun latda olmuşdur. buralarda 2500 sandal narca- müdhiş bir fırtına geçirdiğini limana geldikden lanmışdır. îtfâiveden vardım istevenler 3500 ki sonra öğrendiler” (Cevdet Tarihi). şinin üstündedir...” (Tercüman Gazetesi). Bir fırtına havası olmadan İstanbulda tû- fânı andırır yağmurlar yağmısdır ki onlar da FISHER (Geoffrev) — (Fişer okunur) tarih kaynaklarımızda kaydedilmişlerdir (B. : Anglikan Kiliseleri Başpiskoposu. îngilterede Yağmur; Sel; Kar ve Tipi). ve İngiliz müstemlekelerindeki 55 milvon prc- Fırtına üzerine aşağıdaki satırları da za testanın reisi rûhânîsi, resmî unvanı ile “Can- manımızın günlük gazetelerinden alıyoruz: terburrv Başpiskoposu’’ (Kanterburi): 29 ka 13 ağustos 1968 — “Üç gündenberi devam sım 1960 da uçak ile Kudümden îst^nbnln p-el- eden bunaltıcı sıcakların ardından dün (.yuka di ve o gün İstanbul Rum Ortodoks patriki Ate- rıya kaydettiğimiz tarih) saat 16.30 sıralarında na gorası ziyaret etti, usulen bir zivâret de vi batıdan gelen bir bora ile sağnak hâlindeki şid lâyet makaamına yapıldıkdan sonra îstanbulu detli yağmur ve yumurta büyüklüğündeki dolu şöyle sudan bir dolaşdı, Ayasofya Müzesini gör- FISCHER (Hans) — 5768 — İSTANBUL meyi ihmal etmedi, 1 aralık 1960 günü de Papa şında bir delikanlı, bir Hippi turist; merâmını ile görüşmek üzere yine uçakla Romaya gitti. rahat ifâde edecek derecede türkce konuşuyor Bu ânı ve kısa İstanbul ziyâreti için gaze du ve yamnda Erta adında Hippi bir kız arka tecilere “Görüşmek dâimâ faydalıdır’’ demekle daşı vardı. Hans Fischer memleketinde güzel yetinen reisi ruhaninin bir takım siyâsî emelleri sanatlar akademesi öğrencisi olduğunu söyle- olduğu söylenir, bâzı fikirlerinden ötürü de mişdir ve Istanbulda kaldığı on gün içinde yüz memleketinde “Kızıl Papaz” diye anılmışdır. Is- den fazla manzara ve figür, halk tipleri resim tanbula gelişini, şehir kütüğüne geçmesi gereken leri çizmişdir. bir hâdise olarak gördük. Istan bula üçüncü gelişiymiş, tik defa 16-17 İngiltere Kıraliçesi İkinci Elizabet ile kız yaşlarında iken 1962 de, Almanyadan memle kardeşi Prenses Margaret’in nikâhlarını kıyan, ketine dönen bir türk tüccarın yanında gelmiş, ve veliahd Prens Çarles’i vaftiz eden bu zattır. Sirkecide bir otelde o adamla birlikde bir ay Burhaneddin OLKER kadar kalmış, arkadaşı fakat yaşça akrânı ol mayan o tüccar tarafından Trabzona götürül FISCHER (Hans) — (Fişer okunur); 196S mek istenmiş, H. Fischer: “Çok iyi adamdı, beni haziranında Istanbula gelmiş alman asıllı 23 ya de çok seviyordu, fakat beni sünnet ettirmek, artık Almanyaya hiç yollamamak niyetinde ol duğunu açıklayınca Trabzona gitmedim, tahsili mi tamamlamak istiyordum; iki sene sonra 1964 de îstanbula yalnız geldim, Trabzonlu âlicenab dostuma bir mektub yazdım, bana yol parası gönderdi, ama ona karşı yalancı oldum, parayı burda yedim ve Trabzona yine gitmedim, şimdi niyetim, yapdığım İstanbul resimlerini Al man yada bir albom şeklinde bastırmakdır, para ka zanacağımı sanıyorum, hattâ Leipzig’de bir edi tör ile anlaşdım, hele bir Hippi olarak burada çok tatlı günlerim geçiyor” diye anlatmışdır. Mâcerâperest gencin bî perva nak lettiği “tatlı günler” i de kendi re simleri ile ayrıca çok ilgi toplaya cak bir kitap olabilirdi. Şu kıt’a Hippi şâir Mehmed Gökçmar’indir: Hippilerimin içinde bir de Hans Fifer vardır istanbuiun âşıkı ressamdır, sanatkârdır Beş dakika zarfında şipşak resimler çizer İşte şu kendi resmi ne güzel yadigârdır Bibl.ı M. Gökçınar, not. İ*1 FISKİYELİ KAHVEHANE - Mc-menx. f-rcuhd, Geçen asır sonlarında Kadırga / Meydanı’nda büyük ve meşhur bir ol er /n lSe/~tie.ht ti t kahvehâne idi, Avram Ağa adın da bir musevi tarafından işletilir- di, her şeyi muntazam, tertemiz //aes FîscAer· bir yerdi, ayak takımı, esâfil gü ruhu giremezdi, o şenlikli semtin Hans Fischer efendi takımından halkının toplan (Kendi eli ile) dığı yerdi. Usta bir berber olan
Description: