HAZINE / Clive Cussler Orijinal adı: Treasure Bu kitabın ilk baskısı, farklı bir çeviriyle Altın Kitaplar tarafından yayınlanmıştır. © Clive Cussler Enterprises, Inc., 1988 Peter Lampack Agency, Inc. 551 FifthAvenue, Suite 1613, New York NY 10176-0187, USA aracılığıyla yayınlanmıştır. Türkçe yayın hakları © Remzi Kitabevi, 1998. Yayın hakları, Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. Yayına hazırlayan: Gürol Koca Kapak: Ömer Erduran I S B N 97514583-1 BIRINCI BASIM: Ağustos, 1998 Robert Esbenson 'a... Kimsenin, daha hakiki bir dostu yoktur. İskenderiye Kütüphanesi, bir zamanlar gerçekten vardı; savaşlar ve dinsel çekişmeler sonucunda yok olmasaydı, bizlere sadece Mısır, Yunan ve Roma imparatorluklarının değil, Akdeniz kıyılarında doğmuş ve yok olmuş, az bilinen uygarlıkların bilgilerini de aktaracaktı. Hıristiyan imparator Theodosius, Yunan düşünürlerinin öğretilerini de kapsayan ve dine, uzaktan da olsa ters düşen ne kadar kitap ve sanat yapıtı varsa, hepsinin yakılıp yok edilmesini buyurmuştu. Bu yapıtların çoğunun gizlice kaçırılıp saklandığı sanılıyor. On altı yüzyıl sonra günümüzde bile onlara ne olduğu, nereye saklandıkları bilinmemektedir. Öncüler 15 Temmuz M. S. 391 Bilinmeyen Bir Ülke Belli belirsiz titrek bir ışık, dehlizin karanlığında ürkütücü bir biçimde dans ediyordu. Dizlerinin altına kadar inen, yün bir harmaniye ye sarınmış adam durakladı, elindeki yağ kandilini başının üstüne doğru kaldırdı. Soluk ışık, altın ve kristalden yapılmış bir tabutun içindeki cansız bedeni aydınlatarak arkadaki düz duvara, garip, kıpırtılı gölgeler yansıttı. Harmaniydi adam bir an tabutun içindeki cansız bedenin donuk gözlerine baktı, sonra kandili indirerek döndü. Bir ölüm sessizliği içinde, uzun bir sıra halinde duran nesneleri inceledi. Öylesine çoktular ki, uzun mağaranın karanlığının da etkisiyle sonsuza kadar uzanıp gidiyor gibi görünüyorlardı. Junius Venator, sandaletlerini mağaranın engebeli zemininde sürüye sürüye yürümeye başladı. Dehliz genişledikçe genişledi ve büyük bir galeri çıktı önüne. Galerinin on metre yüksekliğindeki kubbe biçimli tavanı kemerler üzerine oturtulmuştu. Kireç taşına oyulmuş oluklar duvarlardan kıvrıla kıvrıla iniyordu; böylece sızan su bu olukların yardımıyla derin havuzlara aktarılıyordu. Duvarlara, bronzdan yapılmış binlerce garip, yuvarlak kabın doldurduğu oyuklar sıralanmıştı. Ortada düzenli bir biçimde yığılmış tahta sandıklar olmasa, insan burayı Roma'nın altındaki yeraltı mezarlarından biri sanabilirdi. Venator, sandıklara iliştirilmiş bakır levhacıklara bakarak, üstlerindeki numaraları, açılır kapanır küçük bir masaya yaydığı papirüs tomarında yazılı numaralarla karşılaştırdı. Hava kuruydu, ağırdı; tenini kaplayan toz tabakası arasından ter damlacıkları akmaya başladı. İki saat sonra, her şeyin yerli yerinde olduğunu öğrenmekten memnun, tomarı katlayıp belindeki kuşağa soktu. Galerideki eşyalara son bir kere uzun uzun baktı ve üzüntüyle iç çekti. Onları bir daha göremeyeceğini, onlara bir daha dokunamayacağını biliyordu. Yorgun düşmüştü; dönüp kandili ileriye doğru tutarak dehlizde yürümeye başladı. Genç değildi Venator, elli yedisine gelmişti, yaşadığı çağa göre yaşlı sayılırdı. Ağarmış saçları, kırışıklıklarla dolu yüzü, çökük yanakları, yorgun adımları, artık yaşama bağlı olmayan bir adamın bitkinliğinin belirtileriydi. Yine de, içinin derinliklerinde bir çeşit tatmin duyuyordu. Büyük tasarı gerçeğe dönüşmüştü, omuzlarındaki ağır yük kalkmıştı. Artık geriye bir tek o uzun Roma yolculuğunu hayırlısıyla bitirmek kalmıştı. Tepeye çıkan dört dehlizi daha geçti. Biri, taş yığınlarıyla kapatılmıştı. Kazıda çalışan kölelerden on ikisi, tavan çöktüğünde ölmüştü. Hâlâ oradaydılar, ezilmiş ve toprağa gömülmüşlerdi. Pek üzüntü duymuyordu Venator. Yıllar boyunca imparatorluğun madenlerinde acı içinde çalışıp, sürekli aç yaşayarak hastalıklarla pençeleşmeden ya da çalışamayacak hale geldikleri için bir yana atılmadan önce ölmeleri daha iyiydi onlar için. Soldaki uzun geçide saptı, belli belirsiz görünen gün ışığına doğru yürüdü. Tepedeki giriş deliği, en büyük sandıkların içeri girebileceği büyüklükte, iki buçuk metre çapındaydı. Ansızın uzaklardan gelen bir çığlık yankılandı geçidin duvarlarında. Venator, endişeyle kaşlarını çattı, adımlarını hızlandırdı. Gün ışığına çıkar çıkmaz gözlerini kırpıştırdı. Durakladı, biraz ötedeki yamaca kurulmuş kampa baktı. Bir grup Romalı asker, barbar kavminden birkaç kadının çevresine toplanmıştı. Genç bir kız, bir çığlık daha atarak kaçmaya çalıştı. Az kalsın çemberi yarıp kaçıyordu da, ama askerlerden biri onu uzun siyah saçlarından yakaladı. Çekince, kız diz üstü yere düştü. İriyarı bir asker Venator'u gördü ve ona yaklaştı. Dev gibi bir adamdı bu, kamptakilerin hepsinden uzun boyluydu, geniş omuzları vardı, meşe ağacının kollarına benzeyen kollarından sarkan elleri dizlerine değiyordu neredeyse. Latinius Macer adlı bir İspanyol’du bu, kölelerden sorumluydu. Venator'u selamladı, kendisinden umulmayacak ince bir sesle, "Her şey tamam mı?" diye sordu. Venator, başını salladı. "Sayım bitti. Girişi kapatabilirsiniz." "Kapatıldı bil." "Nedir kamptaki bu kargaşa?" Macer siyah, soğuk gözleriyle askerlere bir göz attı, sonra yere tükürdü. "Salak lejyonerler sıkıntıdan beş fersah ileride, kuzeydeki bir köyü bastı. Anlamsız bir kıyım. En az kırk barbar öldürüldü. Sadece onu erkekti, gerisi kadınlarla çocuklar. Durup dururken. Ne altın, ne de katır boku değerinde bir eşya. Oynaşmak için birkaç suratsız karıyla döndüler. O kadar." Venator'un yüzü gerildi, "Kıyımdan kurtulan barbar olmuş mu?" diye sordu, adam kaçmış diye duydum." "Öteki köyleri ayaklandırırlar. Severus arı kovanına çomak sokmuş anlaşılan." "Severus!" Macer bu adı söylerken bir balgam daha fırlattı yere. "Yüzbaşıyla adamlarının uyumaktan, şaraplarımızı içmekten başka bir şey yaptıkları yok. Bana kalırsa, başımıza bela ettik o tembelleri. Venator, "Bizi korumak için tutulmuşlardı," diye hatırlattı. "Neye karşı?" diye sordu Macer. "Böcek ve yılan yiyen ilkel dinsizlere karşı mı?" "Köleleri topla da dehlizin girişini kapattır. İyice kapatın. Biz gittikten sonra barbarlar oraya girememeli." "Korkma. Gördüğüm kadarıyla, bu lanet ülkede kimse maden işçiliğini bilmiyor." Macer durakladı, geçidin girişine yerleştirilmiş destekleri, dev kütük yığınını gösterdi. "Bunları çektik mi, değerli antikaların güvende sayılır. Hiçbir barbar yaklaşamaz onlara. Elle kazımakla başa çıkılmaz." Venator rahatladı biraz, Macer'den ayrılıp öfkeyle Domitius Severus'un çadırına yöneldi. Askeri birliğin özel simgesi olan, bir mızrağın tepesine yerleştirilmiş gümüş boğa figürünün altından geçti; yolunu kesen nöbetçiyi elinin tersiyle itti. Yüzbaşı açılır kapanır bir iskemleye oturmuş, yerde oturan, çıplak, kir pas içindeki bir barbar kadını seyretmekteydi. Garip sesler çıkarıyordu kadın. Gençti; olsa olsa on dördündeydi. Severus'un üstünde, sol omzuna düğümlenmiş kırmızı bir harmaniye vardı. Çıplak kollarında pazılarını süsleyen bronz kolluklar görülüyordu. Bu kollar, bir askerin kılıç ve kalkanla eğitilmiş kaslı kollarıydı. Severus, Venator'un böyle ansızın gelmesine aldırmadı bile. Venator soğuk, alaycı bir sesle, "Demek zamanını böyle geçiriyorsun, Domitius?" dedi. "Dinsiz bir çocuğun ırzına geçip Tanrı' inayetine hakaret etmekle yani?" Severus sert, gri gözlerini ağır ağır Venator'a çevirdi. "Hıristiyanlık vaazlarını dinlemek için hava çok sıcak. Benim tanrım, seninkinden çok daha hoşgörülüdür." "Doğrudur, ama sen puta tapıyorsun." "Tercih meselesi, ikimiz de tanrılarımızla yüz yüze gelmedik. Hangimizin haklı olduğunu kim bilir?" "Isa, gerçek Tanrı’nın oğluydu." Severus sıkılarak baktı Venator'a. "Artık beni rahatsız ediyorsun. Ne söyleyeceksen söyle de, bir an önce git." "Bu zavallı dinsizi beceresin diye mi?" Yanıt vermedi Severus. Ayağa kalktı, şarkı söyler gibi garip sesler çıkaran kızı kolundan tutup çadırındaki döşeğe fırlattı. "Sen de katılır mısın Junius? istersen önce sen buyur." Venator gözlerini yüzbaşıya dikti. İçini bir ürperti sardı. Roma ordusunun piyade bölüğüne komuta eden bir yüzbaşının çetin biri olması doğaldı. Ancak bu adam düpedüz acımasız biriydi, vahşinin tekiydi. "Buradaki görevimiz tamamlandı," dedi Venator. "Macer'le köleler mağaranın ağzını kapatacaklar. Çadırları toplayıp gemilere dönebiliriz." "Yarın Mısır'dan ayrılışımızın on birinci ayı doluyor. Buranın keyfini bir gün daha çıkartsak kıyamet mi kopar?" "Görevimiz yağmalamak değildi. Barbarlar öç almak isteyecek. Biz azınlıktayız, onlar çoğunlukta." "Ben ve askerlerim barbarlardan gelebilecek her türlü saldırıyı püskürtebiliriz." "Adamların paralı asker olarak bir hayli hımbıllaştılar." Severus kendine güvendiğini gösteren bir gülümseyişle, "Savaşmayı unutmadılar ama" dedi. "Onuru için ölmeyi göze alırlar mı peki?" "Niye alsınlar? Ya da niye alalım? imparatorluğun güzel devirleri çoktan geçip gitti. Bir zamanlar Tiber kıyısındaki o görkemli kent, mezbeleye döndü artık. Damarlarımızda akan kanın pek azı Roma kanı. Adamlarımın çoğu taşralı, ben İspanyol’um, sense Yujunius. Kargaşanın yaşandığı şu günlerde, taa doğuda hiç görmediğimiz kentlere hükmeden bir İmparator’a neden bağlı kalıyor Junius, benim adamlarım bu işten para kazandıkları için, dövüşmeleri karşılığında para aldıkları için dövüşürler." "Barbarlar onlara başka seçenek bırakmazlar belki." "Zamanı gelince o pisliklerle başa çıkarız." "Biz yine de çatışmadan kaçınalım. Karanlık basmadan gitsek diyorum..." Venator'un lafı, yeri sarsan korkunç bir gümbürtü nedeniyle yarım kaldı. Çadırdan fırladı, ileride yükselen duvara baktı. Köleler destekleri çekince, tonlarca kaya çığ gibi düşerek mağaranın ağzını kapatmıştı. Büyük bir toz bulutu kaplamıştı vadiyi. Yankılanan gümbürtüyü kölelerle askerlerin sevinç çığlıkları izledi. "Tamam," dedi Venator; sesi ağır, yüzü bitkindi. "Çağların bilgisi güvende artık." Severus yanma gidip durdu. "Yazık ki, bizim için aynı şeyi söylemek olanaksız." Venator döndü. "Tanrı, eve sağ salim ulaşmamızı sağladığı sürece neden korkacağız?" Dümdüz bir sesle, “İşkence ve ölümden," dedi Severus. "İmparator’a meydan okuduk. Theodosius kolay kolay unutmaz. imparatorlukta saklanabileceğimiz bir yer yok. En iyisi yabancı bir ülkeye sığınalım." "Karımla kızım... beni Antakya'daki evimizde bekleyeceklerdi." "İmparatorun adamları onları çoktan tutuklamıştır. Belki ölmüş, belki de köle olarak satılmışlardır." Venator inanmaz bir tavırla başını iki yana salladı. "Onları benim dönüşüme kadar koruyacak güçlü dostlarım var," dedi. "Dostlar tehdit edilebilir, satın alınabilir." Venator'un gözleri savunma güdüsüyle iri iri açıldı ansızın. "Bu başarımız her şeye değer. Eğer yolculuğumuzla ilgili kayıtlar ve buranın haritası olmadan dönersek her şey boşa gider," dedi. Severus yanıt verecekti ki, komutan yardımcısı Artorius Noricus'un koşarak yamacı tırmandığını, çadıra doğru geldiğini gördü. Genç asker uzaktaki kayalıkları gösteriyordu; esmer yüzü öğle sıcağında pırıl pırıl parlıyordu.
Description: